EL-İTKÂN | KUR’ÂN'DA HABER VE İNŞA CÜMLESİ


 

57 - KUR’ÂN'DA HABER VE İNŞA CÜMLESİ

4823 Nahiv ulemasının ileri gelenleri ile beyan ulemasının tamamı, cümlenin bu iki şekle inhisar ettiği, üçüncü bir şekli olmadığı görüşündedirler.

Bazı ulema da cümlenin; nida, mesele, emr, teşeffu, taacüb, kasem, şart, vaad, şek ve istifham olmak üzere, on kısma ayrıldığı görüşündedirler.

Sual nevine dahil olduğundan istifham'ın düşmesi ile cümle çeşitlerinde-ki sayının dokuz, suale dahil olduğu için istifhamın düşmesi ile sekiz, habere dahil olduğundan şek'kin düşmesi ile de, yedi kısım olduğu söylenir. Ahfeş bunları; haber, istihbar, emir ve nehiy, nida ve temenni olmak üzere altı kısım­da toplar. Bir görüşe göre; haber, emir, tasrih, taleb ve nida olmak üzere beş, diğer bir görüşe göre de; haber, istihbar, taleb ve nida olmak üzere dört, ek­seri Ulemaya göre de; haber, taleb ve inşa olmak üzere üç kısma ayrılır.

Bunlar cümlenin; ya tasdik ve tekzib, ya da hiçbirini ifade etmediğini, bi­rinciye haberi cümle, ikinciye de mânası kelimeye yakın olmasından dolayı in-şaî cümle, eğer mânası kelimeye yakın olmayıp tehir ediyorsa, talep cümlesi olduğunu söylerler. İleri gelen ulema; talep cümlesinin, inşai cümleye dahil ol­duğu görüşündedirler. Mesela; ***** fiilinin mânasında dövme talebi bulundu­ğundan, lâfzına yakındır. Bu talepden sonra gelen dövme işi, lâfzın kendisine değil, taleb'e. aittir.

Bazı ulema, haber cümlesinin tarifinde ihtilaf etmiştir. Bunlardan bir kıs­mı, zorluğundan dolayı tarif edilemez, derken; bir kısmı da tarifin zaruri olduğu görüşündedir. Çünkü, inşai cümle ile haberi cümle arasındaki farkı herkes bilir. Fahruddin Razi, «el-Mahsul» adlı eserinde bunu tercih eder. Fakat ule­manın çoğu, haberi cümlenin tarif edilebileceği görüşündedir.

Kadı Ebû Bekr ve mutezile uleması, haberi cümleyi şöyle tarif ederler Sıdk ve kizb ihtimali taşıyan her cümleye, haberi cümle adı verilir. Allah kela­mı, buna dahil edilmemiştir; çünkü içinde asla kizb mevcut değildir. Kadı Ebû Bekr buna, Allah kelamı yönüyle değil, dil yönüyle kizb dahil olabileceği şeklin­de cevap verir.

Tasdik ve tekzib ihtimali taşıyan her cümle, haberi cümledir. Yalnız Allah kelamı bundan beridir, diye tarifi yapılır.

Ebû'l-Hasani'l Basri şu tarifi verir: Haberi cümle, başlıbaşına bir hüküm ifade eden cümledir. Bu tarife dahil olduğundan ***** fiilinin buna misal getirerek, fiildeki ayağa kalkma bir hüküm, ayağa kalkma talebinde bulunma da ayrı bir hüküm ifade ettiğini söyler.

Bir tarife göre haberi cümle; müsbet olsun, menfi olsun, bir işin diğer bir işe izafesi ile, başlıbaşına bir mâna ifade eden cümledir. Bir başka tarif de şöyledir: Müsbet olsun, menfi olsun, bilinen bir şeyin, diğer bilinene açıkça nis-bet edilmesidir.

Muteahhirun uleması inşayı şöyle tarif ederler: İnşa, bir cümlede ifade edilen mânanın, cümlenin teleffuzundan sonra meydana gelmesidir. Haber ise, bunun aksinedir.

Cümleyi üçe ayıran ulemanın bir kısmı şöyle der:

İnşai cümle,

ya mahi­yeti,

ya mahiyetin meydana gelmesini,

ya da mahiyetin nefyini talep etmekle olur.

Bunlardan

birincisi istifham,

ikincisi emir,

üçüncüsü de nehiydir.

Şayet inşai cümle aslında talep ifade etmiyor, sıdk ve kizb ihtimalini taşımıyorsa buna, tenbih ve inşa adı da verilir. Zira, istenilen bir şeye tenbihde bulunmak, onu inşa etmektir. Yani; lüzumlu bir talep ifade etsin veya etmesin, kastedilen şeyin, ha­riçte mevcut olmaksızın, süratle yapılmasıdır. Lüzumlu bir talep ifade eden ke­limeler; temenni, terecci, nida ve kasem kelimeleridir. Lüzumlu bir talep ifade etmeyen cümle, ***** cümlesinde olduğu gibi sıdk ve kizb ihtimalini taşıyor­sa, haber cümlesidir.

