KUR'AN-I KERİM MEALİ | YUNUS SURESİ


10. YÛNUS SÛRESİ

Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.

10/1. Elif, Lâm, Râ. İşte bunlar (âyetler), (içinde yalan ve ihtilâf olmayan, helâlı ve haramı bildiren, bâtıla karşı korunmuş) hikmet dolu Kitab (Kur’an)'ın âyetleridir.

10/2. (Kâfirlerin eşraf bildiklerinden değil,) insanlar (halk) arasından (orta hâlli) bir er kişi’ye (Peygamberlik verdiğim ve onu mükerrem/mübarek kıldığım Muhammed’e): “İnsanlar(dan iman etmeyen inkârcılar)ı Allah’ın azâbı ile korkut ve (Allah’a) îman eden (Mü’min)lere de, kendileri için Rableri katında yüksek makam (cennet) olduğunu müjdele!” diye vahy etmemiz, insanlar için şaşılacak şey mi, oldu ki, kâfirler: “Şüphesiz bu (Kitap’tan bir takım hükümler söyleyen kişi), açık bir sihirbazdır.” dediler.

10/3. Şüphesiz ki, Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde   (altı devirde “Râzî”) yaratan (her şeye kâdir olan Allah, bir şeyi dilediğinde, ona “kün/ol” der, o da, hemen oluverir “Bakara,117”. Yer ve göklerin bir anda değil de, 6 günde yaratılmasının çeşitli hikmetleri vardır. Bu hikmetlerden biri de insanlara, yapılacak işlerde acele edilmemesinin öğretilmesidir “Medârik”), sonra da Arş'ı istivâ edip (hükmü ve idâresi altına alıp) işleri yerli yerinde idare eden Allah'tır. (Dünyada işleri “müdebbir” olarak dört melek yürütmektedir: Hazret-i Cebrâîl, vahiy getirmek, Mü’minlerin üzerine gözle görülmeyen asker indirmek ve rüzgâr nakletmekle; Mikâilgökten yağmur indirmek ve bu yağmur vasıtasıyla her çeşit bitki, ekin ve ağaçları bitirmekle; İsrâfil, Sûr’a üfürmekle: İlk sûr’da bütün canlılar ölür, ikincisinde bütün canlılar dirilir; Azrâil “aleyhimü’s-selâm” da ruhların kabzedilmesiyle görevlidir “Semerkandî”. Bunları, yüce Allah görevlendirmiştir.) O'nun (Yüce Allah’ın) izni olmadan, hiç kimse (Kıyamet gününde) şefaatçi olamaz. İşte O, (“bir” olan) Rabbiniz Allah'tır. O hâlde O'na ibadet (ve tâat)te bulunun (Allah’tan başkasını ilâh edinmeyin!). Hâlâ (ibadete lâyık olanın bir tek Allah olduğunu) düşünmüyor musunuz?

10/4. (Kıyamet günü hesap vermek üzere) hepinizin dönüşü ancak O'nadır (yüce Allah’ın huzurudur). Allah, bunu bir hak (gerçek) olarak va'detmiştir. (Öldükten sonra mutlaka dirileceksiniz.) Şüphesiz O (Allah), mahlûkatı önce (dünyada) yaratır, sonra, îman edip (namaz, oruç, zekât ve cihad gibi) salih ameller işleyenleri adâletle mükâfatlandırmak için (öldükten sonra Kıyamet günü) onu (yaratmayı) tekrar eder (onları diriltir). Kâfirlere gelince, (peygamber’i ve öldükten sonra dirilmeyi) inkâr etmekte olduklarından dolayı, onlar için kaynar sudan bir içecek ve elem dolu bir azap vardır.

10/5. (yüce Allah), güneşi ziya (ışık kaynağı), ayı da (geceleyin) nûr (ışık) yapan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için (Bakara, 189) ona (ay’a) menziller (her ay, en küçük hilâlden dolunaya, dolunaydan en küçük hilâle kadar 28 menzil) takdir edendir (Yâsîn, 39). Allah, bunları (senelerin sayısını ve hesabı bilesiniz, O’nun kudret ve azametini düşünesiniz diye) ancak hak ile (boş yere değil, bir hikmet üzere) yaratmıştır. O (Allah), âyetlerini (yaratılanlar üzerinde düşünen, hakkı görüp) bilen (ve iman eden) bir topluma açıklamaktadır.

10/6. Şüphesiz gece ve gündüzün (ard arda) değişmesinde (mevsimlere göre artıp eksilmesinde) ve Allah'ın göklerde (güneş, ay, yıldızlar, Melâike-i kiram gibi) ve yeryüzünde yarattığı (hayvanat, bitkiler, dağlar, denizler, nehirler, göller gibi) şeylerde, (Allah’a karşı küfretmek ve isyan etmekten) korkan bir toplum için elbette pek çok (ibret ve) deliller vardır.

10/7. Şüphesiz (öldükten sonra) bize kavuşmayı ummayan, dünya hayatına râzı olup onunla (huzur bulan ve) rahat edenler ve âyetlerimizden (“bir”liğimizin delillerinden) gâfil olan (tefekkürde bulunmayan)lar, (gönderdiğim peygambere ve Kur’an’a iman etmezler).

10/8. İşte onların (peygambere, Kur’an’a, Ahiret hayatına inanmayan ve dünyanın çekici zevklerine aldananların) kazanmakta oldukları (küfür, tekzip ve ma’siyet) yüzünden varacakları yer, (cehennemde) ateştir.

10/9. Şüphesiz îman edip (namaz, oruç, zekât ve cihad gibi) salih ameller işleyenlere gelince, Rableri onları îmanları sebebiyle, hidayete (dünyada cennet’e götüren yola) iletir. (İman edenler, Ahiret’te ağaçları) altından ırmaklar akan naîm (nimetlerle dolu) cennetler(dedirler).

10/10. Onların (cennet ehlinin) oradaki duaları: “Sübhâneke’llahümme” (“Allah’ım, seni bütün noksan sıfatlardan tenzih ederiz/uzak tutarız.” demek)dir. Orada aralarındaki tahıyyeleri (selâmlaşma, tebrik ve sağlık dilekleri): "selâm"dır. (Melâike-i kiram, onlara yüce Allah’ın selâmını getirir. Selâm, “her türlü kötülükten uzak kalın”, demektir.) Dualarının sonu da: "Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.

10/11. Eğer Allah, insanlara - hayrı acele istedikleri gibi – şerri (Enfâl, 32) de acele verseydi, elbette ecellerine hükmedilir (öldürülür ve helâk edilirler)di. Fakat biz, bize kavuşmayı ummayanları (öldükten sonra dirilmeye ve Ahiret’e inanmayanları, hemen helâk etmez ve günahlarının/azaplarının artması için onlara mühlet veririz “Âl-i İmrân, 178”. Onları) kendi azgınlıkları içinde bocalar bir hâlde bırakırız.

10/12. İnsana bir sıkıntı (hastalık, fakirlik, belâ) dokundu mu, gerek yan üstü yatarken, gerek otururken, gerek ayakta iken (her hâlinde ondan kurtulmak için) bize dua eder (yalvarır). Fakat biz onun bu sıkıntısını giderdik mi, (bizi unutur ve duayı terkeder,) sanki kendisine dokunan bir sıkıntı için bize hiç yalvarmamış gibi geçer gider (yoluna devam eder). Böylece o (küfür ve isyanda) haddi aşanlara,  yapmakta oldukları şeyler, süslü (doğru ve güzel) gösterilmiştir. (Çünkü onlar, iradelerini itâat ve imandan yana değil, şeytanın vesvese ve telkinleriyle isyan ve küfür yolunda kullanmışlardır. Bu yöneliş, kendi tercihleridir. Onun için onlar, inkâr ve dalâleti, hep güzel, doğru ve câzip görmüşlerdir.)

