KUR'AN-I KERİM MEALİ | NUR SURESİ



Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.

24/1. (Bu,) bizim indirdiğimiz ve (helâl ve haram hükümlerinin uygulanmasını) farz kıldığımız bir sûredir. Düşünüp öğüt (ve ibret) almanız için onda (hudûd/hadler, ferâiz, emir ve nehye âit) açık açık âyetler indirdik.

24/2. (Evli olmayan) zina eden kadın ve (evli olmayan) zina eden erkekten her birine yüzer celde (değnek/sopa) vurun. Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız, Allah'ın dini(nin koymuş olduğu hükmü uygulama) konusunda onlara (günah işlemiş olanlara) acımanız tutmasın (acımayınız). Müminlerden bir topluluk (en az üç veya dört kişilik bir grup) da onların cezalandırılmasına şahit olsun. (Evli olup zina eden kadın ve erkeğin, şeri’atteki cezası ise, recm/ölümdür “Müslim, Hudûd 5”. Ancak Fıkıh’a göre bu cezanın verilmesi, çok ağır şartlara bağlanmıştır.)

24/3. Zina eden (zina cezası almış) bir erkek ancak, zina eden (zina cezası almış) veya Allah'a ortak koşan bir (müşrike) kadınla nikâhlanır. Zina eden (zina cezası almış) bir kadınla da, ancak zina eden (zina cezası almış) veya Allah'a ortak koşan bir (müşrik) erkek nikâhlanır. Bu (zina), (kadın ve erkek bütün) Mü'minlere haram kılınmıştır. 

(Bu âyet-i kerime’de zinanın çok kötü ve haram bir fiil olduğu ifade buyruluyor. Fakir durumunda olan muhâcir erkekler, kendilerine infakta bulunûrlar diye zengin durumundaki fahişe müşrik kadınlarla evlenmeye kalkışınca, bu âyet-i kerime nâzil olmuştur. Ancak âyetin hükmü geneldir. Müfessirler bu âyetin, Nûr, 32 ile nesh edilmiş olduğunu/hükmünün kaldırıldığını bildiriyorlar: “Celâleyn, Beydâvî, Medârik, Kurtubî ve diğerleri”. İslâm Fıkhı’na göre, Müslüman bir erkek veya bir kadın, bir müşrik ile evlenemez.)   

24/4. (Müslüman, hür, bâliğ, âkıl ve zina yapmamış) namuslu kadınlara zina isnadında bulunup da sonra (bu suçlamalarını ispat için) dört şahit getiremeyenlere (had/iftira cezası olarak) seksen değnek vurun. Artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin. İşte bunlar, fâsık (âsî/günahkâr) kimselerdir.

24/5. Ancak (“iftira” cezası aldıktan sonra) tevbe edip bundan sonra ıslah olanlar (kötülükleri terkeden, sâlih amel işleyen ve suçladığı kimselerden helâllık dileyenler) müstesna (Buhârî, Şehâdât 8). Çünkü Allah, gafûrdur (günahları çok bağışlayandır), rahîmdir (Mü’minlere çok merhamet edendir).

24/6 Zevcelerine/eşlerine (zina) iftira(sı) atıp da kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince, onlardan her birinin şahitliği, kendisinin mutlaka doğru söyleyenlerden olduğuna dâir dört defa Allah'ı şahit tutmasıdır.

(İmam-ı A’zam Ebû Hanife şöyle demiştir: Onlardan hiçbirine had vurulmaz; koca, lânetleşinceye kadar hapsedilir. Lânetleşme, hür ile cariye arasında; köle ile hür kadın arasında; iki zimmi arasında yahut birisi zimmi ise câiz değildir.

İmam-ı Mâlik ile Şâfiî de: Onlardan cayana had lâzım gelir, demişlerdir.

İmam-ı Ahmed’ten meşhur olan şudur: İftirası sahih olan her eşin, lânetleşmesi de sahih olur. Lânetleşme ayrılığı, yalnız kocanın lânetleşmesi ile gerçekleşmez. Hakim ayırmadan gerçekleşmesinde ise, iki rivayet vardır:

Biri: Lânetleşmenin meydana getirdiği haramlık, ebedidir. Eğer lânetleşen erkek yalan söylediğini itiraf ederse, zevcesi ona yine helâl olmaz.

İkincisi: Yalan ortaya çıktıktan sonra eşlerin bir araya gelecekleridir. Ebû Hanife de bu görüştedir “ez-Zâdü’l-Mesîr; Buhârî, Şehâdât 8”.)

24/7. (Zevcelerine/eşlerine zina iftirası atıp da kendilerinden başka şahitleri olmayanlardan her birinin şahitliği, kendisinin mutlaka doğru söyleyenlerden olduğuna dâir dört defa Allah'ı şahit tutmasıdır.) Beşinci defada da, eğer yalancılardan ise, Allah'ın lânetinin kendi üzerinedir (demesi, üzerinden “iftira haddi”ni/cezasını kaldırır).

(Bu, erkeğin lânetleşmesidir, hükmü de “iftira haddi”nin üzerinden düşmesi ve birbirlerinden ayrılmalarıdır. Bu bize “Şâfiî’ye” göre “fesih” ayrılığıdır, çünkü aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm efendimiz: İki lanetleşen bir daha ebediyyen birleşemezler, buyurmuştur. Hakimin ayırması, Ebû Hanîfe'ye göre “talâk” ayırmasıdır. Yine bunun hükmü çocuğun babadan silinmesi ve kadına zina haddinin vâcip olmasıdır “Beydâvî”.)

