KUR'AN-I KERİM MEALİ | KALEM SURESİ



Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.

68/1. Nûn (sûrelerin başında olan bu harflere, “mukatta’a harfleri” denir. Bunların tam ve doğru manasını ancak Allahü teâlâ bilir) ve (Kıyamet’e kadar olacak olan işlerin Levh-ı Mahfûz'da kendisiyle yazıldığı) Kalem, bir de (Meleklerin) yazmakta oldukları (hayır ve faydalı) şeyler hakkı için.

68/2. (Ey Resûlüm!) Sen Rabbinin (sana ihsan buyurduğu peygamberlik ve kâmil akıl) nimeti sayesinde (kâfirlerin iddia ettikleri gibi) bir mecnun (deli) değilsin.

68/3. (Ey Resûl-i Ekrem! Zorluklara tahammül ettiğin ve vahyi insanlara tebliğ ettiğin için) şüphesiz sana tükenmez bir mükâfat vardır.

68/4. (Ey şanı yüce Peygamberim!) Hiç şüphesiz sen, yüce bir ahlâk üzeresin.

68/5. (Ey Resûlüm! Yakında) sen göreceksin, onlar (kâfirler) de (âkıbetlerini) görecekler.

68/6. (Ey Resûlüm! Yakında sen göreceksin, kâfirler de görecekler.) Hanginizin mecnûn (deli) olduğunu?

68/7. Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan sapan(lar)ı en iyi bilir. (O kâfirler, gerçek delilerdir.) O, hidayete eren (Mü’min)leri de en iyi bilir. (Bunlar da mükemmel akla sahip olanlardır. Aklını doğru kullanan mutlaka hidayet yolunu bulur.)

68/8. O hâlde (Resûlüm, Allah’ı, Kur’ân’ı ve Peygamber’i) yalanlıyanlara itâat etme (onlara boyun eğme!).

68/9. Onlar (kâfirler) istediler ki, sen yumuşak davranasın (dini tebliğde münafıklık yaparak iki yüzlü hareket edesin), böylece onlar da (sana karşı) yumuşak davransınlar (fakat batıl itikatlarına devam etsinler).

68/10. (Doğruya da, eğriye de) alabildiğine yemin edene, aşağılık kimseye itâat etme (boyun eğme)! (Bu aşağılık kişi, Velîd b. mugîre’dir. 10’dan 16’ya kadar olan âyetler, onun hakkındadır.)

68/11. (Doğruya da, eğriye de alabildiğine yemin edene, aşağılık kimseye, ötekini berikini) dâima ayıblayanadurmadan lâf getirip götürene (boyun eğme). (Bu kişi, Velîd b. Mugîre’dir.)

68/12. (Doğruya da, eğriye de alabildiğine yemin edene, aşağılık kimseye, ötekini berikini, dâima ayıblayana, durmadan lâf getirip götürene), hayıra hep engel olana, mütecavize (aşırı zâlime), çok günahkâra (boyun eğme). (Bu kişi, Velîd b. Mugîre’dir.)

68/13. (Doğruya da, eğriye de alabildiğine yemin edene, aşağılık kimseye, ötekini berikini, dâima ayıblayana, durmadan lâf getirip götürene, hayıra hep engel olana, mütecavize “aşırı zâlime”, çok günahkâra), bütün bunlardan sonra kaba, haşin, kulağı kesik olana (damgalı soysuza itâat etme “boyun eğme”). (Bu kişi, Velîd b. Mugîre’dir.)

68/14. Mal sahibidir ve oğulları vardır diye (o kâfire “Velîd b. Mugîre’ye” itâat etme). (Bu kişi, Velîd b. Mugîre’dir.)

68/15. Âyetlerimiz kendisine okunduğu zaman, "Öncekilerin masalları!" der. (Bu kişi, Velîd b. Mugîre’dir.)

68/16. Yakında biz onun (Velîd b. Mugîre’nin) burnunu damgalayacağız. (Velîd, Bedir savaşında burnundan yaralanmıştı.)

