KUR'AN-I KERİM MEALİ | DUHAN SURESİ



44. DUHÂN SÛRESİ

Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.

44/1. Hâ Mîm.

44/2. (Helâl ve haramı) açıklayan Kitab'a (Kur’ân’a) yemin olsun.

44/3. Biz onu mübarek bir gecede (Kadir gecesinde veya Berat “Şa’ban ayının 15.” gecesinde Levh-ı mahfûz’dan dünya semâsına) indirdik. (Cebrâil aleyhisselâm da onu 23 sene gibi bir zamanda bölüm bölüm Muhammed aleyhisselâm’a indirdi.) Şüphesiz biz insanları (îmanı reddedip cehenneme düşmekten) uyarmaktayız.

44/4. Onda (o gecede) hikmetli her iş, ayrılır. (Kulların rızık, sıhhat, hastalık ve ecellerine varıncaya kadar, her iş, bu geceden itibâren gelecek senenin Kâdir gecesine kadar, tek tek kayda alınır. Bunların hepsi hikmeti, incelik ve hassasiyeti gerektiren şeylerdir.)

44/5. Tarafımızdan (verilen) bir emirle (her hikmetli iş, o gecede hükme bağlanır). Şüphesiz biz (şân-ı yüce Allah, insanlara hidayet ve dalâleti bildiren peygambarler) göndericiyiz.

44/6. (Resûlüm,) Rabbinden bir rahmet (ve nimet) olarak (kitaplar ve peygamberler gönderdik). Şüphesiz o (Allah), semî’dir (her şeyi işitendir), alîmdir (her şeyi bilendir).

44/7. (Ey Müşrikler,) eğer göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbiniz tarafından (yaratıldığına) kesin olarak inanıyorsanız (o zaman, peygamber olarak gönderdiğim Muhammed'in de O’nun resûlü olduğuna yakînen inanmalısınız “Celâleyn”. Bu âyette Müşriklerin “Allah’ın yer ve göklerin rabbi olduğuna kesin olarak inanmadıkları” yüzlerine vurulmuş oluyor “Râzî”).

44/8. O'ndan (Allah’tan) başka hiçbir ilâh yoktur. (O Allah,) yaşatır ve öldürür (Çünkü O’ndan başka yaratıcı yoktur). O, sizin de Rabbinizdir, önceki atalarınızın da Rabbidir.

44/9. Fakat (Resûlüm,) onlar (kâfirler), (tekrar diriliş konusunda derin) bir şüphe içinde oynuyor (seninle eğlenip duruyor)lar. (Yüce Allah’ın Rab olduğunu ve yaratıcılığını kesin olarak ikrar etmiş değildirler. Peygamber aleyhisselâm ile istihzaya/alay etmeye başladılar. Allahü Teâlâ da onlara “kıtlık” azabını gönderdi.)

44/10. (Resûlüm,) göğün (semânın) açık bir duman getireceği günü bekle (gözetle). (Bu âyetin tefsirinde Müfessirler, esas olarak farklı iki görüş beyan etmişlerdir. Bunların dışında bazı görüşler varsa da bunlar yaygınlık kazanmamıştır:

Birincisi, kâfirler istihza ve eziyetlerini artırınca, Resûlüllah, onlara beddua etmiş, sonuçta kıtlık başgöstermiş, hatta insanlar açlık sebebiyle kemik yemeye ve semayı dumanlı görmeye başlamışlardır. Bu durumda “duman”, âyette mecazî olarak kullanılmış olur. Celâleyn, Ebu’s-suûd Efendi, Mâturîdî gibi Müfessirler, bu grupta yer almışlardır.

İkincisi, “duman”, kıyamet alâmetlerindendir. Bu durumda “duman”, âyette hakikat anlamında kullanılmış olur.

Her iki tefsirle ilgili, sahih rivayetler vardır.

Bazı Müfessirler, her iki tefsiri, - Beydâvî, Medârik, Kurtubî, Râzî - birlikte zikretmişlerdir.)

44/11. (O duman,) bütün insanları sarar/kuşatır. Bu, elem verici (acı) bir azaptır.

