Ehl-i Sünnetin Esasları

Allahü teâlâ’ya Îmân

1) Şüphesiz ki, Allah, birdir, O’nun hiçbir ortağı yoktur.

2) Hiçbir şey O’nun benzeri değildir.

3) Hiçbir şey onu âciz bırakamaz.

4) O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur.

5) (Allahü teâlâ) başlangıçsız olarak kadîmdir ezelîdir, sonsuz olarak dâimdir ebedîdir.

6) Ne sonu gelir, ne de yok olur.

7) Yalnız O’nun irâde edip dilediği olur.

8) Vehimler O’na erişemez. Kavrayışlar O’nu idrâk edemez.

9) O hiçbir yaratığa benzemez.

10) O Hayy’dır diridir, ölmez, Kayyûm’dur, uyumaz.

11) Muhtaç olmamak üzere “yaratan”dır. Külfetsiz olarak “rızık veren”dir.

12) Korkusuzca “öldüren”dir ölümü yarattığından ve öldürdüğünden dolayı O’nu hesaba çeken yoktur. Meşakkatsizce “dirilten”dir.

14) O “Hâlik/Yaratıcı” ismini sıfatını mahlûkatı yarattığından itibaren kazanmadığı gibi, “Bâri/Yoktan Var Eden” ismini sıfatını bütün yaratıkları meydana getirmekle de kazanmış değildir.

15) O, kendisini Rabb olarak tanıyacak hiçbir varlık yokken “Rubûbiyyet”in manasına sahipti. Hiçbir mahlûk yokken de “Hâlik” olmak manasına sahipti.

16) O Hayat verdikten sonra da ölüleri Dirilten olduğu gibi, onlara hayat vermeden önce de bu isme müstehaktı. Aynı şekilde bütün yaratıkları Var etmeden önce de O Hâlik ismine müstehaktı.

17) Çünkü O, herşeye kâdir’dir, herşey O’na muhtaçtır. Her iş, O’nun için kolaydır. O’nun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. “Hiçbir şey, O’na benzemez. O herşeyi işitendir, herşeyi görendir. (eş-Şûrâ 42/11)

18) O bütün mahlûkatı ilmiyle bilerek ilmine uygun olarak yaratmıştır.

19) Ve o yaratıklar için “kaderler” takdir etmiştir.

20) Onlar için “eceller” tayin etmiştir.

21) Yaratıkları yaratmadan önce hiçbir şey O’na “gizli” değildi. Onları yaratmadan önce, onların ne şekilde “amel edecekler”ini biliyordu.

22) Onlara kendisine itâat etmelerini emretmiş ve kendisine isyan etmelerini yasaklamıştır.

23) Herbir şey O’nun takdiri ve meşî’eti dilemesi ile cereyan eder. O’nun meşî’eti gerçekleşir. Kulların ise kendileri için dilediğinden başka istekleri geçerli olmaz. Böylece onlar için O’nun dilediği şeyler olur, dilemediği hiçbir şey olmaz.

24) O’ndan bir lütuf olmak üzere dilediğine hidayet verir, dilediğini korur ve dilediğine afiyet verir. Adaletinin bir tecellisi olarak da dilediğini saptırır ve dilediğini yardımsız ve belâlarla yüzyüze bırakır.

25) Hepsi de O’nun lütfü ve adaleti arasında meşî’eti çerçevesinde gider, gelirler.

26) O, zıtları muhalifleri olmaktan ve denkleri misli ve benzerleri bulunmaktan yücedir, uzaktır.

27) O’nun kazasını reddedecek biri yoktur. Kimse O’nun hükmüne karşı çıkamaz, kimse O’nun emrine karşı gelemez.

28) Bütün bunlara îman ettik ve bütün bunların O’ndan geldiklerine kesin olarak inandık.

Hazret-i Peygamber’e Îmân

29) Muhakkak Muhammed aleyhisselâm O’nun seçilmiş kuludur. Seçkin Peygamberidir, kendisinden razı olunmuş Rasûlüdür.

30) O, peygamberlerin sonuncusudur.

Müttakîlerin imâmıdır reîsidir.

Rasûllerin seyididir efendisidir.

Âlemlerin Rabbi’nin habîbidir en çok sevdiği Peygamberidir.

