KUR'AN-I KERİM MEALİ | DUHA, İNŞİRAH,TİN VE ALAK SURESİ



DUHA SURESİ



Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.
93/1. Yemin olsun kuşluk vaktine (güneşin yükseldiği zamana veya bütün gündüze),
93/2. Ve örtüp bürüdüğü (insanların sükûn bulduğu veya karanlığı çöktüğü) zaman gece ki:
93/3. (Ey Resûlüm,) Rabbin seni ne terk etti, ne de sana darıldı. (Kâfirler, vahyin on beş gün gecikmesi sırasında “Rabbi onu terk etti ve ona darıldı.” demişlerdi.)
(Cebrâîl “aleyhisselâm” bu âyetleri getirdiği zaman Hazret-i Peygamber:
"Gelişin o kadar gecikti ki seni özledim." buyur­du. Cebrâîl de:
"Ben seni daha çok özledim, fakat ben bir emir kuluyum." de­di. Sonra ona: "Biz ancak Rabbinin emri ile ineriz" [Meryem, 19/64] âyeti nâzil oldu. Bk. Kurtubî.)
93/4. Muhakkak ki sonrası (âhiret), senin için öncesinden (dünyadan) daha hayırlıdır (veya elbette senin işinin sonu, önünden daha hayırlıdır).
93/5. Yakında (kıyâmet günü) Rabbin sana (makâm-ı mahmûd, havz-ı kevser ve şefâat izni) verecek ve sen de hoşnut olacaksın.
93/6. O (Rabbin) seni bir yetim olduğunu bilip de barındırmadı mı?
(Resûlüllah “sallâllahü aleyhi ve selem”, muhterem babası Abdullah b. Abdülmuttalib vefat ettiği zaman henüz dünyayı şereflendirmemişlerdi. Dünyaya geldikten kısa bir zaman sonra dedesi Abdülmuttalib ve anneleri Âmine hâtunun yanında kaldı. Sonra süt annesi Halîme hanımın evine gitti. Dört yaşına girince tekrar vâlidesine teslim edildi. Altı yaşında iken annesi, iki sene sonra da dedesi âhirete göçtüler. O vakit Resûl-i ekrem “sallâllahü aleyhi ve selem” sekiz yaşında idi. Abdülmuttalib, vefatı yaklaştığı zaman onu oğlu Ebû Tâlib’e vasıyet etmişti. Ebû Tâlib, Resûlüllah “aleyhisselâm”ın muhterem babası Abdullah ile ana bir kardeşti. Amcası Ebû Tâlib, Hazret-i peygamberi ta peygamberliği zamanına kadar evlâdından üstün bir sevgiyle yanında barındırmış, hatta peygamberliğinden sonra da uzun müddet ona yardım etmişti. Bk. Râzî ve Şeyhzâde.)
93/7. (Rabbin) seni, (hikmet ilmini ve dinî ahkâmı) bilmediğini bilip de (vahiy ve ilhâm ile sana İslamî hükümleri öğreterek) doğru yola iletmedi mi? (İçinde yaşadığın toplum küfür ve dalâlet karanlığına boğulmuş iken, sen Hıra mağarasına sığınarak derin bir tefekkürde teselli buluyor ve hakikat şafağının sökmesini beklercesine yapayalnız yaşıyordun. Hak teâlâ seni, zifirî karanlığın kapladığı o toplum içinde vahiy nûru ile nübüvvet aydınlığına kavuşturmadı mı? Böylece nice insanları İslâm ile hidâyete eriştirmedi mi? )
93/8. Seni, bir yoksul olduğunu bilip de (ticâretle veya kalp zenginliğiyle yahut Hazret-i Hadîce'nin malı veyahut ganimet malları ile) zengin etmedi mi?
93/9. O hâlde (Resûlüm), yetime sakın kötü muamele etme.
93/10. Bir şey isteyen(dilenciyi) sakın azarlama.