10/13. Yemin olsun, sizden önceki nice nesilleri - peygamberleri, kendilerine apaçık delil (ve mu’cize)ler getirdikleri hâlde (şirk koşmak suretiyle kendilerine) zulmettikleri vakit - helâk ettik. Onlar (iradeleriyle küfrü seçtikleri için) iman edecek değillerdi. İşte biz (geçmiş ümmetlerde isyan edenleri nasıl helâk etmişsek) mücrim (dine karşı suç işleyen/kâfir)ler toplumunu da böyle cezalandırırız.

10/14. Sonra, nasıl davranacağınızı görelim (size gösterelim) diye, onların (küfrettiklerinden dolayı helâk ettiklerimizin) ardından yeryüzünde sizi halefler kıldık (onların yerine geçirdik). (Eğer sizler de onlar gibi isyan ederseniz, âkıbetiniz/sonunuz onlar gibi olur.)

10/15. Âyetlerimiz onlara (iman etmeyenlere) açık açık okunduğunda, (öldükten sonra dirilmeyi ve) bize kavuşmayı ummayanlar: "Ya (bize) bundan başka bir Kur'ân getir veya onu değiştir." dediler. (Çünkü onda putlara ibadet yasaklanıyor, “öldükten sonra dirilme olacaktır” deniliyor ve putlarımızla alay ediliyor. Ondaki azap âyetlerini rahmetle; rahmat âyetlerini azapla değiştir, dediler “Semerkandî”.) (Resûlüm) de ki: "Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. (Çünkü) ben (bir resûl olarak) ancak bana vahyolunana uyarım. Eğer Rabbime isyan edecek olursam, elbette büyük bir günün (Kıyamet’in) azabından korkarım."

10/16. (Resûlüm,) de ki: "Eğer Allah dileseydi, ben size onu okumazdım, Allah da size onu bildirmezdi. Ben sizin aranızda bundan (Kur'ân'ın inişinden) önce (kırk yıllık) bir ömür yaşadım. (Bu zaman zarfında ilimle uğraşmaz, bir âlim görmez, şiir söylemez ve hutbe okumazken; sonra da kalkar, onlara bir kitap okursa, bunun da fesahati bütün güzel konuşanların fesahatini mağlup eder, her nesrin üzerine çıkar ve usûl ve furû’ ilimlerinin kurallarını içine alır; öncekilerin kıssalarını ve sonrakilerin konuşmalarını olduğu gibi ihtiva ederse, onun Allahü teâlâ tarafından gönderildiği/öğretildiği bilinmez mi? “Beydâvî”) Hâlâ (Kur’an’ın Allah tarafından gönderildiğine inanmak için) aklınızı kullanmayacak mısınız?"

10/17. Artık, Allah'a karşı (“ortağı ya da çocuğu vardır” şeklinde) yalan uydurandan veya onun (Kur’an’ın) âyetlerini yalanlayandan daha zâlim (kâfir) kim olabilir? Şüphe yok ki, (bu itikatla) mücrim (dine karşı suç işleyen/kâfir)ler, (Kıyamet günü) asla kurtuluşa eremezler. (Onların gidecekleri yer, cehennem’dir.)

10/18. Allah'ı bırakıp, kendilerine (ibadet etmediklerinde) zarar ve (ibadet ettiklerinde) fayda veremeyecek şeylere (putlara) tapıyorlar ve "İşte bunlar (putlar), Allah katında bizim şefaatçılarımızdır!" diyorlar. (Resûlüm, onlara) de ki: "Siz, Allah'a - göklerde ve yerde O'nun bilmediği bir şeyi mi - haber veriyorsunuz? (Allah’a hiçbir şey gizli değildir “Âl-i İmrân, 5.) O (Allah), onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir/uzaktır ve yücedir."

10/19. İnsanlar (ilk başta – fıtrat üzere - aralarında ayrılık olmaksızın hak ve tevhid inancına bağlı) tek bir ümmet idiler (Bakara, 213). (Bu dönem, bazılarına göre Âdem “aleyhisselâm”dan itibaren oğullarından Kâbil, Hâbil'i öldürünceye kadar, bazılarına göre, Hazret-i İdris, bazılarına göre Hazret-i Nûh zamanına kadar devam etti.) sonra (nesiflerine uyarak ve bâtıl şeylere saplanarak) ayrılığa düştüler.  Eğer (azabın Kıyamet gününe ertelenmesiyle ilgili) Rabbinden bir söz (ezelî bir takdir) geçmiş olmasaydı, ayrılığa düştükleri hususlarda aralarında derhal hüküm verilir (ömürleri sona erdirilir)di.

10/20. "Ona (peygamberime) Rabbinden bir mu’cize indirilmeli, değil mi?" diyorlar (İsrâ, 90,91,92,93). (Resûlüm,) de ki: "Gayb ancak Allah'ındır. Bekleyin, şüphesiz ben de sizinle birlikte (ölümünüzü, hekânınızı) bekleyenlerdenim!"

10/21. Eğer insanlara kendilerine dokunan bir sıkıntı (hastalık, kıtlık, belâ)dan sonra, bir rahmet (sağlık, yağmur, ferahlık, zenginlik gibi) tattırdığımız zaman, bir de bakarsın ki, âyetlerimiz hakkında onların (kâfirlerin) bir mekri/hilesi/tuzağı vardır. (Onlar, birtakım tertip, yalan ve inkâra başvururlar.) (Resûlüm,) de ki: "Allah, daha hızlı tuzak kurar." (Bu, mecazî bir ifadedir. Manası şöyledir: Allah, tuzak kuran/hile yapanların cezasını – dilediğinde – hemen verendir. Çünkü O, mutlak irade ve kudret sahibidir. Azîz olan Allah’ı kimse ma’lup edemez. Lâ gâlibe illâllah “Yûsuf, 21”) Şüphesiz elçilerimiz (Meleklerimiz) kurmakta olduğunuz tuzakları yazıyorlar.

10/22. O (Allah), (size güç, kuvvet ve imkân vererek) sizi karada ve denizde gezdirendir. Hatta, gemilerle denize açıldığınız ve gemilerinizin içindekilerle birlikte hoş/tatlı bir rüzgârla alıp götürdüğü, yolcuların da bununla sevindikleri bir sırada ona şiddetli bir fırtına gelip çatar ve her taraftan dalgalar gelmeye başlar. (Bu durumda) tamamen kuşatıldıklarını (ve boğulmak üzere olduklarını) anlarlar. İşte o zaman dini yalnız Allah'a hâs kılarak (ihlâsla): "Yemin olsun (Allah’ım), eğer bizi bundan kurtarırsan, (şirk koşmadan) mutlaka (nimetlerine) şükredenlerden olacağız." diye Allah'a yalvarırlar.

10/23. Fakat onları (sıkıntıda kalıp da duası kabul edilenleri) kurtarınca, bir de bakarsın ki, (yine) yeryüzünde (Allah’a itâatten uzaklaşarak) haksız yere (putlara tapmak suretiyle) taşkınlık yapar (isyanda bulunur)lar. Ey İnsanlar! Sizin taşkınlığınız (zulüm ve isyanınız), sırf kendi aleyhinizedir (Fussılet, 46). (Bununla) sadece (geçici) dünya hayatının menfaatini elde edersiniz. (Fakat) sonunda (hesap vermek üzere) dönüşünüz bizedir. (Biz de isyan ve zulüm gibi) işlediğiniz bütün amellerinizi (Kıyamet günü) size haber vereceğiz. (Bu durumda gideceğiniz yer, cehennem ateşidir.)

