EL-HASÂİSU'L-KÜBRÂ | PEYGAMBERİMİZİN ASHABİMN MELEKLERİ GÖRDÜĞÜNE VE ONLARIN KELAMİM İŞİTTİĞİNE DAİR BUNDAN ÖNCE ANLATILMAMIŞ OLAN BAZI HABERLER

 

Peygamberimizin Ashabimn Melekleri Gördüğüne ve Onların Kelamim İşittiğine Dair Bundan Önce Anlatılmamış Olan Bazı Haberler

Buharî ve Müslim, Ebû Osman el-Nehdî'nin şöyle dediğini nakle­derler: Bana ulaşan habere göre, Cebrâîl (aleyhisselâmPeygamberimiz'e gelmiş, bu sırada Peygamberimiz'in yanında Ümmü Seleme varmış. Cebrâîl bir miktar konuştuktan sonra gitmiş. O gidince Peygamberimiz, Ümmü Seleme'ye onun kim olduğunu sormuş. Ümmü Seleme de Dıhyetü'l-Kelbî demiş."

Ümmü Seleme der ki: "Ben, gerçekten onu Dıhyetü'l-Kelbî san­mıştım. Fakat Peygamberimiz'in Cebrâîl hakkındaki sözlerini işittikten sonra, onun Cebrâîl olduğunu anlamış oldum."

Bu haberin ravisi Ebû Osman el-Nehdî'ye: "Sen bunu kimden duy­dun?" diye sormuşlar. O da: "Üsâme'den işşittim" cevabım vermiştir.

Yine Buharî ve Müslim Ebû Hüreyre'den şöyle rivayet ederler: "Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), insanların arasında bulunuyordu. Bir adam ge­lip: "îman nedir?" diye sordu. Peygamberimiz de: "îman; Allah'a Onun meleklerine, kitaplarına, rasüllerine inanmandır. Aynı zamanda öldük­ten sonra dirilmeye de inanmandır."

Gelen adam: "Peki, İslâm nedir?" diye sordu. Peygamberimiz de: "İslâm; Allah'a ibadet edip hiç bir şeyi O'na ortak koşmaman, namazı dosdoğru kılman, zekatı eksiksiz olarak vermen, ramazan orucunu tut-mandır." Peygamberimiz'in bu cevabından sonra gelen adam: "Peki ih­san nedir?" dedi. Peygamberimiz de: "İhsan; Allah'a sanki O'nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Zira her ne kadar sen O'nu gör­müyorsan da, muhakkak O seni hep görmektedir."

Gelen adam, bu cevabı aldıktan sonra da: "Kıyamet ne zaman ko­pacaktır?" diye bir soru yöneltti. Peygamberimiz de onun bu sorusuna: "Bunu, sorulan kişi soran kişiden daha iyi biliyor olamaz! Fakat ben sana, onun alâmetlerinden haber verebilirim! Şöyle ki: Bir câriye, hanım efendisini doğurduğu, sığır çobanlarimn yüksek binalar yapmak için birbirleriyle yarış ettikleri zaman, bil ki kıyamet yaklaşş demektir. Malum beş şey vardır ki, onları Allah'tan başka kimse bilmez. Kıyame­tin ne zaman kopacağim bilmek de, bu beş şeye dâhildir ki, onu Allah'tan başkası bilemez" cevabim verdi."

Sonra, o soruları yönelten adam gitti. Peygamberimiz de: "Haydi, gidip o adamı geri çağırimz!" buyurdu. Arkasından koşturdular ise de, kimseyi göremediler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de bunun üzerine: "O Cebrâîl idi, insanlara -böyle sorular sorarak- dînini öğretmek için gelmişti" buyurdu. [1]

Ebû Mûsâ el-Medînî el-Mârife adlı kitabında Temim bin Sele-me'den şu haberi nakleder: "Bir gün ben, Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanın­daydım. Adamın biri Peygamberimiz'in yanından ayrılıp gitti. Başına güzel bir sarık sarmış, sarığimn ucunu da arkasına sarkıtmış bir vazi­yette idi. Ben Hazret-i Peygamber'e: "Ey Allah'ın elçisi, bu adam kimdir?" diye sordum. O da bana: "Bu, Cebrâîl'dir" buyurdu.

