KUR'AN-I KERİM MEALİ | FUSSİLET SURESİ



41. FUSSILET SÛRESİ

Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.

41/1. Hâ Mîm.

41/2. (Kur’ân-ı Hakîm,) Rahmân ve Rahîm (olan Allah katın)dan Cibrîl-i Emin vasıtasıyla) indirilen (bir kitaptır).

41/3. (Bu Kur’ân,) bir kitaptır. Âyetleri (hükümler, kıssalar ve öğütler olarak) açıklanmış (düşünüp anlayan ve faydalanmasını) bilen bir kavim (toplum) için Arapça bir Kur'ân olarak (indirilmiştir).

41/4. (Bu Kur'ân,) (Mü’minleri cennetle) müjdeleyici ve (kâfirleri cehennemle) korkutucu olarak gönderilmiştir. Fakat onların çoğu (o Kur’ân üzerinde düşünmek ve onu kabullenmekten) yüz çevirdiler. Artık onlar, (inkâr ederek hakka kulaklarını tıkadıklarından dolayı) işitmezler.

41/5. (Kâfirler, Peygamber aleyhisselâm’a) dediler ki: “Bizi çağırdığın şeye (Allah’ın “bir”liğine) karşı kalplerimiz örtüler içindedir. Kulaklarımızda bir ağırlık, seninle bizim aramızda da bir perde (din konusunda ayrılık) vardır. O hâlde sen (dinine göre istediğini) yap, şüphesiz biz de (inancımıza göre istediğimizi) yapacağız."

41/6. (Resûlüm,) de ki: "Ben de ancak sizin gibi bir insanım (melek ve cin de değilim). Fakat bana ilâhınızın yalnızca bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. Artık (îman ve ihlâslı amellerle) O'na yönelin ve O'ndan mağfiret (günahlarınızın affını) isteyin. (Sakın şirk koşmayın.) Allah'a şirk (ortak) koşanların vay hâline!"

41/7. Onlar (Allah’a şirk koşanlar) ki, (“farz”ıyetine inanmadıkları için) zekâtı vermezler. (Ya da mala aşırı düşkün olduklarından dolayı îman edip tâatta bulunarak nefislarini temizlemek istemezler.) Onlar, ahireti (öldükten sonra dirilmeyi) de inkâr ederler.

41/8. Şüphesiz îman edip (İslam’ın emrettiği namaz, oruç, zekât gibi farzlarla ilgili) salih ameller işleyenler için, (Ahiret’te) kesintisiz bir mükâfat (cennet) vardır.

41/9. (Resûlüm,) de ki: "Siz mi yer (kürey)i iki günde (iki gün miktarında veya iki evrede/devirde “Beydâvî”) yaratanı inkâr ediyor ve O'na eşler koşuyorsunuz? O, âlemlerin (bütün varlıkların yaratıcısı ve) Rabbi (terbiye edicisi)dir."

41/10. O (yüce Allah,) onun (arzın/yerin) üzerine ağır baskılar (sabit dağlar) yerleştirdi ve onu (su, yağmur, bitki ve hayvanlarla) bereketli kıldı. Onda (yer kürenin üzerinde ve içinde) bulunan (bütün canlı)ların rızıklarını da – sorup araştıranlar için - (yaratılış müddeti birbirine) “eşit tam dört gün”de takdir etti.