93/11. Fakat Rabbinin (sana verdiği peygamberlik, Kur’ân ve diğer) nimet(ler)ini (insanlara) anlat(arak, tebliğde bulunarak şükrünü edâ et).

İNŞİRAH SURESİ



Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.
94/1. (Ey Resûlüm), senin (hakka yalvarman ve halkı davet etmen için,) göğsünü (kâfirlerin zâtına ve Müslümanlara yönelik işkence ve eziyetlerin sebep olduğu keder ve üzüntünü kaldırmak veya toplumun Müslümanlara karşı uyguladığı tecrît ve yalnızlığa mahkûm etme politikasından kaynaklanan sıkıntını gidermek yahut vahyi alırken çektiğin güçlüğü hafifletmek veyahut mi’râc gecesinde kalbini çıkarıp yıkamak ve içine îman, ilim, hikmet ve marifet koymak suretiyle) açıp genişletmedik mi?
(Konu ile ilgili âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
Allah kimi hidâyete erdirmek isterse [kim irâdesini İslâm’dan yana kullanır, hidâyet yolunu seçerse], onun göğsünü İslâm'a açar [hidâyetini yaratıp İslâm nûru ile kalbine genişlik verir]. Kimi de saptırmak isterse [kim irâdesini İslâm’a karşı kullanır, küfür yolunu seçerse], onun da [küfrünü yaratır ve] kalbini daraltıp sıkıştırır. [En'âm, 6/125].
Allah'ın, göğsünü İslâm'a açtığı [İslâm nûru ile kalbine genişlik verdiği] kimse, Rabbinden bir nûr üzerinde değil midir? [İslâm’a karşı geldiklerinden dolayı kalbini mühürlediği kişi gibi olabilir mi?] Zümer 39/22.)
94/2. Senin (belini büken) yükünü (veya günahını) üzerinden almadık mı?
94/3. O (yük veya günah) ki, sırtına ağır gelmişti
(Müfessirler 94/2 âyetinde geçen “vizr” kelimesine şu manaları vermişlerdir:
1. Yük.
a. Nübüvvet öncesinde nâil olduğu nimetlere nasıl şükredeceğini bilememenin verdiği sıkıntı, yük.
Peygamber “aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm”, peygamberlik gelmeden önce o mükemmel aklıyla, Allahü teâlâ'nın, kendisine büyük nimetler verdiğini düşünüyordu. Kendisini yoktan var ettiğini, hayat, akıl ve benzeri nimetler verdiğini görüyordu. Allah'ın verdiği bu nimetler karşısında beli bükülecek derecede utanıyor ve O’na itâatin ne şekilde olacağını bilemiyordu. Fakat ne zaman ki, kendisine vahiy ve peygamberlik gelip de, Rabbine nasıl ibâdet etmesi gerektiğini öğrenince, utancı azaldı ve sırtındaki yük hafifledi. Çünkü insanın, bir nimete, bir iyiliğe karşılık hizmette bulunduğu zaman rahatladığı görülür. Bk. Râzî.
b. Câhiliyye devrinin ağırlıkları.
c. Tebliğ zamanına kadar olan risâlet yükü (Bk. Râzî ve Kurtubî).
2. Günah.
Peygamber “aleyhisselâm”ın üzerinde peygamberlikten önceki döneme ait câhiliyye hâlleri vardı. O bunlardan çok rahatsızlık duyuyordu. Her ne ka­dar Hazret-i Peygamber, o dönemde dahi bir puta ve heykele asla ibâdet etmemişse de, kavminin yaptığı pek çok işi yapmıştı. İbn Abbâs, Katâde, Hasen ve Dahhâk şöyle demişlerdir: “Peygamber aleyhisselâmın kendisine ağır gelen bir takım günahları [zelle veya en uygun olanını yapmama gibi hataları] vardı. İşte Allah, bütün bu gü­nahları [hataları] ona bağışladı.”
Bu durumda âyet, “Biz, câhiliyye dönemine âit günahlarının [hatalarının] ağırlığını üzerinden kaldırdık.” şeklinde olmaktadır. Nitekim âyet-i kerimede:
[Ey Resûlüm,] böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar.” [Feth 48/2] buyrulmuştur.