1- Haber Cümlesinin Kullanılışı

4840 Haber cümlesinin gayesi, muhataba bir haberi duyurmaktır. Bu haber; bazen emir mânası taşır ***** «Anneler emzirirler..» (Bakara, 233.), ***** «Boşanmış kadınlar gözetlerler..» (Bakara, 228.) âyetleri bu­na misaldir. Bazan nehiy mânası taşır; ***** «Ona temiz olan (melek)lardan başkası dokunamaz.» (Vakıa, 79.) âyeti buna misaldir. Bazan da dua mânası taşır; ***** «..ancak senden yardım dileriz.» (Fatiha, 5.) â-yeti buna misaldir. Âyetin mânası; bize yardım et demektir. ***** «Ebû Leheb'in iki eli kurusun; kurudu.» (Leheb, 1.) âyeti de bu kabildendir. Bu âyette Ebû Leheb aleyhinde dua mevcuttur.. ***** «..kendi elleri bağlandı ve söylediklerinden ötürü lanetlendiler..» (Mâide, 64.) âyeti bu kabildendir. Bazı ulema ***** «..yürekleri sıkılarak..» (Nisâ, 90.) âyetini bu kabilden saymışlar, Uhud muharebesinde Kâfirlerin içinde bulunduğu sıkıntıyı ifade ettiğini söylemişlerdir.

Ebû Bekr b. Arabi, haber cümlesinin emir veya nehiy mânası taşıdığına karşı çıkarak ***** «..kadına yaklaşmak yoktur..» (Bakara, 197.) âyetinin tefsirinde şöyle der: Âyetteki menfilik, cinsi temasın yapılmasını değil, Hac es­nasında bunun meşru olmadığını göstermektir. Çünkü bazı kimseler, böyle bir temasda bulunmuş olabilirler. Allah'ın kelamı, emredilenin dışında tahakkuk et­mesi caiz değildir. Âyetteki nefiy, cinsi temasın hissen varlığını değil, şeri yön­den varlığını nefyeder. ***** (Bakara, 228.) âyetinde de durum böyledir. Boşanan kadınların, iddeti beklemediklerine de şahit oluruz. Bu du­rumda menfilik, hissi varlığa değil, şeri bir hükme bağlı kalır. ***** (Vakıa, 79.) âyeti de bu kabildendir. Âyetin mânası; abdestsiz olarak Kur’ân'a hiçbir kimse dokunamaz, demektir. Şayet dokunulmuşsa, şeri hüküm hilafına hareket edilmiş olur. Bütün bunlar, ulemanın gözünden kaçan hususlardır. Ule­ma, haber cümlesinin, nehiy mânasında olduğunu söylemişlerdir. Oysa böyle şey asla mevcut olmadığı gibi, mevcut olması da mümkün değildir. Çünkü ha­beri cümle ile inşai cümle, esas itibari ile birbirinden farklı cümlelerdir.

2- Haber Cümlesinden Sayılan Taaccüb

4845 Sahih kavle göre taaccüb, haber cümlesinin kısımlarındandır. İbn-i Faris taaccüb'ü şöyle tarif eder: Taaccüb; bir şeyin benzerlerine nazaran üstünlüğü­dür. İbn-i Saig de: Beğenilen bir şeyin benzerleri arasında temayüz ettiği vas­fıyla büyüklüğünü göstermektir, şeklinde tarif eder.

Zemahşerî ise şöyle der: Taaccüb bir şeyin büyüklüğünü dinleyenlere göstermektir. Bu ancak, bir şeyin benzerlerinden farklı bir vasıfla meydana ge­lir.

Rummani şöyle der: Taaccübde matlup olan müphemliktir. İnsanın bir ö-zelliği, sebebini bilmediği şeylere karşı taaccüb etmesidir. Sebeb ne kadar müphem olursa, taaccüp de o derece fazla olur. Taaccübün aslı, sebebi gizli olan mânadır. Buna delalet eden sigaya, mecâzi taaccüb adı verilir. Taaccüb­de müphemlik olduğundan, ***** fiilinin tefhim ifade etmesi için, cins isimlerde a-mel eder. Fiilden sonraki övülen kelimenin önünde, gizli bir zamir takdiri yapılır.

Arap dili uleması, taaccüp ifade eden ***** ve ***** kendi lâfzından si-galar yanında, ***** gibi, bu iki sigaya benzemeyen, ayrı sigalar vazetmişlerdir.

***** «..Ağızlarından ne büyük söz çıkıyor!..» (Kehf, 5.), «Allah indinde en sevilmeyen şey..» (Saff, 3.), ***** «Al­lah'ı nasıl inkâr edersiniz ki..» (Bakara, 28.) âyetleri buna misaldir.

İleri gelen ulema, taaccübde kaide olarak şunu vazetmişlerdir: Taaccüb ifadesi Allah tarafından kullanılmışsa bu taaccüb muhataba mal edilir. ***** «Onlar ateşe karşı ne kadar da dayanıklıdırlar(!).» (Bakara, 175.) â-yeti buna misaldir. Âyetin mânası; taaccüb edilmesi gereken kimseler bunlardır, şeklindedir. Zira Allahü teâlâ, taaccüble vasıflandırılmaz. Taaccüb, ceha­letle birlikte büyüksemek ifade eder ki Allah bundan münezzehtir. Bu yüzden Bazı ulema, bu kelime yerine, ta'cib kelimesini kullanır. Yani; Allah'ın muhatabı acaib karşılamasıdır. Allah'ın dua ve temenniyi kullanması, bunun benzeridir. Bu gibi ifadeler, Arapların anlayışına uygun biçimde kullanıldığından, Allah kela­mında da yer almıştır. Yani Araplara, ifade şekliniz işte budur, denilmek isten­miştir. Sibeveyh bu kaideye bağlı kalarak ***** «..belki öğüt alır veya korkar.» (Tâhâ, 44.) âyetinde: İkiniz de içinizdeki istek ve arzuya uyarak gidiniz, mânasını vermiştir. ***** «Ölçü ve tartıda hile yapanların vay haline!» (Mutaffifîn, 1.), ***** «(Hakkı) yalanlayanların vay haline!» (Mutaffifîn, 10.) âyetlerinde Sibeveyh: Bu kelimelere dua demeyiz, cümlede bunları kullanmak kabalıktır. Fakat Araplar kullandığından Kur’ân-ı Kerim de onların dili ve kastettikleri mânaya göre nâzil olmuştur. ***** denildiğinde sanki onlar bu söze layıktırlar mânası anlaşılır. Bu gibi ifadeler, kötülükleri bili­nen, helak olması istenen kimseler için kullanılır. Bu kimseler, zaten helake uğ­ramış kimselerdir, der.