10/24. Dünya hayatı (görünüş ve yokoluş bakımından) tıpkı, gökten indirdiğimiz bir su/yağmur gibidir ki, insanların (buğday, arpa gibi) ve hayvanların (ot gibi) yediği “yer bitkileri”, o su ile birbirine karışır (ve yeryüzü bütünüyle yemyeşil hâle gelir). Nihayet yeryüzü (o bitkilerle) zinetini takınıp süslendiği ve sahipleri de onun üzerinde (her türlü tasarrufa) kâdir olduklarını sandıkları bir sırada, bir gece veya gündüz ansızın ona emrimiz (âfetimiz) gelir de, onu, sanki dün yerinde hiç yokmuş gibi, kökünden yolunmuş bir (bitki) hâl(in)e getiririz. İşte düşünen (ve ibret alacak) bir toplum için, âyetleri böyle açıklıyoruz.

10/25. (Yüce) Allah, selâm yurduna (cennete götürecek ibadet ve tâatte bulunmaya) çağırır ve dilediğini (iradesini iman ve tâatten yana kullananı) sırat-ı müstakîm’e (Allah’ın razı olduğu yola) iletir.

10/26. (İman ettikten sonra ibadet ve tâatler gibi) iyi ve faydalı işleri en güzel şekilde (ihlâsla, Allah’ı görür gibi) yapanlara (ve insanlara iyi davrananlara) hüsna/daha güzeli (on, yedi yüz ve daha çok katı sevap, cennet) ve bir de ziyade (mağfiret, rıza, cemâlüllah’ı müşâhede/görme) vardır. Onların yüzlerine ne siyah bir toz (Abese, 41) bulaşır, ne de (yüzlerinde) bir zillet (horluk/mahzunluk) (görülür. Yüzlerini siyahlık ve horluk kaplamaz). İşte onlar, cennet ashâbıdırlar ve orada ebedî/sonsuz kalacaklardır.

10/27. (İmanı red ederek küfür ve isyan gibi) seyyiât (kötü işler) yapanlara gelince, bir kötülüğün cezası misliyledir (En’âm, 160) ve (Kıyamat günü) onları bir zillet (horluk, aşağılanma) kaplayacaktır. Onları Allah'(ın azabın)dan (dünya ve Ahiret’te) koruyacak hiçbir kimse yoktur. Sanki yüzleri, karanlık geceden parçalarla örtülmüş (simsiyah olmuş)tur. İşte onlar, ateş eshâbıdırlar. Onlar orada ebedî/sonsuz kalacaklardır.

10/28. (Kıyamet günü) onların (kâfirlerin) hepsini bir araya toplayacağız, sonra da Allah'a ortak koşanlara: "Siz ve ortaklarınız (olan putlar) yerlerinizde durun!" diyeceğiz. Artık onların (ortak koştuklarıyla) aralarını tamamen ayırdık (ayırırız). (Bu durumda) ortak koştukları derler ki: "Siz bize ibâdet etmiyordunuz." (Bu mecazî bir ifadedir. Bu ibadetlerin aslında ibadet olmadığına ve kabul edilmediğine bir işarettir “Beydâvî”. O gün kâfirlerle Mü’minlerin arasını açarız “Yâsîn, 59/Celâleyn”.)

10/29. (O gün putlar, şöyle derler:) Şimdi bizimle sizin aranızda (herşeyi bilen ve her şeyden haberdar olan “Tahrîm, 3”) Allah’ın şâhid olması yeter. Şüphesiz biz sizin (bize) tapmanızdan tamamen habersizdik! (Bu habersizlik, ortak koştuklarının buna razı olmadıklarının bir ifadesidir “Ebu’suûd Efendi”. O gün canlı ve cansız varlıklar, insanın lehinde ve aleyhinde şahidlik edeceklerdir. Hatta kişi, “haram” işlemişse, organları onun aleyhinde şahidlik edecektir “Fussılet, 21”.)

10/30. (Kıyamet günü) orada herkes daha önce (dünyada hayır ve şer olarak) yaptıkları şeyleri karşısında bulur (ve kendi akıbetini öğrenir). Artık hepsi, hak (gerçek) mevlâları (olan) Allah’a döndürülmüşlerdir. Müşriklerin Allah’a eş uydurdukları şeyler (putlar) da onları terkedip kaybolmuştur.

10/31. (Resûlüm,) de ki: "Size gökten (yağmur indirerek) ve yerden (çeşitli bitkiler bitirerek) kim rızık veriyor? Ya da kulakları ve gözleri (ve onların işitme ve görme kabiliyetlerini) yaratan (ve o nazik organları âfetlerden koruyan) kim? Ölüden diriyi (yumurtadan diriyi/kuşu ve nütfeden/spermden insanı veya kâfirden Mü’mini; câhilden âlimi), diriden ölüyü (insandan nütfeyi/spermi veya âlimden câhili; Mü’minden kâfiri) kim çıkarıyor? (Kâfir, imansız olduğu için ölü hükmündedir “Fâtır, 22”.) (Bu durumda kânattaki/evrendeki) işleri, kim yürütüyor?" (diye sorulsa, şüphesiz) "Allah" diyecekler. (Resûlüm,) de ki: "O hâlde, (küfür ve isyanda bulunarak hâlâ Allah'a karşı gelmekten) korkmayacak (ve Müslüman olmayacak) mısınız?"

10/32. İşte O, sizin hak (gerçek, ibadet edilmeye lâyık, mutlak kudret ve irade sahibi) Rabbiniz, Allah'tır. (Sizi yaratan, size rızık veren ve işleri idare eden O’dur.) Hak'tan sonra ancak dalâlet vardır. (Allah’a ibadetin terki, şeytana ibadettir; tevhidin inkârı da şirktir.) O hâlde, nasıl oluyor da (nefis ve şeytanın telkinleriyle Hak olan İslam’dan) döndürülüyor (iradenizi küfür yolunda kullanıyor)sunuz?

10/33. Rabbinin fâsık olan kişi (kâfir)ler hakkındaki: "Onlar (iradelerini küfürden yana kullandıkları müddetçe) îmana gelmezler." kelimesi/hükmü, işte böylece gerçekleşmiştir (Zümer, 71; A’râf, 18; Yûnus, 96).

10/34. (Resûlüm, kâfirlere) de ki: "Allah'a ortak koştuklarınızdan, yaratmayı (ilk defa) başlatacak, sonra onu tekrarlayacak (öldükten sonra yeniden diriltecek) biri var mı?" (Resûlüm,) de ki: "Allah, başlangıçta (yoktan) yaratmayı yapar, sonra onu tekrar eder (öldükten sonra diriltir). O hâlde, nasıl oluyor da (hak olan Allah’a imandan) çevriliyor (nefis ve şeytanın telkinlerine uyuyor)sunuz?"

10/35. (Resûlüm,) de ki: "Allah'a ortak koştuklarınızdan, (hidayete götürecek yolları hazırlayan; peygamber ve kitap gönderen, bunları anlayacak akıl da vermek suretiyle) hakk’a hidayet edecek (İslam’a iletecek) bir kimse var mı?" (Resûlüm,) de ki: "Hakk’a, (ancak) Allah iletir." (Çünkü hidayete götürecek yolları yaratan ancak O’dur.) O hâlde, hakka ileten (hidayet yollarını gösteren ve halk eden) mi uyulmaya (ibadet edilmeye) daha lâyıktır, yoksa hidayet verilmedikçe kendi kendine doğru yolu bulamayan mı? (Ey kâfirler,) ne oluyor size? (Aklınızı nasıl çalıştırıyor ve) nasıl (küfürde ve dalâlette kalmaya) hüküm veriyorsunuz?"

