KUR'AN-I KERİM MEALİ | YUSUF SURESİ



 12. YÛSUF SÛRESİ

Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah’ın ismiyle.

12/1. Elif Lâm Râ. Bunlar, (hakkı batıldan ayırıp) açıklayan Kitâb'ın âyetleridir.

12/2. Biz (şânı yüce Allah,) onu (Kitâb’ı), akıl erdiresiniz (üzerinde düşünesiniz) diye (konuştuğunuz dilde Cebrâîl vasıtasıyla Hâtemü’l- Enbiya Resûlüm Muhammed’e) Arapça bir Kur'ân olarak indirdik.

12/3. (Ey Resûlüm!) Sana bu Kur'ân'ı (sûreyi) vahyetmekle kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Hâlbuki daha önce sen bunlardan habersizdin. (Kur’ân’ın tamamına Kur’ân denildiği gibi, bir kısım âyetine de “Kur’ân” denildiği, bu âyette görülmektedir.)

12/4. Bir zamanlar (Peygamberim Ya’kûb’un oğlu) Yûsuf (7 yaşında iken), babasına "Babacığım! Gerçekten ben (rüyada) on bir yıldız, güneş ve ayı gördüm. Gördüm ki, onlar bana secde ediyor (boyun eğiyor)lardı" demişti.

12/5. (Yûsuf’un) babası (Ya’kûb aleyhisselâm oğluna), şöyle dedi: "Yavrucuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma. Yoksa sana tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır." (Rüyanın te’viline göre “yıldızlar”ın, kendileri; “güneş”in, annen; “ay”ın da baban olduğunu bilirler de seni kıskanırlar ve sana kötülük yaparlar “Celâleyn”. Bu sûrede insan tabiatı ve psikolojisinin esasları açıklanmaktadır.)

12/6. (Hazret-i Ya’kûb devam ederek oğlu Yûsuf’a şöyle dedi:) "İşte Rabbin seni böylece (ileride peygamber olarak) seçecek, sana (rüyada görülen) olayların te’vilini (yorumunu) öğretecek ve daha önce ataların İbrâhim ve İshâk'a (peygamberlik vererek dünya nimetiyle âhiret) nimetlerini tamamladığı gibi sana ve Ya’kûb soyuna da tamamlayacaktır. Şüphesiz Rabbin (kimi peygamber seçeceğini) en iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir."

12/7. Yemin olsun, Yûsuf ve kardeşlerinde (hakikati arayan ve) soranlar için ibretler vardır.

12/8. (Yûsuf’un) kardeşleri (kendi aralarında) dediler ki: "Biz (11 kişi olarak babamıza her konuda yardım edebilecek) bir topluluk olduğumuz hâlde, Yûsuf ve (öz) kardeşi (Bünyâmin,) (küçük olmalarına rağmen) babamıza bizden daha sevgilidirler. Muhakkak babamız (onları bize karşı tercih etmekle), açık bir yanlışlık içindedir." (Yûsuf ile Bünyâmin bir anadan, diğer kardeşler ise başka anadan idiler. Özellikle Yûsuf’u çok kısnanıyorlardı.)

12/9. (Aralarından bazıları dediler ki:) "Yûsuf'u öldürün veya onu bir yere atın ki, babanız sadece size yönelsin (ve sizi sevsin). Ondan sonra (tevbe edip) salih kimseler olursunuz."

12/10. Onlardan (kardeşlerden en büyükleri ve aklı başında olan) biri (Yehûda): "Yûsuf'u öldürmeyin, onu bir kuyunun dibine bırakın ki, (oradan) geçen kervanlardan biri, onu bulup alsın. Eğer yapacaksanız böyle yapın" dedi.

12/11. (Kardeşleri Yûsuf’u bir kuyuya atma konusunda anlaştılar. Fakat babaları onların kıskançlarını görünce onlara güvenemiyordu. Sonunda babalarına gelip) dediler: "Ey babamız! Yûsuf hakkında bize neden güvenmiyorsun? Hâlbuki biz onun iyiliğini isteyen kişileriz."

12/12. (Yûsuf’un kardeşleri babalarına:) "Yarın onu bizimle beraber gönder de bol bol yesin (gezip), oynasın. Şüphesiz biz onu koruruz." (dediler.)

12/13. (Bunun üzerine) babaları, "Doğrusu onu (Yûsuf’u) götürmeniz beni üzer. (Çünkü onun ayrılığına dayanamam. Sonra o gideceğiniz yerde çok kurt var.) Siz ondan habersiz iken, onu kurt yer, diye korkuyorum." (dedi.)

12/14. (Kardeşleri de:) "Yemin olsun biz kuvvetli bir topluluk olduğumuz hâlde onu kurt yerse, o takdirde biz gerçekten hüsrana (zarara) uğramış oluruz" dediler.

12/15. (Ya’kûb aleyhisselâm sonunuda ikna olarak Yûsuf’u götürmelerine râzı oldu. Hatta bir müddet onlarla birlikte gittiyse de sonra geri döndü. Babalarının göremeyecekleri bir yere ve mesafeye gelince kardeşleri Yûsuf’a yol boyunca çok eziyet ettiler. Hatta bazıları onu yerden yere vurdular. “Çağır da seni o gördüğün, güneş, ay ve yıldızlar kurtarsın” dediler. Yûsuf çok ağladı ve “yapmayın” diye yalvardı. Bu durumda içlerinde kalbi yumuşak olan ağabeyi Yahûda’ya sığındı. Fakat gözlerini kin, hased ve kan bürüyen kardeşler, onu da ölümle tehdit ettiler. Nihayet yakında bir kuyuya iple sarkıttılar. Gömleğini de çıkardılar. Yarıya gelince düşüp ölmesi için ipi kestiler. Fakat Cebrâîl aleyhisselam yetişti. Cennet ipeğinden bir gömlek getirdi. Ona bazı dualar öğretti “Beydâvî ve Kurtubî”.)

(Kardeşleri) Yûsuf'u götürüp kuyunun dibine bırakmaya karar verdikleri zaman biz (şânı yüce Allah,) ona, "yemin olsun, (seni kurtaracağız ve senin Yûsuf olduğunun) farkında değillerken, onların bu (kötü, çirkin ve zâlimce) işlerini (sana yaptıkları bu kötü muameleyi ileride) sen onlara haber vereceksin (hatırlatacaksın)" diye vahyettik.