Ancak çoğu müfessirler, 94/2 [İnşirâh sûresinin ikinci] âyetinde geçen “vizr”i, günah ile değil de yük ile açıklamayı birinci derecede tercih olarak almışlardır. Bk. Beydâvî, Râzî, Kurtubî ve Z. Mesîr.
Peygamberlik dönemi ile ilgili olarak da âlimler şöyle demektedirler:
Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem”in her sözü, vahiy ile değildi. “O, hevâdan [arzusuna göre] konuşmaz. Onun konuşması ancak bildirilen bir vahiy iledir [Necm 53/3-4] meâlindeki âyet-i kerîmeler, Kur’ân-ı Kerîm içindir. Her sözü, vahiy ile olsaydı, bazı sözlerine Allahü teâlâ yanlış demezdi. Nitekim: “Allah seni affetsin! Doğru söyleyenler sana iyice belli olup, yalan söyleyenleri bilmeden önce, niçin onlara izin verdin [Tevbe 9/43]?” âyetiyle hatâ ettiği, fakat bu hatâsının af edildiği bildirilmektedir. Çünkü bir Peygamberin yanlış yolda kalması câiz değildir. Yanıldığı vahy ile hemen bildirilir. Bk. A. Fârûkî, M. II/96.)
94/4. Senin şânını (nübüvvetle, sana yapılan itâatin bana yapılacağını bildirmekle, mü'minlere salevât getirmeyi emretmekle, ismini kendi ismimle beraber ezan, ikâmet, teşehhüd, hutbe ve diğer yerlerde zikretmekle) yükseltmedik mi?
94/5. Muhakkak (gönül darlığının, belini büken yükün, kavminin hakkı kabul etmeyişi ile zâtına ve Müslümanlara yapılan ezaların verdiği her) zorlukla beraber (göğsünü genişletmek, yükünü almak, hidâyet ve tâatte başarılı kılmak gibi) bir kolaylık vardır.
94/6. Evet, muhakkak zorlukla (darlık ve sıkıntıyla) beraber bir kolaylık (genişlik ve zenginlik) vardır.
(Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh, Ömer b. el-Hattâb “radıyallahü anh”a yazdığı mektubunda kala­balık Bizans ordusundan ve onlardan korktuğundan söz etmişti. Hazret-i Ömer ona şunları yazdı: “Bir mü'min bir zorluk ve sıkıntı ile karşılaşacak olursa, mutlaka ondan sonra yüce Allah, ona bir kurtuluş tak­dir eder ve hiçbir zaman bir zorluk, iki kolaylığı yenemez. [Hâkim, Müstedrek, II, 575] Yüce Allah bir âyet-i kerîmede şöyle buyurmaktadır: Ey îman edenler! Sabredin, sabır yarışı yapın [düşmanlarınızdan daha sabırlı olun] ve ribâtta [savaşa hazır durumda, nöbette] bulunun. Allah'tan korkun ki kurtuluşa eresiniz [Âl-i İmrân, 3/200]).”
Dünya hayatında mü’minlerin karşı karşıya kaldığı zorluklarla birlikte âhirette de bir kolaylık vardır. Bazen dünyadaki kolaylık ile âhiretteki kolaylık bir arada bulunabilir.
Dünya hayatına dâir bütün bu lü­tuf ve ihsanlar, her ne kadar Peygamber “aleyhisselâm”a mahsus ise de, bunun kapsa­mına yüce Allah dilediği takdirde ümmetinden diledikleri de girer [Kurtubî].
Âyetteki iki kolaylık ile, dünya kolaylığı [beldelerin kolayca fethedilişi] ve âhiret kolaylığı [cennet mükâfâtının elde edilişi] kastedilmiştir. Delili ise, Cenâb-ı Hakk'ın, “[Ey Resûlüm, münâfıklara] söyle ki: Siz bizde iki güzelliğin [zafer ve şehitliğin] birinden başkasını mı gözetiyorsunuz? [Tevbe 9/52] âyetidir ki, bu iki güzel şeyzafer kazanmanın güzelliği ile, ölüm hâlinde cennet mükâfâtının elde edilmesidir. Bk. Râzî.)
