CELÂLEYN TEFSİRİ | NİSÂ SÛRESİ

4 - NİSÂ SÛRESİ

Hicretten sonra nâzil oldu. 176 Âyet-i kerîmedir

1

Ey insanlar Mekke ehli! Rabbinizden, ona itâat ederek onun azâbından korkunuz. ki, sizi bir nefisten Âdem'den yaratmıştır. Ve ondan da zevcesini, sol kaburga kemiğinden, Havva'yı yaratmıştır. Ve o ikisinden Âdem ile Havva'dan birçok erkekler ve birçok kadınlar yaymıştır ayırıp neşretmiştir. Ve Allah'tan korkunuz ki, aranızda onunla birbirinizden bazınızın bazınıza “ Allah adınasenden istiyorum“ demesiyle dilekte bulunursunuz. Ve rahimlerden de, onları kesmekten de korkunuz. Şüphe yok ki, Allahü teâlâ üzerinize gözetleyicidir amellerinizi hıfzedicidir. Sonra onların mukabilinde sizleri cezalandıracaktır. “Allahü teâlâ dâima bu vasıfla muttasıfdır.”
Tessâelüne fiilinde aslında ”Te“ olan sin'in, sin'e idgamı vardır. Bir kırâatta ”Te ” harfi hazfedilip, tahfifle okundu.
Bir kırâatta ”erhâm” lâfzi “ Bihî“ câr-mecrûrundaki zamirin üzerine atfedilerek cerle okundu. ki, onlar rahim adına da birbirlerinden dilekte bulunurlardı.

2

Bu âyet-i kerîme, velisinden malını talep edip o velisinin kendisini menettiği yetim hakkında nâzil oldu.
Ve yetimlere babaları olmayan küçük çocuklara mallarını onlar bulûğ çağına erdikleri zaman veriniz. Ve temizi helâli, murdarla haramla değişmeyiniz. temizin yerine murdar olanı almayınız. Nitekim yetimin malından iyi olanı alıp onun yerine malınızdan kötü olanı koymakla yaptığınız gibi. Ve onların mallarını kendi mallarınıza katılmış olarak yemeyiniz. Çünkü o, malları yemek, şüphesiz büyük bir günahtır.

3

 Bir önceki âyet-i kerîme nâzil olduğunda, insanlar yetim kızların velâyetinden, zorluk duyduklarından kaçındılar. Ve onların içinde öylesi vardı ki, elinin altında on tane ya da sekiz tane zevce bulunurdu. Ve aralarında adâlete de riâyet etmezdi. Sonra bu âyet-i kerîme nâzil oldu.
Eğer yetim kızlar hakkında adâlete riâyet edemeyeceğinizden korkarsanız ve onların işlerinden kaçınırsanız; onlar da ayni şekilde sizin kadınlar arasında onlarla evlendiğiniz vakit adâletli olmamanızdan korkarlarsa sizin için helâl olan kadınlardan ikişer, üçer veya dörder iki iki, üç üç, dört dört olarak nikâh ediniz evleniniz. Bunun üzerine ziyâde yapmayınız. Ve eğer onların arasında nafaka ve taksim hususunda adâlet yapamayacağınızdan korkarsanız artık bir zevceyi nikâhlayınız ya da ellerinizin mâlik olduğuyla cariyelerle yetininiz. Çünkü onlar için zevceler hakkında olan haklar yoktur. Bu, sadece dört kadınla evlenmek ya da biriyle evlenmek veya cariye kullanmak sizin adâletten sapmamanıza zulüm yapmamanıza daha yakındır.

4

Kadınlara mihirlerini atiyye olarak gönül hoşluğundan bir bahşiş olarak veriniz. Şâyet size ondan bir miktarını gönül hoşluğu ile bağışlarlarsa “Onların nefisleri size o mihrin bir miktarından hoş olursa ve onu size hibe ederlerse onu da afiyetle, pak olarak kolaylıkla sonu rahat olarak yiyiniz. âhirette onu yemenizhususunda sizin üzerinize bir vebal yoktur.
 “Nihle ” lâfzi mastardır.
 “Nefsen” lâfzı failden çevrilmiş bir temyizdir.

5

Bu âyet-i kerîme onların mihrin bir kısmını hibe ettiklerinde, onu yemekte bir beis olmadığını kerih görenlere red olsun diye nâzil oldu.
Ey veliler! Allahü teâlâ'nın sizler için kıyam kılmış olduğu” kıyam” lâfzi “ kâme “ fiilinin mastarıdır, - sizin geçiminizle ve çocuklarınızın düzelmesi için kâim olan mallarınızı sizin elinizde bulunan onların mallarını, adamlardan, kadınlardan ve çocuklardan israfçı sefihlere vermeyin, ki, onu uygunsuz bir şekilde zayi ederler. Onları o malların içinde rızıklandırın, o mallardan onlara yedirin ve onları giydiriniz ve onlara güzel söz söyleyiniz, onlar reşid oldukları zaman, onlara mallarını vermekle beraber onlara güzel vaadde bulununuz.
 (kıyamen) kelimesi bir kırâatta, (kımetun) kelimesinin cem'i olarak (kıyema) okundu. kendisi ile eşyaları değerlendirildiği şey.

6

Ve yetimleri nikâh çağına erinceye, ihtilâmla ya da yaş itibariyle -ki, o da İmam-ı Şâfiî'ye göre on beş seneyi tamamlamaktır- nikâha ehil oluncaya kadar imtihan ediniz, deneyiniz. Eğer onlardan bir rüşd dinleri ve malları hususunda bir salah, akıllılık hissederseniz görürseniz, hemen mallarını onlara teslim ediniz. Ey veliler! Onlar büyüyecekler reşit yaşa gelecekler korkusundan dolayı o malları israf ile haksız yere “ isrâfen“ hâldir ve alelacele o malların harcanmasında acele edici olarak yemeyiniz. Ve velilerden her kim zengin ise çekinsin, yetimin malından af edip onu yemekten çekinsin. Ve fakir ise o maldan maruf veçhiyle işinin ücretinin miktârınca yesin. Onlara, yetimlere mallarını teslim edeceğiniz zaman bir ihtilâf vaki olmasın ve bir delile rücû edebilesiniz diye onların malları teslim alıp, sizin artık beri olduğunuz hakkında onlara karşı şahit tutun. Ve Allahü teâlâ Hasib olarak, mahlûkatının amellerini hıfz edip onları hesaba çekici olarak yeter.

7

Bu âyet-i kerîme câhiliye devri insanlarının üzerinde oldukları hâle kadına ve çocuklara miras vermeme durumuna red olsun diye nâzil oldu.
Erkek çocuklar ve akrabalar için vefat etmiş olan baba ile ana ve akrabanın bıraktıklarından bir nasip, pay vardır. Ve kadınlar için de baba ile ananın ve akrabanın ondan maldan az olsun çok olsun bıraktıklarından bir hisse vardır. Allahü teâlâ o malı farz kılınmış onlara teslim edilmesi kesinleşmiş bir nasib kılmıştır.

8

Tereke taksimine miras için uzak karabet sahipleri varis olamayan karabet sahipleri, yetimler ve miskinler hazır olursa onlara taksimattan evvel o maldan münasip bir şeyi tasaddukta bulununuz.
Ey veliler! Varisler küçük yaşta oldukları zaman onlara “siz bu mala sahip olamazsınız ve bu mal şüphesiz ki, (yine de buluğdan sonra) size âittir“ diye özür beyan etmekle güzel söz söyleyiniz. Denildi ki, bu neshedilmiştir. Ve denildi ki, neshedilmemiştir. Lâkin insanlar onun terkinde veya üzerine düşülmesinde tembellik gösterdiler. Öyleyse bunu yerine getirmek menduptur. İbn Abbâs'tan rivâyet olunduğuna göre vâcibtir.

9

Ve korksunlar yetimler üzerine korksunlar, o kimseler ki, arkalarından, ölümlerinden sonra zayıf bir zürriyet, küçük çocuklar bırakacak olsalardı, bırakmaya yakın olsalardı onların zayıflarınüzerine korkup endişede bulunacaklardı. O hâlde artık yetimler hakkında Allah'tan korksunlar. Ve onlara, kendilerinden sonra zürriyetlerine yapılmasını sevdikleri şeyi yerine getirsinler. Ve ölümü yakın kişiye dürüst, ona malının üçte birinden azını tasadduk etmesi ve geri kalanını varislere bırakıp onları perişan hâlde terk etmemesini emretmeleriyle doğru sözü söylesinler.

10

Şüphesiz o kimseler ki, yetimlerin mallarını zulmen haksız yere yerler, muhakkak karınlarında, karınlarının doluşunca ateş yemiş olurlar. Çünkü o ateşe varacaktır ve yakında Saîre, orada yakılacakları şiddetli ateşe gireceklerdir.
“yaslevne “ fiili fail için bina kılındığı gibi mef’ûl için de bina kılınarak“yüslavne “ (girdirilecekler) diye okundu.
Allahü teâlâ size evladınız hakkında onlardan erkek için iki dişi hissesi, nasibi olduğunu zikretmekle vasiyet ediyor -size- emrediyor. İki kız kardeş, bir erkekle beraber toplandığında erkek için malın yarısı, o ikisi içinde diğer yarısı vardır. Eğer erkek kardeşle beraber bir kız kardeş olursa kız için üçte bir hisse, erkek için ise üçte iki hisse vardır. Tek başına olduğunda da malın hepsini toplar.
Eğer o çocuklar sadece dişi olup ikinin üzerinde ise onlara ölünün bıraktığının üçte ikisi vardır. İki kız kardeşin de durumu böyledir. Çünkü mal, Allahü teâlâ'nın“O ikisi için terekeden üçte iki vardır. “kavliyle ikisine âittir. Öyleyse ikisi daha lâyıktır. Ve ayrıca kız, erkekle beraber üçte bire hak kazanıyor. Öyleyse kızla beraber evlâ olarak hak kazanır.  fevka” lâfzı, denildi ki, sıladır. Denildi ki, (fevka) lâfzı erkekle beraber kız için üçte bir kılınmasından iki kız kardeşin üçte ikiye hak kazanmaları anlaşıldığından dolayı adedin de artmasıyla hissenin artacağı tevehhümünü def içindir. -Ve eğer o dişi bir tane olursaona da terekenin yarısı vardır. Ve onun ölünün annesiyle babası onlardan her bireri için ölünün çocuğu oğlu ya da kızı var ise terekeden altıda bir vardır. Âyetteki ”liküllin“ cârmecrûrunun” Li ebeveyhi “ den bedel yapılmasının nüktesi onların her ikisinin altıda bire ortak olmadığını ifade içindir. Âyette geçen (çocuğu yoksa tabirindeki) çocuğa oğulun çocuğu, babaya da dede ilhak edildi. Ve eğer onun çocuğu yoksa ve ona sadece ya da karısıyla beraber anne ve babası vâris olmuşsa annesi için üçte bir malın üçte biri, zevcden sonra kalanın üçte biri vardır. Geri kalan babaya âittir. Ve eğer ölünün kardeşleri, iki ya da daha fazla, erkek olsun, dişi olsun kardeşleri varsa annesi için altıda bir vardır. Geri kalan baba içindir. Kardeşlere bir şey yoktur. Zikrolunan kimselerin zikredilmiş şeye varis olmaları ölünün yapmış olduğu vasiyetinden ve üzerinde olan borcunun ödenmesinden sonradır: - (Âyette) vasiyetin-her ne kadar eda edilme hususunda, borçtan geride olsa da, borcun önüne takdim edilmesi ona önem gösterildiğini ifade içindir.
 “Ümmihı “ lâfzi hemzenin zammesiyle okundu. Ayrıca (burada ve biraz sonra zikredilecek yerde) ağırlığından dolayı zammeden kesraya intikalden firar etmek için kesrayla da (İmmihi) diye okundu.
“yûsî“ fiili malum için bina edilmekle okunduğu gibi meçhûl için bina kılınmakla “yûsâ“ diye de okundu.
Bir kırâatta “Vahideten lâfzı refle ”Vâhidetün“ diye okundu. O zaman cümlenin başındaki “kâne “ fiili (nakısa değil) tâmme olur.
Babalarınız ve oğullarınız Mübtedâdır. Haberi ise: bilmezsiniz ki, hangileri sizin için dünyada ve âhirette menfaatçe daha yakındır.
Bir kısım insan vardır ki, oğlunun onun için daha faydalı olduğunu zannedicidir. Bundan sebep mirası ona verir. Ve halbuki sonra baba daha menfaat verici olur. Ve bu durum tersi de olabilir. Bunu, hakkıyla bilici sadece Allahü teâlâ'dır. Bundan dolayı mirası sizin için Allah tarafından bir farz kıldı;
Şüphe yok ki, Allah, mahlûkatını ziyade bilicidir, onlar için ayarladığı şeyde de hikmet sâhibidir. bununla muttasıf olmaya dâim oldu.

12

Zevcelerinizin sizden ya da sizin gayrınızdan çocuğu yok ise, terekelerinin yarısı sizin içindir. Eğer onların çocuğu var ise yapmış oldukları vasiyetten veya borçtan sonra sizin için terekelerinin dörtte biri vardır. - (“ eğer çocuğu var ise “ âyetindeki) çocuğa bu mevzuda erkek evladın çocuğu da icmâ ile katılmıştır.
Onlar ister bir tane olsun veya birden dörde kadar olsun zevceleriniz için de terekenizin dörtte biri vardır. Eğer sizin çocuğunuz yok ise. Eğer sizin için onlardan ya da gayrısından çocuk olursa onlar için terekenizden sekizde bir vardır, yapmış olduğunuz vasıyyetten veya borçtan sonra. -Erkek evlâd ın çocuğu da bu hususta icmâan âyette zikredilen çocuk gibidir. -
Ve eğer varis olunan adam veya kadın kelâle olursa, babası ve çocuğu olmaz ise ve onun kelâle cihetinden vâris olunan için bir anadan erkek ya da kız kardeş bulunuyorsa onlardan her birine de onun terekesinden altıda bir hisse vardır. Eğer onlar aynı anneden olan erkek ya da kız kardeşler bundan birden fazla iseler onlar üçte birde ortaktırlar. Üçte birde onların erkek olanı da, kız olanı da eşittir. Bu, zarar verici biri olmadığı hâlde yapılmış olan vasiyyetten veya borçtan sonradır. sizlere Allah tarafından vasiyyet yapmakla vasiyyet ediyor. Ve Allahü teâlâ mahlûkâtı için koyduğu farzları, hakkıyla bilicidir. Ona muhalefet edenlerden azâbı tehir etmekle de ziyade halimdir. Hadisi şerifler, zikredilen bu kimselerin kendisinde (varis tarafından) katlonulmak ya da (varisle, mevrusun) dinlerini değişik olması veya kölelik gibi bir mâni bulunmayan kimselere varis kılınabileceğini özel olarak belirtmiştir.
İbn Mes’ud ve gayrısı ”ehun ev’ühtun”lafızlarının peşinde “ min ümmin“ diye kırâat yapmıştır.
“ gayramudârrin“ “yûsâ“ fiilinin zamirinden hâldir. “ üçte birden fazla vasiyet yapılmasıyla varisler bir zarar a sokulmadığı hâlde “
Vasiyyeten lâfzı gizli bir “yûsî“ fiili için, te’kiddir.

13

 İşte bu yetimlerin işinden ve onun sonrasından itibaren zikredilen hükümler Allahü teâlâ'nın hudududur, onu bilsin ve onu aşmasın diye kulları için sınırladığı kanunlardır. Ve her kim Allahü teâlâ'ya ve hükmetmiş olduğu şey hususunda Peygamberine itâat ederse onu altından ırmaklar akan cennetlere sokar ki, orada ebedî kaldıkları hâlde. Ve bu büyük bir kurtuluştur.
“yudhil“ fiili yâ ile okunduğu gibi, iltifat olsun diye nûn’la “ nüdhil“ diye de okundu.

14

 Ve kim de Allahü teâlâ'ya ve Peygamberine isyan eder, hududunu tecavüz eylerse onu da içinde ebedî kalmak üzere bir ateşe sokarki orada ebedî kaldıkları hâlde. Ve onun için orada mühin, zillete düşüren bir azap vardır.
“yudhil“ fiili yâ ile okunduğu gibi, iltifat olsun diye nûn’la “ nüdhil“ diye de okundu.

15

Kadınlarınızdan fuhuş, zina işlemiş olanların aleyhine sizden müslüman erkeklerinizden dört şahit ikâme ediniz. Eğer onlar kadınların aleyhine zina ile şahitlik ederlerse o kadınları evlerde tutun, onları hapsedin. Ve onları insanlara karışmaktan menediniz. Kendilerine ölüm ölüm melekleri gelip (onların) ruhlarını alıncaya ya da onlara Cenâb-ı Hak bir yol, evlerden çıkmaya bir yolaçıncaya kadar.
 İslâm'ın ilk zamanlarında bununla emrolundular. Sonra onlar için, bekâr olanına yüz sopa ve bir sene sürgün, evli olanına da recm yapmakla bir yol kılındı. Hadis-i Şerifte rivâyet olundu ki, Ne zaman ki, (zinanın) haddi beyan olundu. Rasûlüllah (sallalahü aleyhi ve sellem) “Benden alın, benden alın; Artık Allahü teâlâ onlar için bir yol kıldı. “ dedi. (Müslim rivâyet etti.)