31) Ondan sonraki herbir nübüvvet iddiası, tam bir sapıklık ve hevâya nefse tapınmadır.

32) Bütün insanlara ve cinlere hak ile, hidayet ile, nûr ve ışık olarak gönderilmiş bir peygamberdir.

Kur’ân-ı Kerîm’e Îmân

33) Şüphesiz ki Kur’ân, Allah’ın kelâmıdır. Ondan keyfiyetsiz bir şekilde ve sözlü olarak sadır olmuştur. Allah onu rasûlüne vahiy olarak indirmiştir. Mü’minler de bu şekilde onu hak bilerek tasdik etmişlerdir. Onun hakikaten Allah’ın kelâmı olduğuna kesinlikle inanmışlardır. O yaratılmışların sözü gibi mahlûk değildir. Her kim Kur’ân’ı işitir de onun insan kelâmı olduğunu iddia ederse, kâfir olur. Allah böyle bir kimseyi kınamış, ayıplamış ve onu Sekar’a (Cehenneme) atacağını bildirmiştir. Yüce Allah söyle buyurmaktadır: “Ben onu Sekar’a sokacağım” (el-Müddesir 74/259). Yüce Allah, “Bu insan sözünden başka bir şey değildir” (el-Müddesir, 74/25) diyen kimseleri, Sekar ile tehdit ettiğine göre; kesin olarak şunu bilmiş ve inanmış oluyoruz ki: O insanları yaratanın kelâmıdır/sözüdür ve insanların sözüne hiçbir şekilde benzemez.

Hak Teâlânın Sıfatları

34) Yüce Allah’ı insanlara ait hususiyetlerden birisi ile vasfeden bir kimse kâfir olur. Artık kim basiretiyle bunları anlarsa, gerekli şekilde ibret almış olur ve kâfirlerin sözlerine benzer söz söylemekten uzak durur. Yüce Allah’ın sıfatlarının insanların sıfatlarına benzemediğini de kat’î olarak bilmiş olur.

Ru’yetüllah

35)Cennet ehlinin ru’yeti (Allah’ı görmesi) – ihata ve keyfiyetin idraki söz konusu olmaksızın – Yüce Allah’ın Kitabında beyan ettiği şekliyle bir gerçektir: “O günde yüzler var ki apaydınlıktır. Rablerine bakıcıdırlar.” (el-Kıyâme, 75/22-23) Bunun açıklanması ise Yüce Allah’ın muradı ve bildiği şekildedir. Bu hususta bize kadar gelmiş Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem’den rivayet edilmiş, bütün sahih hadisler de onun dediği gibidir ve bunların manası murad ettiği şekildedir. Bizler bu konuda görüşlerimizle te’villerde bulunarak ve vehimlere kapılarak açıklamalar yapmaya kalkışmayız. Çünkü Yüce Allah’a ve Rasûlüne teslim edip de kendisi için müteşabih olanların bilgisini bilenlere havale edenler dışında hiç kimse dininde selâmete ulaşamaz.

Teslim ve İstislâm

36) İslâm’ın ayağı ancak teslim oluşun ve teslimiyet gösterişin üzerinde sapasağlam durabilir.

Her kim, öğrenilmesi mümkün olmayan bir şeyi öğrenmeye tâlip olur da, mevcut bilgisi ile sâlim bir kanaate sahip olamazsa, onun bu talebi, kendisinin hâlis tevhid’i, sâfî marifeti ve sahih imanı elde etmesine imkân vermez.

(Böyle bir kimse) vesveselere kapılmış, şaşkın, şüphe ve tereddüt içerisinde, yolunu şaşırmış bir halde; küfür ile iman, tasdik ile yalanlama, ikrar ile inkâr arasında gider, gelir. Ne tasdik eden bir mü’min, ne de yalanlayan ve inkâr eden bir kimse olur.

37) Cennette Allah’ın görülmesini herhangi bir vehim ile kabul eden yahut belli bir anlayışa göre te’vil edenlerin ru’yetüllaha imanları sahih olamaz Zira ru’yetüllah’ın da, rubûbiyete izafe edilen herbir hususun da, asıl te’vili, te’vili terketmek, teslim yoluna bağlanmaktır. Müslümanların dini de bu yol üzeredir.

(Sıfatları) nefy etmekten ve teşbihten sakınmayan bir kimsenin ayağı kayar ve tenzihi isabet ettiremez.

