KUR'AN-I KERİM MEALİ | MÜMİNUN SURESİ



23. MÜ'MİNÛN SÛRESİ

Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.

23/1. Mü'minler, muhakkak felâh bulmuşlar (kurtuluşa ermişler)dir.

23/2. Onlar (Mü’minler) ki, namazlarında huşû’ (korku ve bütün uzuvlarıyla hürmet) içindedirler.

23/3. Onlar (Mü’minler) ki, boş söz ve şeyler (malâya’ni, şirk, ma’siyet ve faydasız işler)den yüz çevirirler.

23/4. Onlar (Mü’minler) ki, (kırkta bir ve yirmide bir “uşur”) zekât(ların)ı verirler.

23/5. Onlar (Mü’minler) ki, ırzlarını (namuslarını haramdan) korurlar.

23/6. (Mü’minler, cinsel ilişkilerden uzak dururlar) ancak eşleri ve ellerinin altında bulunanları (cariyeleri) bunun dışındadır. Onlarla (ilişkilerinden dolayı) kınanmazlar.

23/7. Kim bunun (evlilik ve cariyelik) ötesine geçmek isterse, işte onlar, haddi aşanlardır (helâl olmayana tecacüz edenlerdir). (Bu âyette mut'a nikâhı ve mastürbasyonun “istimnânın” haram olduğuna delil vardır “Medârik”.)

23/8. Yine onlar (Mü’minler) ki, emânetlerine ve (kendi aralarında ve Hak teâlâ’ya karşı) verdikleri sözlere riâyet ederler.

23/9. Onlar (Mü’minler) ki, namazlarını (vaktinde ve bütün uzuvları saygı içinde “huşû’” ile) kılmağa devam ederler.

23/10. İşte bunlar (bu vasıfları üzerinde bulunduran Mü’minler), (cennetteki yerlerine) vâris olanların ta kendileridir.

(Peygamber aleyhisselâm buyurmuştur: Sizden hiç bir kimse yoktur ki, onun iki konağı olmasın: Bir konak, cennette; diğer bir konak da ateşte cehennemdedir. Bu itibarla bir kişi ölüp de ateşe girdiği zaman, cennet halkı, o kimsenin “cennetteki konağı”na vâris olur. İşte cennet ehlinin cehennemliklerin cennetteki konaklarına vâris olmaları, bu şekilde olur. İbn Mâce, Zühd 39.)

23/11. Onlar (bu vasıflara sahip Mü’minler), (en güzel ve en yüksek cennet olan) Firdevs’e vâris olurlar. Onlar, orada ebedî (sonsuz) kalacaklardır.

23/12. Yemin olsun, biz insanı (Hazret-i Âdem’i), süzülmüş özlü bir balçık (çamur)dan yarattık.

23/13. Sonra onu (Âdem aleyhisselâm’ın nesli olan insanı) emin ve sağlam bir yerde (rahimde) nutfe (meni/sperm) hâlinde yerleştirdik.

23/14. Sonra nutfe’yi (meni/sperm’i) "alaka" (erkeğin sperm’iyle “döllenmiş yumurta/embriyo”) hâline getirdik. Sonra alaka (embriyo)yı, “mudğa” (bir çiğnemlik et) yaptık. O Mudğa’yı da kemiklere dönüştürdük ve o kemiklere de et giydirdik. Sonra ona başka bir yaratılış (ruh) verdik. (Böylece insan hâline getirdik.) Müsavvir (şekil veren)lerin en güzeli olan Allah'ın şânı ne yücedir!

(Bu âyetin son kısmındaki “hâlikîn/yaratıcılar” kelimesini Müfessirler, “Müsavvirîn”/tasvir edenler/şekil verenler “Semerkandî” ve “Mukaddirîn”/takdir edenler “Beydâvî” ile tefsir etmişlerdir. Bu durumda mana “tasvir edenlerin/takdir edenlerin en güzeli olan Allah’ın şânı ne yücedir!” şeklinde olmaktadır. Çünkü Allah’tan başka yaratıcı/yaratıcılar yoktur. Bk. Fâtır, 3; Hacc,5)

23/15. (Ey insanlar, dünyada bir müddet hayatta kaldıktan) sonra siz, bunun (ömrünüzün) ardından muhakkak öleceksiniz.

23/16. (Ölümünüzden) sonra muhakkak siz, Kıyâmet gününde (hesap ve mükâfat/ceza için) diriltileceksiniz.

23/17. Yemin olsun, biz sizin üzerinizde yedi yol (yedi semâ/gök) yarattık. (Çünkü bu gökler, meleklerin yollarıdır “Celâleyn”. Bu yedi yol, yedi gezegenin yörüngeleri de denilmiştir “Beydâvî”.) Biz yarattığımız (bu ve diğer varlıkları idare etmek ve korumak)dan gafil değiliz. (Bütün varlıkların devamı ve zevali bizim tasarrufumuz altındadır.)

