KUR'AN-I KERİM MEALİ | FATIR SURESİ



35. FÂTIR SÛRESİ

Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.

35/1. Hamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı (yüce Zâtı ile peygamberleri ve sâlih kulları arasında) elçiler yapan Allah'a mahsustur. (Ayrıca Melekler arasında Cebrâîl, Mikâîl, Azrâîl, İsrâfîl ve Kirâmen Kâtibîn “aleyhimü’s-selâm” isimlerinde resûller vardır “Semerkandî”. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem, Cibrîl-i Emîn’i Mi’râc gecesi, 600 kanatlı olarak görmüştür “Buhârî, Bed’ül-halk,7 ve Beydâvî”. Melâike-i kirâm’ın derecelerine göre kanatları bulunmaktadır. Ancak bu kanatlar - kuş kanadı gibi değil – kendi mahiyetlerine uygun yaratılmıştır. Kuş kanadı ile uçak kanadı aynı olmadığı gibi. Melekleri, kanatlı kadın şeklinde düşünmek yanlış ve bâtıldır. Onlar, nûranî varlıklardır. Nasıl teneffüs ettiğimiz oksijen gazını çıplak gözle göremiyorsak, sağımızda ve solumuzda olan ve yaptıklarımızı kaydeden Kirâmen Kâtibîn meleklerini de göremiyoruz.) O (Allah), yaratmada (Melekler ve diğer varlıklarda) dilediği kadar (kanat, güzel yüz, ses, saç gibi vasıflarda) ziyadelik yapar. Şüphesiz Allah, her şeye hakkıyla kâdir (sonsuz güç sahibi)dir.

35/2. (Yüce) Allah, insanlar için (nimet, emniyet, sağlık, ilim ve peygamberlik gibi,) rahmetinden neyi açar (ihsanda bulunur)sa, artık onu tutacak (ona engel olacak hiçbir kuvvet) yoktur. Neyi de tutar (nimetlerinden neyi kısar)sa, bundan sonra onu salıverecek (hiçbir kuvvet) yoktur. O (Allah), azizdir (mutlak gâlip ve güç sahibidir), hakîmdir (hüküm ve hikmet sahibidir).

35/3. Ey insanlar! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın (ve dilinizle de söyleyin). Allah'tan başka size göklerden (yağmurla) ve yerden (çeşitli bitkilerle) rızık veren bir yaratıcı var mı? O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde nasıl oluyor da (Allah’tan başka yaratıcılar kabul ederek peygamberimi ve ona gönderdiğim İslam’ı reddediyor, böylece) haktan döndürülüyorsunuz?

35/4. (Resûlüm,) eğer (tevhidi, tekrar dirilişi, hesabı ve azâbı bildirdiğin için) seni yalanlıyor (ve sana eziyet ediyor)larsa, (sabret ve üzülme ki,) senden önce de nice peygamberler yalancı sayılmışlardı. (Sonunda) bütün işler, ancak Allah'a döndürülür. (Ahiret’te mizan kurulacak, ameller tartılacak ve herkes, yaptığının karşılığını görecektir. Îman eden ve salih amel işleyen Mü’minler cennet’e; küfür ve isyanda bulunan kâfirler de cehennem’e gideceklerdir.)

35/5. Ey insanlar! Şüphesiz Allah'ın (öldükten sonra dirilme, hesap ve ceza) va’di haktır (gerçektir). Sakın (geçici) dünya hayatı (Ahiret’i unutturarak ibâdetleri terketme konusunda) sizi aldatmasın. Sakın çok aldatıcı (şeytan) da (yüce Allah’ın rahmet ve afvı telkiniyle tâat ve ibâdetlerden uzaklaştırmak ve haramlara sevketmek suretiyle) sizi aldatmasın.