16

Sizden, erkeklerinizden onu zina fuhşunu ya da livâtayı yapanların ikisine gelince, onların her ikisine de (yargılama neticesinde) dövmekle, sopalarla dövmekle bir eziyet veriniz. Eğer ondantevbe ederler ve amellerini düzeltirlerse onlardan vazgeçiniz, onlara eziyet vermeyiniz, Şüphe yok ki, Allahü teâlâ tevbe edenin tevbesini çok kabul edendir, ona çok acıyıcıdır.
Ellezâni lâfzı nunun tahfifiyle okunduğu gibi şeddelenmesiyle de ”ellezânni “ diye de okundu.
Bu âyeti kerîme, eğer “ fahişe “ile zina murad olunmuşsa, hadle nesholunmuştur. Yine aynı şekilde eğer “ fahişe “ile murad, livâta olursa İmâm-ı Şâfı'nin ındinde nesholunmuştur. (Çünkü ona göre livâta yapan da recm olunur.) Lakin onun ındinde kendisine livâta yaptıran kişi recm olunmaz. Her ne kadar evli olsa bile. Bilâkis sopa vurulur ve sürgün edilir.
 “fahişe ” lâfzından livatanın murad olunduğu (onu yapanlara dönen) zamirin tesniye kılınması sebebiyle daha zâhirdir. (Fahişeden murad zinadır diyen) ilk cemâat, “Allah zinâkâr erkekle kadını murad etti. “ dedi. Bunların bu sözünü o iki kişiye dönen zamirin erkeklerin zamiri (olan” küm ”e) bitişik olan“ min“ harfi cerri ile beyan edilmesi ve o ikisinin eziyette, tevbede ve (tevbeden sonra onlara eziyet yapılmasından) vazgeçilmesi hususunda müşterek olmaları reddetmektedir. Bu zikredilen eziyet, tevbe ve eziyetten vazgeçilmesi de geride kadınlar için hapis cezası geçtiğinden dolayı sadece erkeklere âittir.

17

 Allahü teâlâ'nın üzerine olan tevbe fazlı keremi ile kendi nefsine, onun kabulünü yazdığı tevbe, o kimseler içindir ki, cehaletle -hâldir. Rablerine âsi oldukları sırada câhil oldukları hâlde - bir kötülük, günah işlerler de az bir zaman sonra -ki, o gargara hâline daha gelmemişken- tevbekâr olurlar. İşte onlar için Allahü teâlâ tevbeyi kabul eder. Ve Allahü teâlâ mahlûkâtını ziyade bilicidir. Onları yaratışında da hikmet sâhibidir.

18

Ve o tevbe, o kimseler için değildir ki, kötü şeyleri günahları yapar dururlar. Ne zaman ki, onlardan birine ölüm gelip ruhu çekilmeye başlayınca, içinde bulunduğu hâli gördüğü anda “Ben şimdi tevbe ettim“ der. Bu tevbe ona menfaat vermez. Ve ondan kabul edilmez.
-O tevbe- kâfir oldukları hâlde ölen kişiler için de değildir. Azâbı gördükleri anda, âhirette tevbe ettikleri zaman tevbe, onlardan kabul olunmaz. İşte onlar var ya, biz onlar için elim, elem verici bir azap hazırladık.

19

 Ey îman edenler! Kadınlara, zorla onları bu işe zorladığınız hâlde varis olmanız -sizin için helâl olmaz.
“kerhen lâfzı fethayla ve zammeyle okundu. Bu iki ayrı lügattır.
Cahiliyye devrinde kadınlara, akrabaları vâris olurlardı. Eğer isterlerse onlarla, mehirsiz olarak evlenirler ya da onları evlendirip mehirlerine el koyarlardı. Veya onları (ölen kocalarından) vâris oldukları şeyi, fidye olarak verinceye ya da ölünceye kadar evlenmekten men ederler ve onlara varis olurlardı. Sonra bu işten menedildiler.
Ve onlara vermiş olduğunuz mehrin bazısını giderip kurtarmak için onları sıkıştırmanız onlara karşı bir meyliniz olmadığı hâlde, sırf zarar olsun diye onları hapsederek sizden gayrısıyla evlenmekten menetmeniz -helâl olmaz. -
Meğer ki, apaçık bir fuhuş yapıversin. “ Beyân edilmiş“yada “ apaçık “- bir zina ya da bir masiyet -yapıversinler- o zaman sizin için tâki onlar size fidye ya da boşanma karşılığında para verinceye kadar, onları sıkıntıya sokmanız caizdir. Ve onlarla maruf veçhiyle, siz, nafaka ve ev hususunda onlarla iyice geçininiz. Şâyet onları kerih görürseniz sabrediniz. Olabilir ki, siz bir şeyi kerih görürsünüz, Allahü teâlâ ise, onda bir çok hayır vücûda getirir. Ve Allahü teâlâ sizi onlar tarafından sâlih bir çocukla rızıklandırmakla onlarda bir hayır yaratır.
Mübeyyine lâfzı kesrayla okunduğu gibi fethayla “ mübeyyene “ diye de okundu.
Ve eğer bir zevcenin yerini başka bir zevceyle değiştirmek onları boşayarak, birinin yerine başka birini almak isterseniz, onlardan hanımlardan birine çok mal mehir vermiş olduğunuz hâlde bile ondan bir şey almayınız. Onu iftira ederek zulmen ve apaçık bir günaha girerek alıverir misiniz?
Bühtan ve “ ismen”lafızların nasbı hâl olmak üzeredir. Istifham ise azarlamayı ifade içindir.

21

 Ve onu nasıl hangi vecihle alırsınız ki, buradaki soru inkâr içindir halbuki bazınız bazınıza mehri gerektiren cimayla birleşti. Ve sizden şiddetli bir ahid almışlardır. O ahit Allahü teâlâ'nın emretmiş olduğu: Onları ya iyilikle tutmaktır ya da güzellikle onları salıvermektir.

22

 Ve babalarınızın nikahlamış olduğu kadınlar ile evlenmeyiniz. Ancak böyle bir iş yapmış olmanızdan geçmişte kalan müstesna. Çünkü o affedilmiştir. Şüphe yok ki o, onlarla evlenmek çirkin ve gazâblanılan, Allah tarafından gazâba sebep olan şey oldu. - Mekt; Buğz'un en şiddetli olanıdır. - Ve ne fena bir yol oldu.

23

 Sizin üzerinize haram olmuştur;
1-   Analarınız, onlarla evlenmeniz (analarınız tabiri baba ve ana tarafından olan nineleri de içine almıştır.) ve
2- Kızlarınız (bu tâbir) ne kadar aşağı doğru inerlerse insinler çocukların kızlarını da içine almıştır ve
3- Kız kardeşleriniz, baba veya anne tarafından olan ve
4- halalarınız babalarınız ve dedelerinizin kız kardeşleri ve
5- Teyzeleriniz annelerinizin ve ninelerinizin kız kardeşieri ve
6- Erkek kardeşin kızları ile
7- Kız kardeşin kızları. Bunların içine onların kızları girer. Ve (hadisi şerifin de beyan ettiği gibi) iki sene tamam olmadan evvel beş defa emzirmekle
8- Sizleri emziren anneleriniz ve sütten olan kız kardeşleriniz, bu gruba, hadisi şerifle sütten olan kızlar da katılır. Onlar, “kişinin vaty etmiş olduğu hanımının emzirdiği kızlardır. Ayrıca (bu gruba) “Nesebten haram olan sütten de haramdır “ hadisinden (Buhârî ve Müslim rivâyet etti) dolayı sütten olan halalar, teyzeler, erkek kardeşin kızları, kız kardeşin kızları da katılır.
Ve zevcelerinizin valideleri ve kendilerine duhûl ettiğiniz cima ettiğiniz zevcelerinizden evlerinizde terbiye ettiğiniz üvey kızlarınız
“ ellâtî fi hucûrikûm“ galibe, ekseriyyete nisbetle olan bir sıfattır. Bu sıfat için zıt bir mefhum yoktur. evlerinizde olanlarla evlenemezsiniz, evlerinizde olmayanlarla evlenirsiniz diye bir mânâ anlaşılmaz. Bu sıfat buraya çoğunlukta anneler evlenirken, kızlarını da yanında getirirler olduğuna binâen zikredildi.
Rebâib lâfzı rebibe'nin cemisidir. O da kadının başka kocadan olan kızıdır.
Şâyet zevcelerinize cimâd a bulunmamış iseniz sizin üzerinize o kadınlardan ayrıldığınız zaman onların kızlarıyla evlenmenizde bir günah yoktur ve kendi sulblerinizden olan oğullarınızın aileleri, hanımları -size haram kılındı- Oğul edinmiş olduğunuz kimselerin hanımları ise bunun hilâfınadır. O zaman sizin için onların hanımlarıyla evlenmeniz caizdir.
Ve nesebden ya da sütten olan İki kız kardeşin arasını bir nikâhla cemetmeniz de -sizin üzerinize haramdır- Bu iki kız kardeşe hadisi şerifle kızla, onun halasını ya da teyzesini cem etmek de katılır. Bunlardan sâd ece birinin nikâhı yalnız başına câiz olur. (Eğer onlar köle ise) onların her ikisini de beraber mülk edinmek caizdir. -Fakat- sadece birine vaty edebilir.
Lâkin cahiliyye devrinde geçen şey, Araplar'ın, zikredilenlerin bazısıyla evlenmeleri müstesna. Sizin üzerinize bu hususta bir günah yoktur. -Artık o nikâha da devam edilmesin- Şüphe yok ki, Alahü teâlâ nehy olmadan evvel, sizden geçmişte sâd ır olanları mağfiret edicidir, bu hususta da sizlere rahmet edicidir.

24

Sağ ellerinizin, esir etme yoluyla mâlik olduğu cariyeler müstesna, çünkü eğer onların kocaları dâr-ul harpte bulunduysa, isfibrâd an sonra onlara vat'etmek sizin için caizdir, olmak üzere kadınlardan muhsan olanlar, kocalı olanlar, ister müslüman hür kadın olsunlar ya da ehli kitaptan olsunlar onlarla kocalarından ayrılmazdan evvel evlenmeniz -sizin üzerinize haramdır-,
Allahü teâlâ'nın sizin üzerinize bir kitabı olmak üzere “ Bu, Allah'ın kitabı olmakla -sizin üzerinize- yazıldı. “
Bunların gerisinde sizin üzerinize haram kılınmış kadınlardan başka olan -kadınları- ise muhsin evlenmeyi istiyor olarak, zinadan da kaçınmış olarak mallarınızla, mehirle ya da parayla talep etmenizi sizin için helâl kıldı. Artık onlardan evlendiklerinizden hangisiyle vat yapmakla metalandıysanız onlara ücretlerini, onlar için takdir etmiş olduğunuz mehirleri bir farize olarak veriniz. Mihir takdir olunduktan sonra siz ve onların birbirinizle uzlaştığınızda, mehrin tümünü ya da bir kısmını düşürmek veya mehrin üzerine ziyâde yapmakta üzerinize bir günah yoktur. Şüphe yok ki, Allahü teâlâ mahrukatını bilicidir. Onlar için tedbir etmiş olduğu şeyde de hikmet sâhibidir.
“kitâballâh “mef’ûlü mutlaktır.
“ ehalle “ fiili, fail için bina edilmekle okundu. Ayrıca mef’ûl için bina edilmekle ” uhille “ diye de okundu.

25

 Ve sizden her kim muhsan hür, mü'min kadınlar ile evlenmek için bir zenginliğe güç yetiremezse sağ ellerinizin mâlik olduğu mü'mine olan genç kızlardan evlenir. Allahü teâlâ sizin îmanınızı bi-hakkın bilendir. Öyleyse o îmanın zâhiriyle yetinin. Gizlilikleri O'na (Allah'a) havale edin. Çünkü o gizli olan şeyleri tafsiliyle bilicidir. Nice câriye, îman hususunda hür olan kadının üstündedir. Bu âyet cariyelerle evlenmek üzere mü'minleri alıştırmaktır. Bazınız bazınızdandır. sizler ve onlar din hususunda eşitsiniz. Öyleyse onlarla evlenmekten çekinmeyiniz. İmdi onlar namuslarını korur, cehren zinâ yapmak ve gizlice zina ettikleri dostları edinmez oldukları hâlde ehillerinin sahiplerinin izniyle onları nikahlayınız ve onlara ücretlerini, mehirlerini güzelce oyalama ve eksiklik olmaksızın veriniz. Evlendirildikleri zaman evlendikleri zaman eğer bir fuhuş, zina yaparlarsa o zaman üzerlerine zina etlikleri vakit muhsanâtın, hür ve bekâr olan kadınların üzerlerine olan cezanın, haddin yarısı lâzım gelir. Onlara elli sopa vurulur. Ve altı ay kadar sürgüne gönderilirler. Erkek köleler de cariyelere kıyas edilir. (Âyette) ihsan, haddin vücûbunun değil de onların üzerine asla recmin olmadığının şartı kılındı.
Ve sizden her kim muhsan hür, mü'min. Bu sıfat gâlip üzere geldi. Bunun bir mefhumu yoktur. kişi hür olan mü'min kadınla ya da hür olan kitablı kadınla da evlenmek ister ve fakirliğinden dolayı gücü yetmeyebilir.
Bir kırâatta fail için bina edilerek ”ehsanne “ diye okundu.
Bu, zenginliğin bulunmadığı zamanda cariyelerle evlenmek, sizden meşakkatten, zinadan korkan içindir. Hür erkeklerden zinadan korkmayan, bunun (cariyelerle evlenebilen kimsenin) hilâfınadır. O kimse için cariyelerle evlenmek helâl değildir. Ve aynı şekilde hür kadınla evlenmemeye gücü yeten kimse için cariyelerle evlenmek helâl değildir. İmâm-ı Şafiî bu görüş üzeredir. Ayrıca “sizin mü'mine olan cariyeleriniz “kavliyle kâfir olanları dışarı çıktı. Kişi için (kâfir olanlarla) nikâh yapması -kendisinin parasal gücü olmadığında zinadan da korksa bile- helâl değildir. Ve sizin cariyelerle evlenmekten sabretmeniz çocuk köle olmasın diye sizin için daha hayırlıdır. Ve Allahü teâlâ bu hususta genişlik yapmakla mağfiret sâhibidir ve rahmet edicidir.
 “Anet” lâfzı aslında meşakkat demektir. Zina onunla isimlendirilmiştir. Çünkü zina, dünyada had yenilmesi, âhirette de azap çekilmesi dolayısıyla meşakkate sebebtir.

26

Allahü teâlâ sizlere dininizin kurallarını ve işinizin maslahatlarını açıklamak, sizleri tahlil ve tahrim hususunda sizden evvelkilerin, peygamberlerin sünnetlerine, yollarına erdirmek ve sizleri tevbeye muvaffak kılmak, sizleri üzerinde bulunmuş olduğunuz masiyetten, tâate, döndürmeyi diler. Ve Allahü teâlâ sizleri bilicidir, sizler için tedbir etmiş olduğu şeyde de hikmet sâhibidir.

27

Ve Allahü teâlâ sizlerin tevbelerinizi kabul edip affı ilâhiye nailiyetinizi diler. Şehvetlerine uyanlar Yahûdiler, Hıristiyanlar veya mecûsiler ya da zinâkârlar, sizin büyük bir meyille meyletmenizi, üzerlerinize haram kılınan şeyleri yapmakla haktan sapıp onlar gibi olmanızı isterler.

28

Allahü teâlâ sizden hafifletmek, sizin üzerinize şeriat hükümlerini kolaylaştırmak ister. Ve insan zayıf olarak yaratılmıştır. Kadınlara ve şehevî şeylere sabredemez.

29

Eyîman etmiş olanlar! Mallarınızı aranızda bâtıl yere faiz ve gasb gibi, şeriatta haram olan (yolla) yemeyiniz. Meğerki tarafınızdan karşılıklı rızayla ve nefis hoşluğundan olan bir ticaret olsun. “ O mallar -tarafınızdan karşılıklı rızâd an- sadır olan ticaret malları olursa. O zaman sizin için onları yemeniz caizdir. Ve kendilerinizi ister dünyada olsun ister âhirette onları helâka götürecek şeyi işlemekle ölüme götürmeyiniz. Şüphe yok ki, Allahü teâlâ sizi bundan men etmekte sizlere acıyıcıdır.
Bir kırâatta”Ticâretin” lâfzı nasbla”Ticâreten“ diye okundu.

30

Ve her kim bunu ondan nehyedildiği şeyi bir düşmanlık, helâli tecâvüz ve bir zulüm -te'kiddir-olarak yaparsa, onu yakında orada yanacağı ateşe yaslandırırız, girdiririz. Ve bu Allahü teâlâ'nın üzerine kolaydır.