12/16. (Kardeşleri, Yûsuf'u kuyuya attıktan sonra) akşamleyin ağlayarak babalarına geldiler. (Ya’kûb aleyhisselâm sordu: “Yûsuf nerede?” dedi.)

12/17. (Kardeşler, cevap verdiler:) "Ey babamız! Biz gittik (ok atma veya koşu) yarış(ı) yapıyorduk. Yûsuf'u da eşyamızın yanında bırakmıştık. (Bir de ne görelim,) onu kurt yemiş. Her ne kadar biz doğru söylesek de sen (bizim hakkımızda kötü düşündüğünden) bize inanmazsın. (Çünkü onu çok seviyorsun.)" dediler.

12/18. (Kardeşleri, “Yûsuf’u kurt yedi” yalanına ilâve olarak babalarına) bir de üzerine, “yalancı bir kan” bulaştırılmış gömleğini getirdiler. (Babaları) Ya’kûb dedi ki: "Hayır! Nefisleriniz sizi aldatıp böyle (kötü) bir işe sürükledi. Artık bana düşen, (şikâyet etmeden) “güzel bir sabır”dır. Anlattıklarınıza karşı yardımı istenilecek de ancak Allah'tır. (O’ndan bana sabır gücü vermesini diliyorum.)"

(Ya'kûb aleyhisselâm oğlunun “onu kurt yedi” haberini işitince çok üzüldü. Onun gömleğini istedi. Bunu yüzüne gözüne sürüp ağladı. Hatta yüzü gömleğin kanından kıpkırmızı olmuştu. Dedi ki: Bu güne kadar bu kadar uysal bir kurt görmedim! Oğlumu yemiş de sırtındaki gömleğini yırtmamış! “Beydâvî”.)

12/19. (Üç gün sonra Medyen'den Mısır'a doğru giden) bir kervan gelmiş, sucularını suya göndermişlerdi. Sucu kovasını kuyuya salınca, "Ay Müjde! Müjde! Bu bir erkek çocuk!" dedi. Onu alıp (gören birkaç arkadaşı ile birlikte kervandaki diğer kişilere göstermeden) bir ticaret malı olarak sakladılar. (Ancak Yûsuf’un kardeşleri o kervanı görüp oraya gelmişlerdi. Sucunun yanına geldiler ve “bu bizim kaçak kölemizdir” dediler. Yûsuf, öldüreceklerinden korktuğu için ses çıkaramadı ve “ben köle değilim” diyemedi. Yûsuf’u sattılar.) Şüphesiz Allah, onların (kardeşlerin) yaptıkları (kötü) işleri çok iyi bilendir.

12/20. (Kardeşleri) onu ucuz bir fiyata, birkaç dirheme sattılar. Zaten ona değer vermiyorlardı. (Yûsuf’un gözlerinin önünden ve o çevreden uzaklaşmasını istiyorlardı.)

12/21. Onu (Yûsuf’u) satın alan Mısırlı (hazine bakanı Azîz), karısına dedi ki: "Ona iyi bak. Belki bize faydası dokunur veya onu evlât ediniriz." (O günkü Kral da Reyyân b. Velîd Imlîkî idi. Yûsuf'a peygamberlik gelince îman etmişti. Onun zamanında öldü.) İşte böylece biz Yûsuf'u o yere (Mısır'a) yerleştirdik ve ona (rüyadaki) olayların te’vilini (yorumunu) öğretelim diye böyle yaptık. Allah, (her) işinde gâliptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.

12/22. (Yûsuf) olgunluk çağına (30 veya 40 yaşına) erişince, ona (peygamberlik verilmeden önce) hikmet ve ilim verdik. İşte biz, Muhsinleri (dine uygun güzel işler yapanları) böyle mükâfatlandırırız.

12/23. (Yûsuf’un) evinde bulunduğu kadın (Züleyha, gönlünü ona kaptırıp) ondan arzuladığı şeyi elde etmek istedi ve kapıları kilitleyerek, "Haydi gel!" dedi. O ise, "hâşâ/Allah'a sığınırım, çünkü o (kocan Azîz) benim efendimdir (hâinlik yapamam), bana iyi baktı. Şüphesiz zâlimler (zina yapanlar), kurtuluşa eremezler" dedi.

12/24. Kadın (Züleyha), gerçekten ona (göz koyup) istek duymuştu. Eğer Rabbinin delilini görmüş (manevî koruması) olmasaydı, Yûsuf da ona istek duyacaktı. Biz (şanı yüce Allah), ondan (Yûsuf’tan) kötülüğü ve fuhşu uzaklaştırmak için işte böyle yaptık. (Onu manevî koruma altına aldık. O, bu konuda zerre istek duymadı ve temâyülde bulunmadı.) Çünkü o, ihlâslı (Mü’min) kullarımızdandı.

12/25. (Yûsuf ile Züleyha) ikisi de kapıya koştular. Kadın, (elbisesini tuttu ve kendine râm edebilmek için) Yûsuf'un gömleğini arkadan yırttı. (Yûsuf, kaçarak elinden kurtuldu). Kapının yanında kadının efendisine (Azîz’e) rastladılar. Kadın: "Senin ailene kötülük yapmak (cinsel saldırıda bulunmak) isteyenin cezası, ancak zindana atılmak veya can yakıcı bir azap (şiddetli bir dayak)tır." dedi.

12/26. Yûsuf, (itirazda bulunarak, hayır) "o, benden arzusunu elde etmek istedi" dedi. Kadının ailesinden bir şahit de şöyle şahitlik etti: "Eğer onun (Yûsuf’un) gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğru söylemiştir, o (Yûsuf) yalancılardandır."

12/27. "Eğer (Yûsuf’un) gömleği arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylemiştir. O (Yûsuf) ise, doğru söyleyenlerdendir."

12/28. Kadının (Züleyha’nın) kocası (Azîz,) Yûsuf'un gömleğinin arkadan yırtıldığını görünce, dedi ki: "Şüphesiz bu, siz kadınların tuzağıdır. Şüphesiz sizin tuzağınız çok büyüktür. (Ma’sum/günahsız Yûsuf’a iftira ediyorsun.)"