94/7. O hâlde (tebliğden veya savaştan yahut namazdan veyahut dünya işlerinden) boş kaldın mı, yine kalk (hemen dua ile veya farz namazla yahut gece namazı ile veyahut başka dünya işiyle) yorul.
94/8. (Her işinde) ancak Rabbine rağbet et (O'na yönel ve O’na yalvar).

TİN SURESİ



Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.
95/1 İncir ve zeytine (veya arz-ı mukaddeste bunları yetiştiren iki dağa yahut Şâm ve Beyt-i Mukaddes mescidlerine veyahut Kûfe ve Şâm’a) yemin olsun,
95/2. (Mûsa “aleyhisselâm”ın Rabbine münâcatta bulunduğu) Sîna dağına,
95/3. Bir de bu emîn (Mekke) şehr(in)e ki:
 95/4. Biz (bütün) insan(lar)ı (şekil, özellik ve kâbiliyetler bakımından) en güzel bir biçimde yarattık.
95/5. Sonra onu (küfür yolunu seçenleri) aşağıların en aşağısı (olan ateşe atarak cehennem ehlinden) kıldık (veya onu erzel-i ömür olan ihtiyarlığın en kötü sonuna getirdik).
95/6. Ancak îman edip sâlih amel (beş vakit namaz başta olmak üzere Kitap, sünnet ve akla uygun iş)ler yapanlar başka. (Onlar ateşte değildir veya yaşlanınca amelleri gençlik zamanına nispetle noksan olsa da gençliklerindeki gibi sevap kazanırlar.) Onlar için kesintisiz (veya başa kakılmayan) bir mükâfat vardır.
95/7. O hâlde (ey küfreden insan! Yüce Allah’ın insanı en güzel bir biçimde yaratmaya ve sonra onu erzel-i ömre döndürmeye kâdir olduğunu gösteren bunca delillerden) sonra, sana (öldükten sonra dirilmeyi ve) hesap gününü yalan saydıran nedir?
95/8. (Yüce) Allah, hâkimlerin hâkimi (hüküm verenlerin en üstünü, en iyisi) değil midir?
(Kim Tîn sûresini sonuna kadar okursa, “Belâ ve ene zâlike mine’ş-şâhidîn = Evet kâdirdir. Ben de buna şâhidlik edenlerdenim.” desin. Bk. Tirmizî, V, 443; Ebû Dâvûd, I, 214.)

ALAK SURESİ




Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.
96/1. (Ey Resûlüm, besmele getirerek) (her şeyi) yaratan Rabbinin ismi ile (Kur'ân'ı) oku.
96/2. O, (yarattıklarının en şereflisi olan) insan (cinsin)i bir aleka (embriyo)dan yarattı. (O putlara ibâdet edenlere bunu söyle! Belki düşünürler de kendi elleriyle yaptıkları putların değil, ancak kendilerini ve her şeyi yaratan varlığın ibâdete, hamde ve senâya lâyık olduğunu anlarlar. )
96/3. Oku! Rabbin sonsuz kerem sâhibi (kulların câhilliklerine karşı “hilm”i ile muamele edip on­ları cezalandırmakta acele etmeyen veya bilgisizliklerini affedip bağışlayan yahut karşılıksız ikram eden)dir.
96/4. O (Rab) ki, kalemle (yazmayı) öğretti.
96/5. O, insan(d)(öğrenme kâbiliyeti yaratarak, ona deliller gösterip âyetler indirerek) bilmediğini öğretti.
(Müfessirler buradaki insan kelimesini şu âyet-i kerîmeler ile açıklamaktadırlar:
1. İnsan cinsi [bütün insanlar].