Vaad ve vaid ifade eden âyetler, haber cümlesinden sayılır. ***** «Biz onlara ufuklarda ve kendi canlarında âyetlerimizi göstereceğiz ki..» (Fussilet, 53.), ***** «Zulmedenler, yakında nasıl bir inkilaba uğrayıp devrileceklerini bileceklerdir..» (Şuarâ, 227.) âyetleri buna misaldir.

İbn-i Kuteybe, vaad ve vaid ifade eden âyetlerin, inşai cümle olabileceğini söylemiştir.

3- Haber Cümlesinde Menfilik

4853 İfadenin bir yönü olan menfilik de, haber cümlesinin kısımlarındandır. Nefiy ile inkâr arasındaki fark şudur: Nefyeden kimse sözünde sadık ise sözü inkâr değil, menfi kabul edilir. Eğer yalan söylemişse sözü, hem inkâr, hem de menfi sayılır. Zira her inkâr menfi, fakat her menfi, inkâr değildir. Ebû Cafer en-Nehhâs, İbn-i'ş-Şeceri ve diğer ulema, bu görüştedirler.

Menfi olan söze misal, ***** «Muhammed sizin er­keklerinizden birinin babası değil..» (Ahzâb, 40.) âyetidir. İnkar'a misal, Fir-avn ve kavminin, Hazret-i Musa'nın getirdiği delilleri reddetmeleridir. ***** «Onlara açıkça görünen âyetlerimiz gelince: 'Bu, apaçık bir büyüdür* dediler. Gönülleri on­ların doğruluğuna kesin olarak kanaat getirmelerine rağmen, sırf haksızlık ve böbürlenme yüzünden onları inkâr ettiler..» (Neml, 13-14.) âyetleri buna ayrı bir misaldir.

Nefiy edatları şunlardır ***** ve ***** Bunların mânaları ve aralarındaki farklar, Edevat Bahsinde verilmiştir.

Burada, nefiy edatları ile ilgili şu ilâvede bulunmak isteriz. Asıl nefiy e-datları; ***** ve ***** dir. Menfilik; ya mazi veya istikbal sigasında bulunur. Fakat is­tikbal sigasında kullanılışı, maziye nazaran daha çoktur. La-i nafiye, ma-i nafi-yeden hafif olduğu için, hafif olan daha çok kullanılır. Mazi sigasındaki menfilik, ya devamlı bir menfiyi, ya da müteaddid hükümlerin menfiliğini gösterir. İstikbal sigasındaki menfilik de aynen böyledir. Bu yüzden menfilik dört kısma ayrılır. Ulema; ***** ve ***** edatlarını, nefiy edatı olarak seçmişlerdir. ***** ve ***** e-datları, aslında nefiy edatları değildir. ***** ve ***** edatları, mazi ve istikbalde, müş­terek kullanılırlar. ***** edatı, aslında, ***** ve ***** dan alınmıştır. ***** edatı, lâfzan istikbal, manen de maziyi nefyeder. Bu edattaki ***** harfi, istikbali nefyeden ***** harfinden, harifi de maziyi nefyeden ***** dan alınmıştır. Araları cemedilmek suretiyle mey­dana gelen ***** , hem maziyi, hem de müstakbeli nefyeden edat olmuştur. ***** har­finin ***** harfine tekaddüm etmesi, ***** nın nefilikte esas, olduğunu gösterir. Bu yüz­den sadece mazi ve müstakbelde değil, şimdiki zamanda da menfilik ifade e-der. ***** Ne Zeyd yaptı, ne de Amr, cümlesi, buna misaldir. ***** edatındaki terkip daha başkadır. Bu harfin terkibinde bulunan ***** ve ***** harfleri, mazi sigasında nefiy mânasını tekid ettiği gibi, istikbalde de nefiy mânası ifade eder. Bu yüzden ***** da, devamlılık mânası bulunmaktadır.