12/29. (Züleyha’nın kocası) "Ey Yûsuf! Sen bundan (bu olaydan) sakın kimseye bahsetme. (Ey Kadın,) sen de günahının affını dile. Çünkü sen günah işleyenlerdensin."

12/30. (Ancak bu olayı duyan) şehirdeki bazı kadınlar: "Aziz'in karısı, (hizmetçisi olan) delikanlısından murad almak (onunla cinsel yakınlık kurmak) istemiş. Ona olan aşkı yüreğine işlemiş. Şüphesiz biz onu (ahlâken) açık bir sapıklık içinde görüyoruz." dediler. (Bu kadınlar, beş kişiydi.)

12/31. (Bu durumda bazı kadınlar tarafından ahlâksızlıkla suçlanan) kadın (Züleyha), onların dedikodularını işitince (o da bu dedikoduları çıkaranlara karşı evinde bir ziyafet vermeyi plânladı ve o beş kişi ile birlikte 40 kişiye “Medârik”) haber gönderip onları çağırdı. Onlar için oturup yaslanacakları yerler hazırladı. (Önlerine meyve ve yemekler koydu.) Her birine bir de bıçak verdi ve (ben “‘buyurunuz’ demeden, kimse bir şey yemesin ve kesmesin” dedi. Bundan sonra da) Yûsuf'a, "çık karşılarına" dedi. Kadınlar, Yûsuf'u görünce, onu (gözlerinde öyle) büyüttüler (ki, hayal dünyalarına sığdıramadılar) ve (onun cemâli, güzelliği karşısında akılları başlarından gitti. Ne yapacaklarını şaşırdılar) şaşkınlıkla (sanki meyve doğrıyormuş gibi farkına varmadan) ellerini kestiler. (Acı da hissetmediler.) "Hâşâ! Allah için, bu bir insan değil, ancak şerefli bir melektir" dediler.

12/32. Bunun üzerine kadın (Züleyha), onlara: "İşte bu (hizmetçimiz delikanlı), beni hakkında (ahlâksızlıkla) kınadığınız kişidir! Yemin olsun, ben ondan murad almak (onunla cinsel yakınlık kurmak) istedim. Fakat o, iffetinden dolayı bundan kaçındı. Yemin olsun, eğer emrettiğimi yapmazsa, mutlaka zindana atılacak ve zillete uğrayanlardan olacaktır." dedi.

12/33. (Hazret-i) Yûsuf, "Ey Rabbim! Zindan bana, bunların beni dâvet ettiği şeyden (kötü fiilden) daha sevimlidir. Onların hilelerini (tuzaklarını) benden uzaklaştırmazsan, onlara meyleder ve (sonunda) cahillerden (günah işleyenlerden) olurum" dedi.

12/34. (Yüce) Rabbi, onun (Yûsuf aleyhisselâm’ın) duasını kabul buyurdu ve kadınların tuzaklarını ondan uzaklaştırdı. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, her şeyi bilendir.

12/35. Sonra onlar (Azîz ve arkadaşları), Yûsuf'un suçsuzluğunu ortaya koyan delilleri gördükten sonra (bile, halkın Yûsuf’u suçlu zannetmesi için) mutlaka onu bir süre zindana atmayı uygun buldular. (Yûsuf aleyhisselâm, 7 veya 12 yıl zindanda kaldı.)

12/36. Onunla (Hazret-i Yûsuf’la) beraber (tesadüf o anda) zindana iki delikanlı daha girdi. (Hazret-i Yûsuf’un hapis hayatı başlamış oldu. Orada bulunanlara va’z ediyor ve rü’yaları tabir ediyordu.) Biri, "Ben rüyamda şaraplık üzüm sıktığımı gördüm" dedi. Diğeri, "Ben de rüyamda başımın üzerinde, kuşların yediği bir ekmek taşıdığımı gördüm. Bize bunun te’vilini (yorumunu) haber ver. Şüphesiz biz seni, Muhsin (doğru, dürüst ve ilim sahibi kişi)lerden görüyoruz" dedi. (Bunlardan biri Hükümdar’ın sâkisi, diğeri de aşçısı idi. Hükümdarı zehirleme ithamı ile girmişlerdi.)

12/37. (Hazret-i) Yûsuf (zindandaki arkadaşlarına) dedi ki: "Sizin yiyeceğiniz yemek size gelmeden önce, onun yorumunu (ne olduğunu ve ne olacağını) size bildiririm. Bu, bana Rabbimin öğrettiği (gaybî ve ledünnî) ilimlerdendir. (Bu, kâhinlik veya müneccimlik türünden bir ilim değildir. Böylece Yûsuf aleyhisselâm, peygamber olarak “mu’cize”sini açıklamaktadır.) Ben, Allah'a inanmayan ve ahireti inkâr eden bir milletin dininden uzaklaştım."

12/38. (Ben) "atalarım İbrahim, İshak ve Ya’kûb'un (aleyhimü’s-selâm) dinine uydum. (Ben, Allah’ın “bir” olduğuna inanıyorum.) Bizim, Allah'a herhangi bir şeyi ortak koşmamız (asla doğru) olamaz. Bu (tevhîd hakikatının bildirilmesi), bize ve insanlara Allah'ın bir lütfudur, fakat insanların çoğu (bundan gâfil olduklarından) şükretmezler." (37. ve 38. âyetler, Yûsuf aleyhisselâm’a vahyin geldiğini ve peygamberlik görevinin başladığını göstermektedir “Semerkandî ve Ebussuûd Efendi”. Müteâkip âyetlerde tebliğe başlıyor.)

12/39. (Hazret-i Yûsuf:) "Ey benim zindan arkadaşlarım! Çeşitli rabler (ilâhlar) mı daha hayırlıdır, yoksa (her şeyi hükmü altında tutan) kahhâr olan bir tek Allah mı?"