35/6. Şüphesiz (isyanı sebebiyle Allah’ın rahmetinden kovulan) şeytan (İblis), (küfrü ve Allah’a itâatsizliği telkin ettiğinden) sizin için bir düşmandır. Onun için (siz de Allah’a itâat etmek suretiyle) onu düşman edinin (bilin). Şüphesiz o, taraftarlarını (Allah’ın dininden ve itaatinden uzaklaştırarak) alevli ateş eshâbından (halkından) olmaya çağırır.

35/7. O küfredenler var ya, onlar için (Ahiret’te) şiddetli bir azap vardır. Îman edip (namaz, oruç, zekât, cihad, hayır ve hasenatta bulunma gibi) salih ameller işleyenlere gelince, onlar için, bir mağfiret (dünyada günahlarından bağışlanma) ve (Ahiret’te) büyük bir mükâfat (cennet’te çeşitli nimetler) vardır.

35/8. (Küfür ve isyan olan) kötü ameli (Şeytan tarafından) kendisine süslü (doğru) gösterilip onu güzel gören kimse, (Allah’a îman eden kimse gibi olabilir mi?) Şüphesiz Allah, dilediğini (iradesini küfür ve isyan yolunda kullananı) saptırır, dilediğini (îman ve tâatte kullananı da) hidayete erdirir. (Resûlüm,) onlar (îmana gelmeyenler) için duyduğun üzüntüler yüzünden kendini helâk etme! Şüphesiz ki Allah, (İslam’a da’vetine karşı) onların (küfür, hakaret ve peygamberliğini inkâr konusunda) yaptıklarını çok iyi bilendir. (Ahiret’te onların cezaları verilecektir.)

35/9. Allah O’dur ki, rüzgârları gönderir; onlar da bulutları kaldırır (harekete geçirir). Biz de (yağmur yüklü o) bulutları ölü (kurak) bir toprağa sürer ve onunla ölümünden (kuruluğundan) sonra (o yağmur sebebiyle) yeryüzünü (ondaki bütün bitkileri) diriltiriz (canlandırırız). İşte (insanlar için ölümden sonra Kıyamet’teki) diriliş de böyledir.

35/10. Kim izzet (ve şeref) istiyorsa, bilsin ki, izzet tamamıyla (dünyada ve Ahiret’te) Allah'a aittir. (İslam’da “izzet”, tevhid/Allah’ı bir bilmek ve Şeri’at’e göre itâatta bulunmaktır. Onun için izzet isteyen, ibâdet ve tâatte bulunur. Putlara ve kendilerini ilâh gibi gösterenlere tâbi olmak, izzet ve şeref değildir. Onlara uymakla insan, şerefli ve değerli olmaz.) (Kelime-i Tevhid ve Şehâdet başta olmak üzere Esmâ-i Hüsnâ, sübhanellah, el-hamdülillâh gibi) güzel söz(ler), ancak O'na yükselir. (Namaz, oruç, zekât ve cihad gibi) salih ameli de (güzel sözler ve doğru akîde/îman) yükseltir. (“Salih amel”in kabulü, ancak ihlâsla yapılmaya bağlıdır “Semerkandî”.) (Kâfirlerin Hazret-i Peygamber’e karşı tutuklama, öldürme ve sürgün gibi planladıkları) kötülükleri, (ona) tuzak (olarak) kuranlar var ya, onlar için şiddetli bir azap vardır. İşte onların (kâfirlerin her devirdeki) tuzağı boşa çıkar. (Çünkü İslâm dini, Kıyamet’e kadar bâki kalacaktır “Tevbe,32-33”. Hadis-i şerifte buyrulmuştur: Bu din/İslâm, daima ayakta duracak, Kıyâmet kopuncaya kadar Mü'minlerden bir grup, onun yolunda cihad edeceklerdir “Buhârî, İ’tisâm, 11”.)