23/18. Biz, gökten belli bir ölçüde (yetecek mikdarda) yağmur indirdik de (faydalanmanız için) onu yeryüzünde (ırmak, göl ve kaynak hâlinde) tuttuk. Şüphe yok ki, bizim onu tamamen gidermeye de muhakkak kadiriz (gücümüz yeter). (Fakat bu durumda insanlarla birlikte hayvanlar da susuzluktan ölürler.)

23/19. İşte onunla (su ile) size, içlerinde sizin için pek çok meyveler bulunan hurma ve üzüm bahçeleri yetiştirdik ki, (yaz ve kış) onlardan yiyorsunuz.

23/20. Yine (o su ile) Tûr-i Sîna’da çıkan bir ağaç (zeytin ağacı yarattık) ki, hem yağ bitirir, hem de yiyenlere katık olur.

23/21. (Deve, sığır, koyun, keçi gibi) hayvanlarda da sizin için elbette bir (çok yönden) ibret (alacağınız özellikler) vardır. Karınlarında olan şey (süt)den size içiriyoruz. Onlarda sizin için daha birçok faydalar var ve (aynı zamanda) onlardan yersiniz.

23/22. (Karada) onların (deve gibi hayvanların) üzerinde ve (denizlerde) gemilerde taşınırsınız.

23/23. Yemin olsun biz, Nûh'u kendi kavmine (peygamber olarak) gönderdik de, "Ey kavmim! Allah'a ibâdet edin (O’nu “bir”leyin ve O’na itâat edin). Sizin O'ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur. (Allah'tan başkasına ibâdet ettiğinizden dolayı uğrayacağınız azaptan) korkmuyor musunuz?" dedi.

23/24. Bunun üzerine kavminin kâfirlerinden ileri gelenler (avam tabakasına): “Bu da ancak sizin gibi bir insandır, size karşı üstün olmak istiyor. Eğer Allah (peygamber göndermeyi) dileseydi, (insan değil) elbette melekler indirir (gönderir)di. Biz bunu (bir insanın peygamber olabileceğini) önceki atalarımızdan işitmedik.” dediler.

23/25. (Nûh kavminin ileri gelen kâfirleri, avam takımına:) "Bu (Nûh), ancak cinnet getirmiş bir adamdır. Bundan dolayı bir müddet (ona sabredin ve) onu gözetleyin (belki aklı başına gelir, dediler)."

23/26. (Peygamberim Nûh:) "Rabbim! (Kavmimin) beni yalanlama (ve attıkları iftira)larına karşı bana yardım et!" dedi.

23/27. Bunun üzerine (Peygamberim) Nûh'a: "Bizim gözetimimiz altında ve vahyimize göre o gemiyi yap." diye vahyettik. "Bizim emrimiz gelip de tandır (fırın/kazan) kaynamaya başlayınca, (Peygamberim Nûh'a) dedik ki: "Her cins canlıdan (erkek dişi) birer çift, bir de - kendileri aleyhinde daha önce hüküm verilmiş olanlar (kâfir zevcen ve oğlun Ken’an)dan başka - aileni gemiye al ve zulmeden kimseler hakkında bana hiç yalvarma! Şüphesiz onlar, suda boğulacaklardır (Bk. Hûd,40)."

(Gemide mü’mine olan zevcesi, Sâm, Hâm ve Yâfes adlarındaki oğulları, oğullarının hanımları ile 72 Mü’min vardı “Râzî”. Bu durumda gemide Nûh aleyhisselâm ile birlikte 80 kişi bulunmuştu.)

23/28. (Ey Nûh!) Sen ve beraberindekiler, gemiye bindiğiniz zaman hemen (şöyle) de: "Bizi zâlim kavmin elinden kurtaran Allah'a hamd olsun."

23/29. (Ey Nûh!) Bir de (gemiden inince şöyle) de: "Ey Rabbim! Beni bereketli bir menzile (yere) indir (kondur). Sen, konuklatanların en hayırlısısın."

23/30. Şüphesiz bunda (Nûh kıssasında – Gemideki Mü’minlerin kurtuluşu ile îman etmeyenlerin helâk edilişinde -) ibretler vardır. Şüphesiz biz (insanları) elbette imtihana çekenleriz.

23/31. Sonra onların (Nûh kavminin) ardından başka bir nesil (Âd kavmini) yarattık.