Şüphesiz ki yüce ve celil olan Rabbimiz vahdaniyet sıfatları ile mevsuftur. Bir ve tek olmak vasıflarına sahiptir. Yaratıklar arasında O’nun (sıfatlarındaki manaya sahip) gibi hiçbir kimse yoktur.

38) O (Allahü teâlâ) sınırlardan ve nihaî noktalardan yüce ve münezzehtir. Erkân, organ ve araçlardan münezzehtir.

39) “Mi’rac haktır. Peygamber -sallallahü aleyhi ve sellem- İsra ile (geceleyin) yürütülmüştür. Uyanıkken bedeni ile Mi’rac’la semavâta yükseltilmiştir. Daha sonra da yüce Allah’ın dilediği yüceliklere çıkartılmıştır. Allah, ona dilediği ikramlarda bulunmuş ve vahyettiği şeyleri vahyetmiştir. “Kalp gördüğünü yalanlamadı” (en-Necm, 53/11), dünyada da, âhirette de Yüce Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun.

Havza iman, Şefâat ve Mîsak

40) “Yüce Allah’ın ona ikram ve ümmetine de bir yardım olmak üzere lütfedeceği Havz da haktır”

41) Haberlerde de rivayet edildiği üzere O’nun, onlara (ümmetine) sakladığı şefaati de haktır.

42) Yüce Allah’ın Âdem’den ve onun zürriyetinden almış olduğu mîsak haktır.

Yüce Allah’ın ilmine îman

43)Yüce Allah ezelden beri cennete gireceklerin sayısını, cehenneme gireceklerin sayısını bütünüyle ve bir defada bilmiştir. Bu sayıya ne bir şey eklenir, ne ondan bir şey eksiltilir. Yine onların yapacaklarını bildiği fiillerini de aynı şekilde bilmiştir.

Kulların fiilleri

44) Herkes ne için yaratılmışsa, o şey ona kolaylaştırılır.

Ameller de sonuçlarına göredir. Saîd kimse Allah’ın kazası gereği mutlu olandır, şakî olan kimse de Allah’ın kazası gereği bedbaht olandır.

Kaza ve Kadere îman

45) Kader asıl itibariyle yüce Allah’ın mahlûkatındaki bir sırrıdır. Buna ne mukarreb bir melek, ne mursel bir peygamber muttali olmuştur. Bu hususta derinliğine dalmak ve üzerinde çokça düşünmek, ilâhi yardımdan uzak kalmaya götüren bir yol, mahrumiyete ulaştıran bir merdiven, tuğyana iten bir basamaktır. O bakımdan bu husustaki kıyas, düşünce ve vesveselerden alabildiğine sakınmak lazımdır. Çünkü yüce Allah kader ilmini mahlûkatına karşı kapalı tutmuştur. Onun hakkında tartışmayı da yasaklamıştır. Nitekim yüce Allah Kitabında şöyle buyurmaktadır: “O yaptığından sorgulanmayandır. Fakat onlar sorgulanacaklardır.” (Enbiya 21/23) Buna göre kim “niye yaptı?” diye soracak olursa, Kitabın hükmünü reddetmiş olur. Kitabın hükmünü reddeden de kâfirlerden olur.

46) İşte bunlar Yüce Allah’ın dostlarından (veli kullarından) kalpleri (iman) nuru ile aydınlanmış kimselerin gerek duyduğu şeylerin özetidir ve bu, ilimde derinleşmiş olanların mertebesidir Çünkü ilim 2 türlüdür: Birisi mahlûkat arasında var olan (onlar tarafından bilinen) bir ilimdir, diğeri ise mahlûkat arasında bulunmayan bir ilimdir. Var olan ilmin inkârı küfürdür, olmayan ilmi bilmek iddiasında bulunmak da küfürdür. İman var olan ilmi kabul edip bulunmayan ilmi elde etmeyi terketmedikçe sabit olmaz.

Levh-i Mahfuz’a ve Kalem’e İman Etmek

47) Biz Levh’e ve Kalem’e de iman ederiz. (Levh’e kalem ile) yazılan herşeye de.