12/40. (Hazret-i Yûsuf:) "Siz Allah'ı bırakıp, sadece sizin ve atalarınızın birtakım isimler verdiklerine (ilâh diye putlara) tapıyorsunuz. (Hâlbuki) Allah, onlar hakkında (onlara ibâdet edilmesi konusunda) hiçbir delil indirmemiştir. (Bu durumda sizin îmanınız ve putlara tapmanız yanlıştır. Din konusunda) hüküm ancak Allah'a aittir. (Dini ve esaslarını, yalnız O bildirir. Peygamberleri vasıtasıyla da o dini insanlara açıklar.) O, ancak kendisine ibâdet etmenizi emretmiştir. (Yüce Allah, canlı, cansız varlıkları ve insanları putlaştırmanızı yasaklamıştır.) İşte en doğru din (dinin temeli), budur! Fakat insanların çoğu (bu hakikati) bilmezler."

12/41. (Hazret-i Yûsuf:) "Ey zindan arkadaşlarım! (Rüyanızın yorumuna gelince:) Biriniz (üç gün sonra çıkıp eskiden olduğu gibi) efendisine (yine) şarap sunacak. Diğeri ise (üç gün sonra çıkıp) asılacak (idam edilecek) ve kuşlar da başından yiyecektir. (Bunun üzerine onlar, sorularını inkâr ederek, “biz hiçbir şey ‘rüya’ görmedik”, deyince, Yûsuf aleyhisselâm:) Yorumunu sorduğunuz iş, böylece kesinleşmiştir."

12/42. (Hazret-i) Yûsuf, onlardan kurtulacağını bildiği (sâki) kişiye, "Efendinin yanında beni an (zulme uğradığımı ve masum olduğumu söyle ki, beni buradan kurtarsın)", dedi. Fakat şeytan, ona, efendisine hatırlatmayı unutturdu. Bu yüzden o, birkaç yıl daha zindanda kaldı. (Allah, kardeşim Yûsuf’a rahmet etsin. "Beni Efendinin yanında an” demese idi, zindanda beş yıldan sonra yedi yıl daha kalmazdı “Hadis-i Şerif”. Zorluklar karşısında kullardan yardım istemek caiz ise de bu, peygamberlerin makamına yakışmaz “Beydâvî”.)

12/43. (Bir gün Mısır’da) Hükümdar (Reyyân b. Velîd): "Ben rüyamda yedi semiz ineği, yedi zayıf ineğin yediğini; ayrıca yedi yeşil başak ve yedi de kuru başak görüyorum (gördüm). Ey ileri gelenler (ilim sahipleri ve rüya tabircileri)! Eğer rüya tabir edebiliyorsanız, rüyamı bana yorumlayın." dedi.

12/44. (O ileri gelenler) dediler ki: "Bunlar, karma karışık düşlerdir. Biz böyle düşlerin yorumunu bilmiyoruz."

12/45. (Zindandaki o) iki (genç) kişiden kurtulmuş olanı, nice zamandan sonra (Yûsuf'u) hatırladı ve "Ben size onun yorumunu haber veririm, hemen beni (zindana) gönderin" dedi.

12/46. (Zindana varınca), "Yûsuf! Ey doğru sözlü (zindan arkadaşım)! Rüyada yedi semiz ineği, yedi zayıf ineğin yemesi; bir de yedi yeşil başakla diğer yedi kuru başak hakkında bize yorum yap. Ümid ederim ki, (vereceğin cevapla) insanlara dönerim de onlar da (senin kadir ve kıymetini) bilirler" dedi.

12/47. Yûsuf (aleyhisselâm) dedi ki: "Yedi yıl âdetiniz üzere (ekin) ekersiniz. Yiyeceğiniz az bir miktar hariç, biçtiklerinizi başağında bırakınız (ve depolayınız)."

12/48. "Sonra bunun (bolluk yıllarının) ardından yedi kurak (yıl) gelir ki, (tohumluk olarak) saklayacağınız az bir miktar dışında, o yıllar için önceden biriktirdiklerinizi (o kuraklık yıllar) yiyip bitirir."

12/49. "Sonra bunun (kıtlık yıllarının) ardından insanların yağmura kavuşacağı bir yıl gelecek. O zaman (bol rızka kavuşup üzüm ve zeytin gibi mahsüllerden) şıra ve yağ sıkacaklar (sıkarlar)."

12/50. Hükümdar, "Onu (rüyayı tabir edeni) bana getirin" dedi. Elçi ona (Yûsuf’a) geldi. (Yûsuf da kendisine isnat edilen suçla ilgisi olmadığını ve haksız yere hapiste olduğunu göstermek için) dedi ki: "Efendine dön, ellerini kesen o kadınların derdi ne idi, diye sor. (Yûsuf aleyhisselâm, edebinden dolayı esas suçlu olan vezirin karısından söz etmedi.) Şüphesiz Rabbim onların hilesini hakkıyla bilendir."

12/51. (Hükümdar o kadınları toplayıp) sordu: "Yûsuf'tan murad almak (cinsel yakınlaşmak) istediğiniz zaman, derdiniz ne idi?" Kadınlar, "Hâşâ! Allah için, biz onun aleyhinde bir kötülük bilmiyoruz" dediler. Aziz'in (vezirin) karısı ise, "Şimdi gerçek ortaya çıktı. Ondan ben murad almak (cinsel yakınlaşmak) istedim. Şüphesiz o (Yûsuf), doğru söyleyenlerdendir" dedi.

12/52. (Elçi, kadınların bu sözünü Hazret-i Yûsuf’a haber verince Yûsuf dedi ki:) Bu, benim ona (Aziz’e) gıyabında hiyanet etmediğimi ve Allah’ın da gerçekten hainlerin tuzağını başarıya ulaştırmadığını (Aziz’in) bilmesi içindir.

12/53. (Yûsuf aleyhisselâm devam ederek:) "Ben nefsimi temize çıkarmam, çünkü Rabbimin merhamet ettiği hariç, nefis aşırı derecede kötülüğü emreder. Şüphesiz Rabbim (günahları) çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir" dedi.

12/54. Hükümdar: "Onu bana getirin, onu kendime özel (danışman ve yardımcı) edineyim", dedi. Sonra onunla konuşunca (aklını ve dehasını görünce) dedi ki: "Şüphesiz bugün(den sonra) sen, yanımızda yüksek bir makam sahibisin, güvenilir bir kişisin."