AhmedTaberânî ve Beyhekî sahih bir senedle Harise bin Nûmân'dan şöyle rivayet ederler: "Bir gün ben, Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) uğ­radım. O'nun yanında Cebrâîl vardı. Selâm verdim ve çekip gittim. Tekrar Peygamberimizle buluştuğum zaman, bana sordu: "Ey Harise, sen bana uğradığın zaman yanımda kim vardı, gördün mü?" dedi. Ben de: "Evet" karşılığim verdim. Buyurdu ki: "O Cebrâîl idi ve sen selam verdiğin zaman, o da sana selam vermişti."

Yine Hârise'den İbn-i Sa'd'ın çıkardığı haber de şöyledir: "Ben ha­yatımda Cebrâîl'i iki defa gördüm." [2]

Ahmed ve Beyhekî İbn-i Abbâs'tan şöyle rivayet ederler: "Bir gün ben, babamla birlikte Rasulullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında idim. Rasulullah'ın yanında birisi vardı ve fısıltı halinde O'nunla konuşuyordu. Ben ve ba­bam oradan ayrılıp çıktık. Babam bana dedi ki: "Amcanın oğlunu gördün mü? Hiç bizimle ilgilenmedi! Sanki bizınıle konuşmak istemiyordu." Ben dedim ki: "Babacığim, O'nun yanında bir adam vardı ve O'nunla konu­şuyordu. Bu yüzden bizınıle ilgilenemedi." Babam, Rasulullah'ın yanın­daki adamı görmemişti. Bu yüzden geri dönüp Hazret-i Peygamber'e aramızda geçenleri anlattı ve O'na: "Senin yanında demin birisi mi var­dı?" diye sordu. Peygamberimiz de bana hitaben: "Ey Abdullah, sen onu gördün mü?" dedi. Ben de: "Evet" karşılığim verdim. Bunun üzerine Peygamberimiz: "O/Cebrâîl idi ve ben bu yüzden sizinle ilgilenemedim" buyurdu.

Yine İbn-i Abbâs'tan İbn-i Sa'd'ın rivayeti de şöyledir: "Ben, haya­tımda Cebrâîl'i iki defa gördüm ve Allah Resulü benim için iki defa dua buyurdu."[3]

Hâkim'in Îbn4 Abhas'tan rivayeti ise şöyledir: "Ben, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında Cebrâîl'i gördüğüm zaman Peygamberimiz bana hitaben: "Ey Abbâs'ın oğlu Abdullah, Peygamber olmayan birisi Cebrâîl'i gördüğü zaman, muhakkak gözlerine âmâlık gelir. Fakat bu (gözlerinin kör olması), senin başına ömrünün sonunda gelecektir!" buyurdu. [4]

Taberânî ve Beyhekî Muhammed bin Seleme'den şu haberi rivayet ederler: "Ben, Rasuluîlah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e uğramıştım. O, bir adamla başbaşa vermiş konuşuyordu. Kendilerini meşgul etmemek için geçip gittim. Sonra dönüp geldiğimde Peygamberimiz bana: "Demin niçin selam ver­meden geçip gittin?" dedi. Ben de: "Sizi öyle görünce sözünüzü kesmeyi hoş görmedim" karşılığim verdim ve yanındaki o zatın kim olduğunu sordum. Peygamberimiz de: "O, Cebrâîl idi" buyurdu.

HakimÂişe'nin şöyle dediğini nakleder: "Bir gün Cebrâîl'i, benim odama gelip Rasuluîlah ile görüşürken gördüm. Rasulullah'a: "Bu kim­dir?" diye sordum. O da bana: "Kime benzettin?" dedi. Ben: "Dıhyetü'l-Kelbî'ye benziyor" dedim. Peygamberimiz de bana: "Sen Cebrâîl'i gör­dün" buyurdu.

ve çok geçmeden bana hitaben dedi ki: "Ey Âişeİşte Cebrâîl sana Allah'ın selâmim veriyor!" Ben de buna karşılık: "Ey Allah'ın Resulü, ben de ona Allah'ın selâmim sunuyorum! O, ne hayırlı bir konuktur" dedim."