Yüce Allah’ın orada olacak diye yazdığı bir şeyin olmamasını sağlamak üzere bütün mahlûkat bir araya gelip toplansalar, buna güç yetiremezler. Aynı şekilde yüce Allah’ın orada olmayacak diye yazmış olduğu bir şeyin olması için hepsi bir araya gelecek olsalar, yine buna güç yetiremezler. (Çünkü) Kalem kıyamete kadar olacak şeyleri yazmış ve artık (mürekkebi) kurumuştur.

48) Kul şunu bilmelidir ki, yüce Allah’ın yarattığı ve meydana gelen her bir hususa dair bilgisi ezeldendir. O bakımdan O, bunu son derece muhkem ve kat’î bir şekilde takdir etmiştir. Göklerde ve yerdeki yaratıklardan hiçbir kimse bunu nakzedemez; kimse onu bozamaz, izâle edemez, değiştiremez, başka bir yere havale edemez, eksiltemez, O’na bir şey ilâve edemez.

İşte bunlar inanılması gereken esaslar, marifetin temelleri, Yüce Allah’ın tevhid ve rubûbiyetini kabul etmenin kapsamı içerisindedir. Nitekim yüce Allah Kitâb-ı Kerîm’inde şöyle buyurmaktadır: “Ve O herşeyi yaratıp inceden inceye takdir ve ta’yin etmiştir.” (el-Furkan, 25/2); “Allah’ın emri yerini bulan bir kaderdir.” (el-Ahzab 33/38)”

Kader hususunda kalbi hastalanan – bir nüshada: hastalıklı kalbini kaybeden – kimselere yazıklar olsun! Çünkü böyleleri vehimleriyle gaybta son derece gizli bir sırrı ortaya çıkarmaya çalışmışlar; buna dayanarak söyledikleri ile de günahkâr bir iftiracı olup çıkmışlardır.

Bu hususta “yani kader hakkında” söyledikleri ile o günahkâr “günah kazanmış” bir iftiracı olarak döner.

Arş ve Kürsî

49) Arş ve Kürsî haktır.

50) O’nun Arş’a da, Arş’ın dışındaki varlıklara da ihtiyacı yoktur.

51) O herşeyi kuşatandır ve herşeyın üstündedir. Bütün mahlûkat ise böyle bir kuşatıcılıktan âcizdir”

Yüce Allah için kelâmın ispatı

52) Bizler deriz ki: Muhakkak Allah, İbrahim’i halil edinmiş, Mûsa ile özel bir şekilde konuşmuştur. Buna iman eder, bunu tasdik eder ve teslimiyetle kabul ederiz.

Meleklere, Peygamberlere ve semâvî Kitaplara iman

53) Meleklere, peygamberlere, rasûllere indirilen kitaplara iman ederiz. Onların hepsinin apaçık hak üzere olduklarına da şahitlik ederiz.

54) Biz kıblemiz ehlini, Peygamber – sallallahü aleyhi ve sellem – getirdiklerini itiraf edenler olarak kaldıkları, söylediği ve haber verdiği herşeyi tasdik ettikleri sürece müslümanlar ve mü’minler olarak adlandırırız.

Allah’ın zâtı hakkında ve Allah’ın dini hususunda tartışmalara girmenin yasağı

55) Allah’ın zâtı hakkında ileri geri konuşmayız, Allah’ın dini üzerinde de tartışmalara girmeyiz.

56) Kur’ân hakkında mücadele etmez, onun âlemlerin Rabbinin kelâmı olduğuna şâhitlik ederiz. Onu er-Rûhu’l-Emin indirmiştir ve Rasûllerin efendisi Muhammed – sallallahü aleyhi ve sellem-e öğretmiştir. O, Yüce Allah’ın kelâmıdır, yaratıkların hiçbir sözü ona denk olamaz. Onun mahlûk olduğunu söylemeyiz ve müslüman cemâate muhalefet etmeyiz.

Ehl-i kıbleyi günahı sebebiyle tekfir etmemek

57) Kıble ehlinden hiçbir kimseyi bir günah sebebiyle -helâl kabul etmediği sürece- tekfir etmeyiz.

Mürcie’yi red

58) “İman ile birlikte günah işleyene günahı zarar vermez.” demeyiz.

59) Mü’minler arasından ihsan edicileri (yüce Allah’ın) affedeceğini, onları rahmetiyle cennete girdireceğini ümit ederiz. Bununla birlikte onlar hakkında (azap görmeyeceklerine dair) emin olmayız. Onların cennetlik olduklarına şahitlik etmeyiz. Günahkârlarına mağfiret diler ve onlar için korkarız, hiçbir ümitlerinin olmadığını söylemeyiz.