31

Eğer nehyedilmiş olduğunuz şeylerin büyüklerinden -ki, meselâ adam öldürmek, zina, hırsızlık gibi üzerine tehdid vârid olan şeylerdir. İbn Abbâs'tan rivâyet olundu ki: Onlar yedi yüze yakındır-, kaçınırsanız sizden kabahatlerinizi, küçük günahları tâatlar karşılığında sileriz. Ve sizleri, kerim bir mevziye ki o cennettir, girdiririz.
 “müdhalen” lâfzı mimin zammesi ve fethasıyla okundu. “ İdhâlen-girdirmek“ya ' da “ Bir mevzi “ demektir.

32

Ve Allahü teâlâ'nın dünya ve din cihetinden bazınıza diğer bazınız üzerine ihsan buyurmuş olduğu şeyi hasedleşmeye ve buğuzlaşmaya götürmesin diye temenni etmeyiniz. Erkekler için yapmış oldukları cihad ve gayrisi şeyler sebebiyle kazançlarından bir nasip, bir sevap vardır. Kadınların da kocalarına itâatten ve namuslarını korumaktan dolayı kazançlarından bir nasip vardır.(Âyetin buraya kadar olan kısmı) Ummü Seleme'nin“Ne olaydı bizler erkek olsaydık ve cihad etseydik de bizim için de erkeklerin ecrinin dengi olsaydı, “ demesi üzerine nâzil oldu.
Ve Allahü teâlâ'dan fazlından olarak ihtiyaç duyduğunuz şeyi isteyiniz, size versin.
Şüphe yok ki, Allahü teâlâ her şeyi hakkıyla bilicidir. Fazlının nüzul etmesi ve sizin istekte bulunmanız onun ilmindendir.
 “İs'elû“ fiili hemzeyle okunduğu gibi hemzesiz olarak “selû“ diye de okundu.

33

Anne-baba ve yakınların bıraktıkları her şey için mirasçılar kıldık. Kendileriyle yeminleşmiş olduğunuz kimselerin de paylarını verin. Şüphesiz Allah her şeye şahittir.

34

Erkekler kadınlar üzerine ziyâde kaimdirler, tasallud edilmişlerdir. Onları edeblendirirler ve onları ellerinde tutarlar. Çünkü Allahü teâlâ onların bazısını bazısı üzerine tafdil buyurmasıyla o erkekleri kadınlar üzerine akılla, ilimle, velâyetle ve gayrı şeylerle faziletli kılması sebebiyle ve mallarından, o kadınlar üzerine infak etmeleri sebebiyle. İmdi onlardan sâlih kadınlar kânittirler, kocalarına itâatlidirler. Allahü teâlâ'nın onları koruması sebebiyle -ki, onların üzerine kocalarını vasi kılmıştır- gaybı kocalarının olmadığı zamanda ferçlerini ve diğer şeyleri muhafazakârdırlar. Serkeşliklerinden, isyanın bazı alâmetinin zâhir olması sebebi ile size isyanlarından korktuğunuz kadınlara gelince onlara nasihat ediniz ve onları Allah'tan korkutunuz. Ve onları yataklarda yalnız bırakın, eğer isizhar ederlerse, başka bir yatağa geçin. Ve onları, yatakta terk etmek sebebiyle de isyanlarından dönmezlerse, kırıcı olmayan bir dövmekle dövünüz. Fakat kendilerinden istenen şey hususunda sizlere itâat ederlerse artık onların aleyhlerinde, zulmen onları dövmeye bir yol aramayınız. Şüphe yok ki, Allahü teâlâ çok yücedir, çok büyüktür. Onlara zulmederseniz O’nun sizi azâba çekmesinden kaçınınız.

35

 Ve aralarının, karı-kocanın aralarının ayrılmasından korkarsanız, bilirseniz, o zaman onların rızasıyla onlara bir hakem âdil bir erkek onun akrabasından, bir hakem de ötekinin akrabasından gönderiniz. Koca, talâk ve talâka karşılık alınacak bedel hususunda hükmünü, kadın da bedeli verme hususundaki hükmünü o kişiye ulaştırır. Sonra o iki hakem, bir çalışma yapıp, zâlim olana, dönmesiyle ya da eğer bir ayrılığın olabileceğini görmüşlerse ayrılmalarını emrederler.
 “Şikâka beynihimâ“ daki izafet, ittissâ içindir. (Aslında) “ aralarında vâki olan bir ayrılık “mânâsmdadır.
Allahü teâlâ buyurdu ki: Eğer bu iki hakem bir ıslahta bulunmak isterlerse, Allahü teâlâ aralarında, karı koca arasında bir muvaffakiyyet husule getirir, onları tâata, ıslah ya da ayrılığa kâdir kılar. Şüphesiz Allahü teâlâ her şeyi bilicidir. Zâhir olanlardan haberdar olduğu gibi gizli olanlardan da haberdardır.

36

 Ve Allahü teâlâ'ya ibâdet ediniz. O'nu birleyiniz. Ve O'na hiçbir şeyi şerik koşmayınız ve ana babaya ihsan etmekle, iyilikte bulunmakla, iyilik ediniz. Ve karabet sahiplerine, yetimlere, yoksullara ve yakın komşuya sana, komşulukta veya nesepte yakın olana ve uzak komşuya, komşulukta veya nesebte uzak olana ve
yanınızdaki arkadaşınıza 
seferde ya da zanaatta sana arkadaş olana - denildi ki: O (kişinin) karısıdır. - ve yolcu olana sefere rabt olmuş olana ve sağ ellerinizin mâlik olduğuna, kölelere -de iyilik ediniz- Şüphe yok ki, Allaüh teâlâ mütekebbîr olanı, kendisine verilen şey dolayısıyla insanlara karşı böbürleneni sevmez.

37

Onlar ki, -Yahûdiler- mübtedâd ır. kendilerine vacip olan şeye cimrilikte bulunurlar ve insanlara o şey hususunda da cimrilikte bulunmalarını emrederler ve Allahü teâlâ'nıi kendilerine fazlından vermiş olduğu şeyi İlmi, malı gizlerler. Onlar için şiddetli bir tehdid vardır. Mübtedânın haberidir. Ve biz kâfirler için bundan ve başka şeylerden dolayı hakaret verici, hakaret sâhibi bir azap hazırlamışızdır.

38

Ve o kimseler ki, mallarını insanlara gösteriş için onlara gösteriş yaparak sarf ederler ve Allahü teâlâ'ya ve âhiret gününe îman etmezler (meselâ münafıklar ve Mekke ehli gibi.) Ve her kime ki, şeytan yakın (aynı şu kimseler gibi) onun emriyle iş yapan bir arkadaş olursa artık ne fena bir arkadaştır o.
“ ellezîne ” lâfzı bir önceki âyetteki “ ellezîne “ nin üzerine atfolunmuştur.

39

Ne olurdu onlara? Eğer Allahü teâlâ'ya ve âhiret gününe îman etselerdi ve Allahü teâlâ'nın kendilerini merzuk buyurmuş olduğu şeylerden infakta bulunsalar idi. bu hususta onların aleyhine ne zarar vardır? İstifham inkâr içindir. “ Lev “ harfi, mastara çevirmek içindir. onların üzerine bu hususta hiçbir zarar yoktur. Ancak zarar, onların içinde bulundukları durumdur. Ve Allahü teâlâ onları bi-hakkın bilicidir. Sonra onları yaptıkları şey karşılığında cezalandıracaktır.

40

Şüphe yok ki, Allahü teâlâ hiç kimseye zerrece, en küçük karınca miskali ağırlığı olarak, onu hasenatından eksiltmekle ya da günahları ilâve etmekle zulüm etmez. Ve eğer o zerre mü'min tarafından bir hasene olursa Onu, ondan yedi yüzden fazlaya kadar kat kat arttırır. Ve kendi tarafından kat kat olarak büyük bir mükâfat da verir ki, ona hiçbir kimsenin gücü yetmez.
 “ haseneten” lâfzı bir kırâatta refle okundu. O zaman”Tekü “ fiili tâmme olmuş olur.
Bir kırâatta “yüdâife “ fiili şeddelenmekle beraber “yüdağğife “ diye okundu.

41

 Kâfirlerin hali nasıl olacak? Her ümmetten o ümmetin üzerine o ümmetin ameliyle şahitlik yapacak bir şahit -ki, o şahit o ümmetin peygamberidir- getireceğimiz ve seni de Ey Resûlüm Muhammedonların üzerine şahit olarak getireceğimiz zaman.

42

 Kâfir olanlar ve Peygamberlere isyan etmiş olanlar o gün, geldiğinde, o günün dehşetinden dolayi “keşke o yer gibi, toprak olup, yer onlar ile dümdüz olsaydı, diye arzu edecekler. Başka bir âyette de olduğu gibi kâfir“Ne olaydı ben de toprak olsaydım“ diyecek. Ve Allahü teâlâ'yyaptıkları işlerden hiçbir sözü saklayamayacaklardır. Başka bir vakitte ise onu saklayabilirlerdi. Ve ”Vallahi ey Rabbimiz! Bizler müşrik değildik“ derlerdi.
“ Tüsevvâ“ fiil mef’ûl için bina edilerek (meçhûl) okundu. Ayrıca fail için de bina edilerek” Tüsevvi “ diye de (malûm) okundu. Ayrıca aslında bulunan iki ta’dan birinin hazfıyla ve de ikinci ta’nın sin'e idğamıyla da okundu. Bu son iki kırâate göre bu fiil aslında”Tetesevuâ “idi.

43

 Ey mü'minler! Siz şaraptan dolayı sarhoşlar olduğunuz hâlde namaza yaklaşmayınız, namaz kılmayınız. Çünkü bu âyetin nüzul sebebi, sarhoşluk anında cemâatle namaz kılmaktır. Ta ki, ayılarak ne dediğinizi bilinceye kadar. Ve bir şey girdirmekle veya meninin inzâliyle cünüp olduğunuz hâlde de yolu geçen, aşan sefere çıkanlar müstesna, tâki gusül edinceye kadar -namaza yaklaşmayınız- O zaman sizin için namaz kılmanız caizdir. Misafirin istisna edilmesi onun için ayrı bir hüküm olduğundan dolayıdır ki, yakında beyanı gelecektir.
cünüben lâfzının nasbı, hâl olmak üzeredir. Ve müfrede de cemiyede söylenebilir.
Denildi ki, Murad olan, namaz mevzilerine mescidlere yaklaşmaktan men etmektir yoksa bir eyleşme olmaksızın o mescidlerden geçmekten men etmek değildir. Ve eğer siz suyun zarar verebileceği bir hastalıkla hasta ya da sefer halinde, misafirler olursanız ve cünüb ya da abdestsizseniz ya da sizden biri heladan, kazayı hacet için hazırlanmış olan yerden gelirse abdest bozmuşsaya da kadınlara dokunmuşsanız Her iki kırâatta da dokunmak demektir ki, elle dokunma kastedilmektedir. İbn Ömer böyle beyan etti. İmâmı Şafi de bu görüş üzeredir. Bu görüşe vücudun diğer yerlerine de dokunmak da eklenmiştir. İbn Abbâs'tan rivâyet olundu ki: Dokunmaktan maksud cimâ etmektir. Ve eğer talep ve teftişten sonra namaz için kendisiyle taharetleneceğiz bir su bulamazsanız -Burası hasta olan kimsenin başkasıyla ilgilidir- iyi bir toprakla, temiz olan toprakla teyemmüm alınız, vaktin girişinden sonra (o toprağa vurmayı) kastediniz ve o toprağa iki vuruşla vurunuz. Yüzlerinize ve ellerinize dirsekleriyle-beraber meshediniz. Şüphe yok ki, Allahü teâlâ affedici ve yarlıgayıcıdır.
Bir kırâatta” Lâmestüm“ fiili elifsız olarak “ Temestüm“ diye de okundu.
 “mesehâ“ fiili, kendi kendine mef’ûle tesir ettiği gibi harfi cerle de tesir edebilir.

44

Kendilerine kitaptan bir nasip, haz verilmiş olanları -onlar Yahûdilerdirgörmedin mi? Hidâyetin karşılığında da sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de yolu sapıtmanızı, onlar gibi olmanız için hak yolunu şaşırmanızı istiyorlar.

45

 Ve Allahü teâlâ sizin düşmanlarınızı sizden daha iyi bilicidir. Ve onlardan kaçınmanız için onları size haber verecektir. Ve Allahü teâlâ bir veli olarak, sizi onlardan hıfzedici olarak kâfidir. Ve Allahü teâlâ yardımcı olarak sizin için onların hilesini menedici olarak kâfidir.

46

 O Yahûdi olanlardan bir kavim vardır ki, kelimeleri Allahü teâlâ'nın indirmiş olduğu, Tevrat'taki Hazret-i Muhammed (sallalahü aleyhi ve sellem)'in sıfatını, üzerine koyulmuş olduğu mevzilerinden tahrif ederek, değiştirirler. Ve onlara bir şey emredildiği zaman, Hazret-i Peygamber'e (sallalahü aleyhi ve sellem) dillerini eğerek, değiştirerek ve dine İslâm'a tâan ederek, kötüleyerek, senin sözünü işittik ve emrine isyan ettik ve işit, işitmez olasıve ”Rainâ“ derler. Halbuki Resûlüllâh’a (sallalahü aleyhi ve sellem), râina kelimesiyle hitap edilmesi yasaklanmıştı. Râina onların lügatında sövme kelimesidir. Ve eğer onlar isyan ettik yerine işittik ve itâat ettik ve (sadece) işit ve bize nazar et, râina yerine “Bize bak“ deselerdi elbette onlar için dedikleri şeyden daha hayırlı ve daha dürüst, ondan daha âdil olurdu. Ve lâkin Allahü teâlâ küfürleri sebebiyle onlara lânet etmiştir, onları rahmetinden uzaklaştırmıştır. Artık onlardan pek azı (Abdullah b. Selâm ve arkadaşları gibi) müstesna onlar îman etmezler.
“ gayramüsmain“ hâl olup dua manasındadır. “işitmeyesin“

47

 Ey kendilerine kitap verilmiş olanlar! Sizinle beraberinizde bulunanı Tevrat'ı, Mûsaddık olarak indirmiş olduğumuza Kur’ân'a, îman ediniz, biz birtakım yüzlerini silip, o yüzlerdeki göz, burun ve kaşı mahvedip de enselerine çevirmemizden ve onları tek bir levha gibi enseler kılmamızdan veya onlardan ashâbı sebte lânet ettiğimiz, şekillerini değiştirdiğimiz gibi onlara lânet etmemizden, onları maymunlara çevirmemizden evvel. Ve Allahü teâlâ'nın emri, hükmü vâki bulunmaktadır. Bu âyet-i kerîme indiğinde Abdullah b. Selâm müslüman olmuştur. Denildi ki: Bu, şartlı bir tehdid idi. Ne zamanki bir kısmı müslüman oldu, kaldırıldı. Ve yine denildi ki: Kıyâmet gününden önce: Yüzleri düzlemek ve sûret değiştirme hadisesi vâki olacaktır.

48

 Şüphe yok ki, Allahü teâlâ kendisine şerîk koşulmasını affetmez. Onun aşağısında olanı, günahları, bağışlamayı dilediği kimseyi, azâbsız cennete sokmakla mağfiret eder. Mü'minlerden olup, dilediği kimseyi de günahları sebebiyle azâb eder. Sonra onu cennete sokar. Ve her kim Allahü teâlâ'ya şerik koşarsa, muhakkak pek büyük bir günah ile iftirada bulunmuş olur.

49

 Bakmadın mı, o kimseler ki, nefislerini tezkiye eder dururlar. Onlar Yahûdilerdir. Onlar“Bizler Allah'ın oğullarıyız ve O’nun dostlarıyız “ derler. iş onların kendilerini tezkiye etmesi değildir. bilâkis Allahü teâlâ, dilediğini îman ile tezkiye eder, temizler. Ve kıl kadar, en küçük çekirdeğin sırtındaki çizgi kadar zulüm olunmazlar, amellerinden noksanlaştırılmazlar.

50

 Teaccüb ederek bak, Allahü teâlâ'ya karşı bu şekilde nasıl yalan uyduruyorlar. Bu açık bir günah olarak kâfidir.

51

Bu âyet-i kerîme Yahûdi ulemâsından olan Ka'ab b. Eşref ve onun gibileri hakkında inmiştir. Onlar Mekke'ye gelip Bedir de öldürülenleri görmüşler ve müşrikleri intikamlarını almaya ve Hazret-i Peygamberle (sallalahü aleyhi ve sellem), savaşmaya kışkırtmışlardır.
Görmedin mi o kendilerine kitaptan bir nasip verilmiş kimseler ki, Cibt ve Tâğut'a -Bu ikisi Kureyş'in iki putudur- îman ediyorlar ve kâfirler için. Ebi Süfyan ve arkadaşları için, onlar Yahûdilere “Biz mi yol cihetinden daha hidâyetteyiz ki, bizler Kabe'nin dostlarıyız, hacılara su veririz, misafirleri doyururuz, esirleri azad ederiz ve (daha birçok şey) yaparız yoksa Muhammed mi ki, o babalarının dinine muhalefet etti, sila-i rahmi kesti, Harem-i Şerifi terk etti. “ dediklerinde, derler ki, “ Bunlar, siz mü'minlerden yol cihetinden daha hidâyettesiniz “.