68/17. Şüphesiz biz, (vaktiyle) "bahçe sahipleri"ne belâ verdiğimiz gibi, onlara (Mekkeli kâfirlere) da belâ verdik (kıtlık ve açlıkla imtihana tâbi tuttuk). Hani o bahçe sahipleri, (babalarının o bahçeden fakirlere sadaka olarak verdiği miktarı vermemek için) sabah erkenden (fakirler gelmeden) bahçenin ürünlerini mutlaka devşirmeye yemin etmişlerdi.

68/18. (Bunu söylerken) istisna da yapmıyorlardı. (“İnşaallah" demiyorlardı.)

68/19. Nihayet onlar uykuda iken Rabbinden bir dolaşan (belâ “ateş”) onu dolaştı (yaktı.)

68/20. Böylece bahçe, (koyu karanlık bir gece gibi) simsiyah kesiliverdi.

68/21. Sabahleyin birbirlerine seslendiler.

68/22. Derken, (sabahleyin birbirlerine), "Haydi, eğer ürününüzü devşirecekseniz erkenden gidin" diye (seslendiler.)

68/23. (O bahçe sahipleri) hemen yola koyuldular. (Aralarında "Aman, bugün orada hiçbir yoksul yanınıza sokulmasın" diye) fisıldaşarak (yol aldılar).

68/24. (O bahçe sahipleri, hemen yola koyuldular. Aralarında) "Aman, bugün orada hiçbir yoksul yanınıza sokulmasın" (diye fisıldaşarak yol aldılar).

68/25. (Yoksulları engellemeye sanki) güçleri yetecekmiş (düşüncesiyle) erkenden yola çıktılar.

68/26. Fakat (geldiklerinde) bahçeyi o hâlde (yanmış, kapkara olmuş) gördüklerinde, "Biz mutlaka yolumuzu şaşırmış olmalıyız! (Yanlış geldik)" dediler.

68/27. (Hakikatı anlayınca da), "Hayır, meğer biz mahrum bırakılmışız!" (Bahçemizin hayrından mahrum kaldık, çünkü nefislerimize karşı cinayet işledik) dediler.

68/28. (Etrafa bakınıp kendi bahçeleri olduğunu anladıkları zaman da) onların ortancaları (en akıllı, insaflı ve yaşça büyük olanları): “Ben size demedim mi, Rabbinizi tesbih etmeniz gerekmez mi, diye söylemedim mi?” dedi. (Yine ben size “niyyetinizin kötülüğünü düşünün ve ondan tevbe edin” dememiş miydim?)

68/29. Onlar, "Rabbimizi tesbih ederiz (O’nu yüceltir ve noksanlıklardan uzak kılarız.). Şüphesiz biz (meğer fakirlerin hakkını vermemekle ne kadar) zâlim kimseler imişiz." dediler.

68/30. Bunun üzerine dönüp birbirlerini suçlamaya başladılar.

68/31. Şöyle dediler: "Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz (fakirlerin hakkını vermemek ve Allah’ın hududunu çiğnemek suretiyle) azgın kişilermişiz!"

68/32. Umulur ki, Rabbimiz bize bunun (bu bahçenin) yerine (tevbe ettiğimiz ve kusurumuzu kabul ettiğimizden dolayı) daha hayırlısını verir. Çünkü biz artık Rabbimizi arzulayanlarız.

68/33. İşte (Allah’ın emirlerine aykırı hareket eden Mekkeli kâfirler ile diğer insanlar için dünyevî) azâb, böyledir! Ahiret azabı ise, elbette daha büyüktür, ah bir bilselerdi!

68/34. Şüphesiz Müttakîler (“takvâ sahipleri” haram ve günah işlemekten sakınanlar) için Rableri katında (Ahiret’te) Naîm cennetleri vardır.

68/35. Biz Müslümanları “suçlular” gibi yapar mıyız (o günahkârlar gibi hiç cezalandırır mıyız)?

68/36. (Ey kâfirler, “öldükten sonra mü'minle kâfir eşit olur” diyorsunuz.) Size ne oluyor, nasıl (böyle bir) hüküm veriyorsunuz? (Neyinize güveniyorsunuz?)

68/37. Yoksa size (gökten indirilmiş) bir kitabınız var da (bu batıl hükümleri) ondan mı (çıkarıp) okuyorsunuz?

68/38. Onda (o kitapta), "Seçip beğendiğiniz her şey mutlaka sizindir" (diye mi yazılıdır?)