(Ayet-i kerimede “eşitlik”ten murat, dünyanın çeşitli bölgelerine göre farklılık gösteren değil, birbirine eşit tam “dört gün”de yaratıldığı ifade buyrulmaktadır “Celâleyn ve Kurtubî”. “Gün” den maksat da, evre/devirdir “Beydâvî”. Gökler, iki günde yaratıldı “Fussılet,12”, böylece “yer ve semavât/gökler” altı günde yaratılmış oldu “A’râf,54”. Gökler, “yedi kat”tır "Bakara,29”. )

41/11. (Yüce Allah, yer küreyi yarattıktan) sonra duman (buhar) hâlinde bulunan göğü (yaratmayı) irade buyurdu. İkisine (“yer” ve “gök”e) de, tav’an veya kerhen (ister istemez) gelin (size verdiğim görevleri eksiksiz yerine getirin) dedi. (Her ikisi de) "isteyerek geldik (emirlerine boyun eğdik)" dediler. (İkisinin de tercih etme hakları olmadığı hâlde, Hak teâlâ, âyette “yüce kudretini gösterme”yi irade buyurmuştur “Beydâvî”.)

41/12. Böylece onları (semanın bütün katlarını), iki günde (iki evrede/devirde) yedi sema (gök) olarak yarattı ve her “sema”ya (sema ehli olan Meleklere ibâdet ve tâatle ilgili) kendi işini (görevini) vahyetti (bildirdi). (Biz şânı yüce Allah,) en yakın göğü de kandillerle (yıldızlarla) süsledik ve onu (şeytanların kulak hırsızlığı yapmasından şihap yıldızlarla) koruduk. İşte bu, azîz (yenilmeyen güç ve kudret sahibi), alîm (herşeyi hakkıyla bilen) Allah'ın takdiridir.

41/13. (Resûlüm,) eğer (o kâfirler, bu delillerden sonra yine) yüz çevirirler (îman etmezler)se, onlara de ki: "Ben sizi Âd ve Semûd kavimlerini çarpan yıldırım (azabı) gibi bir yıldırım (azabın)a karşı uyardım." (Bu kavimlerin hepsi Peygamberlerini yalanladıklarından dolayı helâk edildiler. Ahiret’teki azapları ise sonsuz ateş olacaktır.)

41/14. Hani onlara (Âd ve Semûd kavimlerine) peygamberler önlerinden (önce) ve arkalarından (sonra) (çeşitli delillerle) gelmiş, "Allah'tan başkasına sakın ibâdet etmeyin" demişlerdi. Onlar da, "Eğer Rabbimiz dileseydi (Peygamber olarak) melekler indirirdi. Onun için, şüphesiz biz, sizinle gönderilen (bütün âyet)leri inkâr ediyoruz." demişlerdi.

41/15. Âd (kavmi) ise yeryüzünde haksız olarak (Peygamberleri Hazret-i Hûd’u yalanlamak suretiyle) kibirlenmiş, "Bizden daha kuvvetli kim var?" demişlerdi. Onlar, kendilerini (ve bütün kâinatı/evreni) yaratan Allah'ın onlardan daha (güçlü ve) kuvvetli olduğunu görmediler mi? Onlar, bizim (peygamberlerimizin tebliğ ettiği) âyetlerimizi inkâr ediyorlardı.

41/16. Biz de onlara dünya hayatında zillet azabını tattırmak için o mutsuz kara günlerde üzerlerine rîh-ı sarsar (şiddetli soğukluğuyla helâk edici ve yakıcı bir rüzgâr) gönderdik. Ahiret azâbı ise, elbette çok (aşağılayıcı ve) rezil edicidir. Onlara yardım da edilmez.

41/17. Semûd kavmine gelince, biz onları (Peygamberim Sâlih ile) (hakkı batıldan ve îmanı küfürden ayıran âyetlerimizle) hidayeti (doğru yolu) gösterdik. Fakat onlar, körlüğü (küfrü ve isyanı) hidayete (îmana ve itâate) tercih ettiler ve yaptıklarına karşılık, “alçaltıcı azap yıldırımı” onları yakaladı (çarptı).

41/18. (İçlerinden) îman edenleri kurtardık. Onlar, Müttakîlerdi. (Allah’tan korktuklarından haram başta olmak üzere günahın her çeşidinden sakınıyorlardı.)