52

 Onlar o kimselerdir ki, onlara Allahü teâlâ lânet etmiştir. Ve kime ki, Allah lânet ederse, artık onun için bir yardımcı, O’nun azâbından menedici bulamazsın.

53

Yoksa (bilâkis) onlar için mülkten bir nasip mi var? , bir mülk olsa bile onlar için o mülkten bir şey yoktur. O hâlde onlar insanlara bir çekirdek şiddetli cimriliklerinden dolayı, çekirdeğin arkasındaki çukur kadar olan düşük bir şey bile vermezler.

54

 Yoksa onlar Allahü teâlâ'nın fazlından olarak verdiği şey nübüvvet ve hanım çokluğu üzerine insanlara, Hazret-i Peygamber (sallalahü aleyhi ve sellem)'e haset mi ediyorlar, ondan yitmesini istiyorlar. Onlar şöyle derlerdi: Eğer Peygamber olsaydı elbette kadınlardan yüz çevirirdi. Biz muhakkak âli İbrâhîm'e onun dedelerine (Mûsa, Dâvud ve Süleyman gibi) Kitap ve hikmet ve nübüvvet verdik. Ve onlara büyük bir mülk verdik. Dâvud (a, s.) için doksan dokuz hanım, Süleyman (aleyhisselâm) için de bin hür kadın ve câriye vardı.

55

 Artık onlardan kimi, O’na, Muhammed (sallalahü aleyhi ve sellem)'e îman etti. Ve onlardan kimi de, ondan yüz çevirdi ve îman etmedi. Cehennem îman etmeyene, yalımlı bir ateş olarak azâb olarak kifâyet eder.

56

 Şüphesiz o kimseler ki, bizim âyetlerimizi inkâr ettiler, onları onda yanacakları bir ateşe yaslayacağız, sokacağız. Onlar her piştikçe, yandıkça azâbı tatmaları için, onun şiddetini mukayese etmeleri için, onları yanmamış olan ilk hâline döndürmekle derilerini başka derilerle değiştireceğiz. Şüphe yok ki, Allahü teâlâ Azîz'dir, Onu, hiçbir şey âciz bırakamaz, yaratışında da hikmet sâhibidir.

57

 Ve o kimseler ki, îman ettiler ve sâlih amellerde bulundular, onları da altlarından ırmaklar akan cennetlere, içlerinde ebedî kalmak üzere elbette sokacağız. Onlar için orada, hayızdan ve her türlü pislikten temiz zevceler vardır. Ve onları koyu güneşin onu bozamadığı dâim bir gölgeye -o cennettir- sokacağız.

58

Muhakkak Allahü teâlâ size emrediyor ki: Emânetleri emânet edilen hakları ehline veriniz.
Bu âyet-i kerîme, Hazret-i Ali'nin, Kabe'nin anahtarını, oranın anahtarcısı olan Osman b. Talha El Hacbi'den, elini sıkarak aldığında nâzil oldu. ki, Rasûlüllah (sallalahü aleyhi ve sellem) fetih günü, Mekke'ye gelmiş (anahtarı istemiş) ve el Hacbi ise onu menetmişti. El Hacbi dedi ki: Eğer onun Allah'ın elçisi olduğunu bilseydim onu katiyen men etmezdim. Sonra Rasûlüllah (sallalahü aleyhi ve sellem) kendisine verilmesini emretti, Hazret-i Ali de dedi ki: Bunu ebedi olarak al.
Osman b. Talha el Hacbi ise bundan dolayı hayrete düştü. Hazret-i Ali de ona bu âyeti okudu. O da hemen müslüman oldu. Osman b. Talha, ölüm anında Kabe'nin anahtarını kardeşi Şeybe'ye verdi. Sonra ise anahtar onun oğlunda kaldı. Bu âyeti kerîme, her ne kadar hâs bir sebep üzere inmişse de çoğul sığası karinesiyle, umumiliği itibara alınmıştır. Ve insanların arasında hüküm edince sizlere adâletle hükmetmenizi emrediyor, Şüphe yok ki, Allahü teâlâ bununla, emanetleri yerine vermek ve adâletle hükmetmekle size ne güzel öğüt veriyor. Şüphe yok ki, Allahü teâlâ denileni bi-hakkın işitici yapılanı da bi-hakkın görücüdür.
 “Nıimmâ” lâfzında “ niğme ” lâfzının mim’inin, nekire-i mevsûfe olan“ mâ” lâfzının mim’ine idgamı vardır.

59

Ey îman edenler! Allahü teâlâ'ya itâat ediniz ve Peygamber'e ve size Allah ve Rasûlü'ne tâatla emrederlerse sizden olan emir sahiplerine emirlere, itâat ediniz. Sonra bir şey hakkında münazaaya düşerseniz, ihtilâf ederseniz eğer siz Allahü teâlâ'ya ve âhiret gününe îman edenler iseniz onu Allahü teâlâ'ya O’nun kitabına ve hayatı müddetinde Peygamberine, vefatından sonra da O’nun sünnetlerine arz ediniz. o mesele üzerine bu iki şeyden biriyle açıklama yapmaya çalışın. bu ikisine (bir meseleyi) sunmak, sizin için münazaa yapmaktan ve bir görüş belirtmekten daha hayırlı ve hem de netice cihetinde de daha güzeldir.

60

Bu âyet-i kerîme, bir Yahûdi ile münafıkın anlaşmazlıkta bulunup, münafıkın aralarında hükmetsin diye Yahûdiyi Ka'ab b. Eşrefe çağırması, Yahûdinin de Hazret-i Peygamber'e çağırması üzerine inmiştir. Bu ikisi Rasûlüllah'a gelmişlerdi. O da Yahûdinin lehine hüküm vermişti. Münafık ise buna râzı olmamıştı. Sonra da Hazret-i Ömer'e geldiler. Yahûdi de durumu ona anlattı. O da münafığa “ Bu şekilde mi oldu? ” diye sordu. Oda ”evet“ dedi. Bunun üzerine Ömer (radıyallahü anh) onu öldürdü.
Sana indirilmiş olana ve senden evvel inzal edilmiş bulunana îman ettiklerini zannedenlere bakmadın mı ki, onlar Tâğût'un azgınlığı çok olanın -Ka'ab b. Eşrefin- huzurunda muhakeme olmayı isterler. Halbuki onu inkâr etmekle ve onu dost edinmemekle emrolunmuşlardı. O şeytan ise onları haktan pek uzak bir sapıklıkla dalâlete düşürmek ister.

61

 Onlara Allahü teâlâ'nın, Kur’ân'da inzal etmiş olduğuna hükme ve aranızda hükmetsin diye peygambere geliniz denildiği vakitte o münafıkları görürsün ki, senden senden başkasına kaçındıkça kaçınıyorlar, yüz çeviriyorlar.

62

 Ya onlara kendi ellerinin evvelce yaptığı şey küfür ve masiyetler sebebiyle bir musibet azap isabet ettiği zaman nasıl yapacaklar? yüz çevirmeye ve ondan kaçmaya kâdir olabilirler mi? Hayır, kâdir olamazlar. Sonra da sana gelirler: Biz senden, başkasına bir hükmü getirmekle, başka değil ancak iyilik etmeyi salahı ve tevfikı, hakkın elden çıkması olmaksızın hüküm hususunda bir yakınlaştırma yapmakla iki hasmın arasını bulmayı istiyoruz diye Allahü teâlâ'ya yemin ederler.
“ câûke “ fiili ”yesuddûne “ fiiline ma'tûftur.

63

 Onlar o kimseler ki, Allahü teâlâ onların kalplerinde olan şeyi nifakı, özürlerindeki yalanlarını bilir. Artık terk etmekle onlardan çekilin. Ve onlara öğüt ver onları Allah'tan korkut, ve onlara nefisleri hakkında beliğ, onlara tesir edici söz söyle. küfürlerinden dönsünler diye onları korkut.

64

Biz hiçbir Peygamber göndermedik, ancak Allahü teâlâ'nın izniyle, emriyle, emrettiği ve hükmettiği şey hususunda itâat edilmesi için gönderdik, yoksa ona isyan olunması ve muhalefet edilmesi için -göndermedik- ve eğer onlar nefislerine, Tağût'a bir hükmü getirmekle zulmettikleri zaman tevbe edici olarak sana gelip Allahü teâlâ'dan mağfiret isteseydilerve onlara Peygamber de istiğfarda bulunsaydı, elbette Allahü teâlâ'yı tevbelerini ziyade kabul edici ve çok merhametli bulacaklardı.
Râsul lâfzında onun şanını yüceltmek için“ hitap “ Tan“ gayb“ a geçiş vardır.

65

Hayır, Rabbine andolsun ki, onlar, aralarındaki münazaa edilmiş, karışıklığa düşülmüş bir şeyde seni hakem tayin etmedikçe, sonra da hükmedeceğin şeyden dolayı nefislerinde bir haraç, bir sıkıntı ve şikâyet bulmadıkça ve hiç bir takıntı olmaksızın tam bir teslimiyet ile teslim olmadıkça senin hükmüne boyun eğmedikçe, îman etmiş olmazlar.

66

 Eğer onların üzerine, “ nefislerinizi öldürünüz veya yurtlarınızdan çıkınız “ diye, Beni İsrâîl üzerine yazdığımız gibi yazsaydık, bunu onların üzerine yazılanı onlardan birazı müstesna olmak üzere yapmazlardı. Ve eğer onlar kendisiyle öğüt verdikleri şeyi, peygambere itâat etmeyi yapsa idiler, elbette onlar için hayırlı ve berdevam olması, îmanlarını tahkik etmesi itibarıyla daha sağlam olurdu.
“kalilun” lâfzı bedel olmak üzere, refle ve müstesna olmak üzere de nasbla okundu.

67

 Ve o zaman, eğer sabit olsalardı, elbette onlara tarafımızdan pek büyük bir mükâfat -o cennettir- verirdik.

68

 Ve elbette onları bir doğru yola hidâyet ederdik.

69

 Sahâbeden bazılari “ Biz seni cennette nasıl göreceğiz, hâlbuki sen en yüksek derecelerdesin. Biz ise senden aşağıdayız.“ dediler, Bunun üzerine, bu âyet-i kerîme nâzil oldu.
Ve her kim, emrettikleri şey hususunda Allahü teâlâ'ya ve Peygambere itâat ederse işte onlar, Allahü teâlâ'nın kendilerine ihsan buyurmuş olduğu nebîler ile, sıddıklar ile sıdk ve tasdik hususunda mübalağalı olduklarından dolayı, peygamberlerin arkadaşlarının en üstün olanları ile ve şehitler Allah yolunda öldürülenler ile, sâlih zâtlar ile zikrolunanlardan başkası ile beraberdirler. Onlar ise refik olarak, her ne kadar bulundukları yer, başkalarına nisbetle yüksek derecelerde olsa da onları görmekle, ziyaretleriyle ve onlarla beraber olmakla orada nimetlenildiğinden dolayı cennette arkadaşlar olarak ne güzeldir.

70

İşte bu, zikredilenlerle beraber olmak. -Mübtedadır. Haberi ise- Allahü teâlâ tarafından bir fazıldır, onunla onların üzerine ihsanda bulunmuştur, yoksa onlar Tâatlarıyla, buna nail olmadılar. Ve Hak teâlâ âhiretin sevabını bilici olarak kâfidir. size haber vermiş olduğu şeye güvenin. Çünkü hiçbir haberci, onun gibi haber veremez.

71

Ey îman edenler! düşmanlarınızdan ihtiyat tedbirinizi alın, ondan sakınınız ve ona karşı uyanık olun, bölük bölük çıkınız, o düşmanla savaşmak için parça parça dağılınız, veya hep birden, toplu olarak seferber olunuz.

72

 Ve şüphesiz ki, sizden öyle kimseler vardır ki, elbette ağır davranacaktır, savaştan geri kalacaktır (Münafıklardan Abdullah b. Übey ve arkadaşları gibi). Allahü teâlâ zâhir hasebiyle o münafığı müslümanlardan saydı. Eğer size ölüm ve hezimete uğramak gibi bir musibet isabet ederse “ muhakkak Allahü teâlâ bana lütfetti, çünkü onlar ile hazır bulunmadım yoksa isabet ederdi. “ der.
“ Le yübattienne “ fiilindeki lâm kasem içindir.

73

 Ve yemin olsun ki, eğer size Allah tarafından fetih ve ganimet gibi bir fazl isabet ederse sanki sizinle onun arasında bir sevgi, tanışıklık ve arkadaşlık yokmuş gibi nedamet duydukları hâlde “ ne olurdu ben de onlar ile beraber olsaydım büyük bir ganimete nail olsaydım ganimetten büyük bir pay alsaydım“ diyecektir.
“keen” lâfzi “ keenne “ den tahfif edilmiştir, ismi de mafzuftur. (Aslında) “keenhu “idi.
lem yekûn fiili yâ ile okundu. Ayrıca te ile lem tekûn diye de okundu.

74

 Allahü teâlâ buyurdu ki: Artık dünya hayatını, âhiret mukabilinde satacak olanlar Allah'ın dinini yüceltmek için Allah yolunda savaşa atılsınlar. Ve her kim Allah yolunda savaşır ve katledilirse, şehit edilirse veya gâlip olursa düşmanına karşı muzaffer olursa ona elbette büyük bir mükâfat, çok sevap vereceğiz.

75

 Ve sizin için ne var ki, Allah yolunda ve erkeklerden kadınlardan, çocuklardan zaafa düşürülmüş, olan birtakım biçâreler, kâfirlerin onları hicret etmekten menedip, eziyet ettikleri kimseler uğrunda -İbn Abbâs (radıyallahü anh) dedi ki: “Ben ve annem o biçarelerden idik. - savaşta bulunmayasınız. Onlar ki, dua edici olarak ”ey Rabbimiz! Bizi, şu ahalisi küfür sebebiyle zâlim olan şehirden, Mekke'den çıkar. Ve bizim için tarafından, bizden onları defedecek bir yardımcı kıl“ derler. Allahü teâlâ da onların dualarını kabul buyurdu. Bazıları için Mekke'den çıkmayı kolaylaştırdı ve bazısı da Mekke fethedilene kadar orada kaldı. (Mekke'nin fethinden sonra} Hazret-i Peygamber (sallalahü aleyhi ve sellem) Attab b. Üseyd'i vali tayin etti. O da mazlumun hakkını zâlimden aldı.
İstifham, azarlamayı ifade içindir. “sizler için savaştan bir mani yoktur.

76

Îman etmiş olanlar, Allahü teâlâ'nın yolunda muharebede bulunurlar. Kâfir olanlar da Tâğut'un, şeytanın yolunda savaşırlar. Artık o şeytanın dostlarıyla onun dininin yardımcılarıyla savaşınız, tâ ki, Allah'la olan kuvvetinizden dolayı gâlip olasınız.

77

 O kimseleri görmez misin ki, onlara: Savaşı Mekke'den talep ettiklerinde ” kâfirlerle savaşmaktan ellerinizi çekiniz “-Onlar sahâbeden bir gruptur. - namaz kılınız, zekât veriniz denilmişti. Ne zamanki üzerlerine cihat yazıldı, farz kılındı o zaman içlerinden birtakımı Allah'ın azâbından korkmaları ya da Allah için olan korkularından daha şiddetli bir korkuyla insanlardan, kâfirlerden öldürülmekle onların azâbından korkarlar. Ve onlar ölümden korktukları için ”ey Rabbimiz! Ne için üzerimize cihadı yazdın? Ne olurdu bizi yakın bir müddete kadar tehir etseydin“ dediler. Onlara de ki: Dünyanın metâı orada kendisiyle faydalanılan şey ya da dünyayla faydalanmak azdır, yok olmaya dönücüdür. Âhiret cennet ise günahı terk edip Allah'm azâbından sakınanlar için elbette hayırlıdır. Ve siz kıl kadar, çekirdeğin arkasındaki çizik kadar zulme uğramayacaksınız.
“ eşedde ” lâfzının nasb'ı hâl olmak üzeredir.
“ Lemmâ “ harfinin cevabı üzerine “izâ” lâfzı ile onun sonrası delâlet etmektedir. “ ansızın onları bir korku kaplar “
“ Lâtuzlemûne “ fiili te ile okundu. Ayrıca yâ ile ” Lâyuzlemûne “ diye de okundu, -Amellerinizden size bir noksanlık yapılmayacak.