24/8. (Kadının yeminine gelince:) Kocasının gerçekten yalancılardan olduğuna dâir dört defa Allah'a (yemin ve) şahitlik etmesi, ondan (kadından) (iftiraya âit) cezayı kaldırır.

24/9. (Kadının yemininde) beşinci defada da eğer (kocası) doğru söyleyenlerden ise, Allah'ın gazabının kendi üzerine olması(nı dilemesi, kadından cezayı kaldırır).

24/10. (Ey Mü’minler,) eğer üzerinizde Allah'ın lütfu ve merhameti olmasaydı ve Allah, (günahlarına tevbe edenlerin) tevbeleri(ni) kabul eden (ve) hükmünde hikmet sahibi olmasaydı (sizi utandırır ve acele cezalandırırdı “Medârik ve Beydâvî”).

24/11. (Mü’minlerin annesi, Resûlüllah’ın temiz, pak zevcesi Hazret-i Âişe ile ilgili) o yalan haberi (“ifk”i/iftirayı) getirenler, sizin içinizden (Abdullah b. Übey’in başını çektiği Münafıklar ve bazı gâfil Mü’minlerden) bir güruh/topluluktur. (Ey Mü’minler: Resûlüllah aleyhisselâm ile Hazret-i Âişe, Hazret-i Ebû Bekir ve Saffân b. el-Muattal radıyallahü anhüm) bu iftirayı kendiniz için kötü bir şey sanmayın. (Bu hitap, onlar için bir tesellidir.) Aksine o (olay sebebiyle Allah katında değerinizin ortaya çıkması) sizin için bir hayırdır. (Bu vesileyle, sabır ve hüsn-i zanla çok sevap kazandınız.) Onlardan (iftiracılardan) her biri için, işledikleri (iftira) günahın(ın) cezası (Ahiret’te) vardır. (Zaten iki erkek bir kadın iftiracılar, dünyada had/iftira cezasına çarptırıldılar “İbn Mâce, Hadler 15”. Ayrıca Münafıklık ilânı, kör ve felç olma gibi bazı musibetlerle de karşılaştılar “Beydâvî”.) İçlerinden (elebaşılık yaparak) o günahın büyüğünü üstlenen (ve yayan Abdullah b. Übeyy) için ise, (cehennem’de) büyük bir azap vardır.

(Bu ve bundan sonraki dokuz âyette, "ifk/ iftira" diye bilinen olay anlatılmaktadır:

”Buhârî, Şehâdet 2 ve 15; İbn Mâce, Hadler 15; Ebû Dâvud, Hadler 35; Tirmizî, Hudûd/Hadler 11”:

Hazret-i Peygamber aleyhisselâm, Benî Mustalik Gazvesi’nden dönerken beraberinde bulunan Hazret-i Âişe, tabii ihtiyacını gidermek için “birlik”ten uzaklaşmıştı. Bu arada, düşürdüğü gerdanlığını ararken birlik, bulunduğu yerden ayrılmış, kendisi geride kalmıştı.

Birliğin gerisinde seyreden Safvân b. el-Muattal, Hazret-i Âişe’yi kendi devesine bindirip hayvanı yederek Medine'ye getirdi.

Aralarında münafıkların reisi Abdullah b. Übeyy ile bazı Mü'minlerin de bulunduğu bir grup, bu olaya dayanarak, Hazret-i Âişe ile Safvân “radıyallahü anhüma” arasında bir “ilişki bulunduğu” iftirasını ortaya attılar. Bunun üzerine, Hazret-i Âişe’nin masum olduğunu açıklayan bu âyetler indi.)

24/12. (Hazret-i Âişe radıyallahü anha’ya atılan) bu iftirayı işittiğiniz zaman, Mü’min erkek (Hassân ve Mistah) ve kadınların (Hamne bint Cahş), kendi (din kardeş)leri hakkında güzel zanda bulunup da: "Bu, apaçık bir iftiradır." demeleri gerekmez miydi?

24/13. Onlar (iftiracılar), o konuda (iddialarını ispat için) dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Madem ki, şahit getirmediler, işte onlar, Allah katında yalancıların ta kendileridir. (Bu durumda elbette iftiracılara seksen değnek had cezası uygulanmıştır “İbn Mâce, Hadler 15”.)

24/14. Eğer dünya ve Ahiret’te (Mü’minler olarak) üzerinizde Allah'ın (tevbeleri kabul eden) lütfu ve (Ahiret’te afv ve mağfiret) rahmeti olmasaydı, içine daldığınız o iftira (dedikodusu) sebebiyle, size mutlaka büyük bir azap dokunûrdu.

24/15. Çünkü siz onu (iftirayı) dilden dile dolaştırıyor, hakkında hiçbir bilginiz olmayan şeyleri (kalplerinizde olmayanları) ağızlarınızla söylüyorsunuz (Âl-i İmrân,167) ve bunu önemsiz (günahı olmayan) bir iş sanıyorsunuz. Hâlbuki o, Allah katında büyük (bir günah yükü)dür.