23/32. Onlara (Âd kavmine), kendilerinden, "Allah'a ibâdet edin (O’nu “bir”leyin ve O’na itâat edin), sizin O'ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur. (Allah'tan başkasına ibâdet ettiğinizden dolayı uğrayacağınız azaptan) korkmuyor musunuz?" (diyen) bir peygamber (Hûd aleyhisselâm’ı) gönderdik.

23/33. Onun (Hazret-i Hûd’un) kavminden, Allah'ı inkâr eden, ahireti (yeniden dirilmeyi, hesap ve cezayı) yalanlayan ve kendilerine dünya hayatında (mal ve evlât gibi) bol nimet verdiğimiz ileri gelenler şöyle dediler: "O (peygamber iddiasında bulunan) da ancak sizin gibi bir insandır. Sizin yediğiniz şeylerden yiyor, içtiklerinizden de içiyor."

23/34. (Kâfirlerin ileri gelenleri halka şöyle derler:) "Yemin olsun, kendiniz gibi bir beşere (insana) itâat ederseniz, mutlaka ziyan etmiş (aldanmış) olursunuz.”

23/35. (Kâfirler şöyle derler:) "O (Hûd), öldüğünüz, toprak ve kemik hâline geldiğiniz zaman, sizin tekrar mutlaka (diriltilip kabirlerinizden) çıkarılacağınızı mı va’dediyor?"

23/36. (Kâfirler şöyle derler:) "Heyhât! Bu size vaad olunan şey (kabirlerinizden çıkarılıp hesaba çekilmeniz ve sonunda azap görmeniz), ne kadar da uzak (akla, mantığa ve dünya gerçeklerine aykırı)!"

23/37. (Kâfirler şöyle derler:) " O (hayat denilen şey, şu), dünya hayatımızdan başkası değildir. Ölürüz ve yaşarız. Biz tekrar diriltilecek değiliz."

23/38. (Kâfirler şöyle derler:) "Bu (Hûd, peygamber olduğunu söyleyerek), Allah'a karşı yalan uyduran bir kişiden başkası değildir. Biz ona inanıcılar (öldükten sonra dirilmeyi tasdik ediciler) değiliz."

23/39. (peygamberim Hûd “aleyhisselâm”), "Ey Rabbim! (Kavmimin küfür ve) yalanlamalarına karşı bana yardım et!" dedi.

23/40. (Allahü teâlâ:) "Yakın bir zamanda (o kâfirler, azabı görünce) mutlaka pişman olacaklardır!" buyurdu. (Fakat bu pişmanlıkları onlara, asla fayda vermeyecektir.)

23/41. Derken onları (peygamberlerini yalanlayan o kâfirleri) o sayha (korkunç ses), kaçınılmaz olarak kıskıvrak yakaladı da onları sel süprüntüsü hâline getirdik. Zâlimler topluluğu, Allah'ın rahmetinden uzak olsun!

(Cebrâîl aleyhisselâm onlara “korkunç bir ses” gönderdi, kalpleri parçalanıp öldüler. Bundan onların Sâlih aleyhisselâm'ın kavmi “Semûd” oldukları anlaşılmaktadır “Beydâvî”. Zaten Âd kavminin helâkinden sonra azâpdan kurtulan mü’minler, kendilerine yeni yurtlar bulmak için çeşitli bölgelere dağılmışlardır. Sonra bunlar, Semûd kavmi olarak adlandırılmıştır. Dolayısıyla Semûd kavmi, Âd kavmine halef olmuştur.)

23/42. Sonra bunların (Âd veya Semûd kavminin helâkinin) ardından başka nesiller (Sâlih, Lût, Şuayb) aleyhimü’s-selâm ve bunlardan başka peygamberlerin nesillerini “Beydâvî ve Medârik”) yarattık.

23/43. Hiçbir ümmet (kendisi için yazılmış) ecelini (ölümünü), ne öne alabilir, ne de erteleyebilir. (Hiçbir kimse veya topluluk, takdir edilin ecelinden önce ölmez ve sonra da yaşamaz. Kadere îman, şarttır.)

23/44. Sonra birbiri ardınca peygamberlerimizi gönderdik. Her ümmete kendi peygamberi geldikçe, onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından helâk ettik ve onları (dilden dile dolaşan ibretlik) hadiseler kıldık. Artık îman etmeyen bir kavim, Allah'ın rahmetinden uzak olsun!

23/45. Sonra (Peygamberim) Mûsa ile (Peygamberim) Hârûn'u âyetlerimizle (dokuz mu’cize ile) ve apaçık (ve kesin) delille(rle) gönderdik.

(Hazret-i Mûsa’nın mu’cizelerinin başında “Asâ” gelmektedir “Beydâvî”. Dokuz mu’cizenin hepsi bu âyetin tefsirinde sayılmıştır “bk. Râzî”.)