Ümit ve Ye’s

60) Güven duymak ve ümit kesmek İslam dininden çıkmaya sebeptir. Hak yol ise ehl-i kıblenin yolu olan ikisi arasıdır.

61) Kul kendisini imana girdiren bir şeyi inkâr etmedikçe, imandan çıkmaz.

İmanın tarifi

62) İman dil ile ikrar, kalp ile tasdiktir.

63) Rasûllullah – sallallahü aleyhi ve sellem – den sahih olarak gelen şeriat ve beyan (açıklama)ların tamamı haktır.

64) İman birdir, iman ehli imanın esası bakımından birbirlerine eşittir. Aralarında fazilet ve üstünlük farkı, haşyet, takva, hevâya muhalefet ve evlâ olanı yapmaya devam etmekle ortaya çıkar.

65) Mü’minlerin hepsi Allah’ın velileridir.

Allah nezdinde en kerim olanları, Allah’a en çok itaat edenleri ve Kur’ân’a en çok uyanlarıdır.

İmanın erkânı

66) İman: Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, hayrıyla şerriyle, acısıyla tatlısıyla kadere ve (hepsinin) Allah’tan geldiğine iman etmek demektir.

67) Biz bütün bunlara iman edenleriz. Peygamberleri arasında kimseyi diğerinden ayırmayız. Hepsinin getirdiklerini tasdik ederiz.

68) “Muhammed – sallallahü aleyhi ve sellem – ümmeti arasından büyük günah işleyen kimseler, muvahhid olarak öldükleri, Allah’ın huzuruna O’nu bilip tanıyanlar olarak çıktıkları takdirde, tevbe etmemiş olsalar dahi, cehennem’de ebedi kalmazlar. Onlar Allah’ın meşiet ve hükmüne tabidirler. Dilerse onları mağfiretine alarak lütfuyla affeder. Yüce Allah Kitabında buyurduğu gibi: Ve bundan başkasını dilediği kimseleri bağışlar (en-Nisa 4/48 ve 116).

Dilerse adaleti gereği onları cehennem ateşinde azaplandırır, sonra da onları oradan rahmetiyle ve kendisine itâat eden şefaatçilerin şefaatiyle çıkartır. Sonra da onları cennetine gönderir. Çünkü Yüce Allah kendisini bilip tanıyanların mevlâsıdır. Onları her iki diyarda da kendisini inkâr eden, hidayetinden uzaklaşıp hüsrana uğrayan ve O’nun dostluğuna nail olamayan kimseler gibi kılmaz. Allah’ım, ey İslâm’ın ve müslümanların hakiki mevlâsı! İslâm ile senin huzuruna çıkıncaya kadar, sımsıkı İslâm’a sarılmamızı ihsan eyle!

69) Ehl-i Kıble mensubu olan iyi ve fâcir (günahkâr) herkesin arkasında namaz kılınacağı ve onlardan ölenlerin cenaze namazının kılınacağı görüşündeyiz.

70) Onlardan herhangi bir kimse hakkında kesin olarak cennetliktir ve cehennemliktir, demeyiz.

Mü’minler bu hususta herhangi bir şeyi açıkça ortaya koymadıkça, onlar hakkında küfür, şirk ya da münafıklık ettiklerine dair şahitlikte bulunmayız, onların iç hallerini yüce Allah’a bırakırız.

71) “Biz – kendilerine karşı kılıç çekmek vacib olanlar müstesnâ – Muhammed – sallallahü aleyhi ve sellem – ümmetinden herhangi bir kimseye karşı kılıç çekileceği görüşünde değiliz.

72) (Şer’î yönetimde) bize yöneticilik edenlere ve emir sahiplerimize karşı çıkıp ayaklanmayı – haksızlık etseler dahi – uygun görmeyiz. Onlara beddua etmeyiz, onlara itaat etmekten el çekmeyiz. Onlara itaati Aziz ve Celil olan Allah’a itaatin bir parçası ve bir fariza olarak görürüz. Elverir ki, bize bir masiyet emretmesinler. Onların salâh bulmaları ve selâmetlikleri için dua ederiz.