24/16. (Hazret-i Âişe radıyallahü anhâ’ye yapılan) o iftirayı işittiğiniz vakit: "Bunu konuşmamız bize yakışmaz. Hâşâ, Sübhânallah (Ya Rab, seni her türlü noksanlıktan tenzih ederiz)! Bu, çok büyük bir iftiradır." demeniz gerekmez miydi?

24/17. Eğer Mü’minler iseniz, ebediyyen (hayatta olduğuz müddetçe) bu gibi şeylere (iftiralara) bir daha dönmenizi Allah size haram kılıyor (sizi nehyediyor “Begavî”). (Çünkü imanlı olmak, namuslu kadınlara iftirayı engeller.)

24/18. Allah, size (emir ve nehiy konusundaki) âyetleri açıklıyor. (Yüce) Allah, alîmdir (her şeyi hakkıyla bilendir), hakîmdir (hüküm ve hikmet sahibidir).

24/19. İman edenler (Hazret-i Âişe ve Safvân “radıyallahü anhüma”) arasında çirkin şeylerin yayılmasını arzu edenler var ya, onlar için dünya(da had cezası) ve Ahiret’te (de) çok acı (ateşten) bir azap vardır. Allah (kimlerin iffetli ve kimlerin iftiracı olduklarını muhakkak) bilir, siz bilmezsiniz.

24/20. Eğer (Mü’minler olarak) üzerinizde Allah'ın (tevbeleri kabul eden) lütfu ve (Ahiret’te afv ve mağfiret) rahmeti olmasaydı ve Allah raûf (çok acıyan, kusurları örten, günahları bağışlayan ve) rahîm (çok merhametli) olmasaydı (bu iftiradan dolayı, cezanızı hemen verirdi).

24/21. Ey îman edenler! (Çirkin şeyleri yaymakla) Şeytanın adımlarına uymayın. (Çünkü Şeytan, kötü ve çirkin şeyleri telkin eder.) Kim şeytanın adımlarına (telkinlerine) uyarsa, bilsin ki, o, çok çirkin ve münker (dinin beğenmediği) şeyleri emreder. Eğer Allah'ın size lütfu ve merhameti (tevbeleri kabul etmesi, af ve mağfireti) olmasaydı, sizden hiçbiriniz asla temize çıkamazdı (iftira günahından kurtulamazdı). Fakat Allah, dilediği kimseyi (iradesini pişmanlık ve tevbe yönünde kullananları) (günahlarını afvederek) tertemiz (günahsız) kılar. Allah, semîdir (bütün didikoduları, gizli açık her şeyi işitendir), alîmdir (kalplerde gizli tutulanları ve açığa vurulanları hakkıyla bilendir).

24/22. (Bu âyet-i kerime, ifk/iftira olayında Münafıklar safında dedikoduya karışan fakir sahâbeye mâli yardım yapmamak üzere yemin eden başta Hazret-i Ebû Bekir olmak üzere bir grup sahâbe-i kiram hakkında nâzil olmuştur.)

(Ey Mü’minler,) içinizden fazılet ve servet sahibi olanlarınız, yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere (mallarından bir şey) vermeyeceklerine yemin etmesinler. Onları affetsinler ve (kendi hâllerine bırakıp) terketsinler (suçlarını yüzlerine vurmasınlar). Allah'ın sizi(n günahlarınızı) bağışlamasını istemez misiniz? Allah, gafûrdur (günahları çok bağışlayandır), rahîmdir (Mü’minlere çok merhamet edendir). (Hazret-i Ebû Bekir, bu âyet nâzil olunca, nafakasını kestiği teyzesinin oğlu fakir Mistah’a aynen nafaka vermeğe devam etmiştir “Beydâvî”.)

24/23. Şüphesiz (bir şeyden) habersiz iffetli (namuslu) kadınlara (zina iftirası) atanlar, dünyada ve âhirette lâ'net edilmiş (Allah’ın rahmetinden uzaklaştırılmış kimse)lerdir. Onlar için (Kıyamet günü) büyük bir azâp vardır.

24/24. O (Kıyamet) gün(ü) onların (dünyada) yaptıkları (iftira günahı)na dilleri, elleri ve ayakları aleyhlerine şahitlik edeceklerdir (Fussılet,21).   

24/25. (Kıyamet) gün(ü) Allah, onlara (iftira atanlara) hak ettikleri cezalarını tam olarak verecek ve onlar, Allah'ın apaçık hak(kın kendisi) olduğunu bilecekler (ve anlayacaklar)dır. (Münafık Abdullah b. Ubeyy bunlardan biridir. “Namuslu kadınlar”dan maksat, Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'in mübarek zevceleridir. Bunlara iftira edenin 23. ve 24. âyetlerde tevbesinden bahsedilmemiştir “Celâleyn”.)

24/26. Kötü kadınlar (veya kötü sözler), kötü erkeklere; kötü erkekler (veya kötü sözler) de kötü kadınlara; temiz/iyi kadınlar (veya iyi sözler), temiz/iyi erkeklere, temiz/iyi erkekler (veya iyi sözler) de temiz/iyi kadınlara lâyıktır. Bunlar (temiz olan Hazret-i Âişe ve Hazret-i Saffân), onların (iftiracıların) söyledikleri (çirkin şeyleri)nden uzaktırlar. Onlar (iftiraya uğrayanlar) için bir mağfiret (günahlarının affı) ve (cennet’te onlara) bolca bir rızık vardır.