10/36. Onların (kâfirlerin) çoğu, zandan başka bir şeye uymaz. (İlâh edindikleri putların Ahiret’te kendilerine şefâat edeceklerini zannederler.) Hâlbuki zan, “hak”tan hiçbir şeyin yerini tutmaz. (Çünkü zan, ilim demek değildir. İlim, zandan, şüpheden ve bâtıldan arınmış “bilgi” demektir. Bu bilgi/ilim, vahye dayanır. Kâfirlerin ilâh edindikleri putlar, zannettikleri gibi onları Allah’ın azabından koruyamaz.) Şüphesiz Allah, onların (itikatlarını ve) yapmakta olduklarını alîm (hakkıyla bilen)dir.

10/37. Bu Kur'ân, (ilâhî kelâm olup) Allah’tandır; başkası tarafından uydurulmuş değildir. Ancak o (Kur’an), kendinden önceki (Tevrat, İncil ve diğer kütüb-i ilâhî)leri tasdik edici (doğrulayıcı) ve Kitab'ı helâlı, haramı, farzları ve ahkâmı) açıklayıcı olarak indirilmiştir. (Onun) âlemlerin Rabbi tarafından (indirilmesinde) hiçbir şüphe yoktur.

10/38. (Kâfirler,) yoksa “onu (Muhammed kendisi) uydurdu” mu diyorlar? (Resûlüm,) de ki: "Eğer (uydurdu iddiasında) doğru söyleyenler iseniz, haydi siz de onun benzeri (belâgat ve fesâhatte denk) bir sûre getirin ve Allah'tan başka, çağırabileceğiniz kim varsa (şairlerinizi, ediplerinizi ve reislerinizi), onları da yardıma çağırın.”

10/39. Hayır (düşündükleri gibi değil). Onlar (kâfirler), (gelen âyetler üzerinde – lâfız ve mana bakımından - derin düşünmeden) ilmini kavrayamadıkları ve (azap ve tehditlerle ilgili) kendilerine (henüz) te’vili (açıklaması) gelmemiş olan bir şeyi (Allah kelâm’ı Kur’an âyetlerini) yalanladılar. Kendilerinden öncekiler de (peygamberlerini ve onlara indirilen kitapları) böyle (düşünmeden) yalanlamışlardı. Bak, o zâlimlerin sonu nasıl oldu! (Küfür ve isyanlarından dolayı hepsi helâk oldu.)

10/40. Onlardan (ehl-i kitaptan) öylesi var ki, ona (Kur'ân'a) inanır (Mü’min olur). Yine onlardan (kâfirler topluluğundan) öylesi var ki, ona (Kur’an’ın Allah’tan geldiğine) inanmaz (kâfirliğini devam ettirir). Rabbin müfsitleri (iman etmeyecekleri) en iyi bilendir.

10/41. Eğer onlar seni yalanlamakta ısrar ederlerse, (Resûlüm,) de ki: "Benim işim (amelimin karşılığı) bana aittir, sizin işiniz (amelinizin karşılığı) da size. Siz benim yaptığımdan (iman ettiğimden) uzaksınız, ben de sizin yapmakta olduğunuz şeylerden (küfür itikat ve işlerinizden) uzağım (sorumlu sizsiniz, cezasını da sizler çekeceksiniz)." (Çünkü “hakk”ı size tebliğ ettim, fakat siz kabul etmediniz. Müfessirler, bu âyetin seyf/cihad âyetinden önce indiğini ve mensûh olduğunu söylerler “Râzî”.)

10/42. (Resûlüm, Kur’an okuduğun zaman) onlardan (kâfirlerden) seni dinleyenler de var. Fakat sağırlara (kendi iradeleriyle küfür yolunu seçip kulaklarını hakka tıkayanlara), üstelik akıllarını da çalıştırmıyorlarsa, (hak olan İslam’ı) sen mi işittireceksin?

10/43. (Resûlüm,) onlardan (kâfirlerden) sana bakanlar (peygamber olduğuna dair delilleri gördükleri hâlde inanmayanlar) da var. Fakat körleri, üstelik basıretlerini (kalp gözlerini İslamî hakikate) kapatmışlarsa, sen mi hidayete erdirecek (İslam’ın gösterdiği doğru yola getirecek)sin?

10/44. Şüphesiz Allah, insanlara (başkalarının günahlarını yüklemekle, akıllarını ve duygularını köreltmekle,) hiçbir şekilde zulmetmez (O, bütün fiillerinde âdildir); fakat insanlar (ceza sebebi olan küfür ve isyanda bulunarak) kendilerine zulmederler.

10/45. (Yüce Allah,) o gün (Kıyamet günü) onları (bütün insanları) (mahşerde) bir araya toplayacaktır. Onlar (kapıldıkları korku ve dehşet yüzünden dünyada veya kabirde) sanki gündüzün ancak bir saati kadar kaldıkları(nı zannederler “Mü’minûn, 113). (Öldükten sonra tekrar dirildiklerinde) aralarında tanışırlar (birbirlerini tanırlar. Sanki az önce birbirlerinden ayrılmışlardır). Allah'ın huzuruna varmayı (Ahiret hayatını, hesabı) yalan sayanlar, (ateşe girmeyi hak ettiklerinden) ziyana uğramış ve hidayeti (İslam’ın gösterdiği doğru yolu) bulamamışlardır.

10/46. (Resûlüm,) eğer (Bedir savaşı gibi) onlara va'd ettiğimiz (azab)ın bir kısmını sana gösterir veya (göstermeden önce) seni vefat ettirirsek, (onu da Ahiret’te sana gösteririz. Çünkü) onların (Ahiret’te) dönüşü, ancak bizedir (şânı yüce Allah’adır). Sonra Allah, onların yaptıkları şeylere (küfür ve isyanlarına) şahittir (onlardan haberdardır. Onları, en şiddetli azapla cezalandıracaktır).

10/47. (Geçmiş ümmetlerden) her ümmetin (onları hakka da’vet eden) bir peygamberi vardır. Onların peygamberi (mu’cizelerle) geldiği zaman, (eğer o peygamberi yalanlarsa,) aralarında adâletle hükmedilir (tekzip edenler cezalandırılır, peygamberle birlikte Mü’minler kurtulur) ve onlara (suçsuz yere azap etmek suretiyle) asla zulmedilmez.

10/48. (Kâfirler, Mü’minlerle alay ederek:) "Eğer doğru söyleyenler iseniz, bu va’d (iman etmeyenlere geleceğini söylediğiniz azap), ne zaman?" derler.

10/49. (Resûlüm, kâfirlere) de ki: "Allah dilemedikçe, ben kendime bile ne bir zarar verebilirim, ne de bir fayda sağlayabilirim." (Bu konuda benim gücüm yok ki, size azabın acele gelmesini isteyeyim). (Küfür ve isyan içinde olan) her milletin bir eceli (helâk edilme zamanı) vardır. Onların eceli (o vakit) geldi mi, (o ecelden) ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler (A’râf, 34).”

10/50. (Resûlüm, kâfirlere) de ki: "Söyleyin bakalım, O'nun (Allah’ın) azabı size geceleyin (uykuda) veya gündüzün (işlerinizin başında iken) gelecek olsa, Mücrim (dinî hükümlere göre suç işleyen)ler, bunun hangisini acele isterler?" (Çünkü o azap geldiğinde, artık tevbe ve iman fayda vermez.)