41/19. (Hatırla!) O gün(ü ki,) Allah'ın düşmanları ateşe (cehenneme) sürülmek üzere hepsi toplanacaklardır. (Sonra gelenler yetişsinler diye ilk gelenler, durdurulur/bekletilir “Beydâvî”.)

41/20. Nihayet oraya (cehenneme) vardıkları (ve girecekleri) zaman, kulakları, gözleri ve derileri, yapmış oldukları işler (küfür, zulüm ve çeşitli günahlar) hakkında, kendileri aleyhine şahitlik ederler (edeceklerdir).

41/21. Onlar (kâfirler) derilerine: "Niçin aleyhimize şâhitlik ettiniz?" derler. Derileri de der ki: (Biz, kendi isteğimizle konuşmadık.) Bizi, her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. (Deriler veya yüce Allah:) İlk defa sizi O (Allah) yarattı ve (öldükten sonra) yine yalnızca O'na döndürülüyorsunuz.

41/22. "Siz (günahları işlerken) kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin, aleyhinize şâhitlik etmesinden sakınmıyor (ve çekinmiyor)dunuz. Lâkin, yaptıklarınızın çoğunu, Allah'ın bilmediğini sanıyordunuz."

41/23. "(Ey kâfirler!) İşte bu sizin, Rabbinize karşı beslediğiniz zannınızdır. O (kötü zan), sizi helâk etti de ziyân eden (cehenneme giren)lerden) oldunuz."

41/24. Şimdi eğer (azaba) dayanabilirlerse, artık cehennem onların yeridir! (Yok) eğer (çok hoşlandıkları dünyaya dönüp îman ederek ve ibâdette bulunarak Allah'ın) rızasını kazandıracak amelleri işlemek isterlerse, onlara izin verilmez (onlar, hoşnut edilecek ve özürleri kabul edilecek değildirler).

41/25. Biz onların (kâfirlerin) başına (cin ve insan şeytanlarından dost görünen) birtakım arkadaşlar sardırdık. (Yumurta kabuğu, yumurtayı sardığı gibi onları sardılar.) Bunlar (dost sanılanlar) da onlara, önlerindekini (şehvet ve arzularına uyup dünya işlerini) ve arkadakilerini (tekrar dirilme, hesap gibi âhirete âit işlerin inkârını akıllarına uygun, doğru ve) süslü gösterdiler. Böylece kendilerinden önce gelip geçmiş olan (Allah’a îman ve itâat etmeyen) cin ve insan toplulukları ile ilgili o söz (cehennemi elbette dolduracağım), onlar için de gerçekleşti. Çünkü onlar, hüsrana (ziyana) uğrayanlardı.

41/26. Kâfirler dediler ki: "(Müslümanların okuduğu) bu Kur'ân'ı dinlemeyin. Onun hakkında (Kur’ân okunduğu zaman) yaygara koparın (yüksek sesle bağırıp gürültü çıkarın). Belki üstün gelirsiniz (de okumaktan vazgeçerler).

41/27. İşte biz de o kâfirlere mutlaka şiddetli bir azap tattıracağız ve onları yaptıklarının (karşılığının) en kötüsü ile elbette cezalandıracağız.

41/28. İşte bu, Allah düşmanlarının cezası ateştir. Âyetlerimizi (Kur’ân’ı) bilerek inkâr etmelerinin cezası olarak, orada onlara (kâfirlere), ebedîlik yurdu (cehennem) vardır.

41/29. (Ateşe giren) kâfirler şöyle derler: "Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan (Hak olan dinini kötüleyerek) bizi saptıranları bize göster de onları (cehennemde) ayaklarımızın altına alalım ki, en (zelil olarak) aşağıda kalanlardan olsunlar."

41/30. Şüphesiz "Rabbimiz Allah'tır" deyip de, sonra (İslam üzere) istikamette (farzları yaparak ve haramlardan uzak kalarak Allah’ın tâatinde) olanlar var ya, (ölüm ânında) onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: "(Ölümden ve sonra başınıza geleceklerden) korkmayın, (dünyada bıraktığınız aile ve evlâdınızdan dolayı) üzülmeyin (ve tasalanmayın), size (dünyada iken) va'd edilmekte olan cennetle sevinin!"