35/11. Allah, sizi (önce atanız Âdem aleyhisselâm’ı) topraktan, sonra da (sizleri) nutfe (az bir su olan meni/sperm)den yarattı. Sonra sizi (erkekli dişili) çiftler yaptı.  O'nun bilgisi olmadan hiç bir dişi ne gebe kalır, ne de doğurur. (Her şey, O’nun bilgisi altındadır, O’na malumdur.) Bir canlıya ömür verilmesi de onun ömründen azaltılması da mutlaka bir Kitap’ta (Levh-i Mahfûz'da ve amel defterinde yazılı)dır. Şüphesiz bu, Allah'a göre (güç değil) çok kolaydır. (Bu “çok kolaydır” ifadesi, mecazîdir. “Yed”, “vech” kelimeleri gibidir. Hitap, insanın kavrayışına ve özelliklerine uygun, fakat aynısı değildir. Onun için “yed”’in “el” olduğu bilinir, fakat Allah için aynısı kullanılmaz. Allahü teâlâ için zorluk/kolaylık söz konusu değildir. Bunlar, insanın sıfatlarıdır. O, mutlak kudret sahibidir. Bir şeyi dilediğinde ona “ol” dedi mi, o, hemen olur “Yâsîn,82”.)

35/12. (Biri tatlı, diğeri tuzlu olan) iki deniz, aynı olmaz. Bu tatlıdır, susuzluğu giderir, içilmesi kolaydır. Şu ise, tuzludur, acıdır. (Bununla beraber) her birinden taze et (balık) yersiniz ve takınacağınız (inci, yakut ve mercan gibi) süs eşyası çıkarırsınız. (Ticaret yapmak maksadıyla) Allah'ın lütfundan istemeniz ve şükretmeniz için gemilerin orada (her ikisinde) suyu yara yara gittiğini görürsün.

(Bu âyette “tatlı ve tuzlu su” benzetmesiyle Mü’min ve kâfir anlatılmıştır. Farklı denizlerde ortak özellik, “su”dur. Mü’min ve kâfirde ise ortak özellik, “yiğitlik ve cömertlik” alınabilir. Fakat Mü’min, yaratılış gayesine uygun olarak “îman”la fıtratını/asliyetini korumuş, kâfir ise “küfür ve isyan”la asliyetini bozmuştur. Onun için, Velîd b. Mugīre/baba, îmanı reddederek kâfir olmuş; Halid b. Velid/oğul ise, îman ederek “fıtrat” üzere kalmıştır. Bu durumda elbette, ikisi aynı değildir “Beydâvî ve Semerkandî”.)

35/13. (Yüce) Allah, (mevsimlerde görüldüğü üzere) geceyi gündüze katar (Böylece gündüzler uzar, geceler kısalır), gündüzü de geceye katar (Böylece geceler uzar, gündüzler kısalır). Güneşi ve Ay'ı da (koyduğu kanunlarla) emri altına aldı (boyun eğdirdi). Her biri belirli bir vakte (Kıyamet’e) kadar (kendi mecralarında) akıp gitmektedir. İşte (bütün bunları yapan yüce) Allah, sizin Rabbinizdir. Mülk (kâinat/evren ve o mülkün idaresi) yalnızca O'nundur. Allah'ı bırakıp da (ilâh edinerek) taptıklarınız (putlar, heykeller) bir çekirdek zarına bile sahip değildirler.

35/14. Eğer onlara (ilâh edindiğiniz putlara, heykellere) dua etseniz (seslenseniz), işitmezler. İşitseler (sizi duydukları kabul edilse) bile çağrınıza cevap veremezler. (Çünkü cansızdırlar.) Kıyamet günü de (o put ve heykeller,) sizin şirkinizi (ortak koşmanızı, kendilerine ibâdet etmenizi) inkâr ederler. (Resûlüm) bunları sana - herşeyden haberdar olan (Allah) gibi – hiç kimse haber veremez.

35/15. Ey insanlar! Sizler (yeme, içme, evlenme, nefes alma gibi her bakımdan) Allah'a muhtaçsınız. (Çünkü insan zayıf yaratıldı “Nisâ,28”. Allah, herşeyin yaratıcısıdır.) (Yüce) Allah, O ki, ganîdir (sınırsız zengindir, yaratıklarından hiçbirine muhtaç değildir), hamîddir (insandan başka diğer varlıklara da nimet ve yaşama imkânı verdiğinden dolayı övülmeye hakkıyla lâyıktır).