10/51. (Kâfirlere: "(Alay ettiğiniz o azap) başınıza geldikten sonra mı, O'na (Allah’a) îman ettiniz? (Peygamberimin sözlerinin ne kadar doğru olduğunu) şimdi mi (anladınız)? Hâlbuki siz, onu (azabı) acele istiyordunuz." (denilecektir.)

10/52. Sonra (Allah’a iman etmeyen) o zalim (kâfir)lere: "Ebedî/sonsuz azabı tadın! Vaktiyle (dünyada) kazandığınız (küfür, tekzip ve ma’siyet cezasın)dan başka bir sebeple cezalandırılacak değilsiniz.” (denilir).

10/53. (Resûlüm, kâfirler:) "O (azap ve öldükten sonra diriliş ya da peygamberlik) hak mıdır?" diye sana soruyorlar. De ki: "Evet, Rabbime yemin olsun ki, o (Resûlümün tebliği ettiği din ve haber verdiklerinin hepsi) şüphesiz haktır (gerçektir). Siz (bu sorularınız ve inkârınızla Allah'ı) âciz bırakacak (ve iman etmediğiniz takdirde o azaptan da kurtulacak) değilsiniz."

10/54. Zulmetmiş (kâfir) olan herkes, (o Kıyamet günü) eğer yeryüzündeki her şeye (bütün hazinelere ve mallara) sahip olsaydı, (kendini kurtarmak için) onu (hepsini) fidye verirdi. Azabı gördüklerinde, içlerinde derin bir pişmanlık duyarlar. (Fakat tevbe ve geri dönüş mümkün değildir “Mü’minûn, 100”.) Onlara aralarında adâletle hükmedilir ve asla haksızlığa uğratılmazlar.

10/55. Bilin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. (Göklerin ve yerin mülkü, hakimiyeti ve tasarrufu, yalnız O'nundur. Onun va’dini ve dilediğini yerine getirmesine hiçbir kimse engel olamaz “En’âm, 17; Fâtır, 2; Yûnus, 107”.) Yine biliniz ki, Allah'ın va'di (öldükten sonra dirilme, amellere göre sevap ve azap verileceği) haktır (mutlaka gerçekleşecektir). Fakat onların (insanların) çoğu bunu bilmez (tasdik etmez)ler.

10/56. (Allah), diriltir ve öldürür (diriltip yaşatmaya ve öldürüp hayatını sona erdirmeye kâdir olan yalnız Allah’tır). (Hesabınızın görülmesi, ceza veya mükâfat alabilmeniz için) ancak O'na döndürüleceksiniz.

10/57. Ey insanlar! İşte size Rabbinizden (ibret alınması içiin geçmiş ümmetlerin düştükleri felâket ve isyanlarını birdiren) bir mev’ıza/öğüt, kalpler(deki şüphe, kibir, riya gibi manevî hastalıklara ve cahâlet)e bir şifâ ve mü'minler için (küfür ve isyandan koruyan bir kalkan, hakka ve yakîne ulaştıran) bir hidayet rehberi ve (iman ve salih amel sahiplerini azaptan kurtaran) bir rahmet (olan Kur'ân-ı Hakîm) geldi.

10/58. (Resûlüm, Mü’minlere) de ki: "Ancak Allah'ın lütfu (Kur’an-ı Kerim, ilim, tevfîk) ve rahmeti (İslam, Resûlüllah, sünnet) ile, yalnız bunlarla (Kur’an ve imanla) ferahlasınlar. Bu, onların (dünya malı olarak) topladıklarından hayırlıdır."

10/59. (Resûlüm, kâfirlere) de ki: "Allah'ın (davarlardan sekiz çift “Zümer, 6” deve, sığır, koyun, keçi cinsinden erkek ve dişi olarak “En’âm, 143-144”) size indirdiği (yarattığı), sizin de, bir kısmını helâl, bir kısmını haram kıldığınız (En’âm, 138-139) rızıklar hakkında bana haber verin!" (Bu, Bahîre, Sâibe, Vesîle ve Hâm gibi davarların haram olduklarına dair verdikleri hükümdür “En'âm, 136”.) De ki: "Bunun için (bazı hayvanları helâl, bazılarını da haram kılma konusunda) Allah mı size izin verdi, yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz?" 

10/60. Allah'a karşı yalan uyduran (iftiracı)ların, Kıyamet günü hakkındaki zanları nedir? (Orada onlar, ceza görmeyeceklerini mi zannediyorlar.) Şüphesiz Allah, insanlara (akıl vererek, peygamber ve kitap göndererek) çok lütufkârdır, fakat onların çoğu (iman etmediklerinden bu nimetlere) şükretmezler.

10/61. (Resûlüm,) sen ne hâlde/işte olursan ol, (sana indirilen) Kur'ân'dan ne okursan oku ve (ey insanlar, sizler de) ne yaparsanız yapın, siz ona daldığınızda biz mutlaka üstünüzde şahidizdir (ne yaptığınızı bilir ve sizi görürüz. Zaten hafaza meleklerimiz de herşeyinizi kaydetmektedirler). Ne yerde, ne de gökte, zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzak (gizli) kalmaz (Âl-i İmrân, 5; Mücadele, 7). (Hatta) bu zerreden daha küçük veya daha büyük olsun, hepsi muhakkak apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da yazılı)dır.

10/62. İyi bilin ki, Allah'ın evliya kullarına (Ahiret’te) hiçbir korku yoktur. (Allah’ın veli kulları: Onlar, itâatkâr, ihlâs sahibi Mü’minlerdir; Allah için Mü’minleri kardeş bilen ve sevenlerdir; müttakî hâfızlardır; ilmi ile amel eden âlimlerdir; ölmeden önce ölen ve kalbi her an zikrullah ile meşgul olanlardır “Semerkandî, Taberî ve Kurtubî”; “Sizin en hayırlınız, görüldüğü zaman, Allahü teâlâ hatırlanır/İbn Mâce, Zühd 4”.) Onlar (dünyada ömürlerini boş yere harcama gibi bir pişmanlığa düşerek) üzülmeyeceklerdir de.

10/63. Onlar (Allah’ın veli kulları), (Allah’a) îman eden ve (O’nun emir ve yasaklarına uymak suretiyle O’ndan) korkan (takva sahibi olan)lardır.

10/64. Onlar (Allah’ın evliyası) için (âyet ve hadislerde beyan edildiği şekilde) dünya hayatında (içlerine doğan keşiflerle, salih rüyalar ve ölüm ânında gelen meleklerle bildirilen “Nahl,32”) ve Ahiret’te (meleklerin selamı ile açıklanan cennet “Zümer,73”) müjde(si) vardır. Allah'ın kelimelerinde (va’d ve va’îdinde/vereceği mükâfat ve azabında) asla hiçbir değişme yoktur. İşte bu, (cennetten çıkma konusunda sonsuz olarak korku ve hüznün olmadığı) büyük (bir) kurtuluştur.

10/65. (Resûlüm,) onların (kâfirlerin) (yalan ve tehdit) sözleri seni üzmesin. Çünkü bütün izzet (hakimiyet ve mağlup olmayan güç) Allah'ındır. O, semi’dir (onların sözlerini hakkıyla işitendir), alîmdir (yapılanları ve aldıkları kararları hakkıyla bilendir).