(Hazret-i Mûsa'ya verilen dokuz mu’cize için: Bk. İsrâ’, 101:

1) Asâ “Tâhâ,20”, 2) Yed-i beydâ’ “Tâhâ,22”; Neml,12; Şuarâ,32-38; 60-66”, 3) Kıtlık “A’raf,130”, 4) Tûr dağının İsrâiloğullarının üzerine kaldırılması “Bakara,63”, 5) Tûfan “A'raf,133”, 6) Çekirge âfeti “A'raf,133”, 7) Buğday güvesi âfeti “A'raf,133”, 8) Kurbağa âfeti “A'raf,133”, 9) Kan âfeti “A'raf,133”.)

23/46. (Peygamberlerim Mûsa ile Hârûn'u) Fir’avun'e ve (kavminin) ileri gelenlerine (gönderdik). Onlar da (îman ve itâati reddederek) büyüklük tasladılar ve mütekebbir (kibirli) bir kavim oldular.

23/47. (Fir’avun ve ileri gelenler, kendilerine sunulan îman ve itâat karşısında:) "Kavimleri bize kul köle iken, biz, bizim gibi iki insana (Mûsa ve Hârûn’a) mı îman edeceğiz." dediler.

23/48. Böylece ikisini (Peygamberim Mûsa ve Hârûn’ı) yalanladılar, bu yüzden de helâk edilenlerden oldular.

23/49. Yemin olsun, (İsrâil oğulları) hidayete ersinler diye (Peygamberim) Mûsa'ya Kitab'ı (Tevrat'ı) verdik.

(Tevrat, Fir’avun ve kavmi boğulduktan sonra toptan indirilmiştir. Tefsir âlimlerinin bildirdiğine göre, Tevrat-ı şerif, yedi veya on levha ve kırk cüz hâlinde Tûr dağında başlarında Cebrâîl aleyhisselâm olmak üzere bir melek topluluğu tarafından Hazret-i Mûsa’ya takdim edilmiştir.)

23/50. Meryem oğlunu (İsa'yı) ve annesini (büyük) bir âyet (annesine bir insan dokunmadan mübarek İsa bebeğin babasız olarak dünyaya gelişini bir mu’cize) kıldık ve her ikisini de (meyveli, ekinli) oturmaya elverişli düz ve akar suyu olan yüksek bir yere yerleştirdik. (Bu yerin Beyt-i Makdis, Şam, Filistin ve Mısır olduğu konusunda ayrı ayrı nakiller vardır “Semerkandî”.)

23/51. (Bütün peygamberlere risaletleri zamanında vahyimiz şöyle olmuştur:) Ey Resüller! Temiz (helâl) şeylerden yiyiniz ve (farz ve nafile olarak) salih (dinin öngördüğü iyi) ameller işleyiniz. Şüphesiz ben, sizin (gizli ve açık) yaptığınız şeylerin hepsini bilirim. (Bu hitap, peygamberlerin şahsında ümmetleredir. Bütün peygamberler, haram işlemekten korunmuşlardır “Semerkandî”.)

23/52. Şüphesiz bu (İslâm), tek bir din olarak sizin dininizdir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyle ise benden (azabımdan) korkun. (Bana isyan ve itâatsizlik yapmaktan uzak durun.) Müfessirler, bu âyette geçen “ümmet” kavramını, din/İslam ile açıklamışlardır “Celâleyn ve Semerkandî”.)

23/53. (Fakat insanlar, din) işlerini kendi aralarında param parça ettiler. (Farklı dinlere ayrıldılar. Hâlbuki Allah katında tek din vardır, o da İslam’dır. İlâhî dinlerin hepsi, itikadî/îmanî konularda aynıdır, aralarında hiç bir farklılık yoktur. Böyle olduğu hâlde Yahûdilik, Hristiyanlık ve diğer batıl inanç grupları ortaya çıktı.) Her hizb (grup, kendini haklı görerek), kendinde bulunan ile sevinmektedir.

23/54. (Ey Resûlüm!) Sen onları (İslam dinini kabul etmeyen o kâfirleri) bir zamana kadar, gaflet ve dalgınlıklarıyla baş başa bırak!

23/55. Onlar (İslam’ı kabul etmeyenler,) sanıyorlar mı ki, kendilerine (dünyada) verdiğimiz mal ve oğullar ile (onların hayırlarını çabuklaştırıyoruz?)

23/56. (İslam’ı kabul etmeyenler, kendilerine dünyada verdiğimiz mal, mülk, makam, rütbe ve oğullar ile) onların hayırlarını çabuklaştırıyoruz. (Öyle mi sanıyorlar?) Hayır! (Onlara verdiğimiz mal, mülk, makam, rütbe ve oğullar, onların günahlarının artması için bir istidraçtır. Fakat bir türlü) anlamıyorlar.