35/16. Eğer Allah dilerse, sizi yok eder ve (yerinize itâatkâr) yeni bir halk getirir.

35/17. Bu (yok etme ve yaratma), Allah'a göre zor (ve imkânsız) değildir.

35/18. (Kıyamet’te) hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez. Günah yükü ağır gelen bir kimse, onu taşımak için (bir başkasını) çağırırsa (günahının bir kısmını başkasına yüklemek istese), bu çağırdığı (anası, babası, oğlu ve hanımı “Kurtubî ve Semerkandî” gibi) akrabası da olsa, kendi günah yükünden hiçbir şey (başkasına) yüklenilmez. (O gün kimse kimsenin günahını yüklenmek, kabul etmek istemez). (Resûlüm) sen ancak, (azabımı) görmedikleri hâlde Rablerinden (insanların görmediği yerlerde dahi) korkanları ve namaz(larını dosdoğru) kılanları inzar edersin (uyarırsın). Kim (şirk ve diğer günahlardan) temizlenirse, ancak kendisi için temizlenmiş olur. (Çünkü faidesi kendisinedir.) Dönüş, ancak Allah'adır. (Ma’nen ve maddeten temizlenenlere mükâfatları Ahiret’te verilecektir.)

35/19. (İslâmî hakikati) görmeyen (kâfir) ile (İslâmî hakikati) gören (Mü’min) bir olmaz (Celâleyn, Beydâvî, Kurtubî, Râzî, Semerkandî ve diğerleri). (Aynı şekilde câhil ile âlim de bir olmaz “Nesefî ve Kurtubî”.

Ayetteki, “görmeyen” ve “gören” ifadeleri, mecâzî ifadelerdir.)

35/20. Zulümât (küfür, bâtıl) ile nûr (îman, hak) bir olmaz. (Celâleyn ve Beydâvî.)

(Ayetteki, “zulümât” ve “nûr” ifadeleri, mecâzî ifadelerdir.)

35/21. Gölge (sevap, cennet) ile sıcak (azap, cehennem) bir olmaz. (Nesefî ve Beydâvî.)

(Ayetteki, “gölge” ve “sıcak” ifadeleri, mecâzî ifadelerdir.)

35/22. Diriler (Resûlüllah’ı tasdik ve ona îmanla kalplerini diriltmiş olan Mü’minler) ile ölüler (Resûlüllah’ı inkâr ve ona isyan ile kalplerini öldürmüş olan kâfirler) de bir olmaz. Allah, dilediğine (iradesini îman ve iitâat yolunda kullanana) işittirir (onu hidayete kavuşturur). Sen, kabirde bulunanlara (gözlerini, kulaklarını ve kalplerini îman ve itâate kapatanlara ne kadar söylesen, defalarca hakikati teblliğ etsen) işittirecek değilsin. (Onlar, yeryüzünde gezen, yiyen ve içen canlı görünen ölülerdir. Çünkü onlar, sağırdırlar “İslâm’ın getirdiği hakkı işitmezler”, dilsizdirler “hakkı ve hayrı söylemezler”, kördürler “hidâyet yolunu görmezler”. Bk. Bakara,18.

Ayetteki, “diriler”, “ölüler” ve “kabirde bulunanlar” ifadeleri, mecâzî ifadelerdir.)

35/23. (Resûlüm) sen, ancak bir nezirsin (îman etmeyenlerin Ahiret’te azap göreceklerini bildiren bir peygambersin).

35/24. (Resûlüm) şüphesiz biz seni, (Mü’minleri cennetle) müjdeleyici ve (kâfirleri cehennemle) korkutucu olarak hak ile (hidayeti gösteren Kur’ân-ı hakîm’le) gönderdik. Her ümmet içn mutlaka (resûl veya nebî) bir nezîr (peygamber) gelmiştir.