78

 Her nerede olursanız, size ölüm yetişir velev ki, tahkim edilmiş, yüksek kuleler, korunaklar içinde bulununuz. Öyleyse ölüm korkusundan dolayı savaşmaktan ürkmeyiniz. Ve eğer onlara, Yahûdilere bir güzellik, ekin bolluğu ve zenginlik dokunursa derler ki, bu Allah tarafındandır. Ve eğer onlara bir kötülük kıtlık ve belâ dokunursa -nitekim Hazret-i Peygamber'in (sallalahü aleyhi ve sellem) Medine'ye gelişinde onlara vaki olduğu gibi- ”ey Resûlüm Muhammed! - Bu senin tara fındandır, senin uğursuzluğun sebebiyledir. “ derler. Onlara de ki, iyilikten ve kötülükten her şey Allah'ın ındindendir. O’nun tarafındandır. Artık o taifeye ne oluyor ki, neredeyse Peygambere vahyedilen sözü anlamaya yanaşmıyorlar. (Birşey) anlamaya yaklaşamıyorlar.
 “mâ- lâfzı onların aşırı cehaletlerinden kaynaklanan hayrete düşmeyi ifâde etmektedir. Fiilin (anlamalarının) (neredeyse olamaması) o anlama işini, tamamen nefyetmekten daha mübalağalıdır.

79

Ey insan! Sana güzellikten, hayırdan her ne şey isabet ederse, Allah tarafındandır, sana, O’nun tarafından bir lütuf olarak gelmiştir. Ve sana kötülükten, belâd an her ne şey isabet ederse, kendi nefsindendir, o sana onu gerektiren günahları işlediğin için gelmiştir. Ve seni Ey Resûlüm Muhammedİnsanlara Peygamber olarak gönderdik. Allahü teâlâ senin peygamberliğine şahit olarak kâfidir.
 “rasülen lâfzı hali müekkidedir.

80

Her kim Peygambere itâat ederse muhakkak Allahü teâlâ'ya itâat etmiş olur. Ve her kim arkasını dönerse, O’nun tâatinden yüz çevirirse, bu seni mahzun etmesin. Çünkü seni onların üzerine hafız olarak, onların amellerine bekçi olarak göndermedik. bilâkis korkutucu olarak gönderdik. Onların işleri bize dönücüdür. Ve onları cezalandıracağız.
Bu savaşla emrolunmazdan evveldir.

81

Ve onlar, o münafıklar sana geldikleri vakit“Bizim işimiz sana itâattir. “ derler. Sonra senin yanından ayrıldıkları, çıktıkları zaman, onlardan bir grup senin huzurunda sana dedikleri şeyin tâatın gayrisini sana âsi olmayı geceleyin kuruntu yaparlar, - gizlerler. Ve Allahü teâlâ, onların ne kuruntu ettiklerini onun karşılığında cezalandırmak için onların sahifelerine yazıyor, yazılmasıyla emrediyor. Artık terk ederek, onlardan yüz çevir ve Allahü teâlâ'ya tevekkül et, O'na güven, çünkü o sana kâfidir ve Cenâb-ı Hak vekil olarak, kendisine iş ısmarlanan olarak yeter.
“Beyyete tâifun”lafızları te’nin di ya idgamı ve terkiyle okundu.

82

 Kur’ân’ı ve onun içindeki yüce mânâları düşünmezler mi? Ve eğer Allahü teâlâ'dan başkası tarafından olsa idi, elbette onda birçok ihtilâf, mânâlarında zıtlık, kelimelerinde de uyuşmazlıkbulurlardı.

83

Ve onlara, yardım edilmekle hâsıl olan emniyetten ya da hezimete uğramakla olan korkudan, Hazret-i Peygamber'in (sallalahü aleyhi ve sellem) seriyyeleri tarafından bir haber gelse onu zayi ederler, onu yayıverirler.
Bu âyet-i kerîme, münafıkların ya da mü'minlerin zayıfları hakkında inmiştir. Onlar, böyle birtakım işler yaparlardı. Bundan dolayı da mü'minler zayıflığa düşer, Peygamber (sallalahü aleyhi ve sellem) de eziyetlenirdi. Ve eğer onu, haberi Peygamber'e veya kendilerinden olan emir sahiplerine sahâbenin büyüklerinden olan görüş sâhibi kimselere arz etseler o haber onlara verilinceye kadar ondan sussalar, elbette onlardan, Peygamberden ve emir sahiplerinden bunu istinbâd eden, onu araştırıp, onu bilmeyi talep eden zâtlar ki, onlar yaymaya salâhiyetli olanlardır - bunu bilirlerdi. Ve eğer Allahü teâlâ'nın sizin üzerinize İslâm'la olan lutfu ve size Kur’ân'la olan nimeti olmasa idi pek azınız müstesna, elbette size emretmiş olduğu fuhşî şeyler hususunda ona tâbi olmuş olurdunuz.

W***  

84

Artık, Allah yolunda savaşta bulun, Ey Resûlüm MuhammedSen nefsinden başkası ile mükellef olmazsın. Öyleyse senden (söz dinlemeyip) geride kalmaları sebebiyle kederlenme. Mânâ şöyledir; Sen, yanlız da olsan savaş. Çünkü sen yardım edilmekle vaad olundun. Mü'minleri teşvik et, onları savaşmaya hırslandır ve ona rağbet ettir. Umulur ki (şüphesiz), Allahü teâlâ kâfir olanların be'sini, harbini defeder ve Allahü teâlâ savletçe onlardan daha şiddetlidir ve tenkil azâb etme cihetinden de onlardan daha şiddetlidir.
Rasûlüllah (sallalahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Nefsim elinde olan Zat'a yemin ederim ki, Tek başıma da olsam elbette çıkacağım. “Ve yetmiş süvariyle beraber Bedri Suğra denilen yere çıktı. Ve Allahü teâlâ da kâfirlerin kalplerine korku salarak ve Ebû Süfyan'ı savaşa çıkmaktan men etmekle onların savletini defetti. (Al-i İmrân sûresinde geçtiği gibi)

85

 Her kim güzel, şeriata uygun bir şefaatle insanlar arasında şefaatte bulunursa onun için, o şefaatten, onun sebebiyle ecirden bir nasip olur. Ve her kim kötü, şeriata aykırı bir şefaatle bulunursa, onun içinde o şefaatten, onun sebebiyle bir hisse, suçtan bir nasib vardır. Ve Allahü teâlâ her şey üzerine Mukît'tir, muktedirdir. Ve sonra herkese yaptığı şey karşılığında bir ceza verecektir.

86

 Ve bir selâm ile (meselâ; size ”esselâmu aleyküm“ denildiği gibi) selamlandığınız zaman, ondan daha güzeli ile, ona “ Aleykes Selâmu ve Rahmetullahi ve Berekâtuhu“ diyerek, selâm verene selâm veriniz veya onu, o kimsenin söylediği gibi -aynı ile- iade ediniz. vacip olan, ikisinden birisidir. Birinci en faziletli olandır. Şüphe yok ki, Allahü teâlâ her şey üzerine muhâsipdir. Ve o şey üzerine cezalandırır. Bu selâm vazifesi de bu cümledendir.
Sünneti seniyye, kâfiri, bid'atçıyı, fâsığı, kazay-ı hacet üzerine olan müslümanı, hamamda olanı ve yemek yiyeni bu konunun dışında saymıştır. Çünkü onlara selâmı iade vacip değildir. bilâkis sonuncusunun dışındakilerde mekruhtur. Kâfire ise sadece “ aleyke “ denilir.

87

Allahü teâlâ ki, ondan başka mâbut yoktur. Ve Allahü teâlâ kendisinde şüphe, şek olmayan Kıyâmet gününde kabirlerinizden çıkartıp sizi cem edecektir. Ve Allah'tan daha doğru sözlü kim vardır.

88

 İnsanlardan bazısı Uhud'dan (gitmekten) vazgeçince başkaları onların hakkında ihtilâf etti. Bir kısım “Onları öldür“ dedi. Bir kısmı da “ hayır“ dedi. Sonra bu âyet-i kerîme nâzil oldu.
Size ne oluyor ki, haliniz nedir? Münafıklar hakkında iki fırka oldunuz. Allahü teâlâ kazandıkları şey, küfür ve masiyet sebebiyle onları tersine çevirdi, onları geri çevirdi. Hak teâlâ'nın saptırdığını, doğru yola getirmenizi mi onları hidâyete ermişler grubundan mı saymayı murat ediyorsunuz. Ve her kimi ki, Allahü teâlâ saptırırsa artık sen onun için hidâyete bir yol bulamazsın.
Gerideki iki mevzideki istiflham, inkâr içindir.

89

 Arzu ettiler, temenni ettiler ki, kendilerinin kâfir oldukları gibi siz de kâfir olup siz ve onlar, küfürde müsavi olasınız. O hâlde onlar Allah yolunda îmanlarının olduğunu gösteren, sahih bir hicretle muhaceret edinceye kadar onlardan, her ne kadar îmanı izhar etseler de, kendileriyle dostluk yapacağınız dostlar edinmeyiniz. Eğer yüz çevirirlerse, bulundukları hâl üzere devam ederlerse, esir olarak onlarıyakalayınız ve öldürünüz. Ve onlardan, kendileriyle dostlukta bulunacağınız ne bir dost, ne de kendisiyle düşmanınıza karşı yardım olunacağınız bir yardımcı edininiz.

90

 O kimseler müstesna ki, onlar sizin aranızla kendi aralarında bir mîsak, onlar ve onlara sığınanlar için emânla olan bir muahede bulunan -Nitekim Rasûlüllah (sallalahü aleyhi ve sellem)'in Hilâl b. Uveymir el Eşlemi ile muahede yaptığı gibi- bir kavme iltica etmiş veyahut kavimleriyle beraber sizinle mukâtelede bulunmaktan veyahut sizinle beraber kendi kavimleriyle muharebede bulunmaktan göğüsleri darlanmış oldukları hâlde, sizinle ve onlarla savaşmaktan (kendilerini) geri tuttukları hâlde size gelmiş olurlar. Onlara, bir şey almak ya da katletmek için taarruz etmeyiniz. Buraya kadar olan yer ve sonrası kılıç âyetiyle nesholunmuştur.
Eğer Allahü teâlâ onları sizin üzerinize Mûsallat kılmayı dileseydi. Onların kalplerini takviye ederek onları sizin üzerinize Mûsallat ederdi de sizi katlediverirlerdi. Lâkin Allahü teâlâ bunu dilemedi. Ve onların kalplerine korkuyu attı. İmdi onlar sizden bir tarafa çekilirler de, sizinle savaşta bulunmazlarsa ve müsâlemeti sulhu size bırakırlarsa boyun eğerlerse artık Allahü teâlâ sizin için onların aleyhine bir şey almak ve öldürmekle bir yol vermemiştir.

91

Başka bir taife de bulacaksınız ki, onlar, sizin yanınızda îmanı izhar etmek sebebiyle hem sizden emin, kavimlerinin yanına döndüklerinde de küfürleri sebebiyle kavimlerinden emin bulunmayı isterler. Onlar Esed ve Gatafân kabileleridir, Fitneye reddolundukları, şirke çağırıldıkları her vakit onun içine baş aşağı atılırlar, şiddetli düşüşle düşerler. Artık sizlerle savaşmayı terk etmekle, sizden çekinmezlerse ve barışı size bırakmazlarsa ve ellerini sizden çekmezlerse, onları nerede ele geçirirseniz, onları bulursanız, esir ederek onları tutunuz, ya da onları öldürünüz. İşte sizin için onların aleyhine açık olan bir ferman, gadirlerinden dolayı öldürülmeleri ve esir edilmeleri üzere, açık ve zâhir olan bir burhan verdik.

92

Bir mü'min için bir mü'mini öldürmesi lâyık değildir, ondan, mü'min kardeşini öldürmesinin sâd ır olması câiz değildir. Ancak yanlışlıkla, bir kast olmaksızın öldürmekte hatalı olması müstesna. Ve her kim hatalı olarak av hayvanı veya ağaç gibi bir şeye atış yapmayı kastedip, fakat ona isabet edip, galipte öldürmeyecek bir darbeyle onu vurup öldürürse, onun üzerine bir mü'mine rakabe, bir dişi insan ve onun ehline maktulün varislerine teslim edilecek, ödenecek bir diyet vermesi lâzım gelir. Meğer ki, tasadduk etsinler, onu affederek o kişiye onu tasadduk etsinler.
Sünneti seniyye beyân etmiştir ki: O diyet develerden yirmi tane binti mahazdır. Benâtü lebûn, benû lebûn, hıkâk ve cizâg da böyledir.
Ve bu diyet öldürenin âkılesi üzerinedir. Akile kişinin aslı ve fer'i hariç bütün asabesidir ve bu diyet onların üzerine, üç senede ödemek üzere dağıtılır. Onlardan zengin olanının üzerine, yarım dinar, normal durumda olan üzerine çeyrek dinar vardır. Bu her sene içindir. Eğer asabe ödeyemez ise Beytül Mal'den ödenir. Eğer bu da mümkün olmazsa cinâyeti işleyen üzerine kalır.
Ve eğer maktul, mü'min olduğu hâlde sizinle harp durumunda olan düşman olan bir kavimden ise, o hâlde keffâret olarak, onun katilinin üzerine bir mü'min rakabe azad edilmesi icâb eder.
Onlar ile harp durumunda olduklarından dolayı, maktulün ehline teslim olunacak bir diyet yoktur. Ve eğer maktul sizin ile aralarında bir mîsak, and bulanan bir kavimden (ehli zimmet gibi) ise o zaman vârislerine teslim olunmuş onun için olan bir diyet (o diyet, eğer maktul Yahûdi ya da Hristiyan ise, mü'minin diyetinin üçte biridir. Eğer mecusi ise, o diyetin onda birinin üçte ikisidir), ile onu katilinin üzerine bir mü'min rakabe azad edilmesi lâzım olur. Fakat her kim rakabeyi, onu yitirmek ya da onu elde edebilecek şeyi de yitirmekle bulamazsa Allahü teâlâ tarafından bir tevbe olmak üzere o kişinin üzerine keffâret olarak muttasıl iki ay oruç tutması lâzımdır. Allahü teâlâ (katil oruç da tutamazsa) aynı zihâr meselesinde olduğu gibi yemek yedirmeye intikal edilmesini zikretmemiştir. İmamı Şafiî de iki kavlinden en sahih olanında bununla amel etmiştir. Ve Allahü teâlâ mahlûkatını bilicidir, onların için takdir ettiği şeyde de hikmet sâhibidir.
 “ Tevbeten” lâfzı gizli bir fiil ile mef’ûlü mutlak olarak mensubtur.

93

Ve her kim bir mü'mini galipte öldürme işinde kullanılan bir âletle ve o mü'minin, mü'min olduğunu da bilerek onu öldürmeyi kastederek, kasten öldürürse onun cezası; içinde ebedî kalmak üzere cehennemdir. Ve Allahü teâlâ onun üzerine gazap etmiş ve ona lânette bulunmuş onu rahmetinden uzaklaştırmış ve onun için ateşte pek büyük bir azap hazırlamıştır.
Bu âyet-i kerîme, o mü'mini öldürmeyi helâl sayan kişiyle ya da bu ceza, eğer kişi onunla cezalandırılacaksa, onun cezasıdır şeklinde tevil edilmiştir. Ve vaîde huluf etmekte de “ şirkten gayrisini dilediği kimse için affeder“ âyetinden dolayı bir terslik yoktur. İbn Abbâs'tan rivâyet olundu-ki: Bu âyet-i kerîme zâhiri üzerinedir. Ve bu âyeti kerîme, gayrisi olan mağfiret âyetlerini neshedicidir.
Bakara âyeti şunu beyân etmiştir ki: Muhakkak ki, kasten öldüren kişi öldürür ve eğer affedilirse kendisinin üzerine diyet vardır. O diyetin miktarı da geride geçmiştir.
Sünnet-i seniyye beyan etmiştir: Kasten öldürmek ile hataen öldürmenin arasında bir öldürme daha vardır ki, şibh-i amd-kast benzeri diye isimlendirilir, O da kişiyi gâliben öldürmeyecek şeyle öldürmektir. Bunda bir kısas yoktur. bilâkis sıfat hususunda amd gibi, tecil ve hamil hususunda hataen olan gibi sadece diyet vardır. Şibhi amd ve amd, keffârete hataen olandan daha lâyıktır.

94

Bu âyet-i kerîme, sahâbeden bir grubun, Beni Selim'den olan koyunları otlatan bir adama rastladıklarında, o adamın onlara selâm verip onların da “ Bu bize takiye yaparak selâm verdi “ deyip sonra onu öldürerek koyunlarını götürmelerinden dolayı nâzil oldu. Ey îman edenler! Allahü teâlâ'nın yolunda yürüdüğünüz cihad için sefere çıktığınız zaman, dikkati nazarda bulunun ve size selâm tahiyye ya da İslâm'ın olduğu üzere işaret olan kelime-i sehâdeti söylemekle teslimiyeti veren kimseye bu şekilde dünya hayatının arazını, ganimet olarak onun metâını arayarak, talep ederek “sen mü'min değilsin, bu sözü sen kendini ve malını korumak için dedin“ demeyiniz ve onu öldürmeyiniz. Allahü teâlâ'nın ındinde o gibi kimseleri, malı için öldürmekten sizi ihtiyaçsız bırakacak çok ganimetler vardır. Siz de evvelce öyle idiniz, kanlarınız, mallarınız sadece sehâdeti söylemizle korunurdu, da Allahü teâlâ size, îmanın iştiharı ve istikâmetle inâyet buyurdu. Artık, bir mü'mini katletmenizi iyice araştırınız. İslâm'a girene, size ne yapılmışsa, onu yapınız. Şüphe yok ki, Allahü teâlâ sizin yaptığınıza, hakkıyla haberdar bulunmaktadır. Sonra sizleri, onun karşılığında cezalandıracaktır.
Bir kırâatta”Tebeyyenû“ fiili her iki mevzide (te ile) okunmuştur.
 “selâm lâfzıelifle ve elifsiz “selem“ diye okundu.