10/66. Bilin ki, göklerde ve yerde kim/ne varsa (kul, mülk ve mahluk olarak), şüphesiz hepsi, Allah'ındır. Allah'tan başkasına (putlara) tapanlar, (gerçekten) Allah'a ortak koştuklarına tâbi olmuyorlar. (Yüce Allah, onların şirklerinden münezzehtir/uzaktır.) Şüphesiz onlar, ancak (ilâh ve şefâatçı sanarak) zanna (hayal ettiklerine) uyuyorlar ve onlar (bu konuda) yalandan başka bir şey söylemiyorlar.

10/67. O (Allah) ki, geceyi içinde sükûnet bulmanız (ve dinlenmeniz) için (karanlık), gündüzü de (çalışmanız ve geçiminizi sağlamanız için) aydınlık kıldı. Şüphesiz bunda (hakikatleri) işiten (ve düşünen) bir toplum için ibretler vardır.

10/68. (Kâfirler:) "Allah, çocuk edindi" dediler. O, bundan münezzehtir (berîdir, uzaktır). O, ganîdir (sınırsız zengin, hiçbir şeye ve kimseye muhtaç değildir). Göklerde ve yerde her şey O'nun (mülkü)dür (ve mevcut ne varsa, O yaratmıştır). (Yüce Allah’ın çocuk edindiğine dair) elinizde bununla ilgili hiçbir delil de yoktur. Allah'a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyor (iftirada mı bulunuyor)sunuz? (Yahûdiler, “Uzeyr, Allah’ın oğlu” ve Hristiyanlar, “Mesih/İsâ, Allah’ın oğlu” dediler ”Tevbe,30”. Müşrikler de Meleklere “Allah’ın kızları” isnadında bulundular “Nahl,57”. Bütün bu iftiralardan yüce Allah, münezzehtir, beridir, uzaktır.)

10/69. (Resûlüm,) de ki: "Allah hakkında yalan uyduran (ve O’na iftirada bulunan)lar, asla iflâh olmaz (ateşten kurtulamaz ve cennete kavuşamaz)lar."

10/70. (Kâfirler) dünyada bir miktar geçim (az bir yararlanma sağlayabilirler). Sonra (ölüp dirildiklerinde) dönüşleri bizedir (yüce Allah’ın huzurudur). Sonra da (peygamberi ve öldükten sonra dirilmeyi) inkâr etmekte olduklarından (Kıyamet günü) onlara şiddetli azabı tattıracağız.

10/71. (Resûlüm,) Nûh'un haberini onlara (kâfirlere) oku (bildir). Hani o, bir vakit kavmine şöyle demişti: "Ey kavmim! Eğer benim (aranızda) bulunmam ve Allah'ın âyetlerini hatırlatmam (va’z ve nasihatlerim), size ağır (inancınıza ters) geliyorsa, (biliniz ki,) ben sadece Allah'a tevekkül ettim (O’na güvenip dayandım. Peygamber olarak, yüce Allah’ın vahyini size açıklıyorum. Kendiliğimden bir şey söylemiyorum). Artık siz de (bana karşı) ne yapacağınızı, ortaklarınızla beraber kararlaştırın ki, (bana yapmayı düşündüğünüz sûi kast/öldürme) işiniz (planınız) size dert olmasın (gizli kalmasın)! Bundan sonra bana hükmünüzü (açık açık bildirin ve) uygulayın; bana mühlet de vermeyin! (Çünkü ben Allah’a tevekkül ettim/güvendim ve sizin beni katletme/öldürme kararınızdan etkilenecek biri de değilim.)

10/72. Eğer (hakkı anlattığımdan dolayı sizden bir ücret isteyeceğimi düşündüğünüz için benden) yüz çeviriyorsanız, sizden (şu ana kadar) hiçbir ücret istemedim. (Bundan sonra da istemem. Çünkü) benim ücretim, ancak Allah'a aittir. Bana (gelen vahyi tebliğ etmem ve) Müslümanlardan olmam emredildi."

10/73. Onu (Peygamberim Nûh’u) yine de yalanladılar. Biz de onu (Hazret-i Nûh’u) ve onunla beraber gemide bulunanları (80 Müslümanı suda boğulmaktan “Beydâvî”) kurtardık ve o (Müslüma)nları ötekilerin (helâk olanların) yerine geçirdik. (Peygamberim vasıtasıyla gönderdiğim) âyetlerimizi yalanlayanları da suda boğduk. (Resûlüm, kavmin görsün,) bak, uyarılan (fakat küfürde direnen inkârcı)ların sonu nasıl oldu!

10/74. (Peygamberim Nûh’tan) sonra, onun ardından birçok peygamberi (Hûd, Sâlih, İbrahîm, İsmaîl, İshak, Ya’kûb aleyhimü’s-selâm’ı) kendi toplumlarına gönderdik. (Peygamberlerim) onlara (kavimlerine) apaçık mu’cizeler getirdiler (gösterdiler). Fakat onlar (kavimleri), önceden yalanlamış oldukları şeye (peygamberin tebligatına), bir türlü inanmıyorlardı. (Çünkü iradelerini küfürden yana kullandıklarından tebliğ edilen imanı reddediyorlardı.) İşte biz de (tekzipte ısrar ederek) haddi aşanların kalplerini böyle mühürleriz. (Hakkı inkâr ve isyana devam ettikleri müddetçe, kalpleri mühürlü kalır.)

10/75. Sonra bunların (zikredilen peygamberlerin) ardından (Hazret-i) Mûsa ve Hârûn'u Fir’avun ile ileri gelenlerine (dokuz adet) mu’cize(den meydana gelen âyet)lerimizle gönderdik. Buna rağmen (iman etmeyi küçümseyerek) kibirlilik gösterdiler ve Mücrim (din ahkâmına karşı gelmek suretiyle suç işleyen)lerden bir toplum oldular.

10/76. Katımızdan kendilerine (Fir’avun ve kavmine) hak (mu’cizelerimiz) gelince: "Şüphesiz bu, apaçık bir sihirdir." dediler. (Çünkü onların inancında “sihir”, bâtıl idi. Onun için mu’cizeye sihirdir, dediler.)

10/77. (Peygamberim) Mûsa: "Size (hak/(mu’cizeler) gelince, onun hakkında “bu bir sihir midir?” (sihri bâtıl gördüğünüzden böyle) diyorsunuz? Hâlbuki (Mûsa aleyhisselâm, sihri yapan) sihirbazlar (için), “iflâh olmazlar!" dedi. (Buna göre - mantık açısından - sihrin bâtıl olduğunu söyleyen bir kişi, sihir gösterisinde bulunabilir mi?)

10/78. (Fir’avun ve kavmi) dediler ki: (Ey Mûsa:) "Bizi atalarımızı üzerinde bulduğumuz (inançtan/putlara tapmaktan) döndüresin ve yerde (Mısır’da) hâkimiyet (saltanat ve devlet yönetimi) ikinizin (sen Mûsa’nın ve Hârun’un) eline geçsin diye mi bize geldin? Biz ikinize de inanmıyoruz."

10/79. Fir’avun: "Bütün usta sihirbazları bana getirin." dedi (Sihirbazlar geldiler, fakat gösterilerinde mağlup oldular “A’râf,113-121”).

10/80. Sihirbazlar gelince, (Peygamberim) Mûsa onlara: "Atacağınızı atın (hünerlerinizi gösterin)." dedi.

10/81. Sihirbazlar atacakları (ip ve sopaları)nı atınca, (Peygamberim) Mûsa: Sizin bu yaptığınız sihirdir. Allah, onu (bu gösterdiğiniz sihri) elbette boşa çıkaracaktır. Çünkü Allah, müfsitlerin (bozguncuların ve insanları aldatanların) işini düzeltmez (doğru çıkarmaz).” dedi.