4- Menfi Cümlenin Özellikleri

4859

a- Bazı ulema, bir şeyi sahih olarak nefyetmenin şartı, o şeyin menfiliği kabul etmesidir, der. Bu görüş ***** «Rabbin onların yaptıkla­rından habersiz değildir.» (Enam, 132.), ***** «..Rabbin asla unutkan değildir.» (Meryem, 64.), ***** «..kendisini ne bir uyuklama, ne bir uyku tutmaz..» (Bakara, 255.) âyetleri gibi, benzeri âyetlerle reddedilmiştir. Bu konuda doğru olan, bir şeyden diğer bir şeyin nefyedilmesi aklen mümkün olmadığı gibi, nefiy imkanı bulunduğu halde, nefyin yapılmamasıdır.

b- Vasfedilen bir kimsenin, nefyini ifade eder. Bu nefiy, zatın dışında, bazan sıfatı nefyeder, bazan da hem zatı, hem de sıfatı nefyeder. Birinciye mi­sal: ***** «Biz onları yemek yemeyen ceset yapma­dık..» (Enbiya. 8.) âyetidir. Âyetin mânası; bilakis onlar, yemek yiyen bir ce­settir, şeklindedir. ***** «Zalimlerin ne bir dostu, ne de bir sözü tutulur bir aracıları yoktur.» (Mü’min, 18.) âyeti; onlara asla şefaat e-den yoktur, mânasındadır. ***** «Artık onlara şefaatçıların şe-faatları fayda vermez.» (Müddessir, 48.) âyeti ise ***** «Şimdi artık bizim ne şefaatçimiz var.» (Şuarâ, 100.) âyetinin delaletiyle; kendilerine fayda veren şefaatçıları yoktur, mânasındadır. İlmi beyan uleması bu nevi nefye, bir şeyin mucibi ile nefyi, adını vermişlerdir.

İbn-i Raşik, Tefsirin'de şu ibareyi kullanır: Bir sözün zâhiri icab, batını da nefiydir. Bu nefiy, vasfı gibi nefyine sebeb olan şeyle yapılır, bu da batini men­filiktir.

Bir başka müfessire göre, ibare şu şekildedir: Bir sözün mukayyed ola­rak nefyinden murad, o sözün mutlak ve müekked olarak nefyidir. ***** «Kim Allah ile beraber, varlığını isbat edecek hiçbir delil bulunmayan bir tanrıya taparsa..» (Muminûn, 117.) âyeti bu kabildendir. Çün­kü Allah'la birlikte bir ilâh sözü, delili olmayan bir sözdür. ***** «haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı.» (Bakara, 61.) âyeti, onların katli, haksız olarak yapılan katilden başka bir şey değildir, mânasındadır.

***** «..gökleri, görebileceğiniz bir direk olmadan yük­seltti..» (Ra'd, 2.) âyeti ise, göklerin asla direği yoktur, mânasındadır.

c- Bir şeyin tam olarak vasfedilmeyişi kesin sonuç alınamayışı sebebi i-le bu şey, doğrudan doğruya nefiy sayılır. ***** «Sonra onun içinde ne ölür, ne de yaşar.» (A'la, 13.) âyeti, cehennemliklerin vasfını göster­mektedir. Cehennem ehlinden ölüm nefyedilmiştir. Zira bu ölüm bilinen ölüm değildir. Hayat da nefyedilmiştir, zira bu hayat da yaşanılacak faydalı bir hayat değildir. ***** «..Onların sana baktıklarını sanırsın, oysa onlar göremezler.» (Araf, 198.) âyetini Mutezile, ruyetullah'ın nefyine de­lil, olarak kullanmışlardır. ***** «Rablerine bakıyorlar.» (Kıyame, 23.) â-yetindeki bakış, gözle görmeyi gerektiren bir bakış değildir. Mutezilenin bu gö­rüşü; gözlerin hiçbir şeyi görmeden, Allah'a yönelerek Zatına bakmaları, şeklin­deki cevapla reddedilmiştir.

***** «..Andolsun onu sat(ıp onunla çıkar sağlay)anın ahirette bir nasibi olmadığı­nı gayet iyi biliyorlardı..» (Bakara, 102.) âyeti de bu çeşit nefye misaldir. Âye­tin tefsirinde Sekkaki şöyle der: Allahü teâlâ Kâfirleri önce tekidi bir kasemle, ahirette karşılaşacakları durumu bildiklerini ifade etti, sonra bildikleri şeylere göre amel etmediklerinden, onları cehaletle vasıflandırdı.

d- Beyan uleması, hakikatin hilafına, mecâzın nefyi sahihtir, demişlerdir. Buna göre, ***** «..attığın zaman sen atmadın. Fakat Allah attı..» (Enfâl, 17.) âyetinde, atma işindeki menfilik hakikidir, şeklinde bir müşkil bulunmaktadır. Bu müşkile şu cevap verilir: Âyetteki, küffara ulaşan at­ma işi, Resûlüllah'a ait olan bir iştir. Resûlüllah'dan sadır olan atma işi, burada hakiki değil, mecâzidir. Buna göre takdiri mâna şöyle olur: Sen attığını kendi gücünle hedefe ulaştırmadın; ancak başlatma işini sen yaptın.

e- İstitaatın nefyidir. Bu nevi nefiyle, kudret ve imkanın nefyi, imkânsız olanın nefyi veya meşakkat ve külfetle vukubulan şeyin nefyi murad edilir. Bi­rinciye misal ***** «Artık ne bir tavsiye yapabilirler..» (Yâsin, 50.) ***** «..ne onu reddedebilecekler..» (Enbiya, 40.), ***** «Artık onu ne aşabilirler, ne de delebilirler.» (Kehf, 97.) âyetleridir. İkinciye misal: ***** «Rabbin bize gökten bir sofra indi­rebilir mi?..» (Mâide, 112.) âyetidir. Âyetteki fiilin müzariat harflerini muhatap veya gaip sigası ile okuyanlara göre mânası şöyle olur: Allah bunu yapar mı? veya bu isteğimizi Rabbine ulaştırır mısın? Bu soruyu soranlar, Allah'ın gökten sofra indirmeğe kâdir olduğunu, Hazret-i İsa'nın da bunu Allah'tan isteyeceğini bili­yorlardı. Üçüncüye misal: ***** «Sen benimle sabredemezsin.» (Kehf, 67.) âyetidir.