4/27. Ey îman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere (ve odalara), izin almadan ve ev sahiplerine selâm vermeden girmeyin (“es-selâmü aleyküm, girebilir miyim?” deyin). Eğer iyice düşünürseniz, bu (davranış), sizin için (izinsiz ve selâmsız girmekten) hayırlıdır.  

24/28. Eğer (izin istediğinizde) evde (izin verecek) bir kimse bulamazsanız, size izin verilinceye kadar, oraya girmeyin. Eğer size, "geri dönün" denirse, hemen dönün. Çünkü bu, sizin için temiz/iyi bir davranıştır. (Yüce) Allah, yaptıklarınızı (izin alıp almadığınızı) en iyi bilendir.

24/29. Mesken (ikamet) olarak kullanılmayan (kervansaraylar, mağazalar, hanlar ve oteller gibi “Beydâvî”) içinde eşyanız (alışveriş yapma, ihtiyaç giderme, sıcaktan ve soğuktan korunma gibi menfaatiniz) olan evlere (yerlere, izinsiz) girmenizde herhangi bir günah yoktur. Allah, (bu gibi yerlere iyi ve kötü, hangi niyetle girdiğinizi) açığa vurduğunuzu da, gizlediğinizi de bilir.

24/30. (Resûlüm,) Mü'min erkeklere söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, (zina ve ona sebep olacak her türlü günahtan) ırzlarını da korusunlar. Bu, onlar için çok (hayırlı ve) temiz bir davranıştır. Şüphe yok ki, Allah, onların (gözlerini sağa sola çevirmelerinden, el ve kol hareketlerinden, bunları hangi maksatla) yaptıklarından hakkıyla haberdardır.

(Hazret-i Peygamber, görme ile bakmayı ayırıyorlar:

Peygamber aleyhisselâm’a yabancı kadınların bakılması helâl olmayan yerleri ansızın/irade dışı görüldüğünde ne yapmam gerektiğini sordum:

“Hemen gözünü çevir” buyurdular (Tirmizî, Edeb 28; Müslim Âdab 10).

Ey Ali, yabancı kadınları-n bakılması helâl olmayan yerlerini - gördüğünde, bakışını sürdürme, çünkü ilk görme senin için bağışlanmıştır, fakat sonraki bakışa hakkın yoktur/o günahtır (Tirmizi, Edeb 28; Ebû Dâvûd, Nikâh 27).

Allah’a ve Ahiret gününe iman eden bir kimse peştemalsiz/avret mahallini örtmeden hamama girmesin (banyo yapmasın). Allah’a ve Ahiret gününe iman eden bir kimse, hanımını hamama göndermesin “Tirmizî, Edeb 43; Ahmed Müsned, H.No. 8275; 14651”

 Çünkü hamam gibi yerlerde insanların çoğu zaman avret mahalleri açık olur. Mü’min bir erkeğin göbek ile diz kapağı arasını başkalarına göstermesi ve başkalarının bu kısımlara bakması – Hanefî ve Şâfiî’de - haramdır. Denize ve havuza girmede de hüküm böyledir “İbn Âbidîn”. Karı- koca arasında birbirlerine karşı “avret mahalli” ve hükmü için bk. “Hidâye ve İbn Âbidîn”.)   

24/31. (Resûlüm,) Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, (zina ve ona sebep olacak her türlü günahtan) ırzlarını da korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler. Başörtülerini yakalarının üzerine kadar (göğüslerini kapatacak şekilde) indirsinler. (Böylece, başlarını, boyunlarını ve göğüslerini örtsünler.) (Yüz ve elleri dışında) zinet (yer)lerini, kocalarından, yahut babalarından, yahut kocalarının babalarından (kayınpederlerinden), yahut oğullarından, yahut üvey oğullarından, yahut erkek kardeşlerinden, yahut erkek kardeşlerinin oğullarından (hala’nın yeğenlerinden), yahut kız kardeşlerinin oğullarından (teyze’nin yeğenlerinden), yahut Müslüman kadınlardan (ve Müslüman câriyelerinden) (Müslüman bir kadının, kâfir bir kadına bedenini göstermesi helâl değildir), yahut ellerinin altında bulunanlardan (erkek kölelerinden, müslüman ve ehl-i kitap olan câriyelerinden “Kurtubî”), yahut erkekliği kalmamış (kadınlara cinsel istek duymayan) hizmetçilerden, yahut henüz kadınların mahrem yerlerini fark edemeyecek yaşta olan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. (Kadınlar, göbekle diz kapağı arası müstesna ziynetlerini bunlara göstermeleri câizdir/günah değildir “Celâleyn”.) Gizledikleri zinetler bilinsin (sesleri duyulsun) diye (yolda, çarşı ve pazarda) ayaklarını yere vurmasınlar (kollarına, boyunlarına ve kulaklarına taktıkları zinetleri göstermesinler). Ey Mü'minler, (bilerek veya bilmeyerek işlediğiniz göz zinalarından ve örtünme ile ilgili haramlardan dolayı) hepiniz tevbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz (azaptan kurtulasınız)!