73) Sünnet’e ve cemâate tabi oluruz. Şâz görüşlerden, ihtilâftan ve tefrikadan da uzak dururuz.

74) Adâlet ve emânet ehlini severiz, zulüm ve hıyanet ehline de buğzederiz.

75) Allah ve Rasûlüne teslimiyet gösterip, hakkında şüpheye düştüğü hususların bilgisini gerçek âlimine havale eden kimseler dışındakiler, dinlerinde selâmete eremezler.

76) Yolculukta da, mukîm iken de – rivayetlerde geldiği üzere – mestler üzerine mesh edileceği görüşündeyiz.

Hac ve cihadın, Kıyâmet gününe kadar geçerliliği (vâcip olması)

77) Hac ve cihad iyileriyle, kötüleriyle müslüman olan ulü’l-emr ile birlikte Kıyamet gününe kadar geçerlidir. Hiçbir şey bunları iptal etmez ve bunların farziyetlerini kaldırmaz.

78) Kirâmen Kâtibin Melekleri’ne iman ederiz. Allah onları üzerimize koruyucular olarak tayin etmiştir.

79) Âlemlerin ruhlarını kabzetmekle görevli olan Ölüm Meleğine de iman ederiz.

80) Ehil olan kimseler için kabir azabına, kabir’de Münker ve Nekir’ın kişiye Rabbi, dini ve peygamberi hakkında – gerek Rasûlüllah – sallallahü aleyhi ve sellem – in, gerek Ashâb-ı Kiram’dan (Allah hepsinden razı olsun) gelen haberlere uygun olarak – soru sormalarına da (iman ederiz).

81) Kabir, ya cennet bahçelerinden bir bahçedir yahut ateş çukurlarından bir çukurdur.

Âhiret gününe ve orada olacakların hepsine iman

82) Ba’s’a (öldükten sonra dirilişe), Kıyamet gününde amellerin karşılıklarının verileceğine, arz’a, hesab’a, kitapların (amel defterlerinin} okunmasına, sevaba, cezaya, Sırat’a ve Mizan’a da iman ederiz.

Cennet ve cehenneme iman

83) Cennet ve cehennem yaratılmışlardır. Ebediyyen sonları gelmez ve yokolmazlar. Şüphesiz yüce Allah cennet ve cehennem’i diğer mahlûkattan önce yaratmıştır. Her ikisine de girecekleri yaratmıştır. Onlardan dilediği kimseleri kendisinin bir lütfü olarak cennete, yine onlardan dilediği kimseleri adaletinin bir tecellisi olarak cehenneme koyacaktır. Herkes de kendisi hakkında hüküm verilip bitirilmiş sonuç için amel eder ve ne için yaratılmış ise sonunda oraya varacaktır.

84) Hayır ve şer de kullar hakkında takdir edilmiştir.

85) Kendisi ile fiilde bulunmanın gerekli olduğu istitâ’a (güç yetişir) fiil ile birlikte olup da mahlûk’un kendisi ile nitelendirilemeyeceği tevfîk kabilindendir. Sağlıklı oluş genişlik ve imkân buluş, araçların esenlikte oluşu yönünden istitâ’a ise fiilden öncedir ve hitap da bununla alâkalıdır. Bu da Yüce Allah’ın: “Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez” (bakara, 2/286) âyetinde beyan edildiği gibidir.

86) Kulların fiilleri Allah’ın yaratması ve kulların da kesbi iledir.

Teklif, Takat’e Göredir

87) Yüce Allah onları ancak takat getirebilecekleri şeylerle mükellef tutmuştur. Onlar da ancak kendilerini mükellef tuttuğu şeylere takat getirebilirler. İşte bu da “lâ havle ve la kuvvete illâ billah” sözünün açıklamasıdır.

Biz bu sözle: Hiçbir kimse Allah’ın yardımı olmadıkça Allah’a isyandan uzak kalmaya çare bulamaz, başka bir tarafa yönelemez ve herhangi bir harekette bulunamaz. Yüce Allah’ın tevfıki olmadıkça da hiçbir kimse Allah’a itaati yerine getirmeye, onun üzerinde sebat göstermeye güç bulamaz, demek istiyoruz.