Nefiyle ilgili bir başka kaide de şudur: Umumi mânanın nefyi, hususi mâ­nanın nefyine delalet ederken, umumi mânanın sübutu, hususi mânanın sübutu-na delalet etmez. Halbuki hususi mânanın sübutu, umumi mânanın sübutuna delalet eder. Hususi mânanın nefyi, umumi mânanın nefyine delalet etmez. Şüphe yok ki lâfzın mefhumundaki ziyadelik, letafetini artırır. Bu bakımdan u-mumi mânadaki bir lâfzın nefyi, hususi mânanınkinden, hususi mânadaki bir lâfzın sübutu, umumi mânadakinden daha güzeldir.

Birinciye misal, ***** «..Çevresini aydınlatır ay­dınlatmaz, Allah onların (gözlerinin) nurunu giderdi..» (Bakara, 17.) âyetidir. Bu âyette Allahü teâlâ ***** fiilinden sonra ***** buyurmadı. Çünkü, nur ke­limesinin mânası, ziya kelimesindeki mânadan daha umumidir. Nur kelimesi, zi­yanın az veya çoğunu ifade ederken, ziya kelimesi, nurun çokluğunu ifade e-der. Bu yüzden Allahü teâlâ, ***** «Güneşi ışık, ayı nur yapan O'dur..» (Yûnus, 5.) buyurmuştur. Âyetteki ziyada, ay'ın nuruna de­lalet vardır. Ziya, nurdan daha hususidir. Nur'un yokluğu, ziyanın yokluğunu ge­rektirirken, bunun aksi olan ziyanın yokluğu, nur'un yokluğunu gerektirmez. Bu­na göre Bakara, 17. âyetinin gayesi, onların üzerinden nuru tamamen kaldır­maktır ki, âyetin devamında ***** «..onları karanlıklar içinde bırak­tı..» buyurmuştur.

***** «..bende bir sapıklık yoktur..» (Araf, 61.) âyeti de bu nevi nefye misaldir. ***** «seni bir sapıklık içinde görüyoruz.» (Araf, 60.) âyetinde kavminin, cins olan ***** sözünü, Hûd (aleyhisselâm) bu âyette ***** olarak kullanmayıp, müfred mânadaki ***** kelimesiyle menfi olarak cevaplamıştır. Çünkü ***** kelimesinin menfiliği, ***** kelimesinin menfiliğinden daha beliğdir. Bu yüzden bir sayısını nefyetmek, kesinlikle sayı cinsini nefyetmeyi, en azı nef­yetmek de, en çoğunu nefyetmeyi gerektirir.

Hususi mânadaki bir lâfzın sübutu, umumi mânadakinden daha güzel olduğuna misal, ***** «..genişliği göklerle yer arası olan cennete..» (Âl-i İmrân, 133.) âyetidir. Bu âyette Yüce Allah ***** buyurmadı. Çünkü arz kelimesi daha hususidir. Her genişliği olanın, uzunluğu vardır. Bunun aksi mümkün değildir. Bu kaidenin benzeri, fiilde yapılan mübalağanın nefyi, fii­lin aslının nefyini gerektirmez, kaidesidir. Buna göre, şu iki âyetin mânasında zorluk çekilmiştir. ***** «..Rabbin kullarına asla zulmetmez.» (Fussilet, 46.), ***** «..Rabbin asla unutkan değildir..» (Meryem, 64.) Birinci âyetin tefsirinde şu mânalar verilmiştir:

a- ***** kelimesi, kesret ifade etse bile, bu siga ile gelmesinin sebebi mukabilindeki ***** kelimesinin çoğul olmasıdır. ***** «..gizlileri bilen..» (Mâide, 109.) âyetini de, ***** «..görülmeyeni bilen..» (Zümer, 46.) âyeti a-çıklıyor. Bu âyette, fiilin aslını gösteren ***** sigasını, müfred olan ***** muka­bilinde getirmiştir.

b- Allah, zulmün çokluğunu nefyettiğinden, zaruri olarak azını da nefyet, miştir. Çünkü, zulmeden kimse, zulmünden menfaat beklediği için zulmeder. Faydanın çokluğuna rağmen, çoğu terkeden, kolaylıkla azını da terkeder.

c- İbn-i Mâlik'in Bazı ulemadan naklettiğine göre, âyetteki mübalağa sı­ğasından, nisbet anlaşılır. Yani; Allah zulüm sahibi değil, demektir. (Doğru olan

görüş de budur.)

d- Âyetteki mübalağa sigası, kesret ifade etmekten ziyade, mübalağa­sız ismi fâil mânasındadır.

e- Allah'tan azın azı varid olması, çokluk mânasındadır. Alimin en küçük hatası büyüktür, sözü bu mânadadır.

f- Allah bu âyette, nefyi tekid ederek ***** ifadesini üç kere tekrar­lamayı murad etmiştir ki, bu da ***** cümlesinin karşılığıdır.

g- Allah'a ***** diyene karşı, cevap olarak gelmiştir. Tekrar, hususi bir lâfza cevap olarak gelirse, bu lâfzın ifade ettiği mâna kalkmış olur.

h- Allah'ın sıfatları hakkında kullanılan mübalağa sigası, bu sıfatların is-batında eşit olduğu gibi, nefyinde de eşittir.

k- Allah bu âyetle, kölesine zulmeden zalim hükümdarın zulmüne tarizde

bulunmuştur.