(Hadis-i Şeriflerde buyruluyor:

Dilin zinası, halâl olmayan sözleri söylemesidir. Gözlerin zinası, harama - kadın ve erkeklere, dinin yasakladığı bakılması helâl olmayan yerlerine - bakmaktır “Buhârî, İsti'zân 12”.

Peygamber aleyhisselâm: “Yollar üzerinde oturmaktan sakınınız. Eğer mutlaka oturma durumunda kalırsanız, o zaman yolun hakkını veriniz." buyurdu. Sahâbîler:

“Yolun hakkı nedir?” diye sordular. Resûlüllah:

"Harama bakmaktan gözü korumak, halka ezâ vermekten çekinmek, selâm verenin selâmını almak, iyiliği söylemek ve kötülükten sakındırmaktır." buyurdu “Buhârî, Mezâlim 22”. Bu durumda sokağa, çarşı ve pazara çıkınca, günah işlemekten korunmalıdır.)

24/32. (Ey veli ve velâyet sahipleri!) Sizden (hiç evlenmemiş) bekâr olanları (ve dul/karısı ve kocası olmayanları), köle ve cariyelerinizden evlenmeye uygun (ve onun hakkını verecek Müslüman) olanları evlendirin. Eğer onlar (hür Müslümanlar,) yoksul iseler, (evlenmeleri sayesinde) Allah, lütfuyla onları zengin eder. Allah(ın) lütfu (nimeti ve ihsanı) geniştir, (O, herşeyi) hakkıyla bilendir. (Eğer fakirlikten korkarsanız, Allah dilerse, sizi zengin eder “Tevbe,28”. Çünkü rızkı veren, bollaştıran ve kısan, ancak yüce Allah’tır “Bakara,245”.)

24/33. Evlenmeye (mehir ve nafaka bakımından) güçleri yetmeyenler de, Allah kendilerini lütfuyla zengin edinceye kadar, (zinaya yaklaşmadan) iffetlerini korusunlar. Sahip olduğunuz köle (ve câriye)lerden "mükâtebe” (belli bir bedel karşılığında hürriyete kavuşmak için sözleşme yapmak) isteyenlere gelince, eğer onlarda bir hayır (doğruluk ve samimiyet ile çalışma ve ödeme gücü) görürseniz, onlarla mükâtebe yapın (şu kadar bedeli getirdiğinde, “hür”sün deyin). Allah'ın size verdiği maldan (size karşı borcunu ödeyebilmesi için) onlara (bir miktar mal) verin. (Yahut sözleşme ile kararlaştırılan bedelin dörtte birini veya üçte birini düşün. Buna göre bedelin “bir miktar”ını düşürmek, çoğu âlimlere göre “vacip”tir. Bu, bütün Müslümanlara “mükâteb”lere yardım ve onlara zekâttan hisselerini ayırmak için bir emirdir “Beydâvî”) Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde etmek için iffetli (namuslu) kalmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları buna zorlarsa, (bilinmelidir ki,) hiç şüphesiz onların zorlanmasından sonra (o kadınlara karşı) Allah, gafûrdur (günahlarını bağışlayıcıdır), rahîmdir (eğer zorlayan ve zorlanan tevbe ederlerse, elbette Allah, tevbeleriı kabul edendir, çok merhametlidir).

24/34. Yemin olsun ki, biz size (helâl ve haramı) açıklayan âyetler, sizden önce geçen (ümmet)lerden misal (ibret alınacak haber)ler ve Müttakîler (namaz başta olmak üzere farzları yapan ve haramlardan sakınanlar) için bir mev’iza (öğüt/nasihat) indirdik.

24/35. Allah, göklerin ve yerin nûrudur (Güneş, Ay ve yıldızlar vasıtasıyla gökleri ve yeri aydınlatandır). O'nun nûrunun temsili/misali (Mü’minin kalbindeki iman ve İslâm nûru “Zümer,22”), içinde misbah (tutuşturulmuş fitil) bulunan bir mişkât/kandil (Mü’minin kalbindeki ma’rifet) gibidir. O misbah, cam fânus (mahfaza/koruyucu bir kap) içindedir. Cam fânus (içindeki ışıkla birlikte) sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır. (Mü’minin kalbindeki iman ve ma’rifet de, böyledir. O, yüce Allah’ın yaktığı bir nûr/ışıktır. Kalp, göğüs içindedir. Göğüs de, beden içindedir “Semerkandî”.) (Bu misbah/kandil,) ne doğuya ve ne de batıya nispeti olmayan mübarek bir zeytin ağacı(nın yağı)ndan tutuşturulup yakılır. (O öyle bir ağaçtır) ki, kendisine hemen hemen hiç ateş değmese de, yağı ışık verir. (O ışık da) nûr üstüne nûrdur. (Mü’minin imanı da ilmi de nûrdur “Mâturîdî”.) Allah, dilediği kimseyi (iradesini “hakk”ı kabulden yana kullananı) nûruna (İslâm’a) iletir. Allah, insanlara (hidayete ve imana kavuşmaları için anlayabilecekleri çeşitli) misaller verir. Allah, (gizliği ve açığı) her şeyi bilir.