41/31. (Hafaza melekleri “Semerkendî”, Mü’minlere şöyle derler:) Biz, dünya hayatında da âhirette de sizin dostlarınızız. (Dünya hayatında size hakkı ilham eder ve sizi hayra yönlendiririz. Ahiret’te de kâfirlerin dost bildikleri kişilerle düşman kesildikleri yerde, biz size, şefâat ve ikramla yardım ederiz “Beydâvî”.) Sizin için orada (cennette) canınızın çektiği her şey var ve orada sizin için istediğiniz her şey hazırdır.

41/32. (Bütün bu cennet nimetleri) gafûr (günahları çok bağışlayan), rahîm (çok merhametli olan Allah’ın lutuf ve keremin)den bir ziyafet (ve ikrâm) olmak üzere (siz Mü’minler içindir).

41/33. Allah'(ın dini İslam’)a çağıran, (namaz başta olmak üzere İslam’ın emri olan farzlar gibi) salih amel işleyen ve "Şüphesiz ben müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kimdir? (Bu şeref, Peygamber’imiz aleyhisselâm’a, Eshâb-ı kirâm’a ve aynı özellikleri taşıyan bütün ümmete – bunlar içinde Müezzinlere - âittir)

41/34. Hasene (iyilik, tâat, îman, gören) ve Seyyi’e (kötülük, ma’siyet, küfür, kör) bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde (öfkeyi sabırla, cahilliği hılmle/ağırbaşlılıkla, kötülüğü af ile, dargınlığı selâm vermekle) sav (defet). Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak (yakın ve candan) bir dost oluvermiştir.

41/35. Bu (kötülüğü iyilikle, sabırla ve af ile savma olgunluğu)na ancak sabredenler kavuşturulur. Bu (özellik), ancak (hayırdan, olgunluktan ve nefsi terbiyeden) büyük nasıbi (payı, sevabı) olana verilir. (En büyük nasip, cennettir.)

41/36. Eğer (kötülüğün def’i sırasında) şeytandan gelen kötü bir düşünce (vesvese) seni dürtecek (iyiliğine mani) olursa, hemen (onun şerrinden) Allah'a sığın. Çünkü O, semî’ (herşeyi işiten)dir, alîmdir (herşeyi bilen)dir.

41/37. Gece, gündüz, güneş ve ay (hepsi,) O’nun (yüce Allah'ın “bir”liğinin) âyetlerinden (delillerinden)dir. (Ey Müşrikler!) Güneşe ve aya secde etmeyin (Çünkü onlar, Allah’ın emrinde görev yapan varlıklardır). Eğer gerçekten yalnız Allah'a ibâdet (kulluk) ediyorsanız (edecekseniz), onları yaratan Allah'a secde edin (başkasına secde etmeyin. Secde, ibâdetlerin en önemlisidir).

41/38. Eğer onlar (kâfirler,) büyüklük taslar (Allah’a ibâdette bulunmaz)larsa, bilsinler ki, Rabbinin katında bulunanlar (melekler), gece gündüz hiç usanmadan O'nu tesbih ederler (tesbih etmektedirler).

41/39. Allah'ın (varlığının, kudretinin ve “bir”liğinin) delillerinden biri de şudur: (Resûlüm,) sen yeryüzünü boynu bükük (kupkuru bitkisiz bir hâlde) görürsün. Onun üzerine yağmuru yağdırdığımız zaman, harekete geçer, kabarır (ve yeşerir). Şüphesiz ki, onu dirilten (Allah), elbette ölüleri de diriltir. Şüphesiz O (Allah), her şeye kâdir (hakkıyla gücü yeten)dir.