35/25. (Resûlüm,) eğer (kâfirler) seni yalanlıyor (senin peygambarliğini inkâr ediyor)larsa, bil ki, onlardan önceki (ümmet)ler de peygamberlerini yalanlamışlardı. Hâlbuki peygamberleri onlara apaçık deliller (mu’cizeler)le, sahifelerle ve aydınlatıcı kitabla (Tevrat ve İncil ile) gelmişlerdi. (Onlar, kâfirlerin eziyetlerine sabretmişlerdi. Sen de sabret!)

35/26. (Resûlüm,) sonra ben (peygamberlerini yalanlayan) o kâfirleri yakaladım (cezalandırdım). İşte (onların inkârlarına karşı benim) inkârım (cezalandırmam) nasıl oldu, (görsünler bakalım!)

35/27. (Resûlüm,) görmüyor (bilmiyor) musun ki, Allah, gökten su (yağmur) indirdi. Biz onunla (yeşil, kırmızı, sarı ) çeşit çeşit ürünler çıkardık. Dağlardan (geçen) beyaz, kırmızı muhtelif renklerde ve simsiyah yollar (yarattık).

35/28. Aynı şekilde (ürünlerin ve dağların çeşitliliği gibi) insanlardan, sürüngenlerden ve (davar türü) hayvanlardan çeşitli renklerde olanlar vardır. (Yüce) Allah'tan ancak kulları içinden âlim olanlar (derin saygı duyarak) korkarlar. (Korkmanın şartı, korkulanı tanımak, sıfat ve fiilleriyle bilmektir. Kim bunları daha çok bilirse, ondan daha çok korkar. Onun için, Peygamber aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm: “Allah'tan en çok haşyet duyanınız ve korkanınız benim.” buyurmuştur “Beydâvî”.) Şüphesiz Allah azizdir (mülkünde gâlip ve mutlak güç sahibidir), gafûrdur (tevbe edenleri ve Mü’min kullarının günahlarını bağışlayandır).

35/29. Şüphesiz, Allah'ın kitabını (Kur’ân’ı) okuyanlar, (beş vakit) namazı (dosdoğru ve vaktinde) kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden, gizli (sadaka) ve âşikâr (zekât) olarak infak edenler (harcayanlar), asla zarar görmeyecek bir kazanç (ile sonunda cennet’e kavuşmayı) umarlar.

35/30. Çünkü (Allah), onlara (amellerinin) ecirlerini (sevabını) tam olarak öder ve lütfundan onlara (o Mü’minlere) fazlasını da verir. Şüphesiz O, gafûrdur (günahları bağışlayandır), şekûrdur (şükrün karşılığını verendir).

35/31. (Resûlüm,) sana (Cibrîl-i Emîn vasıtasıyla) vahyettiğimiz kitap (Kur'ân), o, haktır (Allah tarafından indirilmiş olduğunda şüphe yoktur), kendinden önceki (semâvî kitapları ve sahîfe)leri tasdik edendir. Şüphesiz Allah, kullarından hakkıyla haberdardır, basîrdir (onların zâhir ve bâtınını görendir).

35/32. Sonra biz, o Kitab’ı (Kur’ân’ı) kullarımızdan seçtiğimiz kimselere (Muhammed aleyhisselâm’ın ümmetinden sahâbe-i kiram, tabiîn, tebe-ı tabiîn ve onlardan sonra Kıyamet’e kadar gelecek olan âlim kişilere) miras bıraktık. Onlardan (insanlardan) kendine zulmeden (ameleri kusurlu olan) vardır. Onlardan muktesid (iyi ile kötü ameli birbirine karıştırarak ortada olan) vardır. Yine onlardan (insanlardan) Allah'ın izniyle hayırlı işlerde sâbık olan (öne geçmek için yarışan) vardır. İşte bu (seçilmiş kimselerden olma), büyük lütuftur.