Allah sizi analarınızın karınlarından hiçbir şey bilmediğiniz bir hâlde çıkardı [Nahl 16/78].
2. Muhammed aleyhisselâm.
[Yüce Allah] sana bilmediklerini öğretti [Nisa 4/113].
3. Âdem aleyhisselâm.
[Hak teâlâ] Âdem [“aleyhsselâm”]’a [yaratmış ve yaratacak olan varlıkların] bütün isimleri[ni, insanların konuştukları dilleri] öğretti [Bakara 2/31]. Bk. Kurtubî.)
96/6. Hayır! (Rabbinin bunca iyiliğine, ihsânına rağmen o) insan (küfretmek, tebliğde bulunan peygamberi ve âyetleri inkâr etmek suretiyle) gerçekten azar (kibirlilikte direnir).
(Müfessirlerin çoğu yukarıdaki âyetten sûrenin sonuna kadar olan âyetlerin Ebû Cehil ile ilgili olduğunu söylerler [Râzî ve Nesefî]. Ancak bazı müfessirler de âyetten bütün insanların kastedildiğini kaydederler. Bk. Râzî.)
96/7. Kendisini (mal ve şöhretinden dolayı) müstağni (zengin, hiç bir şeye ihtiyaç duymadığını) gördüğü için (azar).
96/8. (Ey insan,) şüphesiz dönüş(ün) ancak Rabbinedir (Âhirette O'nun huzurunda bu azgınlığının hesabını vereceksin).
96/9. (Ey Resûlüm!) Gördün mü şu men edeni?
96/10. Bir kulu namaz kılarken. (Peygamberi namazdan engellemek isteyen Ebû Cehil adındaki o adamın eylem plânını bildin mi?)
(Ebû Cehil: “Eğer Muhammed’i namaz kılarken görürsem ayağımla boynunu çiğneyeceğim.” demişti. Gerçekten bir gün bu adam eylemini gerçekleştirmek istedi, fakat başaramadı. Sebebini sorduklarında şöyle dedi: “Nasıl yapabilirdim ki, benimle onun arasında hakikaten ateşden bir hendek ve kanatlar vardı. Bk. Beydâvî ve Kurtubî.)
96/11. Gördün mü (o adamın cür’etini)? Ya o (namazı engellenmek istenen kul/peygamber, Allah’ın gösterdiği) doğru yol (olan hak yol)da ise,
96/12. Yahut takvayı (iyiliği söyleyip putlara tapmamayı) emretti ise?
96/13. Gördün mü, ya o (adam/Ebû Cehil Kur'ân’ı) yalanladı ve (îmandan) yüz çevirdi ise,
96/14. O (adam,) Allah'ın (her şeyi) görmekte olduğunu hiç bilmez mi?
96/15- Hayır (Peygamberi namazdan alıkoymak istiyen o müşrik Ebû Cehil, eyleminden vazgeçsin)! Yemin olsun, eğer (aklını başına alıp) vazgeçmezse, muhakkak onu aln(ındaki saç)ından (perçeminden) yakalar (ateşe sürükler)iz.
96/16. O yalancı (ve) günahkâr aln(ındaki saç)ı(ndan perçeminden tutar, cehenneme atarız).
96/17. O zaman (gücü yetiyorsa) meclisini (kendisine yardım eden adamlarını, aşiretini) çağırsın.
96/18. Biz (de onu cezalandırmak için azap melekleri olan) zebanîleri çağıracağız.
96/19. Hayır! (Durum Ebû Cehil'in zannettiği gibi değildir. Onun yolu sapıklıktır.) Sakın on(un “namazını terk et” hususundaki çağrısın)a uyma, secdene (namazına) devam et (Allah için namaz kıl.) (İtâat) ve (ibâdetle Rabbinin rahmetine) yaklaş1.
(Kulun Rabbin[in rahmetin]e en yakın olduğu zaman secdededir. Öyle ise [secdede] duayı çok yapın. Bk. Müslim, Salât 215, [482]; Ebû Dâvûd, Salât 152, [875]).
1 Secde âyeti.