41/40. (Kur’ân) âyetlerimiz hakkında (onlara dil uzatmak, onları tahrif etmek ve onlara bâtıl te'viller yapmak suretiyle İslam’ın gösterdiğ istikametten “Beydâvî”) sapanlar, bize gizli kalmaz. O hâlde kıyamet gününde (küfrü sebebiyle) ateşe atılan mı, yoksa (îmanlı olduğundan dolayı) güven içinde gelen mi daha hayırlıdır? (Ey kâfirler, önünüzde iki yol var. Bu durumda tercih sizin.) dilediğinizi yapın. (Burada ağır bir tehdit vardır.) Şüphesiz O, basîr (yaptıklarınızı hakkıyla görmekte)dir.

41/41. Şüphesiz kendilerine gelen zikri (Kur’ân’ı) inkâr edenler (var ya, onları, mutlaka cezalandıracağız). Şüphesiz o, azîz (bâtılı reddeden ve nazım bakımından emsalsiz) bir kitaptır.

41/42. Bâtıl ona (Kur’ân’a), ne önünden, ne de arkasından (hiçbir cihetten) gelemez. (Allah tarafından daha önceden indirilmiş hiçbir şey onu yalanlamaz. Bundan sonra da herhangi bir kitap inmeyecek, onu iptal etmeyecek ve onu neshetmeyecektir.) O, hakîm (hüküm ve hikmet sahibi), hamîd (övülmeye lâyık Allah) tarafından indirilmiştir.

41/43. (Resûlüm,) sana ancak, senden önceki peygamberlere söylenenler (Allah’a îman ve itâatta bulunanların cennete; O’na isyan ve küfredenlerin cehenneme gireceği) söylenmektedir. Hiç şüphesiz senin Rabbin, hem mağfiret (tevbe edenlerin günahlarını bağışlama) sahibidir, hem de (küfür ve isyanda bulunanlara hak ettikleri) elem dolu bir azap (ile cezalandırma) sahibidir

41/44. Eğer biz onu (zikri) başka dilde bir Kur'ân yapsaydık, onlar mutlaka, "Onun âyetleri genişçe açıklanmalı değil miydi? Başka dilde bir kitap ve Arap bir peygamber(e Arapça olmayan bir Kitap) öyle mi?" derlerdi. (Resûlüm,) de ki: "O, Mü'minler için (dalâlete karşı) bir hidayet ve (cehalete ve kaplerdeki şüphelere karşı da) bir şifâdır. Îman etmeyenlerin kulaklarında (hak sözün girmesine engel olan) bir ağırlık (perde) vardır. (Bu sebeple Kur’ân’ı işitmezler.) O (Kur'ân), onlara bir körlüktür (şüphedir). (Küfür ve zulmet, basıretlerini kör etmiştir.) (Sanki) onlar, uzak bir yerden çağrılmaktadırlar (da gelen sesleri işitemiyen kişiler gibidirler).

41/45. Yemin olsun! Biz, (Peygamberim) Mûsa'ya Kitab'ı (Tevrat'ı) vermiştik de, (Kur’ân’da ihtilâfa düşüldüğü gibi) onda da (bir kısmını tasdik ve bir kısmını tekzip/yalanlama şeklinde) ihtilâf edildi. Eğer (azabın ertelenmesi ile ilgili olarak ezelde) Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, (dünyada) aralarında (ihtilâfa düştükleri şeyler hakkında) derhal hüküm verilirdi. Şüphesiz onlar (Yahûdi ve diğer kâfirler), onun (Tevrat veya Kur'ân) hakkında derin bir şüphe içindedirler.

41/46. Kim, (İslam’a göre) iyi bir iş yaparsa (namaz, oruç ve zikir gibi ibâdet ve tâatte bulunursa), kendi lehinedir. Kim de kötülük işlerse (içki, kumar ve zina gibi haram işler yaparsa), kendi aleyhinedir. (Ahiret’te, iyiliğin karşılığı, mükâfat ve cennet; kötülüğün/küfür ve isyanın karşılığı da azap ve cehennemdir.) Rabbin, kullara (zerre mikdarı) zulmedici değildir.