24/36. (O ışık veren kandil,) birtakım evlerde (mescidlerde)dir ki, Allah (o mescidlerin) yücelmesine ve içlerinde (vâhid) isminin (Kur’an, ezan ve ikâmet ile) anılmasına izin vermiş (zikredilmesini emretmiş)tir. Orada (namaz kılanlar) O'nu, sabah (öğle, ikindi,) akşam (ve yatsı) tesbih (ve her türlü noksanlıktan tenzih) ederler.

24/37 Onlar öyle er (Mü’min)lerdir ki, onları, ne ticaret, ne de alış-veriş, Allah'ı zikretmekten, (beş vakit) namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu (tersine döndüğü o dehşetli Kıyamet) gün(ü cehenneme düşmek)den korkarlar (Enbiyâ,103).

24/38. Çünkü (o Kıyamet gününde) Allah, onları (Allah’ı zikreden, namaz kılan, zekât veren ve cehennem azabına düşmekten korkanları) yaptıklarının en güzeli (bire on ve daha fazlasıyla veya cennet) ile mükâfatlandıracak ve lütfundan onlara fazladan (ihsanından) verecektir. Allah, dilediğini hesapsız (bolca, beklenmediği şekilde) rızıklandırır.

24/39. Kâfirler(e gelince:) Onların amelleri, ıssız çöldeki serap gibidir. Susayan kimse onu su sanır. (Fakat) yanına geldiğinde hiçbir şey bulamaz. (Tıpkı bunun gibi kâfir de iman etmediği için hesap günü amellerinin karşılığında hiç bir sevabın olmadığını görür.) Ancak (kullarının bütün yaptıklarını her an görüp gözeten) Allah'ı(n azabını amelinin) yanında bulur (Fecr,14). Allah onun hesabını tam (eksiksiz) görür (cezalandırır). Allah, hesabı çabuk (ve sür’atli) görendir.

24/40. Yahut (o kâfirlerin küfür inanç ve kötü amelleri) engin/derin bir denizdeki karanlıklar gibidir. (Burada kâfirin kalbindeki küfür, zulmete/karanlığa; 35. âyette Mü’minin kalbindeki iman da “ışık veren kandil”e benzetilmiştir.) (Bir deniz ki,) onu bir dalga örter, onu da üstünden (başka) bir dalga örter. Onun üstünde de bulut(lar vardır. Kalbi göğüs, göğüsü de beden örter). (Bunlar, dalga, gece ve bulut zulmeti “Mâturîdî” veya küfür, câhillik ve kötülük zulmeti “Semerkandî” yahut câhillik, karışıklık ve şüphe zulmeti “Begavî”) birbiri üstüne yığılmış zulmetler/karanlıklar(dır. Kâfirin itikadı, ameli ve sözü zulmettir. İslam nazarında hiçbiri geçerli değildir). (Bu karanlıklar içinde olan kimse,) elini çıkarsa, neredeyse onu bile göremez. (Çünkü kalbindeki küfür, “hakk”ı, imanı ve hidayeti görmesine mânidir.) Allah, kime nûr vermemişse (kul iradesini kullanıp “iman”a yönelmemişse, Allah hidayeti yaratmaz. Bu durumda), artık onun nûru olmaz (o hidayeti bulamaz. İmanı olmadığı için salih amel işlemesi de mümkün olmaz).

 24/41. Görmedin (bilmedin) mi ki, göklerde ve yerde bulunanlar ile saf saf (kanat açan) kuşlar, Allah'ı tesbih (ve tenzih) ederler. Her biri duasını ve tesbihini kesin olarak bilmektedir. Allah, onların yapmakta olduğu şeyleri hakkıyla bilendir.

24/42. Göklerin ve yerin mülkü (sevk ve idaresi,) Allah'ındır. (Mükellef olan ve olmayanların) dönüş(ü) yalnız Allah'adır (dünyada ömürleri müddetince kalırlar, sonunda Allah’ın emriyle fâni olurlar “Rahman,26-27”. Mükellef olanlar, hesap vermek üzere Allah’ın huzurunda toplanırlar).

24/43. Görmedin (bilmedin) mi ki, Allah, bulutları (dilediği yere) sevk eder. Sonra, onları birbirne katar, sonra onları bir yığın hâline getirir. Nihayet yağmurun, onların arasından yağdığını görürsün. O (Allah), gökten, oradaki dağlar (gibi bulutlar)dan dolu indirir de dilediğine onunla musibet (zarar) verir, dilediğinden de onu (musibeti, zararı) uzak tutar. (Bu bulutların) şimşeğinin parıltısı (şiddetli ve âni ışığı), neredeyse gözleri alır.

24/44. Allah, geceyi ve gündüzü (birini kısaltıp diğerini uzatmakla; sıcak, soğuk, karanlık ve aydınlık yapmakla ve birbiri ardınca döndürmekle) çeviriyor. Şüphesiz bunda, basiret sahibi olanlar (Allah’ın kudret ve azametini düşünenler) için bir ibret vardır.

24/45. Allah, bütün canlıları sudan (nutfe/meniden) yarattı. İşte onlardan kimi karnı üzerinde (sürünerek) yürür, kimi iki ayak üzerinde yürür, kimi de dört ayak üzerinde yürür. Allah, dilediğini (dilediği şekilde) yaratır. Çünkü Allah, her şeye kâdirdir (gücü yetendir).