95

 Mü'minlerden, bir kötürümlük, körlük ya da benzeri şeyden dolayı bir özür sâhibi olmaksızın cihattan oturanlar ve Allahü teâlâ'nın yolunda mallarıyla, canlarıyla cihada atılanlar müsavi olmazlar. Allahü teâlâ malları ile ve canları ile cihada atılanları bir zarar dan dolayı oturanlar üzerine derece itibarıyla, niyet hususunda eşit oldukları mücahidlerin müjdelenmekle ziyadelenmesinden dolayı fazilet itibarıyla tafdil buyurmuştur. Ve Allahü teâlâ iki fırkadan hepsine hüsnâyı cenneti, vadetmiştir. Ve Allahü teâlâ mücahid olanları, bir zaruret olmaksızın oturanlar üzerine, pek büyük bir mükâfat ile üstün kılmıştır.
“ gayr” lâfzı refle sıfat olarak ve nasbla müstesna olarak okundu.

96

 Tarafı ilâhiden derecelerdir fazilet cihetinden bazısı bazısının üzerinde olan menzillerdir, ve mağfiret ve rahmettir. Ve Allahü teâlâ dostlarını mağfiret edicidir, kendisine tâatta bulunanlara rahmet edicidir.
“ derecât” lâfzi “ ecram lâfzından bedel olmaktadır.
Bu iki lâfız mukadder olan fiilleriyle mensubtur.

97

Bu âyet-i kerîme; müslüman olup da hicret etmeyen ve Bedir gününde kâfirlerle beraber öldürülen bir cemâat hakkında nâzil olmuştur.
Muhakkak o kimseler ki, kâfirlerle beraber oturup hicreti terk etmekle nefislerine zulmeder oldukları hâlde canlarını melekler alacaklardır, azarlayarak onlara “ ne işte idiniz “ dininizin işi hususunda hangi şeyde idiniz diyeceklerdir. Onlar da özür beyan ederek: Biz yeryüzünde, Mekke arazisinde zayıf sayılır kimseler, dini kâim kılmaktan âcizler idik, derler. Melekler de azarlamak için onlara “ Allah'ın yeryüzü geniş değil mi idi ki, orada, sizin gayrınızın yaptığı gibi küfür yerinden başka bir yere hicret ede idiniz deyiverirler. Allahü teâlâ buyurdu ki: İşte onların varacakları yer cehennemdir. Ne fena uğranacak yerdir o.

98

 Ancak erkeklerden ve kadınlardan ve çocuklardan zayıf sayılıp da hiçbir çâreye güçleri yetmeyenler, kendileri için hicrete ve bir nafaka üzere kuvveti olmayanlar ve hicret arazisine hiçbir yol bulamayanlar müstesna.

W***

99

 İşte onları, umulur ki (şüphesiz), Allahü teâlâ af buyurur. Ve Allahü teâlâ affedici, mağfiret buyurucudur.

100

Ve her kim Allahü teâlâ yolunda muhacerette bulunursa, yeryüzünde birçok hayırlı barınacak yer, hicret edilecek yer ve rızık hususunda genişlik bulur. Ve her kim evinden Allahü teâlâ'ya ve Rasûlü'ne muhâcir olarak çıkarsa, sonra da yolda Cündeb b. Damretü'l-Leysi'ye vaki olduğu gibi ölüm yetişirse muhakkak onun ecri Allahü teâlâ üzerinedir, sabittir. Ve Allahü teâlâ Gafûr'dur, Rahîm'dir.

101

Ve yeryüzünde yürüdüğünüz, sefer ettiğiniz zaman kâfir olanların size fenalık edeceklerinden, size bir çirkin iş bulaştıracaklarından korkarsınız, namazdan onu dörtten ikiye indirmekle kısaltma yapmanız hususunda sizin üzerinize bir günah yoktur.
“ eğer kâfirlerin size fenalık yapacağından korkarsanız “ âyeti sadece olan durumu ifade etmektedir. Burada zıt bir mefhum yoktur. eğer korku yoksa kısaltma yapılamaz, diye bir şey anlaşılmaz.
Sünnet-i Seniyye beyan etmiştir ki: Seferle murad uzun olanıdır. Bu da dört berddir. iki merhaledir, (İki günlük yürüyüştür.)
 “Sizin üzerinize bir günah yoktur” kavlinden şu alınır; Muhakkak ki, namazı dört rekâttan iki rekâta indirmek ruhsattır, vacip değildir. İmâm Şafi de bu görüş üzeredir. Şüphe yok ki, kâfirler sizin için apaçık, düşmanlığı aşikâr olan bir düşman bulunmaktadırlar.
Hanefi mezhebinde seferde, dört rekâtın iki rekat olarak kılınması vaciptir.

102

 Ey Resûlüm Muhammed! Sen içlerinde hazır olup da ve onlar da düşmanlardan korkuyorlarsa, onlara namaz kıldıracağın zamanonlardan bir zümre seninle beraber namaza dursun ve diğer taife geride kalıp ve onlar seninle beraber kâim olan taife, onlarla beraber silahlarını alsınlar. Bunlar secde edince, namaz kılınca, o diğer taife arka tarafınızda bulunsunlar, namazı kılıncaya kadar himaye eder ve sonra himaye edilen o taife gider ve namazı kılmamış olan diğer bir zümre de gelsin seninle beraber namazı kılsın ve ihtiyat tedbirlerini ve siz namazı kılıncaya kadar beraberlerinde silahlarını da alıversinler. Rasûlüllah (sallalahü aleyhi ve sellem) Batn-ı Nahle denilen yerde bu şekilde muamelede bulunmuştur. (Buhan ve Müslim rivâyet etti.)
Kâfir olan kimseler arzu ederler ki, namaz kıldığınız vakit silahlarınızdan ve eşyalarınızdan gafil bulunasınız da sizin üzerinize, saldırıp sizi yakalayarak bir baskın ile baskında bulunuversinler.
Bu son cümle, silah edinilmesiyle emredilmesinin illetidir. Ve eğer size yağmurdan bir eziyet var ise veya siz hasta bulunmuş iseniz silahlarınızı bırakmanızdan dolayı üzerinize bir günah yoktur. O zaman o silahları taşımayınız. Bu âyet, bir özür bulunmadığı anda, onların taşınmasının vacip olduğunu ifâde eder. Bu İmâmı Şâfı'nin iki kavlinden birisidir. İkincisi ise; onun taşınması sünnettir. Ve bu kavil tercih edilmiştir.
Ve düşmandan ihtiyat tedbirinizi alınız, gücünüz yettiği kadar, o düşmandan sakınınız. Şüphe yok ki, Allahü teâlâ kâfirler için hakaret verici olan, ihanet sâhibi olan bir azap hazırlamıştır.

103

 İmdi namazı kılıp bitirdiğiniz, ondan boş kaldığınız zaman ayakta iken ve otururken ve yanlarınız üzere iken, yatar şekilde iken, bütün hallerde tehlille ve tesbihle Allahü teâlâ'yı zikrediniz. Ne zamanki mutmain olursanız, emniyette olursanız, artık namazı tamamiyle ikâme ediniz, onu bütün haklarıyla eda ediniz. Şüphe yok ki, namaz mü'minlerin üzerine vakitlenmiş olan, vakti takdir edilmiş olan bir kitap, yazılmış farz kılınmış oldu. Artık namaz o vakitten tehir edilemez.

104

Bu âyet-i kerîme, Ashâb-ı Kiramın, Uhud'dan döndüklerinde Rasûlüllah (sallalahü aleyhi ve sellem)'ın Ebû Süfyan ve arkadaşlarının aranması için bir taife gönderip, onları da yaralarının olduğundan şikâyette bulunmaları üzerine nâzil oldu. Onlarla savaşmanız için kavmi, kâfirleri aramakta gevşek olmayınız, zayıf kalmayınız. Eğer siz elem çekmekte olursanız yaraların elemini hissederseniz, onlar da sizin elem çektiğiniz gibi sizin gibi elem çekerler. Ve sizinle savaşmaktan korkmazlar. Halbuki onların ümit etmediği şeyi yardımı ve sevabı Allah'tan siz ümit ediyorsunuz. Öyleyse sizler bu sebeple onların üzerine çıkmış oluyorsunuz, Artık sizlerin savaşa, onlardan daha rağbet edici olmanız lâzımdır. Ve Allahü teâlâ her şeyi bilicidir, yaratışında hikmet sâhibidir.

105

Tuğme b. Übeyrık adlı şahıs bir zırh çalıp, onu bir Yahûdinin yanında sakladı. Sonra o zırh o Yahûdinin yanında bulunca Tuğme, o zırhı Yahûdiye isnâd etti ve onu çalmadığına yemin etti. Bunun üzerine Tuğme'nin kavmi Rasûlüllah'tan onun nâmına mücadele edip, onu temize çıkarmasını istediler. Sonra da bu âyet nâzil oldu. Şüphesiz biz, sana kitabı, Kur’ân’ı hakla indirdik ki, insanlar arasında, Allahü teâlâ'nın sana onun hakkında gösterdiği sana bildirdiği ile hükmedesin ve Tuğme gibi hainler için de hasım, onların nâmına müdafaacı olma.
Bil hakın'daki “ Bâ “ harfi cerri “ enzelnâ“ fiiline taalluk edicidir.

106

 Kastetmiş olduğun şeylerden dolayı Allah'tan mağfiret iste. Şüphe yok ki, Allahü teâlâ Gafûr ve Rahîm olmaya dâim oldu.

107

Nefislerine hıyanet edenler, nefislerine masiyetlerle hainlik edenler tarafından mücadelede bulunma. Çünkü onların hıyanetinin vebali onların üzerinedir. Şüphe yok -ki, Allahü teâlâ hıyanete düşkün, hıyaneti çok olanı, çok günahkâr olan kimseyi sevmez. ona azap eder.

108

Onlar Tuğme ve kavmi utandıkları için insanlardan gizlenirler de Allah'tan gizlenmezler. Halbuki, Allahü teâlâ râzı olmadığı sözü, onların hırsızlık olmadığı üzere yemin edip, hırsızlığı da Yahûdinin üzerine atmayı istemelerini onlar gece konuştukları, gizledikleri zaman, ilmiyle onlar ile beraberdir. Ve Allahü teâlâ onların yaptıkları şeyi ilim cihetinden kuşatmış bulunmaktadır.

109

 İşte siz, ey o kimseler -Tuğme'nin kavmine hitaptırdünya hayatı hususunda onların Tuğme ve onun yakınları tarafındanmücadelede bulundunuz, müdafaada bulundunuz. -Fakat- Kıyâmet 'gününde onları azâba çektiği ' zaman, onlar tarafından Allahü teâlâ'ya karşı, kim mücadelede bulunacak? Veya onların üzerine kim vekil olacak, onların işini üzerine alacak ve onlardan defedecek? hiç kimse bunu yapamaz.
“ anhüm“ Bir kırâatta “ anhü“ diye okundu.

110

 Ve her kim bir kötülük onunla gayrisinin perişan olduğu bir günah (Tuğme'nin Yahûdiye iftira atması gibi) yaparsa ya da nefsine zulmeder, sadece kendisine münhasır olan bir günah işler de sonra ondan dolayı Allah'tan mağfiret talep ederse tevbe ederse, Allahü teâlâ'yı onu bağışlayıcı, ona acıyıcı bulur.

111

 Ve her kim bir isim, günah kazanırsa onu ancak kendi nefsi aleyhine kazanır. Çünkü o günahın vebali onun üzerinedir. Başkasına zarar vermez. Ve Allahü teâlâ Alîm, yaratışında da hikmet sâhibi olmaya dâim oldu.

112

 Ve her kim bir kusur, küçük günah veya isim, büyük günâh kazanır da sonra da onu, o günahtan beri olan bir kimse üzerine atarsa muhakkak ki, (bu suçu) ona atması sebebiyle bir iftirayı ve onu kazanması sebebiyle apaçık bir günahı yüklenmiş olur.

113

 Ey Resûlüm MuhammedEğer Allahü teâlâ'nın fazl ve korumakla olan rahmeti senin üzerine olmasaydı, elbette onlardan Tuğme'nin kavminden bir taife senin üzerine bilgileri karıştırmakla seni, hakla hüküm vermekten şaşırtmayı kastetti, içinde gizledi. Halbuki onlar kendi nefislerinden başkasını şaşırtamazlar. Ve sana hiçbir şeyden zarar veremezler. Çünkü şaşırtmalarının vebali onların üzerinedir. Ve Allahü teâlâ sana kitabı, Kur’ân’ı ve hikmeti kitabın içindeki hükümleri indirdi ve sana bilir olmadığın şeyleri hükümleri ve gaybı öğretti. Ve Allahü teâlâ'nın fazlı senin üzerine, bundan ve başka şeylerden dolayı pek büyük olmuştur.

114

 Onların insanların, gizlice konuşmalarının bir çoğunda bir hayır yoktur. konuşmada bir necata ulaşamazlar, konuşup dururlar. Bir sadaka ile veya iyilikte iyi amelle, veya insanların arasını ıslâh etmek ile emreden kimsenin gizli konuşması müstesna. Ve her kim dünya işlerinden olan başka şeyi değil Allahü teâlâ'nın rızasını talep ederek, bu zikredileni yaparsa biz ona elbette çok büyük bir mükâfat vereceğiz.
 “Nu'tihı “ fiili nun ile okunduğu gibi yâ ile de “yu'tihi “ - diye okundu. (O zaman fail) Allah (celle celâlühü)'dır.

115

 Her kim de kendisine hidâyet tebeyyün ettikten mu'cizelerle kendisine hak zâhir olduktan sonra, peygambere getirmiş olduğu hak hususunda muhalefet ederse ve kâfir olması sebebiyle mü'minlerin yolundan üzerlerinde bulunmuş oldukları din yollarından gayrı bir yola tâbi olursa, onu takip ettiği yola sevk ederiz. Onunla o yol arasını dünyada boş bırakmakla, onu yönelmiş olduğu sapıklığı takip eden kılarız. Ve onu âhirette cehenneme sokarız. Sonra orada yanar. Ve ne fena gidilecek yerdir, o.

116

 Şüphe yok ki, Allahü teâlâ, kendisine şerik koşulmasını mağfiret etmez. Ve bunun gayrısındakini de dilediği kimseye mağfiret buyurur. Ve her kim Allahü teâlâ'ya şerik koşarsa muhakkak ki, haktan pek uzak bir delâletle sapmıştır.

117

 O’nun Allah'ın gayrısına dua etmezler. O müşrikler ibâdet etmezler. Ancak dişilere Lat, Uzza, Menât gibi dişi putlara -ibâdet ederler- Ve onlara ibâdet etmekle ancak isyankâr itâatten çıkmış olan şeytana, o putlar hususunda ona itâat ettiklerinden dolayı dua etmiş olurlar, ibâdet ederler. O İsyankâr şeytan, İblis’tir.

118

 Allahü teâlâ ona lânet etmiştir. Onu rahmetinden uzaklaştırmıştır. O şeytan da demiştir ki, elbette ben senin kullarından takdir olunmuş kesinleşmiş bir nasip pay edineceğim. Kendim için kılacağım. Onları bana itâate davet edeceğim.

119

 Ve elbette onları vesvese ile haktan saptıracağım. Ve elbette onları kuruntuya düşüreceğim. Onların kalplerine uzun hayatı, dirilmenin ve hesabın olmadığını atacağım. Ve muhakkak onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar. Ve bu fiil (cahiliye zamanında) 5 defa yavrulayan dişi develere yapılmıştı. Ve elbette onlara emredeceğim de, Allahü teâlâ'nın yarattığını dinini, inkâr etmekle ; haram kıldığını helâl saymakla, helâl kıldığını daharam saymakla değiştirecekler. Ve her kim Allahü teâlâ'dan gayrı olarak şeytanı veli edinirse onu dost edinip ona itâat ederse, şüphe yok ki, üzerine ebedî olarak kalan ateşe döneceği için, pek açık bir ziyan ile ziyana düşmüş olur.

120

 Şeytan onlara uzun ömrü vaad eder. Ve onların içine dünyada bir çok emele nail olmayı, dirilmenin ve hesaba çekilmenin olmadığını atar. Halbuki şeytan bununla onlara aldatmadan bâtıldanbaşka birşey vaadetmez.

121

İşte onların varacakları yer cehennemdir. Ve ondan kaçıp sığınacak dönülecek bir yer de bulamayacaklardır.