İbn-i Ebî'd-Dünyâ ve İbn-i Asâkir Muhammed bin el-Münkedir'den şöyle rivayet ederler: "Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Be­kir'in evine gitti ve onu şiddetli bir şekilde hastalanmış olarak gördü. Onun yanından çıktığı zaman doğruca Âişe'nin yanına geldi ve ona ba­basının hastalığim haber vermek istedi. Derken arkadan Ebû Bekir çı-kageldi. İçeri girmek için izin istedi. Âişe'de "babam geldi" dedi ve onu içeri aldı. Peygamberimiz bu hale teaccüb edip şaştı. Ebû Bekir de du­rumu şöyle açıkladı: "Ey Allah'ın Resulü, sen benim yanımdan ayrılır ayrılmaz bana bir uyku bastı. Uyurken bana Cebrâîl geldi ve burnum­dan bir ilaç döktü. Ben de onun içirdiği bu ilacın te'siriyle derhal ayağa kalktım ve arkandan yetiştim."

Müslim Imrân bin Husayn'dan şöyle rivayet eder: "Vaktiyle me­lekler bana selam verirler ben de onların selamim duyar ve alırdım. Vaktaki yaramı ateşle dağladım, bu hâl benden zail oldu. Sonra bunu terkettim ve önceki hâlime tekrar kavuştum."

Tirmizi Târih'inde, Beyhekî ve Ebû Nuaym, Gazâle'nin şöyle de­diğini naklederler: "Imrân bin Husayn, bizlere evin süpürülüp tertemiz yapılmasını emreder, biz de bunu yapardık. ve "es-Selâmü aleyküm, es-Selâmü aleyküm!" diye selam sesleri duyardık. Fakat selam verenleri görmezdik."

Tirmizi, bu haberi naklettikten sonra der ki: "Bu onlara meleklerin selam vermesidir."

Ebû Nuaym, Yahya bin Saîd el-Kattân'ın şöyle dediğini nakleder: "Biz Basra'da idik. Bize, Peygamber'in ashabından Imrân bin Hu-sayn'dan daha faziletli biri gelmemiştir. Imrân bin Husayn tam otuz sene müddetle evinde meleklerin selâmim alıp durmuştur!"[5]

İbn-i~i Sa'd ise, Katâde'den şu haberi nakletmiştir: "Melekler Imrân bin Husayn ile müsâfaha ederlerdi. Fakat o, yarasını ateşle dağladığı zaman bu hâl kendisinden zail olmuştur."

Buhârî ve Müslim Üseyd bin Hudayr'dan şu haberi vermektedirler: "Bir gece ben, Bakara Suresini okumakta idim. Atım da yanıbaşımda bağlı idi. At eşinmeye başladı. Ben acaba ne var ki, diyerek sustum. Atım da sakin oldu. Sonra okumaya başladım, atımda yeniden eşinip cevalan etmeye başladı. Ben sustum, atım da sakin oldu. Başımı yukarı doğru kaldırdığımda şemsiye gibi bir karaltı gördüm. Fakat bu karaltimn i-çinde kandil gibi pek çok ışık parıldamakta idi ve devamlı yukarıya doğru çıkıyordu. Baktım, sonunda iyice yükselip kayboldu. Atımın da bundan heyecanlandığim anlamıştım. Sabah olunca durumu, Peygam-ber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) arz ettim. O da şöyle buyurdu: "Ey Üseyd, o senin gördüğün melekler idi. Onlar senin sesini (Kur'an okuyuşunu) duymak için in­mişlerdir. Eğer sabaha kadar okusaydın, sabahleyin insanlar o melek­leri görürlerdi."

(Bu haber, Üseyd bin Hudayr'dan çeşitli tarikler ile rivayet edil­miştir. Bunlardan birinde: "Oku ey Üseyd! Gerçekten sana Âl-i Davud'un mezamiri (Dâvûdî ve güzel bir sadâ ile okuyuş) verilmiştir" denilmektedir ve gerçekten de Üseyd'in sesi çok güzeldi ve çok güzel o-kurdu. Ebû Nuaym'in çıkardığı haberde ise: "Ey Üseyd, o senin gördü­ğün, Kur'an dinlemeğe gelen melek idi" buyurulmuştur. Yine Ebû Nuaym'in bir başka tarîkten olan rivayeti de, bu mealdedir).

Ebû Ubeyd Fedâilul-Kur'ân adlı kitabında Muhammed bin Cerir bin Yezîd'den şu haberi nakletmiştir ki ona da Medine'li bazı üstadlar nakletmiştir: Şöyle ki: "Bir gün Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) sordular: "Ey Al­lah'ın Resulü, bu gece Sabit bin Şümas'ın evi sabaha kadar bir çok kan­diller yakılmış gibi ışık verip durdu. Acaba bunun sebebi ne idi?" dediler.