12/55. (Yûsuf aleyhisselâm, hükümdara:) "Beni ülkenin hazinelerine bakmakla görevlendir. Çünkü ben (devlet bütçesinde dengeyi sağlama ve israfı önlemede) iyi (bir) koruyucuyum, (dolayısıyla maliye konusunda) bilgili bir kişiyim" dedi.

12/56. (Yüce Allah buyuruyor:) Böylece Yûsuf'u, (zindandan kurtardığımız gibi) o yere (Mısır’a) yerleştirdik. (Ona imkân, iktidar ve yetki verdiğimizden) ülkede dilediği yerde oturuyordu. Biz rahmetimizi istediğimiz kişilere veririz ve Muhsinlerin (dine uygun iyi ve faydalı işler yapanların) mükâfatını zayi etmeyiz.

(Hükümdar, Yûsuf aleyhisselâm'a bir taç giydirdi, devlet mührünü ona verdi ve kendisini vezirin yerine tayin etti. Vezir/Aziz, görevinden alındıktan bir müddet sonra vefat etti. Hükümdar, Yûsuf'u vezirin karısı Züleyha ile evlendirdi. Bu evlilikten iki oğul dünyaya geldi. Hazret-i Yûsuf, Mısır memleketinde adâleti icra etti ve insanlar, hatta hükümdarlar kendisine boyun eğip itâatkâr oldular “Celâleyn”.)

12/57. (Dünya mükâfatı yanında) Ahiret mükâfatı, îman edenler ve (haram işlemekten korkup) takva yolunu tutanlar için elbette daha hayırlıdır.

12/58. (Mısır vezirinin para karşılığında gıda maddesi verdiğini duyan) Yûsuf'un kardeşleri, (Kenan ilinden zahîre almak için) çıkageldiler ve yanına (makamına) girdiler. Yûsuf onları tanıdı, fakat onlar kendisini tanımadılar. (Vezir Yûsuf, onlara nereden geldiklerini, kimlerden ve kaç kardeş olduklarını sordu. Uzun zaman geçtiği ve Yûsuf aleyhisselâm’da çok değişiklikler olduğu için tanıyamadılar. Zaten heybet ve saygılarından dolayı da yüzüne fazla bakamamışlardı. Hazret-i Yûsuf, kendisine kötülük yapan kardeşlerini kendini tanıtmadan ağırladı.)

12/59. (Yûsuf aleyhisselâm,) onların yüklerini hazırlatınca dedi ki: "Sizin baba bir kardeşinizi de bana getirin. Görmüyor musunuz, (size) ölçeği tam dolduruyorum ve ben misafir ağırlayanların en hayırlısıyım (diyerek onlara iyilik yaptığını göstermiş, fakat bunun karşılığında kardeşi Bünyâmin’i getirmelerini istemiştir.)"

12/60. (Hazret-i Yûsuf, devam ederek dedi ki:) "Eğer onu (Bünyâmin’i) bana getirmezseniz, (ülkeme girmeyin) artık benim yanımda size verilecek bir ölçek (zahîre) bile yoktur ve bir daha da bana yaklaşmayın."

12/61. (Kardeşler kendi aralarında:) "Onu babasından istemeye çalışacağız ve herhalde (bunu) başarırız." dediler.

12/62. Yûsuf (aleyhisselâm, zahîreyi ölçen) adamlarına dedi ki: "Onların ödedikleri zahîre bedel (dirhem)lerini yüklerinin içine koyun. Olur ki, ailelerine varınca, onu anlarlar (farkına varırlar) da belki yine dönüp (buraya) gelirler." (Hazret-i Yûsuf, tekrar gelmemelerinden endişe duyduğu, bir de onlara ihsan olması için böyle davrandı.)

12/63. Onlar (kardeşler), babalarına döndükleri zaman: "Ey babamız! Bize artık zahîre verilmeyecek. Kardeşimizi (Bünyâmin'i) bizimle gönder ki, zahîre alalım. Onu şüphesiz biz koruruz." dediler.

12/64. (Babaları) Ya’kûb (aleyhisselâm) onlara: "Onun (Bünyâmin) hakkında size ancak, daha önce kardeşi (Yûsuf) hakkında güvendiğim kadar güvenebilirim! (Yûsuf hakkında güvenmemiş ve endişe etmiştim. Yüce) Allah, en iyi koruyucudur (yalnız O’na tevekkül eder, O’na güvenirim) ve O, merhametlilerin en merhametlisidir" dedi.

12/65. (Kardeşler, getirdikleri) yüklerini açınca, zahîre bedellerinin kendilerine iâde edildiğini gördüler. (Kardeşler:) "Ey babamız! Daha ne isteriz? (Vezir, bize ikram etti ve çok iyi baktı.) İşte ödediğimiz bedeller de bize geri verilmiş. Onunla (bu bedellerle) yine ailemize erzak getirir, kardeşimiz (Bünyâmin’)i korur ve bir deve yükü zahîre de fazladan alırız. Çünkü bu getirdiğimiz az bir zahîredir. (Bize yetmez.)" dediler.

12/66. (Babaları Ya’kûb aleyhisselâm) dedi ki: “(Eşkıya tarafından) kuşatılmanız ve çaresiz kalma durumunuz hariç, onu (Bünyâmin’i) bana mutlaka getireceğinize dair Allah adına sağlam bir söz (yemin) vermedikçe, onu sizinle asla göndermeyeceğim!” Oğulları babalarına yeminlerini verince, (babaları Yâ’kûb aleyhisselâm şöyle) dedi: Söylediklerimize Allah, vekildir (şâhittir).

12/67. Sonra (Ya’kûb aleyhisselâm:) "Ey oğullarım! (Şehre) bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. (Size nazar değmesin.) Ama Allah'tan (size yazdığı) gelecek hiçbir şeyi sizden uzaklaştıramam. (Benim bu tavsiyem ise, bir şefkat eseridir.) Hüküm, ancak Allah'ındır. Ben O'na tevekkül ettim (İşlerimi O’na havale ettim ve ancak O’na güvendim). Tevekkül edenler de yalnız O'na tevekkül etsinler" dedi.