23/57. (Kimler, İslam dininin gösterdiği hayır konularında bir yarış içindedir?) Onlar, Rablerin(in azap etmesin)den korkup titrerler.

23/58. Onlar, Rablerinin âyetlerine (Kur’ân’ın tamamına) îman ederler.

23/59. Onlar, Rablerine ortak koşmazlar (putlara tapmazlar, Yahûdi ve Hristiyanlar gibi Allah’a çocuk isnat etmezler ve Allah “bir”dir derler).

23/60. Onlar, Rabblerinin huzuruna dönecekleri düşüncesiyle (zekât ve sadaka olarak) verdiklerini kalpleri ürpererek verirler.

(Âişe radıyallahü anha’dan nakledilir: Mü’minûn sûresi 60. ayetini Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem’e sordum ve dedim ki: “Onlar şarap içen ve hırsızlık edenler midir?”Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem: “Hayır Sıddîk’in kızı” buyurdu. Fakat Onlar, kabul edilmeme korkusuyla oruç tutan, namaz kılan ve sadaka verenlerdir. İşte böyleleri, hayırda yarışırlar, diyerek Mü’minûn sûresi 61. ayetini okudu. Tirmizî, Tefsir 24.)

23/61. İşte onlar (57, 58, 59 ve 60. âyetlerde özellikleri sayılan Mü’minler), hayır işlerinde koşarlar ve onlar, bu konuda öne geçerler.

23/62. Biz (şânı yüce Allah), hiç kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmeyiz. Katımızda hakkı söyleyen bir kitap (Levh-ı Mahfûz veya amel defterleri) vardır. (Herkesin söz ve davranışları onda kayıtlıdır.) Onlar, zulme (ve haksızlığa asla) uğratılmazlar.

23/63. Fakat onların (kâfirlerin) (küfür dolu) kalpleri, bu hususta (Kur'ân'a karşı tam bir) cahalet (ve gaflet) içindedir. Onların bundan (şirk ve inkâr gibi) işlemekte olduklarından başka (ve henüz işlemedikleri “Kurtubî”) birtakım (kötü) işleri daha vardır. (Onun için o kâfirler, azap göreceklerdir.)

23/64. Nihayet refah ve bolluk içinde olanlarını (zengin ve reislerini) azapla (kıtlıkla veya Bedir savaşında) kıskıvrak yakaladığımız zaman, bir bakarsın onlar, çığlık kopararak yardım istiyorlar.

23/65. (Kâfirlere şöyle denilir:) Bugün artık boşuna feryat edip durmayın. Çünkü bizden (kurtulma yönünde bir) yardım göremeyeceksiniz.

23/66. Hakikat şu ki, (ey kâfirler,) size âyetlerim (Kur’ân) okunurdu da siz, ökçelerinizin üzerinde (gerisin geri) dönüyordunuz.

23/67. (Siz kâfirler,) ona (Kâ’be’ye) karşı (onun bakıcıları olmanın gururu içinde) kibirlenerek, gece(leri Kâ’be’nin etrafında toplanarak) hezeyanlarda bulunuyor Kur’ân’ı dinlemiyor)dunuz.

23/68. Onlar (kâfirler), bu sözü (Kur'ân'ı) hiç düşünmediler mi? Yoksa kendilerine, (sanki) önceki atalarına gelmeyen bir şey (bir Kitap ve peygamber) mi geldi (de onu inkâr ediyorlar)? (Hâlbuki atalarına “peygamber” de “kitap” da gelmişti. Şimdi o Kitab’ı niçin kabul etmiyorlar?)

23/69. Veya onlar (kâfirler), henüz kendi peygamberlerini (Muhammed aleyhisselâm’ı) tanımadılar da o yüzden mi onu inkâr ediyorlar? (Hâlbuki onu çocukluğundan beri “emin” olarak biliyorlardı.)

23/70. Yoksa "Onda bir cinnet/delilik var" mı diyorlar? Hayır, o (peygamberim), onlara hakkı (tevhid esaslı olan Kur’ân’ı ve İslam’ı) getirdi. Fakat onların çoğu, hakkı (putlara tapmayı bırakıp Kur’ân’ın öngördüğü tek Allah’a ibâdet etmeyi) kerih (çirkin) görmektedirler.

23/71. Eğer hak (olan Kur’ân) onların keyiflerine tâbi olsaydı (şirk isteklerine göre indirilseydi) gökler ile yer ve onlarda bulunanlar, elbette fesada uğrardı. (Yüce Allah, o âlemi de helâk ederdi.) Hayır, biz onlara zikirlerini (izzet ve şeref bulacakları Kur'ân'ı) getirdik. Onlar ise, bu şereflerinden (Kur’ân’dan) yüz çeviriyorlar.