24/46. Yemin olsun, biz (çeşitli delillerle hakikatleri) açıklayan âyetler indirdik. Allah, dilediği kimseyi sırât-ı müstakîm’e (İslam dini’ne) hidayet eder.

24/47. (Münâfıklar:) "Allah'a ve peygambere iman ettik ve itâat ettik." derler. Sonra da onlardan bir grup bunun ardından (İslam’ın hükmünü kabul etmekten) yüz çevirir. Hâlbuki onlar, mü’min değildirler. (Dilleriyle iman ettiklerini söyler, fakat kalpleriyle iman etmezler.)

24/48. Onlar (Münafıklar), aralarında hüküm vermesi için Allah(ın kitabın)a ve peygamber(in hükmün)e çağırıldıkları zaman, bir de bakarsın ki, içlerinden bir grup, (hüküm aleyhlerinde olduğu zaman, kabul etmekten) yüz çevirirler.

24/49. Ama hak (Peygamberin verdiği hüküm) kendi lehlerinde ise, ona boyun eğerek gelirler (itirazları olmaz).

24/50. (Münafıkların) kalplerinde bir hastalık (inkâr ve nifak) mı var, yoksa (Kur’an’ın Allah kelâmı olduğu konusunda) şüpheye mi düştüler? Yoksa Allah ve Resûlünün kendilerine karşı zulüm ve haksızlık yapacağından mı korkuyorlar? Hayır (Allah, âdildir, asla zulüm ve haksızlık etmez), aksine onlar (Münafıklar), zâlimlerin ta kendileridir.

24/51. Aralarında hüküm vermesi için Allah'a (Allah’ın kitabına) ve Resûlüne davet edildiklerinde, Mü'minlerin söyleyeceği söz, ancak "işittik ve (emrine) itâat ettik" demeleridir. İşte onlar, (Ahiret’te cehennem’den) kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

24/52. Kim Allah'a (farzlarda) ve Resûlüne (sünnetlerde) itâat eder, (geçmiş günahları için) Allah'tan korkar ve (gelecek günahları için) O'ndan sakınırsa, işte onlar, (cennet’te sonsuz nimete kavuşup) kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

24/53. (Resûlüm, Münâfıklar,) sen kendilerine emrettiğin takdirde mutlaka (savaşa) çıkacaklarına dair, Allah’a en kuvvetli (şekilde) yemin ettiler. (Resûlüm, onlara) de ki: "Yemin etmeyin. (Sizden istenen Peygamber’e) güzelce itâat etmektir. Şüphesiz Allah, (açık ve gizli) yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır."

24/54. (Resûlüm,) "Allah'a (farzlarda) itâat edin, peygambere de (sünnetlerde) itâat edin" de. Eğer (Allah’a ve Resûlü’ne itâatten) yüz çevirirseniz, bilin ki, ona (Peygamber’e ) düşen, ancak ona yüklenen (tebliğ görevini ifa etmesi)dir, size düşen de size yüklenen (görevleri yerine getirmeniz)dir. Eğer (verdiği kararlarda) ona (Peygamber’e) itâat ederseniz, hidayet bulur (dalâletten kurtulur)sunuz. Peygambere düşen, ancak apaçık bir tebliğdir. (Eğer tebliğine uymayacak olursanız, günahlarınız sizin boynunuzdadır “Fâtır,18”.)

24/55. Allah, içinizden, îman edip de (namaz başta olmak üzere, oruç, zekât, cihad, muhtaçlara yardım gibi) salih ameller işleyenlere yemin ile (şunları) va’detti: Onlardan (Muhammed aleyhisselâm’a tâbi olan Müslümanlardan) önce gelenleri (İsrailoğulları ve başkalarını), (kâfirlere karşı) hâkim (hükümran) kıldığı gibi, onları (Muhammed Ümmeti’ni) de yeryüzünde (kâfirlere karşı) mutlaka hâkim (hükümran) kılacak, onlar için hoşnut ve râzı olduğu dini (İslam dinini “Mâide,3”) iyice yerleştirecek, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacaktır. (Nitekim kısa bir müddet sonra Müslümanlar, Arabistan’a ve diğer bazı ülkelere hâkim olmuşlardır “Kurtubî”.) Onlar (Müslümanlar), bana ibadet eder ve bana hiçbir şeyi şirk/ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kim küfrederse (kâfir olursa), işte onlar, fâsıkların ta kendileridir.

24/56. (Ey Mü’minler,) namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Resûle itâat edin ki, merhamet olunasınız.

24/57. (Resûlüm,) sakın o kâfirlerin (Allah'ı) yeryüzünde âciz bırakacak (ve ilâhî azaptan kurtulacak)larını sanma! Onların varacağı yer, ateştir (cehennem’dir). O, ne kötü varış yeridir!

24/58. Ey îman edenler! Ellerinizin altında bulunanlar (köle ve cariyeleriniz) ve sizden henüz bulûğ (ergenlik) çağına girmemiş olanlar, (günde) üç defa: Sabah namazından önce, öğleyin elbiselerinizi çıkardığınız (soyunduğunuz) vakit ve yatsı namazından sonra (odanıza/yanınıza girecekleri zaman) sizden izin istesinler. Bu üç vakit, sizin mahram yerlerinizin açık olabileceği vakitlerdir. Bu vakitlerin dışında (izinsiz girmede) size ve onlara bir günah yoktur. Birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz. Allah, âyetlerini size işte böylece açıklar. Allah, alîmdir (insanların ahlâkî yapısını en iyi bilendir), hakîmdir (izin isteme konusunda hüküm ve hikmet sahibidir).