İkinci âyete de aynı cevaplar verilebilir. Bu cevaplara, iki âyetteki ilk ke­limelerin birine benzemesinden dolayı, onuncu bir cevap ilâve edilebilir.

Ebû Hafs en-Nesefî, «el-Yakuta» adlı eserinde, Saleb ve Müber red'in şöyle dediğini nakleder: Arabça'da iki cümle arasında iki inkâr gelirse, bu cümle haber cümlesi olur; ***** «Biz onları yemek yemeyen cesetler yapmadık..» (Enbiya, 8.) âyeti buna misaldir. Âyetin mâna­sı; biz onları yemek yiyen cesetler yaptık, demektir. Eğer inkâr ilk cümlede olursa buna, hakiki inkâr denilir. ***** Zeyd asla çıkmadı, cümlesi buna misaldir. Cümlede iki inkâr bulunursa, bunlardan biri ziyadedir. Bir kavle göre ***** «..onlara size vermediğimiz servet ve nimeti vermiştik..» (Ahkaf, 26.) âyeti buna misaldir.

5- İnşai Cümlenin Kısımları

4868 İstifham, inşai cümlenin kısımlarından biridir. İstifham; bir şeyi öğrenme isteğinde bulunmaktır. İstifham aynı zamanda istihbar mânasındadır. İbn-i Fa-ris «Fıkhu'l-Luga» adlı eserinde belirttiğine göre istihbar, mânası hakkıy­la bilinmeyen, önceden geçen bir mevzuda bilgi toplamaktır. İstifhamda anlaşıl­mayan hususu, tekrar sormaktır.

İstifham için kullanılan edatlar şunlardır: ***** ***** ve ***** Bunlara ait bilgi Edevat Bölümünde geçmiştir.

İbn-i Mâlik, «el-Misbah» adlı eserinde şöyle der: Hemze dışındaki istifham edatları, hemze yerine kullanılır. Çünkü istifham, bilinmeyen bir şeyin zihinde cevabı arandığından, samimi olarak şüphe edenlerden sadır olursa, ha­kiki istifham olur. Şüphe etmeyenden sadır olursa, bildiğini sormuş olacağın­dan, hakiki istifham değildir. Sorduğunu öğrenme imkanı bulunduğu halde, veri­len cevabı tasdik etmezse, istifhamın faydası ortadan kalkar.

Bazı ulema şöyle demiştir: Kur’ân'da istifham şeklinde gelen âyetlerdeki mânayı Allah müsbet olsun, menfi olsun bilmektedir.

İstifham edatları, istifham dışında mecâzi olarak kullanılır. Bu konuda Şemseddin b. Saig, yazdığı «Ravdu'l-Efham fî Ahkâmi'l-lstif ham» adlı eserinde şöyle demiştir: Araplar, istifham mevzuunu geniş tutmuş­lar, hakiki mânasından çıkararak bir takım mânalar vermişlerdir. Seffar'ın sözü hilafına, bu husus sadece hemzeye tahsis edilmiştir.

İstifham edatının mecâzi olarak kullanıldığı yerler şunlardır:

4873

1) İnkar için kullanılır. Bu durumda menfi mânadadır, önünde bulunduğu cümle de menfi olur, ***** edatı ile beraber gelir. ***** «..yoldan çıkmış topluluktan başkası cezalandırılır mı?.» (Ahkaf, 35.), ***** «..biz nankörden başkasını cezalandırır mıyız?.» (Sebe, 17.) âyetleri buna misaldir. ***** «Allah'ın saptırdığını kim yola getirebilir? Onların hiçbir yardımcıları yoktur.» (Rum, 29.) âyetinde istifham edatına menfi olan; ***** onların hiç yardımcıları yoktur, cümlesi at-fedilmiştir. Âyetin mânası; ***** şeklindedir, ***** «..Sana bir sürü bayağı kimseler uymuşken biz sana inanır mıyız?.» (Şuarâ, 111.), ***** «Milleti bizim kölelerimiz olan, bizim gibi iki insana mı inanacağız?» (Mü’minûn, 47.) Yani; inanmayız, *****

***** «Yoksa kızlar O'na, oğullar size mi?» (Tûr, 39.), ***** «De­mek erkek size, kadın Allah'a mı?» (Necm, 21.) Yani; mümkün değildir. ***** «..yaratılışlarına mı şahit oldular ki?» (Zuhruf, 19.) Yani; buna şahid ol­madılar, mealindeki âyetler buna misaldir. İnkar ifade eden istifham, çoğu za­man tekzib ifade eder. Bu ise, mazi fiillerde ***** mânasına, istikbal sigasında ise ***** mânasına gelir. ***** «Rabbınız oğulları size seçti de..» (İsrâ, 40.) âyeti buna misaldir, bunu yapmadı mânasındadır. ***** «..biz sizi O(Allah'ın rahmeti)ne zorla mı sokacağız?.» (Hûd, 28.) âye­ti de ayrı bir misaldir, böyle bir zorlama olmadı, mânasındadır.