122

Ve o kimseler ki, îman ettiler ve iyi işler yaptılar, onları yakında altlarından ırmaklar akan cennetlere orada ebedî olarak kalıp durmak üzere elbette girdireceğiz. Bu Allah'ın hak olan vaadidir. Allahü teâlâ bunu onlara vâadetti ve doğru kılmakla doğru kıldı. Allahü teâlâ'dan daha doğru sözlü kim vardır? Kimse yoktur.

123

Bu âyet-i kerîme, müslümanlarla ehli kitabın, birbirlerine karşı iftihar etmeleri üzerine inmiştir.
İş sizin kuruntularınıza bağlı değildir. Ve ehli kitabın kuruntularıyla da değildir. Bilâkis sâlih amelledir. Her kim bir kötülük yaparsa, ister dünyada olsun ister âhirette olsun, belalarla ve sıkıntılarla cezalandırılır. (Hadisi şerifte de varid olduğu gibi) Ve kendisi için Allah'tan başka onu koruyacak bir dost, ondan men edecek bir yardımcı bulamaz.

124

 Ve erkekten ve kadından herhangi bir kimse, mü'min olduğu hâlde, sâlih şeylerden bir şey işlerse, işte onlar cennete gireceklerdir. Ve bir çekirdeğin arkasındaki çukurcuk kadar bile, zulme uğramayacaklardır.
“yedhulûne fiili, fail, için bina kılınmakla okundu. Ayrıca mef’ûl için bina kılınmakla yüdhalûne -girdirileceklerdir- diye okundu.

125

 Ve din itibarıyla daha güzel kimdir. hiç kimse yoktur. O kimseden ki, muhsin muvahhid olduğu hâlde yüzünü Allah'a teslim etmiş, -O'na- boyun eğmiş ve amelini ihlaslı yapmış ve hanif olarakbütün dinlerden sadece kayyım olan dine meyledici olarak, İslâm dinine muvafık olan İbrâhîm'in milletine tâbi olmuştur. Allahü teâlâ da İbrâhîm'i halil ona muhabbeti halis olan bir dost edinmiştir.

126

 Göklerde ve yerlerde mülk, halk, kullar olarak ne varsa Allah'ındır. Ve Allahü teâlâ her şeyi ilim ve kudret cihetinden kuşatıcıdır. bu sıfatla sıfatlanıcı olmaya dâim olmuştur.

127

 Ve senden kadınların ve miraslarının hakkında fetva isterler, senden fetva taleb ederler. Onlara deki: Onların hakkında fetvayı, size Allah veriyor ve kitapta Kur’ân'da sizin üzerinize miras âyetinden okunanı -fetva veriyor- ve kendileri için yazılmış, farz kılınmış olanı, mirası kendilerine vermediğiniz ve hakir olduklarından dolayı kendilerini nikâhlamaya ve miraslarına tama edildiğinden dolayı (başkalarıyla) evlenmelerine engel olmaya rağbet ettiğiniz (ey veliler! ) yetim kadınlar hakkında böyle yapmamanızı size fetva veriyor ve zayıf olan, küçük olan çocuklar hakkındaki onlara haklarını vermenizle -size fetva veriyor- ve yetimlere karşı miras ve mehr hususunda, adâletli olmanızla size emrediyor. Ve siz hayırdan ne yaparsanız, şüphe yok ki, Allahü teâlâ onu bihakkın bilicidir. Ve sonra onun karşılığında sizleri mükâfatlandıracaktır.

128

Eğer bir kadınkocası tarafından bir nüşüzden, onunla bir yatakta yatmayı terketmesiyle onun kendisinden nefret etmesinden, (kocasının) ona buğzundan dolayı nafakasında bir taksirden ve kocasının gözünün ondan daha güzel birine takılmasından veya kocasının yüzünü ondan çevirmesinden korkup, beklerse, kadının kocası için, beraberliğin-devamını talepden dolayı, az bir şey terk etmesiyle beraber, kasem ve nafaka hususunda aralarını sulh ile ıslah etmelerinden
 “imraetün” lâfzı âyetteki “ hâfet“ fiilinin tefsir ettiği gizli bir “ hâfet“ fiili ile merfûdur-
“yessâlaha “ fiilinde aslında olan (tenin) sad'a idgamı vardır. Bir kırâatta -Yessalaha- fiiii (ifâl babından) “ eslaha “ fiilinin muzarisi olan“yuslihâ“ diye okundu.
 (Yukarıda zikredilen mesele) eğer kadın' buna râzı olursa (olur). Yoksa kocanın üzerine kadının hakkını ödemesi ya da ondan ayrılması vardır. Ve sulh, firkatten, nüşüzden ve yüz çevirmekten hayırlıdır. Allahü teâlâ, insanın yaratışını beyanla şöyle buyurdu.
Ve nefislerde şuh, şiddetli cimrilik hazırlanmıştır. nefisler cimriliğe atılıcıdır. Öyleyse sanki nefisler o cimriliğe hazırdır, cimrilik onlardan kaybolmaz. Mânâ şudur; Şüphesiz ki, kadın kendi kocasından, nasibine karşı neredeyse müsamahakâr değildir, koca da o kadından gayrisini sevdiği vakit kendi karısına karşı (bir şey vermek) cömertliğinde neredeyse bulunamaz. Ve eğer kadınlara dostluğu ihsan ederseniz. Ve onlara adâletsiz olmaktan çekinirseniz şüphe yok ki, Allahü teâlâ yapacağınız şeyden tamamen haberdardır. Ve sonra sizleri o şey karşılığında mükâfatlandıracaktır.

129

 Ve sevgi hususunda kadınlar ” arasında adâlette bulunmanıza, eşitlik sağlamanıza ne kadar bunu arzulamış olsanız bile asla muktedir olamazsınız. Artık kasem ve nafaka hususunda sevmiş olduğunuza büsbütün meyl ile meyletmeyiniz ki, ötekini kendisinden meylolunanı, muallaka, kocası olup ta olmayan gibi bırakmayınız. Ve eğer kasem hususunda adâletle ıslah eder ve zulüm yapmaktan sakınırsanız şüphe yok ki, Allahü teâlâ kalbinizde olan meyli mağfiret edicidir, bu hususta sizlere rahmet edicidir.

130

 Ve eğer onlar, karı-koca, talâkla ayrılırlarsa Allahü teâlâ hepsini diğer arkadaşından, kendi genişliğinden kadına ondan gayrı bir koca, kocaya da ondan gayrı bir kadın vermekle fazlından olarak müstağni kılar. Ve Allahü teâlâ mahlûkatına karşı fazl hususunda vâsidir, onlar için ayarlamış olduğu şeyler hususunda da hikmet sâhibidir.

131

Ve göklerde ne varsa ve yerde ne varsa Allahü teâlâ'nındır. Yemin olsun ki, sizden evvel kendilerine kitap, kitaplar verilmiş olanlara Yahûdilere ve Hristiyanlara da ve sizlere de ey ehli Kur’ân,Allahü teâlâ'dan sakınınız. O'na itâat ederek O’nun azâbından korkunuz, diye tavsiye etmişizdir. Ve onlara ve sizlere dedik ki, vasiyet olunduğunuz şeye eğer küfrederseniz, şüphe yok ki, göklerde ve yerde halk, mülk ve kullar olarak ne varsa Allahü teâlâ'nındır, sizin küfrünüz de O'na hiçbir zarar veremez. Ve Allahü teâlâ mahlûkatından ve onların ibâdetinden müstağnidir, Hamîd'dir onları yaratışında da övgüye lâyıktır.

132

 Ve göklerde olanlar da, yerlerde olanlar da Allahü teâlâ'ya âittir. Ve vekil olarak, o ikisinde olanların O'na âit olduğuna şahit olarak Allahü teâlâ yeter.
Bu cümleyi sakınmayı gerektiren şeyi zihinlere yerleşmesini te'kidlemek için yeniden tekrar buyurdu.

133

 Ey insanlar! Allahü teâlâ dilerse sizi giderir ve sizin karşılığınızda başkalarını getirir ve Allahü teâlâ buna bihakkın kâdirdir.

134

 Ve her kim ameliyle, dünya sevabını isterse, sonuçta onu isteyen için dünya ve âhiret sevabı da Allah'ın neznindedir, başkasının yanında değildir. Allah'a ihlasla daha yüce olan taleb edilmeyip de niçin o iki sevaptan daha değersizi isteniyor? O şekildeki onun isteği, Allah'ın nezdinden başkasının yanında mevcut değildir. Ve Allahü teâlâ bihakkın işitici ve görücüdür.

135

 Ey îman edenler! Adâletle bi-hakkın kâim Allah için hakla şahit kimseler olunuz. Velev ki, şehadet şahıslarınızın aleyhine bile olsa hakkı ikrar etmek ve onu gizlememekle onların aleyhine şahit olunuz. Veya anne-babanızın ya da en yakınlarınız aleyhine olsa bile. İster o aleyhine şahitlik yapılan zengin olsun ya da fakir olsun. Çünkü Allahü teâlâ onlara sizden daha yakındır. Ve Onların maslahatlarını daha iyi bilicidir. Artık haktan döndüğünüz, meylettiğiniz için, zenginle rızası için veya fakirle de ona acıdığınız için, aranızda olan bir sevgiden dolayı sehâdetiniz hususunda hevâya tâbi olmayınız. Ve dilinizi eğer bükerseniz, sehâdeti değiştirirseniz veya sehâdeti yerine getirmekten yüz çevirirseniz, şüphe yok ki, Allahü teâlâ işlediğiniz şeyden bi-hakkın haberdardır. Ve sonra sizleri onun karşılığında cezalandıracaktır.
 “ Telvû“ fiili, tahfif olsun diye birinci vâvın hazfıyla okundu.

136

 Ey îman etmiş olanlar! Allahü teâlâ'ya ve O’nun Peygamberine ve Peygamberine Muhammed (sallalahü aleyhi ve sellem)'e indirilmiş olan kitaba -o Kur’ân dır- ve daha evvel peygamberlere indirilmiş olan kitaba, kitaplara îman ediniz, îman üzere devam ediniz. Ve herkim Allahü teâlâ'yı ve meleklerini ve kitaplarını ve peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr ederse, muhakkak ki, haktanpek uzak delâletle sapıklığa düşmüş olur.
Bir kırâatta “Nüzzile ”Ve “ unzile “ fiilleri fail için bina kılınarak “Nezzele ”Ve ”enzele “ diye okundu.

137

 Muhakkak o kimseler ki, Hazret-i Mûsa'ya îman ettiler -onlar Yahûdilerdir- sonra buzağıya tapmakla kâfir oldular, sonra o küfürden sonra îman ettiler, sonra Hazret-i Îsa'ya küfrettiler sonra da Hazret-i Muhammed'e küfürlerini arttırdılar, artık Allahü teâlâ onlar bu durum üzerine oldukları müddetçe, onlar için mağfiret edecek değildi. Ve onları hakka doğru giden yola sevk edecek değildir.

138

 Ey Resûlüm MuhammedMünafıklara müjdele, haber ver ki, onlara muhakkak bir elim, acı verici azap vardır. -O azap ateş azâbıdır. -

139

Onlar ki, mü'minleri bırakarak kâfirleri onlar hakkında tevehhüm ettikleri bir kuvvetten dolayı dost tutarlar. İzzeti onların yanında mı arıyorlar, talep ediyorlar? Muhakkak ki, dünyada ve âhirette bütün izzet Allahü teâlâ'nındır. Ve ona ancak O’nun dostları nail olabilir.
“ eliezîne ” lâfzı “münafıkîn” lâfzından bedeldir, ya da onun sıfatıdır.
Bu istifham istifham inkârıdır. “o izzeti onların yanında bulamazlar.“

140

Ve muhakkak kitapta, Kur’ân'daki En'âm sûresinde sizin üzerinize indirmiştir ki, şüphesiz ki, Allahü teâlâ'nın âyetlerine, Kur’ân'a küfredildiğini ve onlar ile istiHazret-ia yapıldığını işittiğiniz zaman başka bir konuşmaya dalıncaya kadar onlar, kâfirler ve alaycılar ile oturmayınız. Şüphe yok ki, siz de o zaman eğer onlar ile oturursanız, günah hususunda onların aynısısınız. Muhakkak ki, Allahü teâlâ münafıkları ve kâfirleri onlar dünyada küfür ve istiHazret-ia üzere bir araya geldikleri gibi cehennemde toptan toplayıcıdır.
“ nezzele “ fiili fail için bina kılınmakla (malûm) okundu. Ayrıca mef’ûl için bina kılınmakla “ nüzzile “ diye de (meçhûl) okundu.
“ en” lâfzı ”Enne ” den tahfif edilmiştir. İsmi de mahzûftur. Enhû, şüphesiz ki,...... demektir.

141

 Onlar ki, - bir önceki ellezîne'den bedeldir- sizi, işlerinizi gözetlerler, beklerler. Eğer sizin için Allahü teâlâ'dan bir fetih, zafer ve ganimet olsa, sizlere ” Biz de dinde Ve cihatta sizinle beraber değil miydik! Öyleyse bize de ganimetten bir parça şey verin“ derler. Ve eğer kâfirler için sizin üzerinize, zaferden bir nasip olursa, onlara da “Biz sizin üzerinize gâlip gelmez miydik ve sizi yakalamaya ve öldürmeye kâdir olmaz mıydık? -Fakat- sizleri bıraktık ve size mü'minlerin gâlip gelmeleriyle olacak tecavüzlerini onları hileye düşürmek ve sizlere onların haberlerini yollamakla men etmedik mi? Öyleyse, bizim için sizin üzerinize gerekli olan bir minnet vardır. “ derler. Allahü teâlâ buyurdu: Artık Allah Kıyâmet gününde sizinle onların arasında, sizleri cennete, onları da ateşe sokarak hükmedecektir. Ve elbette Allahü teâlâ kâfirler için mü'minler aleyhine -mü'minleri- tamamen yok etmekte olan bir yol vermeyecektir.

142

 Şüphesiz münafıklar, Allahü teâlâ'ya karşı, küfrün dünyevî ahkâmını (cizye, vs.) kendilerinden defetmek için, içlerinde gizlemiş oldukları o küfrün zıttını (îmanı) izhar etmeleriyle hilede bulunmak isterler. Halbuki O, onlara hile yapandır, hilelerine mukabil onları cezalandırandır. Şöyle ki, Allahü teâlâ'nın onların gizlemiş olduktan şey üzerine, Rasûlü'nü muttali kılmasıyla, dünyadayken rezil olurlar. Âhirette de azâba çekilirler. Ve mü'minlerle beraber namaza kalktıkları zaman tembelce ağırlanarak kalkarlar, insanlara namaz kılmalarıyla gösterişte bulunurlar. Ve Allahü teâlâ'yı pek az ki, oda riya olsun diye yâd ederler, namaz kılarlar.

143

 Onun, -küfürle îmanın arasında mütereddittirler. Ne onlara kâfirlere, ne de bunlara mü'minlere mensuplar. Ve her kimi Allahü teâlâ saptırırsa, artık ona elbette hidâyete doğru olan bir yol bulamazsın.

144

 Ey îman etmiş olanlar! Mü'minleri bırakıp ta kâfirleri dostlar edinmeyiniz. İster misiniz ki, Allahü teâlâ için, onları dost edinmek sebebiyle aleyhinize açık bir hüccet, sizin münafıklığınız üzerine aşikâr bir delil edinesiniz.

145

Şüphe yok ki, Münafıklar ateşten en alt tabakada, mekândadırlar. Orası cehennemin en dibidir. Ve elbette onlar için bir yardımcı, azaptan men eden bir kimse bulamazsın.

146

 Ancak o kimseler ki, nifaktan tevbe ettiler ve amellerini düzelttiler ve Allahü teâlâ'ya yapıştılar, güvendiler. Ve dinlerini Allah için riyadan hâlis kıldılar onlar müstesna. İşte onlar mü'minlerle,onlara verilecek şeyler hususunda beraberdirler. Mü'minlere ise, Allahü teâlâ ileride âhirette büyük bir mükâfat -o cennettir- verecektir.

147

 Eğer onun nimetlerine şükreder ve ona îman etmiş olursanız, Allahü teâlâ size azap etmekle ne yapacaktır? İstifham, nefy mânâsındadır. “sizlere azap etmez “- Halbuki Allahü teâlâ,mü'minlerin amellerine sevap vererek şükredicidir, mahlûkatını bilicidir.

148

 Allahü teâlâ hiç kimseden, çirkin lakırdının açıklanmasını sevmez, ona karşılık azap eder. Ancak zulmedilmiş olan başka. Çünkü ona zulmedenin, zulmünden haber verip, Onun aleyhine dava açmak için, o çirkin şeyi açıklamakla ona azap etmez. Ve Allahü teâlâ denileni bi-hakkın işiticidir, yapılanı da bi-hakkın bilicidir.

149

 İyi olan işlerden bir hayrı açıklarsanız, izhar ederseniz veya onu gizlerseniz gizlice onu işlerseniz veya bir kötülükten, zulümden affederseniz, şüphe yok ki, Allahü teâlâ affedici ve çok kudretlidir.