44/12. (Her tarafı dumanla kuşatılmış) insanlar, "Rabbimiz! Bu (duman) azabı(nı) bizden kaldır, çünkü biz gerçekten Mü’minleriz (peygamberini tasdîk ediyoruz.)" derler.

(Ebu’s-suûd Efendi, ikinci bir görüş olarak şunu nakleder:

Kıyamet gününden önce gökten geleceği bildirilen bir duman daha vardır. Bu “duman”, kâfirlerin kulaklarından girecek ve her birinin başı, kızartılmış kelle gibi olacaktır. Mü’mine ise, nezle gibi tesir edecek ve bütün yeryüzü, evlerin içi dahi dumanla dolacaktır. Ancak âyette geçen “duman”, bu değildir.)

44/13. (Kâfirler, azâbı görünce, îman ettiklerini söylerler. Azabı görünce îman fayda vermez. Çünkü îman, “gaybî”dir.) Nerede onlarda öğüt almak? Hâlbuki kendilerine (hidayeti dalâleti ve helâli haramı) açıklayan bir peygamber gelmişti. (O zaman îman ettiler mi?)

44/14. Sonra (o kâfirler,) ondan (peygamberimden) yüz çevirdiler ve "(ona îman etmedikleri gibi, o, biri tarafından) öğretilmiş bir mecnun (deli)!" dediler.

44/15. Biz bu (kıtlık, açlık) azabı(nı) kısa bir süre kaldıracağız (nitekim kaldırıldı), (fakat) siz (kâfirler) yine eski hâlinize (küfür ve isyanınıza) döneceksiniz (nitekim döndüler).

44/16. (Resûlüm, kâfirleri) o gün (Bedir’de veya Kıyamet’te), en büyük yakalayışla yakalarız. Şüphesiz biz intikam alıcıyız (Resûlüme eziyet veren kâfirleri cezalandırıcıyız).

44/17. Yemin olsun, onlardan (Mekkeli Müşriklerden) önce Fir’avun kavmini (mühlet ve bol rızık gibi imkânlar vererek) imtihan etmiştik. Onlara kerîm (kıymetli) bir peygamber (Mûsa aleyhisselâm) gelmişti.

44/18. (Peygamberim Mûsa), şöyle demişti: (Ey Allah’ın kulları, da’vetimi kabul edin, bana itâat edin, benim tebliğ ettiğim dine girin ve hepiniz Allah’a îman edin! Ey mütegallibe kişiler!) "Allah'ın kullarını (esaret altındaki İsrâiloğullarını) bana teslim edin. Çünkü ben emîn (güvenilir) bir peygamberim."

44/19. (Peygamberim Mûsa dedi:) "Allah'a karşı yücelik (Allah’ın emirlerini reddederek büyüklük) taslamayın. Çünkü ben size apaçık bir burhan (yed ve asâ gibi mu’cizeler) getiriyorum."

44/20. (Peygamberim Mûsa dedi:) "Şüphesiz ki, ben, beni taşlamanızdan, (bana işkence yapmanızdan, hatta beni öldürmenizden), benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan (Allah’)a sığındım (O’na iltica ve tevekkül ettim)."

44/21. (Peygamberim Mûsa dedi:) "Bana (Peygamber olarak) inanmadı iseniz, derhal benden uzaklaşın (hiç olmazsa yolumdan çekilin ve beni bırakın)."

44/22. Sonra o (Peygamberim Mûsa), Rabbine: "Bunlar, mücrim (âsi ve günahkâr) bir toplumdur." diye dua etti (dolaylı olarak onlara beddua etti “Yûnus, 86-88”).

44/23. (Yüce) Allah da şöyle buyurdu: "(Ey Mûsa!) O hâlde kullarımı (İsrâil oğullarını) geceleyin yürüt (yola çıkar), çünkü (sizler, Fir’avun ve ordusu tarafından) takip edileceksiniz."

44/24. "(Ey Mûsa! Denize varınca, asânı vur ki, deniz açılsın “Şuarâ’ 63; Tâhâ, 77”) "Denizi açık hâlde bırak." Çünkü onlar (seni takip edecek Fir’avun ve ona tâbi olanlar) boğulacak bir ordudur.