88) Her şey, Yüce Allah’ın meşîeti ilmi, kaza ve kaderi ile cereyan eder. O’nun meşîeti bütün meşietlere galip gelir. O’nun kazası da bütün çareleri yenik düşürmüştür. O dilediğini yapar ve asla zulmetmez: O işlediklerinden sorumlu değildir. Halbuki onlar, sorumludurlar (el-Enbiyâ 21/23).

Sözleri ile Allah’ın kazasından şer’î olanı değil, kevnî kazayı kastetmektedir. Çünkü kaza, hem kevnî, hem şer’î olabilir. İrade, emir, izin, Kitab, hüküm, haram kılmak gibi kelimeler ve buna benzer tabirler böyledir.

Kevnî kaza Yüce Allah’ın: “Böylece onları yedi gök olmak üzere 2 günde yarattı (Kadâhünne)” (Fussilet, 47/72) âyetinde beyan edilmektedir.

Dini ve şer kaza (hüküm) Yüce Allah’ın şu âyetinde ifade edilmiştir:

Rabbin şunları hükmetti (Kadâ): Kendisinden başkasına ibadet etmeyin” (el-İsra 17/23)

89) Hayatta olanların dua ve sadakalarının ölülere bir faydası vardır.

Ehl-i sünnet âlimleri, ölülerin hayatta olanların yaptıkları işlerden şu 2 yolla yararlanacaklarını ittifakla kabul etmektedirler:

1- Ölünün hayatta iken sebep olduğu işler,

2- Müslümanların ölene dua etmeleri, mağfiret dilemeleri, sadaka ve haccetmeleri.

Bununla birlikte haccın sevabından ölüye ne ulaşacağı hususunda görüş ayrılığı vardır. Muhammed b. el-Hasen – rahmetüllahi aleyh – şöyle demiştir: Ölüye sadece hac için yapılan harcamanın sevabı ulaşır. Haccetmenin sevabı ise haccedenedir.

Genel olarak âlimler ise, haccın sevabı kendisi adına hac yapılanadır, sahih olan görüş de budur.

Oruç, namaz, Kur’ân okumak ve zikir gibi bedenî ibadetler hususunda da görüş ayrılığı vardır.

Ebû Hanife, Ahrned ve selefin cumhûru, ulaşacağı görüşündedirler.

Şafiî’nin meşhur görüşü ile Malik’in görüşü, ulaşmayacağı şeklindedir.

Kelâmcılardan bid’at ehli bazı kimselerin kanaatine göre ise, ne dua, ne de başka hiçbir şey ölüye ulaşmaz. Onların bu kanaatleri ise, Kitab ve sünnetle reddolunur. Şu kadar var ki, onlar Yüce Allah’ın müteşabih bir takım âyetlerini de delil göstermişlerdir:

“İnsan için çalıştığından başkası yoktur” (en-Necm, 53/39)’,

“Ve siz ancak işlediğinizin karşılığını görürsünüz” (Yasin, 36/54),

“Herkesin kazandığı kendisine, yaptığı da aleyhinedir” (el-Bakara, 2/286)

Peygamber – sallallahü aleyhi ve sellem – de şöyle buyurduğu sabittir:

Âdemoğlu öldüğünde ameli kesilir. 3 şey müstesna (Amel defteri kapanmaz, sevap yazılmaya devam eder):

1. Sadaka-i câriye,

2. Kendisine dua edecek salih bir evlât,

3. Kendisinden sonra yararlanılacak bir ilim bırakması.

(Müslim 1631; Tirmizî 1376; Ebû Dâvûd 2880; Nesâi, VI, 251)

90) Yüce Allah duaları kabul eder, ihtiyaçları karşılar.

Allahü teâlâ ganîdir, bizler fakiriz

91) O herşeye mâlik’tir, hiçbir şey O’na mâlik olamaz. Bir göz açıp kapayıncaya kadar Allah’a muhtaç olmamak düşünülemez. Bir göz açıp kapayıncaya kadar Allah’a muhtaç olmadığını zanneden küfre sapar ve helâk olanlardan olur. Bu, açık bir gerçek ve hiçbir kapalılığı bulunmayan bir ifadedir.

92) Yaratıklardan kimseye benzemesi söz konusu olmaksızın Allah, hem gazab eder, hem (merhamet eder) razı olur.