12/68. (Allahü teâlâ şöyle buyurdu:) Babalarının emrettiği şekilde (ayrı kapılardan) girdiklerinde (bile) bu (tedbir), Allah'tan gelecek hiçbir şeyi onlardan uzaklaştıracak değildi. Ancak (Peygamberim) Ya’kûb, içindeki bir dileği ifade etmiş oldu. Şüphesiz o, biz (vahiy ve ilham ile) kendisine öğrettiğimiz için ilim sahibidir. Fakat insanların çoğu (“tedbir”in takdiri önlemeyeceğini) bilmezler. (Ancak insanlar, tedbir almakla sorumlu tutulmuşlardır.)

12/69. (Kardeşleri, Mısır’da vezir olan) Yûsuf'un huzuruna girdiklerinde, o (Yûsuf), (ana bir) kardeşini (Bünyâmin'i tanıdı ve onu) bağrına bastı. (Gizlice) "haberin olsun, ben senin kardeşinim, artık onların (kardeşlerinin bize) yaptıklarına üzülme! " dedi.

(Yûsuf aleyhisselâm kardeşlerini misafir etti, yemekte ikişer ikişer oturttu, geriye Bünyamin tek kaldı. O da ağladı: “Eğer kardeşim Yûsuf hayatta olsa idi, benimle beraber otururdu” dedi. Yûsuf da onu kendi sofrasına oturttu, sonra da: İçinizden her iki kişi, bir odaya çekilsin. Bunun ise ortağı yoktur, o da geceyi benim yanımda geçirsin, dedi ve ona: “Telef olan kardeşinin yerine, benim senin kardeşin olmamı ister misin?” Dedi. O da: “Senin gibi kardeşi, kim kabul etmez” dedikten sonra, Yûsuf, hayat hikâyesini anlatarak işin gerçeğini söyledi. Yûsuf ağlayarak kardeşinin boynuna sarıldı “Beydâvî”. “Sakın kardeşlerine bir şey söyleme. Bir bahane ve tertip ile ben seni burada alıkoyacağım.” dedi. Bünyâmin de bu plâna razı oldu.)

12/70. (Yûsuf aleyhisselâm,) onların yüklerini hazırlatırken (kıymetli) su kabını kardeşinin (Bünyâmin’in) yüküne koydurdu. (Kâfile yola koyulduktan) sonra (arkalarından) bir münadî (çağırıcı) şöyle seslendi: "Ey kervancılar! (Durun, çalınan bir eşya var.) Siz hırsızsınız, (arama yapacağız)."

12/71. (Yûsuf'un kardeşleri) onlara dönerek, "Ne yitirdiniz?" dediler.

12/72. Onlar (Yûsuf’un adamları) dediler ki: "Hükümdar'ın su kabını arıyoruz. Onu getirene bir deve yükü (bahşiş/ödül) var (ortaya konuldu). Ben buna kefilim. (Getirene bu ödülü öderim.)"

12/73. (Ya’kûb oğulları “kardeşler”) dediler: "Allah'a yemin olsun, siz de (bizim ahlâkımızı, dürüstlüğümüzü) biliyorsunuz ki, biz bu ülkede fesat çıkarmaya gelmedik ve biz (asla) hırsız değiliz."

12/74. (Yûsuf’un adamları, kardeşlere:) "Eğer yalancı iseniz, (sizde) hırsızlığın cezası nedir?" dediler (diye sordular).

12/75. Onlar (kardeşler, cevap verdiler): "Cezası, su kabı kimin yükünde bulunursa (çıkarsa), cezası, o kimse(nin alıkonması)dır. Biz, zâlimleri böyle cezalandırırız" dediler.

12/76. Bunun üzerine (münadî/seslenen kişi veya Yûsuf), kardeşinin yükünden önce onların yüklerini aramaya başladı. Sonra su kabını kardeşinin (Bünyâmin’in) yükünden çıkardı. İşte biz (şânı yüce Allah) Yûsuf'a böyle bir teknik (çözüm yolu) öğrettik (vahyettik). Yoksa Hükümdarın dinine (kanunlarına) göre kardeşini alıkoyamazdı. Ancak Allah'ın dilemesi hariç. (Çünkü kâdir-i mutlak Allah, bir şeyi dilerse, sebepsiz de yaratır.) Biz dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Her ilim sahibinin üstünde en iyi bilen (bir ilim sahibi) vardır.

12/77. (Ya’kûb oğulları “kardeşler”) dediler ki: "Eğer o (Bünyâmin) çalmışsa, daha önce onun bir kardeşi (Yûsuf) da (bir şey) çalmıştı." Yûsuf (aleyhisselâm), bunu (kendisine yapılan bu iftirayı) içinde sakladı ve onlara belli etmedi. İçinden, "Siz kötü bir durumdasınız, isnat ettiğinizi(n doğrusunu yüce) Allah, daha iyi biliyor." dedi.

12/78. Onlar (kardeşler), Yûsuf'a: "Ey güçlü Azîz (Vezir)! Onun çok yaşlı (ve itibarlı) bir babası var. Onun yerine bizden birini alıkoy. Şüphesiz, biz senin Muhsinlerden (iyi ve faydalı işler yapanlardan) olduğunu görüyoruz" dediler.

12/79. Yûsuf (aleyhisselâm), "Malımızı (su kabımızı) yanında (yükünde) bulduğumuz kimseden başkasını alıkoymaktan Allah'a sığınırız. Şüphesiz o zaman gerçekten biz, zâlimlerden oluruz" dedi.

12/80. (Kardeşler) ondan (Yûsuf’tan) ümitlerini kesince, bir kenara çekilip fısıldaşmaya (kendi aralarında konuşmaya) başladılar. Büyükleri (Yahûda) dedi ki: "Babanızın Allah adına sizden söz (yemin) aldığını, daha önce de Yûsuf hakkında işlediğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Artık babam bana (evime dönmeye) izin verinceye veya Allah, hakkımda hükmedinceye kadar ben buradan (Mısır’dan) asla ayrılmayacağım. O, hükmedenlerin en hayırlısıdır (en âdilidir)."

12/81. (Büyük kardeşleri Yahûda devamla:) "Siz babanıza dönün ve deyin ki: "Ey babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık etti, biz ancak bildiğimize (tasın onun yükünde çıktığına) şahit olduk. (Sana onu koruyacağımıza dair söz verdiğimiz zaman) gaybı (oğlun gerçekten hırsızlık mı etti, yoksa tası onun yüküne mi koydular, bunu) bilemezdik." (dedi.)