44/25. Onlar (Fir’avun ve ona tâbi olan “kıptiler”) geride nice bahçeler ve nice pınarlar bıraktılar.

44/26. Nice ekinler, nice güzel makamlar (konaklar)!

44/27. Zevk ve sefasını sürdükleri (bolluk içinde yaşadıkları) nice nimetler!

44/28. İşte böyle! Biz de onları(n mallarını) başka bir topluma (İsrâil oğullarına) miras bıraktık.

44/29. Onlara (Fir’avun ve tâbilerinin helâk edilişlerine) gök ve yer ağlamadı. (Bu mecazî bir ifadedir. Fakat Mü’minlerin hâli böyle değidir. Bir Mü'min öldüğü zaman, namaz kıldığı yer, ibâdet mahalli ve rızkının indiği yer ona ağlar “Beydâvî ve Celâleyn”.) Onlara mühlet de verilmedi (tevbe etmeleri için bir süre de tanınmadı, hepsi helâk edildiler).

44/30. Yemin olsun, biz İsrâîl oğullarını aşağılayıcı azaptan (erkek çocuklarının öldürülüp kadınlarının köle olarak kullanılmasından) kurtardık.

44/31. (İsrâîl oğullarını,) Fir’avun'dan (kurtardık). Çünkü o, müsriflerden (müşriklerden) bir âliy (âsî, kibirli, büyüklük taslayan bir zorba) idi.

44/32. Yemin olsun, biz (İsrâîl oğullarının hâllerini) bilerek (lâyık oldukları için veya içlerinden bazılarının dalâlete düşeceklerini ve haktan ayrılacaklarını bilmekle beraber dönemlerinde “Beydâvî”) onları âlemlere üstün kıldık. (Çünkü onlardan çok peygamberler çıktı.)

44/33. Onlara (İsrâîl oğullarına) içinde açık bir imtihan bulunan (denizin yarılması ““Şuarâ’ 63”, gökten bıldırcın ve kudret helvası indirilmesi “Bakara, 57” gibi) mu’cizeler verdik.

44/34. Şüphesiz şunlar (Kureyş kâfirleri) de (Fir’avun ve kavmi gibi öldükten sonra dirilmeye inanmıyor ve aynen) şöyle diyorlar:

44/35. (Müşrikler:) "İlk ölümümüzden başka bir ölüm yoktur. Biz (öldükten sonra tekrar) diriltilecek değiliz." (diyorlar.)

44/36. (Mekkeli kâfirler, Resûlüllah’a ve Mü’minlere karşı:) "Eğer doğru söylüyorsanız, atalarımızı (dirilterek) getirin (de görelim, dediler)."

44/37. Bunlar (Kureyş kâfirleri) mi daha hayırlı (kuvvet ve imkânlar bakımından daha üstün), yoksa Tübba' kavmi ile onlardan öncekiler (Âd ve Semûd gibi kavimler) mi? (Allah’a isyan ettikleri ve küfrettikleri için) onları helâk ettik. Çünkü onlar, mücrim (suçlu, Müşrik) kimselerdi. ("Tübba", Yemen hükümdarlarına verilen addır. Tübba’, mü’min idi, fakat kavmi kâfirdi “Beydâvî”.)

44/38. Biz (şân-ı yüce Allah), gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, (boş yere “Mü’minûn, 115 ve bâtıl olarak “Sâd, 27”) oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık. (Eğer öldükten sonra dirilme, hesap, azap ve sevap olmasaydı, o takdirde bu yaratılanlar, oyun ve eğlenceden ibâret olurdu “Medârik”.)

44/39. Biz onları (gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri) ancak hak ile (hakkı ikâme etmek için) yarattık. (İnsanlar bu yaratılanlara bakarak - îman ve tâat için - kudretimize, “bir”liğimize ve diğer kemalâtımıza delil bulsunlar diye yarattık “Celâleyn ve Beydâvî”.) Ama onların (insanların) çoğu (bunu anlamaz ve) bilmezler.