Rasulullah da şu cevabı verdiler: "Belki o, sabaha kadar Bakara Sûresini okuyup durmuştur." Bunun böyle olup olmadığim bizzat Sabit'in kendi­sinden sorduklarında, o da: "Evet, Bakara Sûresini okudum" karşılığim vermiştir.'1

İbn-i Ebî Şeybe ve Beyhekî Avfbin Mâlik el-Eşcai'den şöyle nakle­derler: "Biz, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte seferde idik. Derken ben Peygamberimiz'i kaybettim. Hemen O'im aramaya çıktım. Ararken Muaz bin Cebel ile Abdullah bin Kays'ın ayakta durmakta olduklarim gördüm ve onlara: "Rasulullah Efendimiz nerede?" diye sordum. Onlar da dediler ki: "O'nun nerede olduğunu biz de bilmiyoruz. Ancak vadinin üst tarafından bir ses duyduk ve burada bekliyoruz." Ben de orada bek­lemeye başladım. Az sonra Rasulullah efendimiz geldi ve şöyle buyurdu: "Rabbim'den bana elçi geldi ve beni, ümmetimden yarısını cennete koy­mak ile şefaat arasında seçim yapmak durumunda bıraktı. Ben de şefa­atçi olmak şıkkim seçtim."

İbn-i Ebil'd-Dünya Kitabü'z-Zikr adlı eserinde Enes bin Mâlik'in şöyle dediğini nakleder: "Bir gün Übeyy bin Ka'b: "Mescid'e gidip kendi­mi ibadete vereceğim, namaz kılıp dua edeceğim! Allah'a öylesine hamd ü senalarda bulunacağım ki, şimdiye kadar hiçbir kimse öylesine ham-detmemiş olsun!" Böyle deyip Mescid'e vardı. Namazını kıldıktan sonra hamd ü senaya başlıyacağı sırada arkasında birisinin yüksek sesle şöyle dua etmeye başladığim duydu:

"Allah'ım, bütün hamd sanadır. Bütün mülk senindir! Hayrın ta­mamı senin elindedir, gizli ve aşikar bütün işler de sana rücu eder! Hamd ancak sanadır. Sen her şeye kadirsin! Geçmiş günahlarımı ba­ğışla, geleceğin kötülüklerinden de beni sakla! Bana, razı olacağın ter­temiz ve güzel ameller nasib eyle! Benim duamı ve tevbemi kabul eyle!"

Übeyy, Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip durumu aynen arz etti. Peygam­berimiz de kedisine: "O, Cebrâîl (aleyhisselâm) idi" buyurdu.

Buhârî ve Beyhekî Numan bin Beşir'den şöyle rivayet ederler: "Bir gün Abdullah bin Revaha, ansızın bayıhverdi. Kız kardeşi dehşete ka­pılıp: "Ey benim dağım, ey benim dayanağım!" diye feryada başladı. Bir müddet sonra kendisine gelen Abdullah bin Revaha, kız kardeşine dedi ki: "Sen benim hakkımda o sözleri sarfederken, bana da hep sual açtılar ve: "Sen demek onun dağı mısın? Sen onun dayanağı mısın?" diyerek sı­kıştırdılar." [6]

Taberani'nin İbn-i Ömer'den olan rivayeti de şöyledir: "Bir gün Abdullah bin Revaha bayılmıştı. Sanki kıyamet kopmuş gibi kadınlar feryad ediyordu. Derhal Peygamberimiz onun yanına geldi. Abdullah az sonra kendine geldi ve: "Ey Allah'ın Resulü, ben baygın iken kadınlar:

"Vah benim dağım, vah benim dayanağım!" diye feryad ediyor, bir melek de elinde demir bir çekiç ile başucumda duruyor ve bana: "Demek sen böyle misin?" diyordu. Ben ise "hayır" diyerek cevab veriyordum. Eğer "evet" deseydim, muhakkak onunla beni dövecekti."

İbn-i Sa'd Ebû Imran el-Cuni'den de buna benzer bir rivayet var­dır.