23/72. (Resûlüm!) Yoksa sen onlardan (îman etmeleri karşılığında) bir vergi (ücret) mi istiyorsun (da sana inanmıyorlar)? (Ancak) Rabbinin vergisi (vereceği mükâfat ve sevap) çok hayırlıdır. O, rızık (ve mükâfat) verenlerin en hayırlısıdır.

23/73. (Resûlüm!) Şüphesiz sen onları, Sırât-ı Müstakîm’e (Allah’ın gönderdiği doğru bir yol olan İslam’a) çağırıyorsun.

23/74. Fakat Ahirete îman etmeyen (kâfir)ler, şüphesiz bu (İslam’ın hak) yol(una karşı çıktıkların)dan (şirk ve küfür yollarına) sapanlardır.

23/75. Biz (şânı yüce Allah), onlara (kâfirlere) acıyıp başlarına gelen zararı (Mekke’de yedi yıl süren kıtlığı) giderseydik, yine de azgınlıklarında bocalamaya devam ederlerdi.

23/76. Yemin olsun, biz onları (kâfirleri) azap ile (Bedir savaşında öldürmekle veya yedi sene süren kıtlıkla) kıskıvrak yakaladık da yine Rablerine boyun eğmediler ve O'na (dua ederek) yalvarmadılar ve niyazda bulunmadılar.

23/77. Sonunda onlara şiddetli bir azap kapısı açtığımızda (kıtlıkta veya Bedir’de yahut Ahiret’te) bir de bakarsın onlar (kâfirler), o durumda şaşkın ve ümitsiz kalmışlardır.

23/78. (Ey kâfirler!) O (Allah) ki, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri yaratandır. (Bütün bu organlar, nimetleri duymanın, görmenin ve kabul etmenin vasıtalarıdır. Fakat) ne de az şükrediyorsunuz! (Bütün nimetleri yaratan ve gönderenin tek Allah olduğunu bilmek ve O’na îman, en büyük şükür olup şükürlerin başıdır. Kâfirler, Allah’ın birliğini kabul edip O’na îman etmediklerinden, “az” değil, “hiç” şükretmiş olmazlar “Semerkandî ve Zâdü’l-Mesîr”.)

23/79. (Allah) ki, sizi yeryüzünde yaratıp yayandır. Hepiniz (Kıyamet gününde) ancak O'nun huzurunda toplanacaksınız.

23/80. O (Allah) ki, (insanı ve evrendeki her şeyi) diriltendir ve öldürendir. Gece ile gündüzün değişmesi (uzaması ve kısalması) yalnız O'na aittir. Hâlâ aklınızı (doğru olarak) kullanmayacak (ve ibret almayacak) mısınız?

23/81. (Kâfirler, bunca deliller karşısında İslam’a inanıp yüce Allah’ın “bir”liğini kabul ettiler mi?) Hayır, onlar, önceki (isyankâr ümmet)lerin dediği gibi dediler.

23/82. (O kâfirler) dediler ki: "Gerçekten biz, ölüp toprak ve kemik yığını hâline geldikten sonra mı tekrar diriltileceğiz?" (Bu tekrar dirilmeyi akıl ve mantıklarına aykırı buldular. Düşünmediler ki, daha önce yoklardı, yaratıldılar, çok önceleri de zaten asılları toprak idi.)

23/83. (O kâfirler, dediler ki:) Yemin olsun, biz ve bizden önce atalarımız da bununla tehdit edildik. Bu (öldükten sonra dirilme ve hesap verme), evvelkilerin uydurduğu masallardan başka bir şey değildir.

23/84. (Resûlüm, o kâfirlere sor ve) de ki: "Eğer biliyorsanız söyleyin: Yeryüzü ve yeryüzünde bulunanlar kime aittir (Bunları kim yaratmıştır)?"

23/85. (Resûlüm, onlar,) "Allah'ındır" diyecekler. (O zaman) "öyle ise, siz hiç düşünüp ibret almaz mısınız?" de.

23/86. (Resûlüm) de ki: "Yedi kat göklerin Rabbi ve büyük Arş'ın Rabbi kimdir?"

23/87. (Resûlüm, o kâfirler) "Allah'ındır" diyecekler. "Öyle ise, O'na (karşı gelmekten) korkmaz mısınız?" de.

23/88. (Resûlüm,) de ki: "Eğer biliyorsanız söyleyin: Her şeyin melekütü (mülkü ve idâresi), “yedinde (irade ve kudretinde) olan, koruyup kollayan, fakat kendisi korunup kollan(maya muhtaç ol)mayan kimdir?