44/40. Şüphesiz (hak ile bâtılın; haklı ile haksızın, akraba ve dostların haklarında verilecek hükümlerle birbirinden ayrılacağı) fasl “Şûra, 7” (Kıyamet) günü (bütün yaratılanların) hepsinin bir arada toplanacağı (haşr olacağı) zamandır.

44/41. (Kıyamet) gün(ü) (şefâat bakımından) dostun dosta hiçbir faydası olmaz. Onlara (Kâfirlere) yardım da edilmez.

44/42. Ancak Allah'ın mrhamet ettiği (Mü’minler) müstesna. (Kıyamet günü Mü’minler birbirlerine şefâat ederler “Semerkandî”.) Şüphesiz O (Allah) ki, azîzdir (kâfirlere ceza verendir), rahîmdir (Mü’minlere çok merhamet edendir).

44/43. Şüphesiz zakkûm ağacı (Saffât, 62-68).

44/44. (Şüphesiz, zakkûm ağacının meyveleri,) günahkârların (kâfirlerin) yemeğidir.

44/45. (Zakkûm ağacının meyveleri,) maden eriyiği (zeytin yağı) gibi karınlarda kaynar (Saffât, 62-68).

44/46. (zakkûm ağacının meyveleri), sıcak suyun kaynaması gibi (fokur fokur karınlarda kaynar).

44/47. (Yüce Allah, görevli meleklere/zebânîlere şöyle der:) "Tutun onu (o kâfir adamı), cehennemin ortasına sürükleyin."

44/48. (Cehennem’in ortasına atıldıktan) "sonra (o kâfirin) başının üstüne ”kaynar su azabı”ndan dökün (Hac, 9)." Bu kişi, Ebû Cehil’dir “Semerkandî).

44/49. (O kâfir kişi cehennem’e atıldıktan sonra deyin ki:) "Tat (azabı) bakalım! Hani sen (dünyada çok) güçlüydün, şerefliydin!?" ("Ebû Cehil şöyle demişti: Bu Mekke'nin iki dağı arasında benden daha güçlü ve şerefli bir kimse yoktur. Onun için yemin olsun, ne sen, ne de Rabbin, bana bir şey yapamazsınız "Ebu’s-suûd Efendi ve Semerkandî”.)

44/50. "İşte bu (azap), (dünyada) şüphelenip durduğunuz (bir türlü inanamadığınız) şeydir!" (Şu anda gerçek oldu.)

44/51. Şüphesiz Müttakîler (Allah'a karşı gelmekten korkan ve ibâdetleri zamanında yapan Mü’minler, azaptan uzak) emin (ve güvenli) bir yerdedirler.

44/52. (Cennet’te) bahçelerde ve pınar başlarındadırlar.

44/53. (Cennet’te) ince ve kalın ipekten (parlak atlastan) elbiseler giyinerek karşılıklı oturur (ve sohbette bulunur)lar(Biz onların kalplerindeki kinleri çıkarıp atmışızdır. Hepsi de kardeş olarak tahtlar üzerinde karşılıklı otururlar “Hıcr, 47”.)

44/54. (Cennettekiler) işte böyle (nimetlere kavuştukları gibi) ayrıca onları iri siyah gözlü hurilerle evlendirmişizdir.

44/55. Orada (Cennet’te) emniyet içinde her çeşit meyveyi isterler.

44/56. Orada (Ahiret’te) ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. (Ölüm, Ahiret hâllerinin ilkidir.) Allah, onları (Mü’minleri) cehennem azabından korumuştur.

44/57. Bunlar (Cennet’teki nimetler), (Mü’minlere) Rabbinden bir lütuf (ve ihsan) olarak (verilmiştir). İşte bu (cehennem azabından kurtulup cennete girmek), büyük (bir) başarıdır.

44/58. (Resûlüm,) biz (şân-ı yüce Allah,) onu (Kur'ân'ı) (iyi düşünüp) ibret alsınlar diye, ancak senin dilinle (indirerek) kolaylaşdırdık.

44/59. (Resûlüm,) artık sen (o îman etmeyenlerin başına gelecek azabı ve Allah’ın sana va’dettiği zaferi) gözetle (bekle), şüphesiz onlar da (senin başına gelecek ölümü) gözetlemektedirler.