Taberani Hasan-ı Basri'den şöyle rivayet eder: "Bir gün Muaz bin Cebel'e baygınlık gelmişti. Kardeşi de: "Vah benim dağım, dayanağım!" diye feryad ediyordu. Kendine geldiği zaman Muaz dedi ki: "Ey karde­şim, bugün bana çok eza verdin!" Kardeşi ise: "Ben, asla sana eza vermek istemem" dedi. Muaz da dedi ki: "Ben baygın iken sen: "Vah dağım, da­yanağım!" diye feryad ediyordun, bir melek de başucumda durup; "de­mek sen böyle misin?" diyerek beni sıkıştırıyordu. Eğer ben ona "evet" deseydim, muhakkak bana azab edecekti."

İbn-i Ebü'd-Dünya, Hakim ve Beyhekî Abdurrahman bin Avfın oğlu İbrahim'den şu haberi nakletmişlerdir: "Abdurrahman bin Avf şid­detli bir şekilde hastalanmıştı. Derken bayıldı. Etrafındakiler ise onun öldüğünü zannetiler ve onun üzerini örterek dağıldılar. Bir müddet sonra Abdurrahman kendine geldi ve şöyle dedi: "Ben baygın iken iki şiddetli melek geldi ve bana: "Haydi bizimle gel, muhakeme olunacak­sın!" dediler. Beni alıp götürürlerken iki melek karşımıza geldi. Bu iki melek ise, öncekilerin tersine çok merhametli ve nazik idi. "Bu adamca­ğızı nereye götürüyorsunuz?" dediler. Önceki iki melek de: "Muhakeme olunmağa" cevabım verdiler. Onlar da dediler ki: "Siz bu adamı serbest bırakınız! Zira bu adam, kendisi için Allah'ın saadeti nasib buyurduğu kimselerdendir!" Bunun üzerine beni serbest bıraktılar."[7]

Peygamberimizin Ashabimn Cinleri Gördüğüne ve Onların Kelamim İşittiklerine Dair Bundan Önce Geçmeyen Bazı Mucizeler

Buhârî ve Nesaî İbn-i Sîrîn tarikiyle Ebû Hüreyre'den şöyle rivayet ederler; "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) beni, Ramazan'da toplanan zekatı korumam için görevlendirdi. Bu sırada biri gelip eliyle zekat hurmasından almaya başladı. Ben kendisini yakalayıp: "Seni, Peygamberimiz'e götüreceğim!" dedim O da bana yalvarmaya başladı ve: "Ben muhtaç bir adamın, çoluk çocuğum var, şiddetli bir sıkıntı içindeyim, ne olur beni serbest bırak" dedi. Ben de acıyıp kendisını bıraktım. Sabahleyin Peygamberimiz'in yanına gittiğimde bana: "Ey Ebû Hüreyre, akşam yakaladığın esirini ne yaptın?" diye sordu. Ben de: "Ya Rasulallah, halinden şikayet edince onu serbest bıraktım" dedim. Peygamberimiz de bana: "O sana yalan söyle­di." ve o yine gelecektir" buyurdu. Peygamberimizin böyle buyurması sebebiyle ben de onun tekrar geleceğine muhakkak nazarıyla bakıp onu gözetlemeye başladım. Derken o yine geldi ve eliyle yiyecekten doldur­maya başladı. Kendisini yakalayıp: "Bu sefer seni muhakkak Hazret-i Pey-gamber'e çıkaracağım!" dedim. O da bana yine yalvarmaya başladı ve: "Ben çok fakir bir kimseyim ve şiddetli bir ihtiyaç içerisindeyim. Beni serbest bırakırsan bir daha gelmem" dedi. Ben de kendisine yine acıdım ve bir daha gelmeyeceğine söz verdiği için onu serbest bıraktım.