150

 Muhakkak o kimseler ki, Allahü teâlâ'yı ve O’nun peygamberlerini inkâr ederler ve Allahü teâlâ ile peygamberlerinin arasını O'na îmân edip fakat peygamberlerine îman etmemekle ayırmak isterler ve “ Peygamberlerden bazısına îman eder, onlardan bazısını da inkâr ederiz. “ derler. Ve bunun küfürle îmanın arasında, ona doğru gidecekleri bir yol tutmak isterler.

151

 İşte hakkan kâfir olanlar onlardır. “ hakkan” lâfzı, kendinden önceki cümlenin içerdiği mânâyı tekitleyici mastardır. -Biz de kâfirler için ihanet edici ihanet sâhibi olan bir azap hazırladık. -O azap, ateş azâbıdır. -

152

 Ve o kimseler ki, Allahü teâlâ'ya ve bütün peygamberlerine îman etmişlerdir. Ve onlardan hiçbirinin arasını ayırmamışlardır. İşte onlara da ecirlerini, amellerinin sevabını elbette vereceğiz. Ve Allahü teâlâ dostlarına mağfiret edicidir, kendine itâat edenlere acıyıcıdır.
 “Nü'tîhîm” lâfzı, nûnla okunduğu gibi yâ ile “yü'tîhim“ diye okundu.

153

 Ey Resûlüm MuhammedEhli kitap Yahûdiler üzerlerine, azgınlıklarından dolayı semâdan, Mûsa'ya indirildiği gibi topyekûn bir kitap indirmeni senden isterler. Şâyet sen bunu büyük görürsen, muhakkak ondan daha büyüğünü Mûsa'dan, onlar onların babaları istemişlerdi de “Bize Allah'ı apaçık iyânen göster “ demişlerdi. Artık isteme hususunda inatlaşmalarından dolayı, zulümlerinden sebep onlara azap için kendilerini yıldırım ölüm çarptı. Kendilerine beyyineler, Allah'ın vahdâniyyeti üzerine mu'cizeler geldikten sonra da buzağıyı ilâh edindiler. Nihâyet bundan affettik ve onları kökünden kazımadık. Ve Mûsa'ya pek açık saltanat onların üzerine aşikâr ve zâhir bir tasallut -emir altına alma kuvveti- verdik. Şöyle ki, onlara tevbe olsun diye kendilerini öldürmeleriyle emretmişti onlar da ona itâat ettiler.

154

 Ve misakları sebebiyle üzerlerine mîsak alınması sebebiyle, korksunlar ve onu kabul etsinler diye üstlerine Tûr'u kaldırdık. Ve o dağ onların üstünde gölgelendiği haldeyken onlara dedik ki: “zelilliği gösteren bir secdeyle, secde eder olduğunuz hâlde kapıdan köyün kapısından girin. “Ve onlara dedik ki: Cumartesi gününde, o günde balık avlamakla haddi aşmayınız. Ve onlardan bunun üzerine bir ahid aldık. Sonra da onu bozdular.
Bir kırâatta ”lâ tağdû“ fiili aynın fethası ve dal’ın şeddelenmesiyle ” Lâ taaddû“ diye okundu. Bu kırâatta aslında olan te'nin dal'a idgamı vardır.

155

 Artık onlar, ahidlerini bozmaları ve Allahü teâlâ'nın âyetlerini inkâr etmeleri ve Peygamberleri haksız öldürmeleri, Rasûlüllah (sallalahü aleyhi ve sellem) “Bizim kalplerimiz perdelidir. Senin sözünü anlamazlar“ demeleriyle -onlara lânet ettik “- Hayır Allahü teâlâ onların kalplerini küfürleri sebebiyle mühürlemiştir. Bundan sebep onların kalpleri, hiçbir vaazı anlamaz. Binaenaleyh Abdullah b. Selâm ve arkadaşları gibi onlardan pek azı müstesna olmak üzere îman etmezler.
“ Bîmanakzıhim“ deki “ ma” zait olup, “Va “ harfi cerri de sebebiyet içindir. Ve mahzûf bir fiille taalluk edicidir. “ -ahidlerini bozmaları sebebiyle onlara lânet ettik. “

156

 Ve ikinci olarak da, Îsa (aleyhisselâm)'ya küfür etmeleri sebebiyle ve Meryem üzerine büyük bir iftira sözü söylemeleri (Çünkü ona zina iftirası yapmışlardı.) sebebiyle -onları lânetledik.
“Bi-küfrihim“ deki ” Ba “ harfi cerrini onunla ve mutufun aleyh arasında fasl olsun diye tekrar buyurdu.

157

 Ve öğünerek” muhakkak biz Meryem'in oğlu Allah'ın Peygamberi Îsa'yı öldürdük “-ki, bu hadise onların kendi zanlarına göredir- demeleri sebebiyle -onları lânetledik- Halbuki onu ne öldürdüler ve ne asıverdiler. Fakat o katledilen ve asılan kişi -ki, o onların arkadaşıdır- onlar için Îsa'ya benzetilmişti. Allahü teâlâ onlara ona benzeyen birini attı. Onlar da onu Îsa zannettiler.
Ve şüphe yok ki, onda Îsa'da ihtilâf edenler ondan, onun katlinden dolayı elbette bir şek içindeydiler. Şöyle ki, onlardan bir kısmı maktulü gördüklerinde “yüz, Îsa'nın yüzü, cesed ise onun cesedi değildir. Öyleyse bu o değildir. “ dedi. Bir kısmı ise “O maktul, Îsa'dır. “ dediler. Onlar için bunda onun öldürülmesi hakkında zanna uymaktan başka bir bilgi yoktur. “illa “ ile yapılan istisna, istisnâ-i münkatîdır. lakin hayallerinde uydurdukları bir zanna tâbi oluyorlar. Ve onu hakikaten katletmiş değildirler. “yakînen” lâfzı katletmeyi zihinlerden kaldırmak içindir. -

158

Hayır. Allahü teâlâ onu kendisine yükseltmiştir. Ve Allahü teâlâ mülkünde Azîz'dir, yaratışında hikmet sâhibidir.

159

Ve ehli kitaptan hiçbir fert yoktur ki, illâ kitabi olan kişi ölümünden evvel melekleri görmesi anında ona Îsa'ya îman edecektir. -Fakat- îmanı ona fayda vermez. Veya Îsa (aleyhisselâm) Kıyâmete yakın semâdan indiğinde ölümünden evvel -îman edecektir- (Hadisi Şerifte de rivâyet olunduğu gibi.)
Ve Kıyâmet gününde o, Îsa (aleyhisselâm) onların aleyhine olarak onlara gönderildiğinde, ona yaptıklarına şahitlik edecektir.

160

 Artık Yahûdilerden bir zulümle, zulüm sebebiyle ve insanları Allah yolundan, dininden birçok men etmekle men etmeleri sebebiyle onlara helâl kılınmış olan temiz şeyleri üzerlerine haram kıldık. O haram kılınan temiz şeyler “ her tırnak sâhibini haram kıldık“ âyetinde belirtilenlerdir.

161

 Ve ribayı Tevrat'ta ondan nelhyedilmiş oldukları hâlde alıvermeleri sebebiyle ve insanların mallarını (mahkemelerdeki) hükümler hususunda, rüşvetlerle haksız yere yemeleri sebebiyle… Ve onlardan kâfir olanlar için elim, elem verici azap hazırladık.

162

 Fakat Abdullah b. Selâm gibi onlardan ilimde mütehassıs olanlar, sabit olanlar ve mü'minler, muhâcirler ve ensar, sana indirilmiş olana ve senden evvel indirilmiş olan kitaplara inanırlar. O namazı dosdoğru kılanları övüyorum. Ve zekâtı verenler ve Allahü teâlâ'ya ve âhiret gününe inananlar var ya işte onlara elbette büyük bir mükafat cennettir- vereceğiz.
Mukîmîne lâfzı gizli bir medh fiili ile nasbolunmak üzere mensuptur. Ayrıca refle “ mukîmûne “ diye de okundu.
“ nü’tikim“ nun’la okunduğu gibi ”yu’tîhim“ diye yâ ile de okundu.

163

 Muhakkak biz sana vahyettik. Nûh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi ve nitekim İbrâhîm'e, İsmail'e ve Esbât'a. Yakûb'un evlâtlarına, Îsa'ya, Eyyûb'e, Yûnus'a, Harûn'a ve Süleyman'a vahy eylemiştik ve Dâvud'a Süleyman'ın babasına Zebur'u vermiştik.
Zebûr lâfzı ” zâ” nın fethasıyla “ gönderilen kitab“'ın ismidir. Zamme ile ise mastar olup “mezbur,yazılmış şey“ demektir.

164

 Ve evvelce kıssalarını sana bildirdiğimiz Peygamberleri ve kıssalarını sana bildirmediğimiz Peygamberleri gönderdik.
Rivâyet olundu ki: Allahü teâlâ sekiz bin peygamber yolladı. Bunlardan dört bin tanesi Beni İsrâîl'dendir. Diğer dört bini de diğer insanlardandır. (Şeyh, bunu Gâfir sûresinde beyan etti.) Ve Allahü teâlâ Mûsa (aleyhisselâm) ile vasıtasız olarak konuşmakla konuştu.

165

Îman edenleri sevapla müjdeleyici ve inkâr edenleri de azapla korkutucu oldukları hâlde Peygamberler gönderdik ki, onlara gelen peygamberlerin gönderilmesinden sonra insanlar için, Cenab-ı Hakk'a karşı söylenebilecek bir mazeret bulunmasın. Ve ”ey Rabbimiz! Hele bize bir Peygamber gönderseydin de, senin âyetlerine tâbi olup mü'minlerden olsaydık“ demesinler. Bundan sebep, onların mazeretlerini kesmek için peygamberleri yolladık. Ve Allahü teâlâ mülkünde Azîz'dir, yaratışında da hikmet sâhibidir.
 “Rusulen” lâfzı evvelki âyetteki “Rüsülen“ den bedeldir.

166

Bu âyet-i kerîme, Yahûdilerin Rasûlüllah (sallalahü aleyhi ve sellem)'dan nübüvvetini sorup, ondan sonra da onu inkâr etmelerinden dolayı inmiştir. Fakat Allahü teâlâ sana indirmiş olduğuyla, acze bırakan Kur’ân'la şahit oluyor, senin nübüvvetini beyân ediyor ki, onu kendi ilmi ile onu bilici olarak ya da onun hakkında ilmi olduğu hâlde indirmiştir. Ve melekler de aynı şekilde senin için şehadet ediyorlar. Ve Allahü teâlâ buna şahit olarak kâfidir.

167

 Muhakkak o kimseler ki, Allah'a küfretmişler ve insanları Allah yolundan, İslâm dininden, Hazret-i Muhammed'in vasfını gizlemeleriyle men etmişler -onlar Yahûdilerdir- şüphe yok ki, onlar haktan pek uzak bir sapıklıkla sapmışlardır.

168

 Şüphesiz ki, Allah'a küfreden ve sıfatını gizlemekle peygamberine zulmeden kimseler, onlar için Allahü teâlâ mağfiret edecek değildir. Ve onları yollardan herhangi bir yola iletecek değildir.

169

Cehennem yolu, ona götüren yol müstesna. Oraya girdikleri zaman orada ebedî olarak ebedilikleri mukadder olduğu hâlde (kalacaklardır.)

170

Ey insanlar! Ey Mekke ehli! Muhakkak size Rabbinizden bir Peygamber -O Hazret-i Muhammed (sallalahü aleyhi ve sellem) - hak ile gelmiştir. Ve O'na îman ediniz. Ve İçinde bulunduğunuz şeyden hayırlısını kendiniz için talep ediniz. Ve eğer O'nu inkâr ederseniz şüphe yok ki, göklerde ve yerde mülk, halk ve kullar olarak ne varsa Allah'ındır. Bundan dolayı sizin inkarınız Allah'a zarar veremez. Ve Allahü teâlâ mahlukâtını en iyi bilendir, onları yaratışında da hikmet sâhibidir.

171

 Ey kitap İncîl ehli! Dininizde azmayınız, haddi tecavüz etmeyiniz. Ve Allahü teâlâ'ya ancak O'nu ortaktan ve çocuktan beri kılmaktan ibaret olan hak olan sözü söyleyiniz. Şüphe yok ki, Meryem oğlu Îsa olan Mesih, Allahü teâlâ'nın ancak bir Peygamberidir. Ve onu, Meryem'e atmış olduğu ona ulaştırmış olduğu bir kelimedir ve onun tarafından bir ruhtur, ruh sâhibidir. -Ruh, Îsa (aleyhisselâm)'a şeref verilmesi için Allahü teâlâ'ya nisbet edilmiştir. Yoksa Îsa sizin zannetiğiniz gibi ne Allah'ın oğludur, ne onunla beraber bir ilâhtır ne de üçün üçüncüsüdür. Çünkü ruh sâhibi cüzlerden oluşmuş bir varlıktır. İlâh ise böyle bir varlık olmaktan ve böyle bir varlığın ona nisbet edilmesinden münezzehtir. - Allahü teâlâ'ya ve O’nun peygamberlerine îman ediniz. Ve ilâhlar üçtür, Allah, Îsa ve annesidir demeyiniz. Bundan vazgeçiniz. Ve ondan hayırlısını yapınız, -ki, o da tevhiddir- Muhakkak ki, Allahü teâlâ tek ilâhdır. “Ve kendisi için bir velet olmasından, onu tenzih etmekle tenzih ederim. Göklerde ne varsa ve yerde ne varsa, halk, mülk ve kullar olarak Allah'ındır. Her şeye sahip olmak ise, oğul edinmeye zıt bir durumdur. Vekil olarak bunun üzerine şahit olarak Allah yeter.

172

 İlâh zannetiğiniz Mesih de Alahü teâlâ için kul olmaktan asla çekinmez, tekebbür etmez, kaçınmaz. Allah'ın ındinde mukarreb olan melekler de kul olmaktan çekinmezler. Bu son cümle, istidradın (konu bu olmadığı hâlde bir alâka bulunup yine de zikretmenin) en güzelidir. Melekleri ilâh ya da Allah'ın kızları zannedenlere red olsun diye zikredildi. Tıpkı makabliyle, hitabı kastedilen ve o yanlış zanda bulunan Hıristiyanlara red yapıldığı gibi.
Her kim onun ibâdetinden çekinir ve kibirlenirse elbette onları âhirette umûmen huzuruna toplayacaktır.

173

 Artık o kimseler ki, îman etmiş ve sâlih amellerde bulunmuş olurlar, elbette onlara mükâfatlarını, amellerinin sevabını ödeyecek. Ve onlara kendi fazlından olarak, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, hiçbir beşerin kalbinden geçmediği şeyleri de ziyâde olarak verecektir. Amma o kimseler ki, yüz döndürdüler ve O'na ibâdet etmekten tekebbürde bulundular, onları da elbette elim, elem verici bir azap ile azaplandıracaktır. O cehennem azâbıdır.

174

 Ey insanlar! Muhakkak size Rabbinizden üzerinize olan bir burhan, hüccet geldi. O burhan Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'dir. Ve sizlere apaçık bir nûr indirdik. O nûr Kur’ân -ı Kerim'dir.

175

 Artık o kimseler ki, Allahü teâlâ'ya îman ettiler ve ona sığındılar, elbette onları kendi tarafından bir rahmetin ve fazlın içine girdirecektir. Ve onları kendine müteveccih bir doğru yola -O İslâm dinidir- hidâyet edecektir.

176

Senden, kelâle hakkında fetva istiyorlar. De ki: Allahü teâlâ kelâle -babası ve çocuğu olmayan kimse- hakkında fetva veriyor: Bir kimse çocuğu olmaksızın ve babası da olmaksızın ölüp de -ki, bu kimse kelaledir- kendisinin anne babadan ya da babadan bir kız kardeşi bulunursa onun için terekesinin yarısı vardır. O erkek kardeş de aynı şekilde o kız kardeşine bıraktığı malların tümüne varis olur, eğer kız kardeş için çocuk yoksa. Eğer onun için erkek çocuk varsa o çocuğa bir şey yoktur. Eğer kız çocuğu varsa o annenin nasibinden arta kalan o kız çocuğuna âittir. Şâyet kız kardeş ya da erkek kardeş anneden olursa o zaman farz olan altıda birdir. (Sûrenin evvelinde geçtiği gibi.) Ve Eğer kız kardeşler iki ya da daha çok olurlarsa - Daha çok diye de tefsir edildi. Çünkü bu âyet ölüp de arkasında ikiden fazla kızkardeş bırakan Câbir hakkında inmiştir- Onlara erkek kardeşin terekesinden üçte iki vardır. Ve eğer onlar varisler erkek ve kız kardeşler olursa onlardan erkek olana iki kız hissesinin aynısı vardır. Allahü teâlâ size delâlete düşmeyiniz diye dininizin kurallarını beyan ediyor. Ve Allah her şeyi hakkıyla bilicidir. Miras da O’nun malumatındandır. Buharî ve MüslimBerâ'dan rivâyet ettiler ki: Bu âyet ferâiz meselelerinden en son inen âyettir.
 “imriun” lâfzıâyetteki “ heleke “ fiilinin tefsir ettiği bir gizli “ heleke “ fiiliyle merfûdur.