25

41/47. Kıyametin (ne zaman kopacağına dair) ilmi, yalnız O'na döndürülür (O’na âittir, yalnız O, bilir). O’nun ilmi/bilgisi olmadan meyvelerden hiçbiri tomurcuklarından çıkmaz, hiçbir dişi, hamile kalmaz ve doğurmaz. Allah onlara, "Nerede bana ortak koştuklarınız?" diye seslendiği (Kıyamet) gün(nde), (Müşrikler) şöyle derler: "Sana arz ederiz ki, içimizden onları gören hiçbir kimse yok." (Çünkü ortadan kayboldular. Onlarla ilişiğimizi kestik. Şu anda hakikati gözlerimizle gördük.)

41/48. Daha önce (dünyada) yalvardıkları (ve taptıkları insan ve eşyadan ilâhları/putları) onları yüzüstü bırakıp uzaklaşmıştır. Kendileri için kaçacak (ve kurtulacak) bir yer olmadığını anlamışlardır.

41/49. İnsan, hayır (mal, sıhhat, genişlik) istemekten usanmaz. Fakat başına bir şer (kötülük, hastalık, darlık) gelince, hemen ümidini keser. (Hak teâlâ’nın rahmetinden ancak kâfirler, ümidini keserler.)

41/50. Yemin olsun! Başına gelen bir zarar (sıkıntı ve belâ)dan sonra kendisine tarafımızdan bir rahmet (âfiyet ve zenginlik) tattırsak mutlaka "(Allah’ın verdiğini unutarak) bu benimdir (çalışmam sayesinde elde ettiğim hakkımdır), Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Yemin olsun, (şayet Müslümanların dediği gibi) Rabbime döndürülürsem, şüphesiz O'nun yanında benim için en güzeli (cennet) vardır." der. Yemin olsun, biz (şânı yüce Allah), kâfirlere yaptıklarını (peygamberlerini yalanlamalarını) mutlaka haber vereceğiz ve yemin olsun, onlara mutlaka (kurtulmaları mümkün olmayan) ağır azaptan tattıracağız (en şiddetli azap ile cezalandıracağız).

41/51. Biz insan (oğlun)a bir nimet (mal, rütbe, makam ve sıhhat) verdiğimizde (şükürden) yüz çevirir ve (Allah’tan geldiğini unutur da) yan çizer. Başına bir şer (kötülük, hastalık, darlık) gelince de duaya dalar (yalvarmaya başlar).

41/52. (Resûlüm, Kur’ân’ın Allah katından olmadığını iddia eden o kâfirlere) de ki: "Söyleyin bakalım? Eğer o (Kur'ân), Allah katından ise, sonra siz de onu inkâr etmişseniz, o zaman (haktan) uzak bir muhalefet içinde bulunan kimseden daha dalâlette (sapık) kim olabilir?"

41/53. Biz onlara (kâfirlere) ufuklardaki (güneş, ay, yıldız ve galaksileri bünyesinde bulunduran evrendeki) ve nefislerindeki (beş duyu ile birlikte muhakama gücü ve iradelerini temsil eden bedenlerindeki) âyetlerimizi (delillerimizi) - onun (Kur'ân’ın ve Resûlün) hak/gerçek olduğu onlara iyice belli olsun diye - onlara göstereceğiz. Rabbinin, her şeye şâhit olması (ve herşeyi bilmesi ve herşeyden haberdar olması) yetmez mi?

41/54. İyi bilin ki, onlar (yeniden dirilmeye, hesaba ve azaba inanmayanlar), Rablerine kavuşma konusunda şüphe içindedirler. İyi bilin ki, O (Allah), her şeyi (ilmi ve kudretiyle) kuşatıcıdır.