KUR'AN-I KERİM MEALİ | KARİA VE TEKASUR SURESİ




KARİA SURESİ

Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.
101/1. Kâri’a! (Korkunç ve dehşet verici hâlleriyle kalpleri çarpacak olan!)
101/2. Nedir o “Kâri’a”?
101/3. (Ey Resûlüm!) “Kâri’a”nın ne olduğunu sana bildiren nedir? (Sen onun ne olduğunu bilir misin?)
101/4. (“Kâri’a”, kıyâmet günüdür ki,) o gün insanlar, (ateşin veya kandilin etrafına dökülmüş) darmadağın pervâneler gibi olurlar.
101/5. Dağlar da (dağılmış toz ha­line gelerek1) atılmış renkli yün(ler) gibi olur.
Bk. Vâkı’a 56/6.
101/6. İşte (o gün) kimin (Mizân’daki) tartıları (hayır ve iyilikleri, kötülüklerinden) ağır gelirse,
101/7. Artık o, hoşnut (râzı olacağı) bir hayatta (cennette)dir.
101/8. Fakat kimin de tartıları (hayır ve iyilikleri, kötülüklerinden) hafif gelirse,
101/9. Artık onun anası (yurdu, sığınacağı yeri) hâviye (çukur)dur.
101/10. (Ey Resûlüm!) “Hâviye”nin ne olduğunu sana bildiren nedir? (Sen onun ne olduğunu bilir misin?)
101/11. O, çok kızgın bir ateştir (cehennem ateşidir).