68/39. Yoksa (o kitapta): “Ne hükmederseniz mutlaka sizindir.” diye sizin lehinize olarak tarafımızdan (verilmiş) Kıyâmet gününe kadar geçerli kesin sözler mi var.

68/40. (Ey Resûlüm!) Onlara sor: Onların hangisi bu (iddianın doğruluğu)na kefildir? (Kâfirler, Ahiretde, kendilerine Mü'minlerden üstün (veya eşit) dereceler verileceğini iddia etmişlerdi.)

68/41. Yoksa onların (bu bâtıl iddialarında) ortakları mı var? Sözlerinde doğu iseler, haydi, getirsinler ortaklarını! (Bu konuda onlara hiç kimse uymaz ve kefil de olmaz.)

68/42. O (Kıyâmet) gün(ü) iş çok güçleşir ve (kâfirler) secdeye davet edilirler. (Bu davet, “teklif” için değil, azarlama içindir.) Fakat güç yetiremezler. (Dünyada iken Alah’a secde etmediklerinden dolayı sırtları “sığır boynuzu” gibi sertleşmiştir. Onun için secde edemezler.

68/43. (İşlerin zorlaşacağı ve kâfirlerin secdeye çağrılalağı o gün, kâfirlerin) gözleri düşmüş ve kendilerini zillet kaplamıştır. Hâlbuki onlar sağlıklarında (dünyada) secde etmeye çağrılıyor (fakat buna yanaşmıyor)lardı.

68/44. (Ey Resûlüm!) Bu sözü (Kur'ân'ı) yalan sayanları bana (yüce Zât’ıma) bırak. (Sen üzülme, kalbini onlarla meşgul etme. Ben onların hakkından gelirim.) Biz, onları, bilemiyecekleri yönden derece derece (adım adım) azaba yaklaştırırız. (Onlara sıhhat ve bol nimet veririz de onu haklarında iyi zannederler. Hâlbuki o kâfirlere verdiğimiz bu mühletin sonu felâkettir.)

68/45. Ben (şânı yüce Allah,) onlara (kâfirlere) mühlet veriyorum. Şüphesiz benim tuzağım sağlamdır (onu kimse bozamaz “azâbım çok şiddetlidir”).

68/46. Yoksa sen (Mekke halkına peygamberliğini tebliğden dolayı) onlardan bir ücret istiyorsun da onlar (sana ödeyecekleri) ağır bir borç yükü altında mı bırakılmışlardır?

68/47. Yoksa gayb (Levh-ı Mahfûz,) onların yanında da (hüküm verdikleri şeyleri) ondan mı yazıyorlar?

68/48. Sen, Rabbinin (onlar hakkında dileyeceği) hükmüne (kaza ve kaderine) sabret (acele etme). Balık sahibi (Peygamberim Yûnus) gibi olma. Hani o, (balığın karnında) kederli bir hâlde Rabbine dua etmişti. (“Senden başka ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben izinsiz memleketimi terk ettiğimden dolayı zâlimlerden oldum.” diye tevbe etmişti. Bk.Enbiyâ,87)

68/49. Şayet Rabbinden ona (Peygamberim Yûnus’a) bir nimet (tevbesini kabul etme) yetişmemiş olsaydı, o mutlaka kovulmuş bir hâlde ıssız bir yere atılacaktı. (Fakat Rabbin ona merhamet etti.)

68/50. (Böylece) Rabbi onu (Yûnus’u peygamber olarak) seçti ve salih kimselerden kıldı.

68/51. Şüphesiz o kâfirler, zikri (Kur'ân'ı) işittikleri vakit, (sana olan düşmanlıklarından dolayı) az kalsın gözleri ile seni devireceklerdi. Hâlâ da (senin için): “Muhakkak O, bir mecnundur (delidir).” diyorlar.

68/52. Hâlbuki o (Kur'ân), âlemler (insanlar ve cinler) için ancak bir zikirdir (öğüttür). (Kur’ân, onların muhtaç oldukları bütün dinî işleri için bir beyandır. O halde kendisine Kur’ân indirilmiş olan, Kur’ân'ın bütün sırlarına vakıf olan ve onun bütün hakikatlerini kavramış bulunan bir zâtın, o kâfirlerin dediği gibi “deli” olması mümkün mü?)