Sabahleyin Peygamberimiz'in yanına gittiğim zaman: "Ey Ebû Hüreyre, geçen geceki esirini ne yaptın?" diye sordu. Ben de durumu anlattım. O da bana buyurdu ki: "O muhakkak yine gelecektir ve sana yine yalan söylemiştir." Ben kendisini üçüncü defa gözetlemeye başla­dım. O da üçüncü defa gelip yine yiyecekten doldurmaya başladı. Ben derhal kendisini yakalayıp Hazret-i Peygamber'e çıkarmak istedim ve ken­disine: "Bu üçüncü defadır ki, her seferinde tekrar gelmeyeceğine söz veriyor fakat tekrar geliyorsun. Bu seferinde muhakkak seni Peygam-ber'in huzuruna çıkaracağım" dedim. O yine yalvarmaya başladı ve dedi ki: "Eğer beni serbest bırakırsan, sana kendisinden faydalanacağın bazı kelime ve dualar öğretirim" dedi ve: "Yatağına uzanacağın zaman, Aye-tel Kürsi'yi sonuna kadar oku! Bu takdirde Allah seni koruyacak bir melek gönderir ve sana şeytan yaklaşamaz, sabaha kadar şeytan şer­rinden emin olursun!" diye tavsiyesini yaptı. Ben de dayanamayıp yine kendisini bıraktım ve sabahleyin durumu Hazret-i Peygamber'e haber ver­dim. Peygamberimiz de bana dediler ki: "Evet o, tam bir Ya'lâncı olduğu halde bu sefer doğru söylemiştir! Ey Ebû Hüreyre, o kim idi biliyor mu­sun?" Ben de: "Bilmiyorum" diye cevab verdim. Buyurdular ki: "O, şey­tanın kendisi idi." [8]

 (Nesaî, İbn-i Merduye ve Ebû Nuaym'in Ebû'l-Mütevekkil tarikiyle yine Ebû Hüreyre'den bir rivayetleri bulunmaktadır ki, aşağı-yukan bu mealdedir.)

Buhar i Tarih'inde, TaberânîBeyhekî ve Ebû Nuaym, sağlam bir senedle Muaz bin Cebel'den şöyle rivayet etmektedirler: "Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) zekat hurmaları teslim edildiği zaman, ben bunları bir odada toplayıp sakladım. Sonra baktım her gün bu yiyecekte bir eksilme olu­yor. Durumu Hazret-i Peygamber'e şikayet ettim. O da bana buyurdu ki: "Bu iş, şeytanın işidir. Onu gözetle ve yakala!" Ben de bunun üzerine gece­leyin beklemeye başladım. Vakit biraz ilerleyince baktım fîl suretinde biri geldi ve kapıya yaklaşınca aralıktan başka bir surette içeri giriverdi. Zekat hurmasından sür'atle yutmaya başladı. Ben de kendimi toparla­yıp: "Eşhedü en la ilahe illallah ve enne Muhammeden Rasulullah!" diye bağırdım ve: "Ey mel'un sen ne yapıyorsun? Müslümanların zekat malı­na mı musallat oldun? Onlar ise buna senden daha muhtaç değiller mi? Vallahi seni Rasulullah'a götüreceğim!" dedim ve onu yakaldım. O da bir daha gelmeyeceğine yeminler ederek söz verip yalvardı. Ben de kendi­sine acıyıp serbest bıraktım.

Sabahleyin Rasulullah'a gittiğimde: "Yakaladığın esir ne yaptı? diye bana sordu. Ben de durumu anlattım. Buyurdular ki: "O muhakkak bir daha gelecektir. Onu gözetle!" Ben de gözetlemeye başladım. O ikinci gece yine geldi ve Önceki gece yaptığim yaptı. Ben de kendisini yakala­dım. Fakat o, yine yalvarmaya başladı ve bir daha gelmeyeceğine ye­minler edip söz verdi. Ben ertesi günü, durumu yine Rasulullah'a haber verdiğimde Rasulullah bana: "Hayır o sözünü bozacak, yine gelecektir!" buyurdu. Ben de onu gözetlemeye başladım. O üçüncü gece yine geldi ve önceki gecelerde yaptığim yapmaya başladı. Ben ise derhal onu yakala­dım. "Ey Allah'ın düşmanı, bana bir daha gelmeyeceğine dair iki gece söz verdiğin halde bu üçüncü gelişindir!" diyerek çıkışıp azarladım. O ise, kendisine acındırmaya ve ta Nusaybinken geldiğini söylemeye başladı. "Eğer, buraya kadar bir yiyeceğe rastlamış olsaydım gelmezdim. Ben ise aslında yoksulum, çoluk çocuk sahibiyim. Biz, daha önceleri sizin bu şe­hirde bulunurduk. Fakat sizin Peygamberiniz gönderildikten sonra O'na iki ayet indirildi, bundan sonra biz Medine'den kaçmak zorunda kaldık. Bu iki ayetin okunduğu herhangi bir evde biz, asla barınamayız. Eğer şimdi sen beni serbest bırakırsan, o iki ayetin hangileri olduğunu sana haber veririm" dedi. Ben de: "Hadi söyle, seni serbest bırakayım" dedim. O da dedi ki: "O iki ayet: Ayetel-Kürsi ile, Bakara Suresinin sonundaki Amenerrasûlü ayetinin sonuna kadar olan kısmıdır." Bunun üzerine ben de kendisini bıraktım. Sonra Rasulullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gittim ve durumu ha­ber verdim. O da bana buyurdu ki: "O çok yalancı olduğu halde, bu sefer mecburen doğru söylemiştir!"