TEKASUR SURESİ

Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.
102/1. Sizi çokluk (mal, evlât ve erkekler) ile övünmek, (Allah'a ibâdet etmekten öyle) meşgul etti ki:
102/2. (Çokluğunuzu göstermek için ölülerinizin de sayılmasını isteyerek) tâ kabirleri ziyâret ettiniz (veya mal çoğaltmaya olan hırs ve düşkünlüğünüz devam ederken, ölümü hiç düşünmediniz; bir de gördünüz ki, eceliniz gelmiş kabre girmişsiniz. Hâlbuki o malların zekâtını da vermemiştiniz).
(Abd-i Menâf oğulları ile Sehm oğulları birbiriyle “Biz çokluğuz, siz azlıksınız.” münâkaşasına girişmişlerdi. Âbd-i Menâflılar bu davâda ekseriyyeti kazanmış, fakat diğerleri “Câhiliyye devrinde olan kanlı olaylar bizi mahvetti. Dirilerimizle birlikte ölülerimizi de sayın!” demişler, buna göre çokluğu bu sefer onlar kazanmışlardı. Bk. Beydâvî ve Râzî.)
Ben size da­ha önceden kabirleri ziyaret etmeyi yasaklamıştım. Artık bundan sonra onları ziyaret ediniz [edebirsiniz]. Çünkü onları ziyaret etmek, size ibret verir, ölümü ve âhireti hatırlatır. Bk. İbn Mâce, I, 501.)
102/3. Hayır (bu doğru değil). İleride (bu çoklukla övünmenizin ne kadar kötü olduğunu ölürken) bileceksiniz.
(Hasan-ı Basrî şöyle buyurmuştur: “Etrafındakilerin çokluğu seni aldatmasın. Çünkü yalnız öleceksin, yalnız dirileceksin ve yalnız hesaba çekileceksin.”
Âyet-i kerîmelerde buyrulmuştur:
O [kıyâmet] gün[ünde] kişi kardeşinden, annesinden, babasından, karısından ve oğullarından kaçar [Abese 34-36].
O [insan] bize tek başına gelir [Meryem 19/80].
Yemin olsun ki bize fert fert geleceksiniz [En’âm 94] Bk. Râzî.)
102/4. Yine hayır (gerçek sandığınız gibi değil)! Yakında (kabirde âhiret gerçeğini görerek) bileceksiniz.
102/5. Hayır! Eğer (kıyâmet günü size ne yapılacağını) yakîn (ölümdiriliş ve kıyâmetde görüp anlayacağınız) bir bilgiyle bilseydiniz, (dünyada övünüp durmaz, tersine hakkı kabul edip ibâdet ve tâatte bulunurdunuz.)
102/6. Yemin olsun, (kıyâmet günü) o kızgın ateşi mutlaka göreceksiniz.
(Bir âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır:
O [ateş] onları uzak bir yerden görünce [cehennem onlara gözükünce], onun öfkesini [kaynamasını] ve uğultusunu işitirler. Furkân 25/12.)
102/7. Yine yemin olsun, onu (o cehennemi), muhakkak yakîn gözüyle (kesin olarak bütün dehşetiyle) göreceksiniz.
(Bir âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır:
[Bu gün sizler âhirette olacakları ve cehennemi inkâr ediyor veya bu konuda şüpheye düşüyorsunuz ama âhirette] o alevli ateş [cehennem veya cehennem azâbı] gören [her] kişiye [her bakanın göreceği şekilde] apaçık gösterilir [Onu herkes mutlaka yakından bizzat görür]. Nâziât 79/36.)
102/8. Sonra, yemin olsun ki, o (kıyâmet) gün(ünde) sizler (sağlık, boş vakit, emniyet, yeme ve içme gibi verilen bütün) ni'met(lerin şükrünü eda edip etmemek, dîni hayatınızı engelleyip engellememek ve isrâf edip etmemek)ten muhakkak sorguya çekileceksiniz.
(Hadis-i şeriflerde şöyle buyrulmuştur:
Nefsim kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, kıyâmet gününde bugünün nimetleri hakkında size soru sorulacaktır. Açlık sebebiyle evlerinizden dışarıya çıktınız, son­ra da bu nimetleri elde edip geri döndünüz. Bk. Müslim, III, 1609.
Nefsim kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, kıyâmet gününde serin bir gölge, hoş taze hurma ve soğuk bir su, sorguya çekileceğiniz nimetlerdendir. Bk. Tirmizi, IV, 583; Hâkim, Müstedrek, IV, 145.
Yemin olsun ki kıyâmet gününde bunlardan [bu gün yediklerinizden] size so­rulacaktır. Hazret-i Ömer bir hurma dalını eline aldı ve […] “Bundan da sorumlu olacak mıyız.” diye sordu? Hazret-i Pey­gamber şöyle buyurdu: "Evet, ancak üç şey müstesna: Açlığı gideren ek­mek, avret yerini örten elbise ve sıcak ve soğuktan barınılan ev. Bk. Ebû Nuaym, Hilye, II, 27-28; İbn Adiyy, el-Kâmil, II, 440-441.
Kıyâmet günü, dört şeyden soru sorulmadıkça, kulun ayakları (Rabbinin huzurundan) ayrılamaz:
Ömrünü nerede harcadığı,
- Ne amelde bulunduğu,
Malını nereden kazandığı ve nereye harcadığı,
Vücudunu nerede yıprattığı. Bk. Tirmizi, Kıyâmet 1, (2419).
(İlgili âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır:
[Ey Resûlüm,] de ki: [Yüce] Allah'ın kulları için çıkardığı zineti [elbiseleri], temiz ve hoş rızıkları kim haram etmiş? De ki, o(nlar,) dünya hayatında, [esas] îman edenler içindir [ancak onlardan kâfirler de faydalanır]. Kıyâmet günü ise onlar, yalnız mü’minlere mahsustur. Bk. A’râf 7/32.
Ebû Bekir radıyallahü anh, bu âyet nazil olunca: Ey Allah'ın Resûlü, söyler misin, hani seninle birlikte, Ebu'l-Heysem ibn et-Tîhân [veya Teyyihân]'ın evinde arpa ekmeği, et, taze hurma yemiş ve serin tatlı su içmiştik. Bu, kendisinden hesaba çekileceğimiz nimetlerden midir?" dedi. Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm, "Bu [hesaba çekiliş], kâfirler içindir." demiş ve "Biz kâfirlerden başkasını cezalandırır mıyız?" [Sebe’ 34/17] âyetini okumuştur. Bk. Râzî. )