4874

2) Tevbih için kullanılır. Bazı ulema, tevbihi inkâr'dan sayar. Ancak yu­karıda geçen inkâr, batıl olan bir şeyin inkârıdır. Buradaki inkâr ise, tevbih mâ­nasına gelen inkârdır. Tevbihin ifade ettiği mâna, istifham edatından sonraki fii­lin ifade ettiği şeyin yapılmasıdır. Halbuki layık olan, yapılmaması idi. Bu yüz­den, tevbih'de kullanılan istifham cümlesinin mânası menfi değil müsbettir. Tev­bih ifade eden istifham'ın aksi, inkâri istifhamdır. Tevbih'e takri' adı da verilir. ***** «..emrime karşı geldin?..» (Tâhâ, 93.), ***** «..yont­tuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?.» (Sâffât, 95.), ***** «Ba'l'e yalvarıp, yaratıcıların en güzelini bırakıyor musunuz?» (Sâffât, 125.) âyetleri buna misaldir.

Tevbih ekseriyetle olup biten işlerde yapılır; bu yüzden de kınanır. Ba-zan yapılması gereken bir fiilin terkinden dolayı tevbih yapılır. ***** «'Öğüt alacak olanın öğüt alacağı kadar bir süre yaşatmadık mı sizi?..» (Fâtır, 37.), ***** «..Peki, Allah'ın yeri geniş değil miydi ki onda göç ed(ip İslamı yaşayabileceğiniz bir yere gid)eydiniz.» (Nisâ, 97.) âyetleri buna misaldir.

4875

3) Takrir için kullanılır. Takrir; bildiği bir konuda muhatabı, ikrar ve itirafa çekmektir. İbn-i Cinni şöyle der: ***** edatı, diğerleri gibi, takrirde kullanılmaz. el-Kindi şöyle der: Çoğu ulema, ***** «..Siz dua ettiğiniz zaman onlar işitiyorlar mı? Yahut size faydaları varmı?..» (Şuarâ, 72-73.) â-yetlerindeki ***** edatını, takrir veya tevbih ifade eden hemzeye benzetir. Ancak Ebû Ali'nin bunu kabul etmediğini gördüm. Bence, görüşünde haklîdir. Çünkü ***** edatı, inkâri istifham mânasındadır.

4876 Ebû Hayyân, Sibeveyh'den şu nakilde bulunur: Takriri istifham ***** edatı ile değil, sadece hemze ile yapılır. Diğer ulemadan yaptığı nakle göre, ***** edatı, ***** «Bunda akıl sahibi için bir yemin var değil mi?» (Fecr, 5.) âyetinde görüldüğü gibi, takrir mânasındadır.

Takrir mânası ile birlikte söz, mûcebdir yani müsbet mânadadır. Bu yüz­den edata müsbet bir cümle atfedildiği gibi, edat da müsbet olan başka bir cümle atfedildiği gibi, edat da müsbet olan başka bir cümleye atfedilir. Birinci­ye misal: ***** «Biz senin göğsünü açmadık mı? Belini büken yükünü üzerinden almadık mı?» (İnşirah, 1-2.), ***** «Seni şaşırmış bulup, doğru yola eriştirmedi mi?» (Du­ha, 7.), ***** «Onların tuzaklarını boşa çı­karıp üzerlerine Ebabil kuşlarını göndermedi mi?» (Fîl, 2-3.) âyetleridir.

İkin­ciye misal ise: ***** «..Âyetleri mi anlamadığınız halde yalanladınız mı?» (Neml, 84.) âyetidir. Curcani'nin tesbitine göre ***** «Vicdanları, onların doğruluğuna kanaat getirdikleri halde, sırf haksızlık ve böbürlenme yüzünden onları inkâr ettiler.» (Neml, 14.) âyeti de buna misaldir.

Takriri istifham aslında, inkâri istifhamdır. İnkar ise, nefiy mânasındadır. Bu durumda nefyeden şey nefye dahil olmuştur. Nefyin nefye dahil olması, müsbet mânayı verir. ***** «Allah kuluna kafi değil mi?» (Zümer, 36.), ***** «Rabbiniz değil miyim?» (Araf, 172.) âyetleri buna misaldir.

Zemahşerî ***** «..Allah'ın herşeye gücü yeter olduğunu bilmedin mi?» (Bakara, 106.) âyetini de bu kabilden sayar.

4878

4) Taaccüb bildirmek için kullanılır. ***** «Allah'ı nasıl inkâr edersiniz..» (Bakara, 28.), ***** «Neden Hüdhüd'ü göremiyorum?» â-yetleri buna misaldir. Bu ve bundan önceki 2. ve 3. kısımlar, ***** «..insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz?» (Ba­kara, 44.) âyetinde birleşmiş, bu üç mânayı da ifade etmiştir. Zemahşerî bu â-yetin tefsirinde şöyle der: Hemze, emredenlerin halini, tevbih de taaccüple bir­likte takrir ifade eder. ***** «..Onları üzerinde bulundukları kıbleden çeviren nedir?..» (Bakara,142.) âyeti, taaccüb ve istifhamı hakikiyi ifade eder.

5) İtab bildirmek için kullanılır. ***** «inananlar için hâlâ vakit gelmedi mi ki kalpleri Allah'ın zikrine ve inen hakka saygı duysun..» (Hadid, 16.) âyeti buna misaldir. Hâkim'in rivâyeti­ne göre İbn-i Mesûd, âyetin tefsirinde şöyle demiştir: Bu âyette kınananlar sade-ce dört senelik Müslüman olanlardı. İtab'in en güzel misali, Allah'ın Resûlüne: ***** «..niçin onlara izin verdin..» (Tevbe, 43.) âyetiyle yaptığı hitabdır. Zemahşerî adeti üzere, bu âyetin tefsirinde edep dışı ifadeler kullanmış, âyete mâna verirken, Allah'ın edebi ile edeplenmemiştir.