 (Beyhekî'nin Büreyde'den olan bir rivayeti bulunmakta ve o da a-şağı-yukan bu manaya gelmektedir. Fakat ondaki tavsiyede: "Kendin ve malın için Ayetel-Kürsi'yi oku!" denilmektedir.)

AhmedTirmizî (Hasendir kaydiyle), Hâkim (Sahihtir diyerek) ve Ebû Nuaym Ebû Eyyûb el-Ansârî'den, Taberânî'nin güzel bir senedle Ebû Üseyd el-Sâidî'den olan rivayeti de yine bu mealdedir. Kişinin ken­disi ve malı için Ayetel-Kürsf yi okuduğu zaman, şeytan ve cin şerrinden emîn olacağı istikametindedir.

Ebû Ya'lâ, sahihtir kaydiyle HakimBeyhekî ve Ebû Nuaym, Übeyy bin Ka'b'ın şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "Benim iki hurma sergim varda. Bunları kurutmak için sermiş ve beklemekte idim. Derken hur­manın eksilmekte olduğunu gördüm. Geceleyin beklemekte iken, yeni yetişmiş bir oğlan çocuğu büyüklüğünde bir yaratığın geldiğini gördüm. Kalkıp kendisine yaklaştım ve selam verdim. O da selamla karşıladı. Kendisine: "Sen nesin, inni misin, yoksa cinni misin?" diye sordum. O: "Ben bir cinniyim" dedi. Elini bana uzat, dedim. O da uzattı. Baktım eli, köpek eli gibi ve kıllı. Bunun üzerine: "Evet, sen bir cinnisin" dedim ve niçin böyle yaptığim sordum. O şu karşhğı verdi: "Biz senin çok cömert olduğunu duyduk, bu sebeble yiyeceğinden biraz almak istedik." Ben kendisine: "Sizden kurtulmanın yolu nedir?" dedim. O da: "Ayetel-Kürsi'dir" cevabim verdi. Sabahleyin bunu Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) arz et­tim, O da şöyle buyurdu: "Habis, mecburen sana doğru söylemiş!"

(İbn-i İshak tarikiyle Ebû'ş-Şeyh'in de bir rivayeti var. Zeyd bin Sabit'ten sevkedilen bu rivayette aşağı-yukarı böyle denilmektedir).

Ebû Ubeyd Fedailü'l-Kur'an adlı eserinde, Dârimî, Taberani, Bey­hakî ve Ebû Nuaymİbn-i Mes'ud'dan şöyle rivayet ederler: "Adamın biri, Medine sokaklarından birinde şeytanla karşılaştı. Şeytan o adamla gü­reşmeye başladı. Adam, şeytanı tutup yere vurdu. Şeytan o adama yal­varıp: "Beni bırak, sana hoşuna gideceğin bir şey öğreteceğim" dedi. O da bıraktı. Şeytan şöyle dedi: "Sen Bakara Suresini okuyor musun?" O da: "Evet" diye karşılık verdi. Şeytan tekrar dedi ki: "Bir evde eğer bu sureden bazı ayetler okunursa, şeytan o evden kaçar."

İbn-i Mes'ud'a sordular: "Medine sokaklarından birinde şeytan ile karşılaşan ve onu yıkan adam, kimdi?" İbn-i Mes'ud da: "O adam, Ömer İbn-i'l-Hattab idi" cevabim verdi."

Taberani güzel bir senedle Hafsa validemizin azadlısı Sedise'nin şöyle dediğini nakleder: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: Gerçekten şeytan, Ömer'in müslümanlığı kabul etmesinden sonra ne zaman onunla karşı-laşsa, muhakkak ondan kaçar olmuştur!"