23/89. (Resûlüm, o kâfirler,) "Allah'ındır" diyecekler. "Öyle ise nasıl büyüleniyor (ve aldanıyor)sunuz?" de.

23/90. Hayır, biz onlara hakkı (tevhidi, sıdkı, şirkin bâtıl ve oğul isnadının muhal olduğunu) getirdik, fakat onlar, şüphe yok yalancıdırlar.

23/91. (Şânı yüce) Allah, evlât edinmedi ve onunla beraber bir ilâh da olmadı. (Şayet) olsaydı muhakkak her ilâh, kendi yarattığı ile gider (bağımsızlığını ilân eder)di ve onlardan bazısı bazısına üstün gelmeye çalışırdı. Allah onların (kötü) isnatlarından münezzehtir (uzaktır).

23/92. (O Allah,) gaybı ve görünen âlemi bilendir. Şirk koştukları şeylerden (Allah) yücedir.

23/93. (Resûlüm) de ki: Rabbim, eğer (dünya ve âhirette) va'd olunan (azâb)ı bana gösterirsen, (beni o zâlim milletin içinde bulundurma.")

23/94. (Resûlüm, de ki: Rabbim, eğer dünya ve âhirette va'd olunan azâbı bana gösterirsen,) beni o zâlim milletin içinde bulundurma. (Gönderilen azaba beni yaklaştırma “Beydâvî”)"

23/95. (Resûlüm,) şüphesiz biz onlara va’dettiğimiz (azap ve tehditler)i sana göstermeye elbette kâdiriz (gücümüz yeter). (Ancak onu erteliyoruz. Arkalarından gelenlerden bazıları îman edeceklerdir. Sonra sen onların içinde olduğun sürece biz onlara azap etmeyiz “Beydâvî”.)

23/96. (Resûlüm,) kötülüğü (sana yapılan eziyeti veya şirki), en güzel olan şey (sabır ve iyilikle veya tevhid “lâ ilâhe illâllah”) ile uzaklaştır. (Bu emir, seyf/cihad âyeti (Tevbe,5) ile neshedilmiştir “Celâleyn”.) Biz onların (seni) vasıflandırdıkları şeyleri (yalanlarını ve kötü isnatlarını) çok iyi bilmekteyiz.

23/97. (Resûlüm,) de ki: ("Ey) Rabbim! Şeytanların vesvese (ve isyana teşvik etme)lerinden sana sığınırım."

23/98. (Resûlüm, de ki: ey Rabbim!) Onların (şeytanların) benim yanımda bulunmalarından da sana sığınırım."

23/99. Nihayet onlardan (kâfirlerden) herbirine ölüm geldiğinde (cehennemdeki yerini ve îman etseydi gireceği cenneti görünce “Celâleyn” :) Rabbim, beni (dünyaya) geri gönder, (ben îman edeyim ve salih amel işleyim) der.

23/100. (Kâfirlerden herbiri ölüm hâlinde: “Rabbim, beni tekrar dünyaya döndür.) Belki ben bıraktığım şeyde (dünyada terkettiğim îmana sahip olur ve) salih (rızana uygun iyi) bir iş yaparım (der.) Hayır! (Asla dünyaya geri dönüş yok! “Eğer geri döndürülürlerse, yine kendilerine yasaklanan şeylere geri dönerler. En'âm,38”) Bu, sadece onun söylediği (boş) bir sözden ibarettir. Onların arkasında, tekrar dirilecekleri gün (Kıyamet’)e kadar (devam edecek, geri dönmelerine engel) bir perde (kabir hayatı) vardır.

23/101. Biz (sânı yüce Allah,) bütün peygamberlere şöyle dedik: (İsrafîl aleyhisselâm tarafından birinci ve ikinci) Sûr'a üfürüldüğü zaman, (işte) o gün(ün dehşetinden insanlar) aralarında artık soy-sop yakınlığı (yardımlaşması) yoktur. (Bunu hatırlayacak hâlleri kalmaz) ve birbirlerini arayıp soramazlar. (Çünkü "O gün, kişi kardeşinden, annesinden, babasından, karısından ve oğullarından kaçar “Abese,34-37”. Herkes, kendi derdiyle başbaşadır.)

(Hazret-i Âişe radıyallahü anha, - bu âyet-i kerime üzerine -"Ya Resûlallah, şimdi biz, kıyamet günü birbirimizi tanımayacak mıyız?" Çünkü ben Allahü teâlâ'nın, "O gün soyları sopları olmadığı gibi, birbirini sorup soruşturmazlar da" buyurduğunu görüyorum" deyince, Hazret-i Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem, üç yerde, her insan (herşeyi) unutur: 1) Amel defteri verildiğinde, 2) Mizan başında ve 3) Cehennem köprüsü/Sırat üzerinde ”Râzî”.)