12/82. (Büyük kardeşleri Yahûda, diğerlerine tenbihte bulunarak: Babanıza şunu da söyleyin:) "Bulunduğumuz kent (Mısır) halkına ve (beraber gittiğimiz ve) aralarında olduğumuz kervana da sor. (Bünyâmin ile ilgili durum böyledir.) Şüphesiz biz, doğru söyleyenleriz." (dedi.)

12/83. Ya’kûb (aleyhisselâm, oğullarını dinledikten sonra:), "Nefisleriniz sizi bir iş yapmaya sürükledi. Artık bana düşen, güzel bir sabırdır. Umulur ki, Allah, onların hepsini (Yûsuf, Bünyâmin ve diğerini) bana getirir. Çünkü O (Allah), (her şeyi) hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" dedi.

12/84. (Ya’kûb aleyhisselâm, bu olaydan sonra) onlardan (oğullarından) yüz çevirdi ve "Vah, Yûsuf üzerine başıma gelenler! (Vah yavrum!)" dedi. Üzüntüden iki gözüne ak düştü. O, artık acısını içinde saklıyordu.

12/85. Oğulları (babalarına:) "Allah'a yemin ederiz ki, sen hâlâ Yusuf'u anıp duruyorsun. Sonunda üzüntüden (hasta olup) eriyeceksin veya (ölüp) helâk olacaksın" dediler.

12/86. (Ya’kûb aleyhisselâm:) "Ben keder ve üzüntümü ancak Allah'a arz ederim. Ben, Allah tarafından (bana vahiy ve ilhamla gelen) sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim." dedi. (Çünkü Yûsuf’un rüyasından biliyordu ki, ileride ana-babası ve kardeşleri onun huzurunda secdeye kapanacaklardır. Bu gerçekleşmediğine göre Yûsuf’un hayatta olduğuna kesin olarak inanıyordu.)

12/87. (Ya’kûb aleyhisselâm:) "Ey oğullarım! (Mısır’a) gidin, Yûsuf'u ve kardeşini araştırın (sorun, onlarla ilgili bir haber var mı?). Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası, Allah'ın rahmetinden ümidini kesmez."

12/88. Bunun üzerine (Ya’kûb oğulları tekrar Mısır'a dönüp) Yûsuf'un huzuruna girdiklerinde, "Ey güçlü Azîz (vezir)! Bize ve ailemize darlık ve sıkıntı dokundu (Ekonomik yönden çok zor durumdayız). Değersiz bir sermaye (az bir para) ile geldik. Zahîremizi tam ölç, ayrıca bize tasakkuk eyle (fazladan da) ver. Şüphesiz Allah, sadaka verenleri (lütufta bulunanları) mükâfatlandırır." dediler.

12/89. (Vezir ve aynı zamanda Peygamber olan) Yûsuf (aleyhisselâm) dedi ki: "Siz câhil (kıskançlık sebebiyle gözlerinizi kan ve intikam bürüyen) kimseler iken, Yûsuf ve kardeşine ne (eziyet ve hakâret)ler yaptığınızı biliyor musunuz?"

12/90. (Bu soru karşısında) kardeşleri: "(Bunları bildiğinize göre) yoksa sen, Yûsuf musun?" dediler. O da, "(Evet) ben Yûsuf'um, bu da kardeşim (Bünyâmin). Allah, bize (bana ve kardeşime) iyilikte bulundu (Beni öldürmedi. Ben ve kardeşim, sizin kötülüklerinize sabrettik. Biz sizin hakkınızda kötülük düşünmüyorduk.) Çünkü, kim (Allah’tan korkar) kötülükten sakınır ve (düştüğü felâkete) sabrederse, şüphesiz Allah Muhsinlerin (iyi ve faydalı işler yapanların) mükâfatını zayi etmez" dedi.

12/91. (Kardeşleri:) "Allah'a yemin olsun, gerçekten Allah seni bize üstün kıldı. Gerçekten biz suç işlemiştik. (Size çok kötülük ettik.)" dediler.

12/92. (Bunun üzerine Peygamber) Yûsuf dedi ki: "Bugün size ayıplama yok. Allah sizi(n günahlarınızı) bağışlasın. O, merhametlilerin en merhametlisidir.

12/93. (Yûsuf aleyhisselâm, kardeşlerine babasının durumunu sordu. Babasının ağlamaktan gözlerine perde indiğini öğrenince:) Bu gömleğimi götürün de babamın yüzüne koyun ki, gözleri açılsın ve (sonra) bütün ailenizi (alıp) bana getirin" dedi.

12/94. (Oğullarına ait) Kervan (Mısır'dan Şam bölgesine doğru) ayrılınca, babaları (yanındakilere), "Bana bunak demezseniz, şüphesiz ben Yûsuf'un kokusunu alıyorum" dedi.

12/95. Onlar da, "Allah'a yemin ederiz ki, sen hâlâ eski yanlışlığındasın." dediler.

12/96. Müjdeci gelip gömleği (Hazret-i) Ya’kûb'un yüzüne koyunca gözleri açılıverdi. Ya’kûb (aleyhisselâm), "Ben size, Allah tarafından (bana gelen vahiy ve ilhamla), sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim demedim mi?" dedi.

12/97. Oğulları, "Ey babamız! Allah'tan günahlarımızın bağışlanmasını dile. Biz gerçekten günah işledik. (Çok kötülük yaptık ve suç işledik.)" dediler.

12/98. Ya’kûb (aleyhisselâm:) "Rabbimden sizin (günahlarınızın afvedilmek suretiyle) bağışlanmanızı isteyeceğim. (Duasını biraz erteleyerek seher vaktinde veya Cuma gecesinde yaptı. Çok yalvardı. Cebrâil aleyhisselâm, duasının kabul olduğunu haber verdi.) Şüphesiz O, (günahları) çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir" dedi. (Daha sonra hepsi beraber Mısır'a doğru hareket ettiler. Diğer tarafta Yûsuf aleyhisselâm, hükümdar, 4 bin asker, devletin ileri gelenleri ve halktan katılarlar, Ya’kûb aleyhisselâm’ı karşılamaya çıktılar. “Celâleyn ve Ebu’s-suûd Efendi”. Yûsuf aleyhisselâm, babasının Mısır’a rahat gelebilmesi için büyük miktarda değerli elbiseler ve 200 binek hayvanı göndermişti.)