Ebû'ş-Şeyh El-Azamet adlı kitabında ve Ebû Nuaym, Ali bin Ebû Talib'ten şöyle rivayet ederler: "Biz Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte seferde idik. Peygamberimiz Ammar'a buyurdu ki: "Git, bize su getir!" Ammar da su getirmek için yola çıktı. Yolda kendisine şeytan karşı çıkmış ve onu suya bırakmak istememiş, Ammar, siyah bir köle şeklinde karşısına çı­kan şeytana, yolundan çekilmesini söylemiş, dinlemeyince de onu yaka­layıp yere sermiştir. Şeytan da kendisine yalvarıp: "Beni bırak, ben de senin yoluna engel olmaktan vazgeçeyim!" demiş. Ammar da onu bırak­mış. Fakat o, serbest kaldıkdan sonra tekrar Ammar'a engel olmak is­temiş, Ammar da kendisini yakalayıp yere sermiştir. Tekrar onun yalvarması üzerine serbest bırakmış ve bu hal üçüncü defa yine tekerrür etmiştir. Tam bu sırada, Ammar'ı su getirmesi için yola çıkaran Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem); "Gerçekten şeytan, Ammar'ın yolunu kesip ona engel olmak istemiştir. Fakat Allah Ammar'a güç verip kendisini şeytana muzaffer kılmıştır" dedi.

Olayın ravisi Ali der ki: Biz Ammar'ı karşıladık ve bu husustaki Hazret-i Peygamberin verdiği haberden kendisine bahsettik. O da bize dedi ki: "Ben onu, siyahi bir köle zannettim, eğer şeytan olduğunu bilseydim, vallahi onu öldürürdüm.

(Sahihtir kaydiyle Beyhekî'nin ve Ebû Nuaym'in Ammar'dan bir rivayeti daha vardır ki, o da aşağı-yukarı bu mealdedir.)

İbn-i Sa'd ite İbn-i Rahuye ise, yine Ammar bin Yasir'den şu haberi naklederler: "Ben, Rasulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte ins ile de, cin ile de sa­vaştım!" O, böyle söylediği zaman: "Sen cin ile nasıl savaştın?" diye sor­dular. O da şu cevabı verdi: "BenPeygamberimizle birlikte seferde idim. Bir yere inmiştik. Kuyudan su getirmek üzere kırbamı ve kovamı alıp gittim. Kuyunun başına vardığım zaman, savaşçı siyahi bir adam ansızın karşıma çıktı ve: "Vallahi bugün bu kuyudan bir kova dahi su alamıyacaksm!" diyerek beni tehdid etti. Ben de derhal kendisine saldı­rıp onu yakaladım. O da benim yakama yapışıp bana engel olmak istedi. Fakat ben kendisini tuttuğum gibi yere serdim. Sonra elime bir taş rast geldi. Onu alıp adamın ağzını ve yüzünü bu taşla vurarak parçaladım. Sonra onu zararsız hale getirdiğimden emin olarak kovamı su ile dol­durdum, çekip kırbama boşalttım ve su dolu kırbamı alarak Rasuîul-lah'a getirdim. Rasulullah bana: "Kuyunun başında bir adama rastladın mı?" diye sordu. Ben de durumu kendisine haber verdim. Peygamberi­miz de o adamın, şeytan olduğunu bildirdi."

Beyhekî ashabtan birinden şu haberi çıkarmıştır: "Ben, karanlık bir gecede Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte seferde idim. Bir adamın Kul ya eyyühal-kafîrûn suresini okumakta olduğu duyuldu. Rasulullah Efen­dimiz de buyurdu ki: "Şu el-Kafîrûn Suresini okumakta olan adam, mu­hakkak şirkten beridir, uzaktır!" Sonra biz bir müddet daha yolumuza devam ettik. Yine bir adamın Kul hüvallahü ehad suresini okumakta olduğunu duyduk. Bunun üzerine de Peygamberimiz: "Şüphesiz bu su­reyi okumakta olan şu adam, Allah'ın mağfiretine mazhar olmuştur!" buyurdu.

Bu sırada ben, bu sureyi okumakta olan o adamın, kim olduğunu anlamak istedim ve bu maksatla hayvanımın başim çekip sağıma-soluma dikkatli bakındım. Fakat hiçbir kimseyi göremedim." [9]

 ------------------------