23/102. Artık (o Kıyamet gününde) kimin tartıları (doğru akâid ve salih amelleri), ağır gelirse, işte onlar, kurtuluşa eren (Mü’min)lerin ta kendileridir.

23/103. Kimlerin de tartıları hafif gelirse (tartılacak bir şeyleri olmazsa, ki, bunlar kâfirlerdir “Beydâvî”), işte onlar, kendilerini husrana (ziyana) uğratanların ta kendileridir. (Çünkü âyette: "Onlar – kâfirler - için Kıyâmet gününde terazi kurmayız “Kehf,105” buyruluyor). Onlar, cehennemde ebedî (sonsuz) kalacaklardır.

23/104. (Cehennemde) ateş (kâfirlerin) yüzlerini yalar (etler tamamen dökülür) ve onlar orada sırıtır kalırlar.

23/105. (Herşeye kâdir yüce Allah tarafından:) "(Kur’ân) âyetlerim size okunuyordu da siz onları yalanlıyordunuz, değil mi?" (denilir).

23/106. Onlar (kâfirler), şöyle derler: "Ey Rabbimiz! Biz azgınlığımıza yenik düştük ve (itikaden) sapık bir topluluk olduk."

23/107. (Kâfirler derler:) "Ey Rabbimiz! Bizi buradan (ateşten) çıkar. Eğer (tekrar küfür, yalanlama ve isyana) dönersek, şüphesiz kendimize zulmetmiş oluruz."

23/108. (Yüce Allah, cehennemdekilere:) "(Aşağılanmış ve horlanmış olarak) sinin (kalın) orada, (azabın kaldırılması konusunda doğrudan) benimle konuşmayın!" buyurur.

23/109. (Dünya’da) kullarımdan, "Ey Rabbimiz! Biz îman ettik, bizi bağışla, bize merhamet et, sen merhamet edenlerin en hayırlısısın" diyen (Mü’minlerden) bir zümre (fakir sahâbîler veya ehl-i suffe) var idi.

23/110. Siz (kâfirler) ise, onlarla (Bilâl-i Habeşî, Suheyb-i Rûmî, Ammâr b. Yâsir gibi Mü’min kişilerle) alay ediyordunuz. O kadar ki, onlar(a yaptığınız hakaret ve işkence) size beni zikretmeyi unutturdu. Siz onlara devamlı gülüyordunuz.

23/111. (Dünyada kâfirlerin zulüm ve işkencelerine) sabretmiş olmaları sebebiyle, bugün ben onları (o Mü’minleri) mükâfatlandırdım. Şüphesiz onlar, muratlarına erenlerin ta kendileridir.

23/112. (Yüce Allah, kâfirlere:) "Yeryüzünde (veya kabirde) kaç sene kaldınız?" diye sorar.

23/113. Onlar (kâfirler), “(cehennemin sonsuz azabına nispetle) bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık. (Ey Rabbimiz!) Sayanlara (dünya günlerini sayma imkânı olanlara veya insanların amellerini sayan ve kaydeden meleklere) sor, (Rabbimiz)." derler.

23/114. (Allahü teâlâ, şöyle) buyurur: "(Dünyada) çok az bir zaman kaldınız. Keşke siz gerçekten (dünya hayatının çok kısa ve Ahiret’teki azabın ise, sonsuz olduğunu bir) bilmiş olsaydınız."

23/115. "Sizi (üstün bir hikmet için değil de) boş yere yarattığımızı ve bize gerçekten döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?"

23/116. (Yarattığı bütün varlık âleminde) mutlak hak hükümdar olan Allah, (hikmetsiz boş şey yaratmaktan ve her türlü noksanlıktan) yücedir. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. (Çünkü O’ndan başkaları O’nun kullarıdır.) O, kerim (şerefli ve ihtişamlı) olan Arş'ın Rabbidir.

23/117. Kim, hakkında hiçbir delili olmadığı hâlde Allah ile beraber başka bir ilâha taparsa, onun cezası ancak Rabbi katındadır. Şüphesiz kâfirler, asla iflâh olmazlar (kurtuluşa eremezler).

23/118. (Resûlüm) de ki: "Rabbim! (beni) mağfiret eyle, (Mü’minlere) merhamet et. Çünkü sen, merhamet edenlerin en hayırlısısın!" (Allah'ın rahmeti, affı ancak îman edenleredir. Îman etmeyenler, bu rahmetten ve Peygamber'in şefâatinden mahrumdurlar “Semerkandî”.)