10/82. Mücrim (dinî ahkâma göre suç işleyen)ler kerih görseler (hoşlarına gitmeseler) de, Allah, kelimeleriyle (âyât ve peygamberleriyle) hakkı açığa çıkaracaktır." (O hak, peygamberlerin bütün tebligatının doğru olmasıdır. Buna karşı gelen her şey de bâtıldır.)

10/83. Fir’avun ve ileri gelenlerinin, kendilerine kötülük yapmasından korktukları için (İsrail oğulları veya Fir’avun) kavminden ancak genç bir grup (600 bin kişi “Semerkandî ve Kurtubî”), Mûsa'ya îman etti. Çünkü Fir’avun, o yerde üstün/zorba bir kişi idi. O, şüphesiz (ilâhlık iddiası ve kibirlilikte) aşırı gidenlerdendi.

10/84. (Peygamberim) Mûsa: "Ey kavmim! Eğer siz Allah'a îman ettiyseniz, eğer O'na (Müslümanlar olarak) teslim olduysanız, artık yalnız O'na tevekkül edin (O’na güvenin ve dayanın)." (Çünkü Fir’avun’dan sizi koruyacak olan, ancak herşeye kâdir Allah’tır.) dedi.

10/85. Onlar (Mûsa aleyhisselâm’a iman eden Müslümanlar) da şöyle dediler: "Biz yalnız Allah'a tevekkül ettik (güvendik). Ey Rabbimiz, bizi zâlimler(den olan Fir’avun ve adamları)  topluluğunun fitnesine (baskı ve şiddetine) maruz bırakma (bizi koru)!" (diyerek dua ettiler).

10/86. (Hazret-i Mûsa’ya iman eden Müslümanlar, duaya devam ederek:) Bizi rahmetinle o (gönderdiğin tevhid dinini inkâr eden Fir’avun ve ona tâbi olan) kâfirler topluluğundan kurtar (dediler).

10/87. (Peygamberlerim Hazret-i) Mûsa'ya ve kardeşine (Hazret-i Hârun’a): "Kavminiz (Müslümanlar) için Mısır'da (şer kimselerden korunmak ve ibadet etmek için) evler hazırlayın ve evlerinizi kıble (namaz kılabilecek mescidler) yapın. (Mûsa aleyhisselâm, Kâ'be’ye doğru namaz kılardı “Beydâvî”.) Namazı (rukünlarına riayet ederek) dosdoğru kılın. Mü'minleri (Fir’avun’a karşı zafer ve cennetle) müjdele" diye vahyettik.

10/88. (Peygamberim) Mûsa, şöyle dedi: "Ey Rabbimiz! Gerçekten sen Fir’avun’a ve onun ileri gelenlerine, dünya hayatında nice zinet ve mallar verdin. Ey Rabbimiz, (insanları, senin hak) yolun (İslam’)dan saptırsınlar diye mi (bunları verdin)? (Bunun hikmetini bilemem.) Ey Rabbimiz, sen onların mallarını sil süpür (helâk et) ve kalplerine sıkıntı/darlık ver ki, onlar elem dolu azabı görünceye kadar îman etmesinler." (Buradaki beddua “Allah, İblis’e lânet etsin!” gibidir “Beydâvî“.)

10/89. (Her şeye kâdir olan Allah:) "Her ikinizin (Hazret-i Mûsa ve Hazret-i Hârun’un) duası kabul edildi. Fakat (azap gelinceye kadar) istikamette olun (hakka da’vet konusunda ikiniz de peygamberlik görevinize devam edin “Semerkandî”) ve sakın (azabın acele gelmesi için) bilmeyenlerin (cahillerden olan Fir’avun ve ileri gelenlerinin) yoluna uymayın!" dedi.

10/90. İsrâil oğullarını (Mûsa aleyhisselâm ile ona iman eden Mü’minleri) denizden (sağ ve selâmet) geçirdik. Fir’avun ve askerleri zulmetmek ve saldırmak için, onları takip etti. Nihayet boğulmak üzere iken (Fir’avun): "İsrâil oğulları'nın îman ettiğinden başka hiçbir ilâh olmadığına inandım. Ben de Müslümanlardanım." dedi.

10/91. (Allahü teâlâ veya Cibrîl-i Emîn yahut Melekler:) (Hayattan ümidini kestiğin bir anda) şimdi (“ye’s” hâlinde) mi, (iman edeceksin)? Hâlbuki daha önce (ilâhlık iddiasıyla Allah’a) isyan etmiş ve fesatçı (bozguncu)lardan olmuştun.

10/92. (Ey Fir’avun,) biz de bugün senin (cansız) bedenini, senden sonra gelecek (İsrâil oğullarının görmesi, Allah’a ve Peygambere inanmayan kişi)lere ibret olması için, (denizin dibinden) çıkar(ıp sahilde yüksek bir yere at)acağız. Çünkü insanlardan çoğu, âyetlerimiz (üzerinde düşünmediğin)den (ve Fir’avun’un ölümünden) gâfil (habersiz)dirler. (İlâhlık iddiasında olan Fir’avun’un ölemeyeceği zannında olanlar vardır. Onun için Fir’avun’un cesedi, çürütülmeyip ibret-i âlem için sâhile atılmıştır.

Not: 1881’de bir araştırma ekibi tarafından Süveyş kanalı civarında deniz kenarında küçük bir tepecikte kumlar içinde hiç bozulmamış bir ceset bulunmuş ve Londra'ya getirilmiştir. 

Mısır Firavunlarından birine ait olduğu tahmin edilen bu ceset, şu anda Londra’daki British Museum’da teşhir edilmektedir. “Karbon 14” denen yöntemle en az 3000 yıllık olduğu belirlenmiştir.

Secde vaziyetinde duran cesedin tüm organlarının tam olduğu, hatta başındaki sararmış saçları ile sakallarının var olduğu görülmüştür. Cesedin en hayret verici özelliği ise mumyalanmamış olmasıdır. Bilindiği gibi mumyalanmış cesedlerin iç organlarından bazıları çıkarılır ve ilaçlanır. Fakat bu cesette bu konuda hiçbir işlem yapılmamış ve kimyevi madde kullanılmamıştır.)

10/93. Yemin olsun, biz İsrâil oğullarını çok güzel bir yurda (Şam ve Mısır’a) yerleştirdik ve onlara temiz/helâl rızıklar verdik. Kendilerine bilgi gelinceye (Tevrat’ı okuyup hükümlerini öğreninceye veya Muhammed aleyhisselâm’ın mu’cizelerini görünce ve peygamberliğinin hak olduğunu anlayıncaya) kadar ayrılığa düşmediler. Şüphesiz ki, ayrılığa düştükleri (din) hakkında Rabbin kıyamet günü aralarında (Mü’minleri mükâfatlandırmak ve kâfirleri de cezalandırmak suretiyle) hükmünü verecektir.

10/94. (Resûlüm,) eğer sana (geçmiş ümmetlerle ilgili) indirdiğimiz şeyden şüphe içinde isen (ümmetinden şüphe içinde olanlar varsa), senden önce Kitab'ı (Tevrat'ı) okuyanlara sor (sorsunlar. Bu hitap, ümmetedir. Hazret-i Peygamberin şüphe içinde olması düşünülemez ve mümkün değildir). Yemin olsun ki, sana Rabbinden hak (Kur’an-ı Hakîm) gelmiştir. O hâlde, sakın şüphe edenlerden olma (ümmetinden şüphe edenler olmasın)! (Hak teâlâ’nın her kelâmı, haktır, doğrudur.)