(Bu âyet-i kerime’nin tefsiri ile ilgili bazı hadisler ile âlimlerin açıklamaları şöyledir:

Hadis-i Şerifler:

1) Sâbık/Hayırda yarışan, hesapsız olarak cennete girer, muktesıd/orta yolda giden kolay bir muhasebeden geçer, sonra cennete girer, zâlim li-nefsihi/nefsine zulmeden ise hapsedilir, öyle ki, onun kurtuluşa eremeyeceği zannedilir. Sonra ona rahmet ulaşır da bu sebeple cennete girer. “Fethu’l-Bârî, 6558; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5 /198”.

2) Hayırda yarışanlarınıız öne geçmiştir. Orta yolda gidenleriniz kurtulmuştur. Nefsine zulmedenleriniz bağışlanmıştır.'“Ed-dürrü'l-Mensûr ve Kurtubî”.

Ebû Yûsuf rahmetüllahi aleyh’e bu âyet hakkında soruldu, o da şöyle dedi:

Onların hepsi mü'mindir. Kafirlerin sıfatı bundan çok uzaktır. Bu üç tabaka da Allah'ın kulları arasından seçip yükselttiği kimselerdir. Cumhûr'un görüşü de budur “Medârik”.

Zâlim, işi Allah’ın emrine kalan kişidir; muktesıd, sâlih amelle birlikte kötü ameli de işleyen kişidir; sâbık:

1) İslam dinine girme hususunda öne geçen ilk Muhacirler ve Ensar’dır “Tevbe, 100”,

2) Tebuk seferinden geri kalmalarından dolayı günahlarını itiraf edenler ”Tevbe, 102”,

3) Tebuk seferin katılmayıp işi Allah'a kalmış olanlar “Tevbe, 106”. Bk. “Medârik”,

Zâlim, kâfir; muktesıd, münafık; sâbık, Mü’min’dir “Semerkandî”,

35/33. Onlar (seçilmiş üç gruptaki Mü’minler), Adn cennetlerine girerler. Orada altın bilezikler ve incilerle süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir.

35/34. Şöyle derler: "Hamd, bizden (son nefeste îmansız gitme) hüznü(nü) gideren Allah'a mahsustur. Şüphesiz Rabbimiz gafûrdür (günahları bağışlayandır), şekûrdür (şükrün karşılığını verendir)." a

35/35. “O (Allah), lütfuyla bizi (ebedî) kalınacak yurda (cennet’e) yerleştirendir. Orada (dünyada olduğu gibi) bize bir yorgunluk dokunmaz ve orada bize (yorgunluğun sebep olduğu) usanç da gelmez.” (Çünkü cennet’te dünya mükellefiyetleri/sorumlulukları yoktur.)

35/36. O kâfirlere gelince, onlar için cehennem ateşi vardır. Onlar hakkında (ölümle ilgili) hüküm verilmez ki, ölsünler. Onlardan cehennem azabı da hafifletilmez. İşte biz, küfürde ileri giden her kâfiri, böyle cezalandırırız.

35/37. Onlar orada (cehennemde:) "Rabbimiz! Bizi buradan çıkar ki, (dünyada iken) işlemekte olduğumuzdan başka “ne), salih ameller işleyelim!" diye feryad ederler. (Onlara şöyle denilir:) "Size düşünecek bir kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size nezîr (îman etmeyenlerin azap göreceklerini bildiren peygamber) de gelmişti. Öyle ise şimdi tadın (azabı)! Çünkü (o gün) zâlimler için (azabı engelleyecek) hiçbir yardımcı yoktur." (Ayet’teki “nezîr” kelimesine, kitap, akıl, ak saç, yakınlarının ölümü gibi manalar da verilmiştir “Beydâvî”.)

35/38. Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını (bütün gizlilikleri) bilendir. Şüphesiz O, (insanların iyilik ve kötülük yönündeki davranışlarını bildiği gibi) göğüslerde olanı (kalplerdeki hayır ve şerri de) bilendir.