12/99. (Hazret-i Ya’kûb ve âilesi, hazırlanan karşılama yerinde) Yûsuf'un huzuruna girdiklerinde, Yûsuf, ana babasını kucakladı (bağrına bastı) ve "(onlara buyurun!) inşaallah (Allah'ın izniyle) emniyet içinde Mısır'a girin" dedi.

12/100. (Hazret-i Yûsuf, sarayda) ana babasını tahtın üzerine çıkardı. Hepsi onun (Yûsuf) için secdeye kapandılar (ona saygı ile eğildiler). Yûsuf (aleyhisselâm) dedi ki: "Babacığım! İşte bu, daha önce gördüğüm rüyanın te’vilidir (yorumudur). Rabbim onu gerçek kıldı. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, Rabbim beni zindandan çıkararak ve sizi çölden getirerek bana ihsanda (iyilikte) bulundu. Şüphesiz Rabbim, dilediği şeyi lütfeticidir (bir şeyi irâde edince, sebeplerini kolaylaştırır, olmayacak gibi görünen şey, oluverir). Şüphesiz O, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir."

12/101. (Yûsuf aleyhisselâm: Ey) Rabbim! Gerçekten bana mülk verdin ve bana sözlerin (rüyaların) yorumunu öğrettin. (Ey) gökleri ve yeri yaratan (Allah’ım)! Dünyada ve Ahiret’te sen benim velimsin (dünya ve ahiret işlerimin sahibisin). Benim ruhumu Müslüman olarak al ve beni Salihlere (iyilere) ilhak et (kat)." (Yûsuf aileyhisselâm, 120 sene yaşadı ve Kenan diyarında atalarının yanına gömüldü.)

12/102. İşte bu (Yûsuf’un kıssası), gayb haberlerindendir. (Resûlüm,) onu sana biz vahiy yolu ile bildiriyoruz. Yoksa onlar (kardeşleri, Yûsuf’a ve babasına) tuzak kurarak işlerine karar verdikleri zaman, sen onların yanında değildin. (Bunları sana, biz bildirdik. Bundan önce bu konuda ne senin, ne de kavminin bilgisi vardı “Hûd,49”.)

12/103. (Resûlüm) sen (insanların îman etmesi için çok isteklisin. Fakat) ne kadar şiddetle arzu etsen de insanların çoğu îman edecek değillerdir.

12/104. (Resûlüm) hâlbuki sen onlardan buna (îman davetine) karşı, bir ücret de istemiyorsun. O (Kur'ân), âlemler (insanlar ve cinler “Semerkandî”) için ancak bir zikirdir (öğüt ve hatırlatmadır).

12/105. (İnsanların yüce Allah’ı birlemeleri, dolayısıyla îman etmeleri konusunda) göklerde ve yerde öyle deliller vardır ki, yanlarına uğrarlar ve (onları görürler, bilirler de kabul etmeyerek) onlardan yüz çevirirler.

12/106. Onların (putlara tapan Müşriklerin) çoğu, ancak Allah'a şirk (ortak) koşarak inanırlar (bk. Zümer,3). (Yahûdi ve Hristiyanlar da Allah’a oğul isnat ederek inanırlar. Fakat bunların hiçbiri, gerçek olarak Allah’a îman etmiş değildirler.)

12/107. Yoksa onlar (Allah’a ortak koşan ve yüce Allah’a oğul isnat eden kâfirler), Allah tarafından kendilerini kuşatacak bir azabın gelmesi veya onlar farkında olmadan Kıyamet’in ansızın kopması karşısında kendilerini emniyette (güven içinde) mi gördüler?

12/108. (Resûlüm, o îman etmeyenlere) de ki: "İşte bu (bana vahyedilen ve tebliğ etmekle mükellef olduğum İslâm) benim yolumdur (davetimdir). (İnsan ve cinleri) Allah'a basiretle (yakîn üzere açık delillerle O’nu “bir”lemeye, O’nun dini olan İslam’ı kabul etmeye ve bu din üzere ibâdet etmeye) çağırıyorum. Ben ve (dinim üzere) bana tâbi olan (Müslüman)lar da (aynı şekilde basiret “yakîn ve hakikat” üzerindeyiz “Semerkandî”.) (Yüce) Allah, (Müşriklerin isnat ettikleri bütün şirk ve noksanlıklardan) münezzehtir (uzaktır). Ben (puta tapan ve Allah’a ortak koşan) müşriklerden (yolları batıl olanlardan) değilim.

12/109. (Resûlüm,) biz senden önce de, şehirler halkından ancak kendilerine vahyettiğimiz (melekleri değil) birtakım erkekleri peygamber olarak gönderdik. Yeryüzünde dolaşıp da, kendilerinden önce gelenlerin (peygamberleri ve âyetleri yalanlayanların) akıbetlerinin nasıl olduğunu, (onları nasıl helâk ettiğimizi) görsünler? Elbette ahiret yurdu, (şirkten ve Allah'a karşı gelmekten) korkanlar için en hayırlıdır. Hâlâ aklınızı (doğru şekilde) kullanmayacak mısınız?

12/110. Nihayet Peygamberler, ümitlerini kesip de (kavimleri tarafından) yalanlandıklarını iyice anladıkları sırada, onlara (peygamberlere) yardımımız gelir ve dilediğimiz kimseler kurtarılır. (Ancak) bizim azabımız, Mücrimler (kâfirler) topluluğundan geri çevrilmez.

12/111. Yemin olsun ki, onların (peygamberler ile ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için (pek çok) ibret(ler) vardır. (Allah’ın kelâmı Kur'ân,) uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat (o Kur’ân,) kendinden önceki (kitap)ları tasdik eden, her şeyi (helal ve haramı) ayrı ayrı açıklayan ve îman eden bir toplum için (hakkın yolunu gösteren) bir hidayet rehberi ve (azaptan kurtaran) bir rahmettir