Rasûlüllah’ın ashâbını sevmek

93) Rasûlüllah – sallallahü aleyhi ve sellem – in ashâbını sever, onlardan herhangi birinin sevgisinde aşırı gitmeyiz. Onlardan herhangi birinden de beri/uzak olduğumuzu söylemeyiz. Onlara buğzedenlere ve hayırdan başka onlar hakkında konuşanlara biz de buğzederiz. Onlardan ancak hayırla bahsederiz. Onları sevmek dindir, imandır, ihsandır. Onlara buğzetmek ise küfürdür, nifaktır, tuğyandır.

94) Rasûlüllah – sallallahü aleyhi ve sellem -den sonra, halifeliği ilk – ve onun faziletinin, bütün ümmetin de önünde oluşunun bir işâreti olarak

Ebû Bekr es-Sıddîk – radıyallahü anh – için sabit kabul ederiz.

Sonra Ömer b. el-Hattâb – radıyallahü anh -ın halifeliğini (kabul ederiz).

Sonra Osman – radıyallahü anh – için (halifeliği sabit görürüz).

Sonra Ali b. Ebî Tâlib – radıyallahü anh – için (halifeliği sabit görürüz).

İşte râşid halifeler ve hidayete ermiş imâmlar bunlardır.

95) Rasûlüllah – sallallahü aleyhi ve sellem – in isimlerini saydığı ve kendilerini cennet ile müjdelediği on kişinin de, Rasûlüllah – sallallahü aleyhi ve sellem – in lehlerine yaptığı şehadete binâen, cennetlik olduklarına biz de şahitlik ederiz. Çünkü onun sözü hakkın kendisidir. Bunlar:

Ebû Bekr, Ömer, Osman, Ali, Talha, ez-Zübeyr, Sa’d, Saîd, Abdu’r-Rahmân b. Avf ve Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh’dır (radıyallahü anhüm) ki, o bu ümmetin de emînidir. Allah hepsinden razı olsun.

96) Rasûlüllah – sallallahü aleyhi ve sellem – in ashabı ve her türlü pislikten tertemiz zevceleri ile her türlü kirlilikten uzak mukaddes zürriyetleri hakkında güzel söz söyleyen kimse, münafıklıktan beri olur.

97) Önceki selef âlimleri ile onlardan sonra gelen tâbiîn -haber ve eser ehli ile fıkıh ve nazar ehli- ancak güzellikle anılırlar. Onlardan kötülükle söz eden, hak yolun dışında bir yol üzerindedir.

Peygamberlerin evliyadan üstünlüğü

98) Hiç bir veli zâtı, hiç bir peygamber’den – aleyhi’s-selâm – üstün tutmayız. Hatta, bir tek peygamber dahi bütün velilerden daha faziletlidir, deriz.

99) Onların (evliya’nın sahih yolla) gelen kerametlerine ve güvenilir kimselerden sahih olarak bize ulaşan rivayetlerine inanırız.

Kıyâmete iman

100) Deccal’in çıkması, Meryem oğlu Îsa – aleyhi’s-selâm – nın sema’dan inişi gibi Kıyâmet alâmetlerine iman ederiz. Güneşin batısından doğacağına, Dâbbetü’l-arz’ın bulunduğu yerden çıkacağına da inanırız.

101) Hiçbir kâhini, hiçbir arrâf’ı; Kitab’a, sünnete ve ümmetin icmâ’ına muhalif herhangi bir iddiada bulunanı da tasdik etmeyiz.

102) (Ehl-i sünnet) cemâati(ni) hak ve doğru, tefrikayı (bu cemaatten ayrılmayı) sapıklık ve azap olarak görürüz.

103) Allah’ın yeryüzünde ve semadaki dini birdir. O da İslâm dinidir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Şüphesiz Allah nezdinde din, İslâm’dır” (Al-i Imran, 3/19) ve Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Ve size din olarak İslâm’ı beğenip seçtim” (el-Mâide, 4/3).

104) O din aşırı gitmek ile kusurlu kalmak arasında, teşbih ile ta’til arasında, Cebriyye ile Kaderiyye arasında, kendisini emin hissetmek ile ümit kesmek arasında bir yoldur.

Bu, bizim dinimiz

105) İşte bu, bizim dinimiz, zâhiren ve bâtınen itikadımızdır. Bizler, yüce Allah’a, sözünü ettiğimiz ve açıkladığımız hususlara muhalefet eden herkesten uzak olduğumuzu bildiririz.