35/39. (Allah), sizi yeryüzünde (bazılarınız bazılarınızın yerine geçen) halifeler kılandır. Artık kim (Allah’a, peygambere ve İslam’a) küfrederse, küfrü kendi aleyhinedir. Kâfirlerin küfrü, Rableri katında ancak uğrayacakları gazabı artırır. Kâfirlerin küfrü, (kendilerine) ziyandan başka bir şey  arttırmaz.

35/40. (Resûlüm, o kâfirlere) de ki: "Allah'ı bırakıp da taptığınız (putlar olan) ortaklarınızı gördünüz mü? Bana gösterin (haber verin bakalım), onlar, yerden ne yaratmışlardır?" Yoksa onların göklerde (Allah ile) bir ortaklıkları mı var? Yoksa kendilerine bir kitap verdik de, o kitaptan, açık bir delile mi sahip bulunuyorlar? Hayır, (bunların hiç biri doğru değil) zâlimler (kâfirler) birbirlerini (önderleri, kendilerine tâbi olanları) aldatmadan başka hiçbir şey va’d etmezler.

35/41. Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri, yok olup gitmesinler diye (yarattığı bir sistemde) tutuyor. Yemin olsun, eğer onlar (yörüngelerinden çıkıp) yok olur giderlerse, O'ndan başka hiç kimse onları tutamaz (yörüngelerine getiremez). Şüphesiz O, halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir), gafûrdur (günahları çok bağışlayandır).

35/42. (Mekkeli) Müşrikler, eğer kendilerine bir nezîr (peygamber) gelirse, herhangi bir ümmetten (Yahûdî, Hristiyan ve diğerlerinden) mutlaka daha hidayette (istikamet ve hidayet bakımından onlardan daha çok doğruluk üzerinde) olacaklarına dair yeminlerinin bütün güçüyle Allah’a yemin etmişlerdi. Fakat onlara bir nezîr (Muhammed aleyhisselâm) gelince, bu ancak onların (kin ve) nefretlerini artırdı.

35/43. Çünkü onlar (kâfirler), yeryüzünde kibirleniyor (büyüklük taslıyor) ve kötü tuzak(lar) kuruyorlardı. Hâlbuki kötü tuzak, ancak sahibini kuşatır. (Kötülük için başkasına kuyu kazan, kazdığı kuyuya kendisi düşer.) Onlar ancak öncekilere uygulanan kanunu mu bekliyorlar? (Bu konuda “sünnetüllah/Allah’ın kanunu”, peygamberi yalanlayanların azap görmesidir.) (Resûlüm,) sen sünnetüllah’da asla bir değişiklik bulamazsın. (Resûlüm,) sen, sünnetüllah’da asla bir sapma bulamazsın.

35/44. (Peygamberi ve tebliğ ettiği dini inkâr eden kâfirler,) yeryüzünde gezip (küfür ve isyanda bulunan) kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl (helâk) olduğunu (ve memleketlerinin nasıl harabedildiğini duymadılar ve) görmediler mi? Hâlbuki onlar, (muhkem binalara sahip olmaları “Fecr,9” ve sayılarının çokluğu bakımından) kendilerinden daha da kuvvetli idiler. Ne göklerde, ne de yerde Allah'ı âciz bırakacak hiçbir şey yoktur. (O’nun kudretine hiçbir güç, karşı koyacak değildir.) Şüphesiz O (Allah), alîmdir (açık gizli herşeyi bilendir), kadirdir (her şeye gücü yetendir).

35/45. Eğer Allah, insanları, kazandıkları (işledikleri günahlar) yüzünden hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat (Allah), onları belirli bir süreye (Kıyamet’e) kadar erteliyor. Nihayet ecelleri (vakitleri) gelince, (Mü’minleri mükâfatlandıracak ve kâfirleri de cezalandıracaktır). Şüphesiz Allah, kullarını her an (açık ve gizli yönlerini) görmektedir.