24/59. Çocuklarınız erginlik çağına geldiklerinde, kendilerinden öncekilerin (büyüklerin sizden) izin istedikleri gibi (her vakit) sizden izin istesinler. İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklar. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

24/60. Artık nikâh (evlenme) ümidi kalmayan, hayızdan ve doğumdan kesilmiş oturan (yaşlı) kadınların (gerdanlık, bilezik gibi gizli) zinet (ve zinet yer)lerini (yabancı erkeklere) göstermemek (Nûr,31) şartıyla (çarşaf, ferace, manto gibi dış, sokak) elbiselerini çıkarmalarında kendileri için bir günah yoktur. (Bununla beraber bu dış elbiselerini çıkarmamaları) onlar için iffetlerini korumaları (bakımından) daha hayırlıdır. Allah, herşeyi işitendir, herşeyi bilendir.

24/61. (Görme özürlü, topal ve hastalar: Sağlam ve sağlıklı Müslümanları rahatsız etmemek için onlarla birlikte yemek yemekten çekinirlerdi. Bunun tersi de oluyordu.

Müslümanlar, savaşa çıkarlarken görüp gözetmeleri için evlerinin anahtarlarını savaşa çıkamayan a’ma/gözü görmeyen, topal ve hastalara bırakırlardı. Evlerindeki yiyeceklerden yemeleri için de izin verirlerdi. Fakat onlar, o yiyecekleri rahatlıkla yiyemiyorlardı.

61. âyet, bu ve benzeri sebeplerle inmiştir:

A’ma’ya (gözü görmeyene) güçlük (sıkıntı/günah) yoktur, topala güçlük yoktur, hastaya da güçlük yoktur. Kendi (oğullarınızın “İbn Mâce,64”, zevcelerinizin) evlerinizde veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kız kardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya (vekâlet yahut bakım ve koruma yoluyla) anahtarlarına sahip olduğunuz evlerde ya da dostlarınızın (sâdık arkadaşlarınızın) evlerinde yemek yemenizde de bir sıkıntı/günah yoktur. Birlikte veya tekbaşına olarak yemek yemenizde de bir sıkıntı/günah yoktur. Evlere girdiğiniz zaman birbirinize (kendinizden olan ev halkına), Allah katından mübarek ve pek hoş bir selâmet dileği olarak, selâm verin. İşte Allah, düşünesiniz diye âyetleri size böyle açıklıyor.

(Bu âyet-i kerime için âlimlerin bir kısmı muhkem, bir kısmı da, mensuh demişlerdir “Kurtubî ve Beydâvî”.)

24/62. Mü'minler, ancak o kimselerdir ki, Allah'a ve peygamberine (gönülden ve samimiyetle) iman etmişlerdir. Onlar, onunla (peygamber ile) (Namaz, Cum’a, Bayram, Meşveret, Cihad gibi) ortak bir iş üzerindeyken, (bir mazeretleri olduğunda) ondan izin almadan (Münafıklar gibi) çekip gitmezler. (Resûlüm,) senden izin isteyenler var ya, işte onlar, Allah'a ve Resûlüne (tam ve tereddütsüz) îman edenlerdir. O hâlde bazı işlerini görmek için senden izin isterlerse, sen de onlardan dilediğine izin ver (Bu “izin verme”, Tevbe,43 âyeti ile neshedilmiştir.) ve onlar için Allah'tan mağfiret (günahlarının affını) dile (Ancak bir mazeretleri olsa bile, izin isteyerek Peygamberin beraberliğinden ayrılma bir “kusur”dur “Beydâvî”). Şüphesiz Allah, gafûrdur (günahları bağışlayandır), rahîmdir (Mü’minlere merhamet edendir).

24/63. (Ey mü'minler!) Peygamberi, aranızda birbirinizi çağırdığınız gibi (ismiyle ve yüksek sesle hitap edip “ey Muhammed” diye) çağırmayın (sesinizi alçaltarak “Ya Resûlüllah”, “Ya Nebiyyallah”, deyin). İçinizden biribirinin arkasına gizlenerek, (izin istemeden cemâatten) sıvışıp gidenleri, Allah bilir. Artık onun (Peygamber’in) emrine muhalefet edenler, başlarına (dünyada) bir belânın gelmesinden veya (Ahiret’te) elem dolu bir azaba uğramaktan sakınsınlar.

24/64. Bilmiş olun ki, şüphesiz göklerdeki ve yerdeki her şey, Allah'ındır (O’nun mülküdür ve O, yaratmıştır). O, içinde bulunduğunuz (mü’min veya münafıklık) hâlinizi elbette çok iyi biliyor. (Öldükten sonra dirilecekleri ve) O'na (Allah’a) döndürülüp (hesap için huzuruna) getirilecekleri gün, (dünyada hayır ve şer olarak) ne yaptıklarını, onlara bildirecektir. Zaten Allah, her şeyi bilendir.