10/95. Sakın Allah'ın âyetlerini yalanlayanlardan da olma (olmayın)! Yoksa hüsran (dünya ve âhiret’te zarar)a uğrayanlardan olursun (olurlar). (Hitap, peygamberin şahsında ümmetedir “Mâturîdî”.)

10/96. Şüphesiz kendilerine Rablerinin (iradelerini küfür ve isyanda kullananları cehennem’e atacağım) sözü hak olanlar (azabı hak edenler,) (küfürde kaldıkları müddetçe), îman etmezler.

10/97. Onlara (iradelerini küfür ve isyandan yana kullananlara) bütün âyetler (mu’cizeler) gelmiş olsa bile, (Fir’avun’da olduğu gibi) acı azâbı (ölümü) görünceye kadar (iman etmezler. Fakat o anda “iman ettim” deseler, “ye’s/ümitsizlik” hâli olduğu için imanları kabul edilmez).

10/98. Bir tek memleket (halkı, azabımız kendilerine gelip çattığı zaman) îman etseydi de, îmanları kendisine fayda verseydi! (Bu şekilde helâk olmaktan kurtulsaydılar.) Ancak Yûnus kavmi dışında (böyle bir azaptan kurtulan asla olmamıştır). Çünkü onlar (Hazret-i Yûnus’un kavmi, azap emarelerini/belirtilerini görür görmez), iman edince, kendilerinden dünya hayatındaki rüsvaylık (aşağılama ve perişan etme) azabını uzaklaştırıp giderdik ve onları bir zamana kadar (yaşatıp) faydalandırdık. (Hazret-i Yûnus’un kavmi, geniş Musul topraklarında Ninova’da yaşıyor ve putlara tapıyorlardı “Kurtubî”.)

10/99. (Resûlüm,) eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi elbette topyekûn îman ederlerdi. (Fakat yüce Allah, insanlara irade vererek, iman ve küfrü seçme konusunda onları serbest bırakmıştır. Buna ilâve olarak, peygamber ve kitaplar göndererek razı olduğu hidayet yolunu göstermiştir. Buna rağmen bazıları küfürde kalmayı tercih etmişlerdir.) Bu durumda (Resûlüm,) sen mi insanları mü'min olmaları için zorlayacak (onların kalplerindeki küfrü kaldıracak)sın? (Bu mümkün değil. Çünkü bu dünya imtihan yeridir. Resûlüm, bazı kişlerin imana gelmesini – amcan Ebû Tâlib gibi - çok arzu ediyorsun, ama, onlar, kendi iradeleriyle imana aykırı bir yol seçmişler.)

10/100. (Resûlüm,) Allah'ın izni (iradesi ve tevfîkı) olmadıkça, hiç kimse îman edemez (Kalbinde küfür taşıyan bir kişiye iman nasip olmaz). (Yüce) Allah, azabı, akıllarını (ve iradelerini iman ve tâatten yana) kullanmayanlara verir.

10/101. (Resûlüm,) de ki: "Göklerde ve yerde ne var, bir bakın! (Allahü teâlâ’nın birliğini ve kudretini düşünün ve görün. Bunları gören ve tefekkür eden bir kişinin iman etmemesi, ne kadar inkârcı olduğunu göstermez mi?) Fakat (bunca deliller,) âyetler ve uyarılar, (küfür ve isyanda ısrar edip) iman etmeyen bir topluma hiçbir fayda sağlamaz.

10/102. Onlar (bütün uyarılara rağmen küfür ve isyanda devam edenler,) kendilerinden önce gelip geçenlerin başlarına gelen (azap dolu) günlerin benzerini mi bekliyorlar? (Resûlüm,) de ki: "(Geçmiş ümmetlere gelen azabı veya benim ölümümü) bekleyin bakalım, ben de sizinle birlikte (helâkınızı) bekleyenlerdenim."

10/103. (Kâfirlere azap geldikten) sonra resûllerimizi ve îman edenleri kurtarırız. (Resûlüm,) aynı şekilde (Müşrikleri azaplandırdığımız zaman) üzerimize bir hak olarak, Mü'minleri (Peygamber aleyhisselâm’ı ve Eshâb-ı Kiram’ı “Beydâvî”) da kurtaracağız.

10/104. (Resûlüm,) de ki: "Ey insanlar, eğer benim (tebliğ ettiğim İslam) dinimden şüphe içinde iseniz, (bilin ki,) ben, Allah'ı bırakıp da sizin taptıklarınız (putlar)(asla) tapmam. Fakat (ruhlarınızı alarak) sizi öldürecek olan Allah'a ibadet/kulluk ederim. (Kitabında) bana (vahyettiği gibi) Mü'minlerden olmam emrolundu." (Peygamberlerden “aleyhimüsselâm” hiçbiri, risalet döneminden önce de puta tapmamıştır.)

10/105. (Bana:) “Yüzünü hanif (Allah’ı “bir”leyici) olarak (tevhîd) din(in)e çevir ve sakın müşriklerden olma.” diye de (emrolundum). (Bu hitap, bütün Mü’minleredir. “Hanif” kavramı, Tevhid dini İslam’a aykırı bütün bâtıl inanç ve ideolojileri reddeden bir muhtevaya sahiptir. Bu durumda İslam ahkâmının çağlar boyu güncelliğini devam ettirdiğini kabul etmeyen bir kişi, müşrikler tarafına geçmiş olur.)

10/106. (Resûlüm,) Allah'ı bırakıp da sana ne fayda ve ne de zarar verebilecek olan (put)lara yalvarma. (Bu put, Fir’avun gibi kendini ilâh ilân eden biri de olabilir.) Eğer böyle yaparsan, şüphesiz ki, sen (ibadeti, “hakk”ın dışında bir yerde kullanan) zâlimlerden olursun." (Bu hitap, bütün Mü’minleredir.)

10/107. (Resûlüm,) eğer Allah sana (fakirlik, sıkıntı ve hastalık gibi) bir zarar verecek olursa, (bil ki,) onu, O'ndan başka giderebilecek yoktur. Eğer sana (bol rızık, refah ve sağlık gibi) bir hayır dilerse, O'nun lütfunu engelleyebilecek de yoktur. O (Allah), bunu (zarar ve hayrı) kullarından dilediğine eriştirir. O, gafûrdur (Mü’minlerin günahlarını bağışlayıcıdır), rahîmdir (çok merhamet edicidir, azabı vermede de aceleci değildir).

10/108. (Resûlüm,) de ki: "Ey insanlar, size Rabbinizden hak (Resûlü ve Kur'ân) geldi. Artık kim hidayeti seçerse (İslam’ı kabul ederse), ancak kendisi için seçmiş (Müslüman olmuş) olur. Kim de dalâlete düşerse (İslam’ı reddederse) ancak kendi aleyhine olur (Ahiret’te cehennem ile cezalandırılır). Ben sizin üzerinizde (dalâlete düşenleri küfürden kurtaracak) bir vekil değilim. (Benim böyle bir yetkim yok. Ben “beşîr/müjdeleyici” ve “nezîr/korkutucu” olarak “Bakara,119”, iman/şükür ve küfür yollarını “İnsan/Dehr,3” açıkladım.)"

10/109. (Resûlüm!) Sana vahyolunana (ve tebliğ emrine) uy ve Allah, (seni ve Kur’an’ı yalanlayan kâfirler hakkında ceza) hükmünü verinceye kadar (onların eziyetlerine) sabret. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır. (O’nun hükmünde, asla hata olmaz.