6) İhtisar mânasında da gelen, tezkir için kullanılır. ***** «Ey Ademoğulları, ben size and vermedim mi: Şeytana tapma­yın..» (Yâsin, 60.), ***** «.. Ben size 'ben göklerin ve ye­rin gayblerini bilirim' dememiş miydim?.» (Bakara 33.), ***** «..Yûsuf'a ve kardeşine yaptığınızı bildiniz mi?» (Yûsuf, 89.) âyetleri tezkire misaldir.

7) İftihar bildirmek için kullanılır. ***** «..Mısır mülkü benim değil mi?» (Zuhruf, 51.) âyeti buna misaldir.

8) Tefhim için kullanılır. ***** «..bu kitaba ne oluyor, ne küçük ne büyük hiçbir şey bırakmıyor..» (Kehf, 49.) âyeti buna misaldir.

9) Korkutmak maksadıyla kullanılır. ***** «Çarpan hadise; ne­dir o çarpan hadise?» (Kâria, 1-2.) ve ***** «Gerçekleşen nedir o gerçekleşen?» (Hakka, 1-2.) âyetleri buna misaldir.

10) Kolaylık maksadıyla kullanılır. ***** «Onlara ne olurdu sanki Allah'a inansalardı.» (Nisâ, 39.) âyeti buna misaldir.

11) Tehdid ve vaid gayesiyle kullanılır. ***** «Biz öncekileri helak etmedik mi?» (Mürselât, 16.) âyeti buna misaldir.

12) Çokluk maksadıyla kullanılır. ***** «Nice kentleri helak ettik..» (Araf, 4.) âyeti buna misaldir.

13) Eşitlik maksadıyla kullanılır. Bu istifham, masdarın yerini tutabilece­ği bir cümleye dahil olan istifham'dır. ***** «..uyar­san da, uyarmasan da onlar için birdir; onlar inanmazlar.» (Bakara, 6.) âyeti bu kabildendir.

14) Emir ifade etme maksadıyla kullanılır. ***** mânasında ***** (Âl-i İmrân, 20.), ***** mânasında ***** «..Artık vazgeçtiniz değilmi?» (Mâide, 91.), ***** mânasında ***** (Furkân, 20.) âyetleri buna misaldir.

15) Emir sigasının kısımlarından olan, tenbih maksadıyla kullanılır. ***** mânasına gelen, ***** «Görmedin mi Rabbin gölgeyi nasıl u-zattı..» (Furkân, 45.) âyeti buna misaldir. Zemahşerî, Sibeveyh'den naklen, ***** «Görmedin mi Allah gökten bir su indirdi de arz yeşeriyor..» (Hac, 63.) âyetini buna misal getirmiş, istifhama cevap ola­rak gelen fiili, merfu okumuştur. ***** «O halde nereye gidiyorsunuz?» (Tekvir, 26.) âyetini, delalete işaret için misal getirmiştir. ***** «Nefsini aşağılık yapandan başka kim İbrahim'in dininden yüz-çevirir?.» (Bakara, 130.) âyeti de buna ayrı bir misaldir.

16) Tergib için kullanılır; ***** «Kimdir o adam ki, Allah'a güzel bir borç versin de..» (Bakara, 245.), ***** «..sizi acı azaptan kurtaracak bir ticaret göstereyim mi?..» (Saf, 10.) âyetleri buna bir misaldir.

17) Nehiy için kullanılır; ***** «..insanlardan korkmayın benden korkun..» (Mâide, 44.) âyetinin delaletiyle ***** «..Yoksa onlardan korkuyor musunuz, kendisinden korkmanıza en layık Allah'tır..» (Tevbe, 13.) ve ***** mânasında ***** «..Seni engin ke-rem sahibi Rabbine karşı ne aldatıp isyana sürükledi?» (İnfitar, 6.) âyetleri buna misaldir.

18) Dua gayesiyle kullanılır. Bu istifham, nehiy gibidir. Ancak dua, derece bakımından, küçükten büyüğe doğru yapılır. ***** mânasında ***** «..içimizden bazı beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi helak mı edeceksin?.» (Araf, 155.) âyeti buna misaldir.

19) İstirşad gayesiyle kullanılır; ***** «..Orada bozguncu­luk yapacak birisini mi yaratacaksın?.» (Bakara, 30.) âyeti buna misaldir.

20) Temenni gayesi ile kullanılır, ***** «..Şimdi bizim şefaatçıları-mız var mı ki?» (Araf, 53.) âyeti buna misaldir.

21) İstibta' (beklemek) gayesiyle kullanılır; ***** «Allah'ın yardımı ne zaman?..» (Bakara, 214.) âyeti buna misaldir.

22) Arz gayesiyle kullanılır; ***** «..Allah'ın sizi bağışla­masını istemez misiniz?..» (Nur, 22.) âyeti buna misaldir.

23) Tahsis gayesiyle kullanılır; ***** «..Andlarını bozan bir kavimle savaşmayacak mısınız?.» (Tevbe, 13.) âyeti buna misaldir.

24) Tecahül gayesiyle kullanılır, ***** «O ihtar (Kur’ân) ara­mızdan ona mı indirildi?» (Sâd, 8.) âyeti buna misaldir.

25) Tazim gayesiyle kullanılır; ***** Onun izni olmadan katnda kim şefaat edebilir? (Bakara, 255.)

26) Tahkir için kullanılır; «..Sizin tanrılarınızı diline dolayan bu mu?..» (Enbiya, 36.), ***** «Allah bunu mu peygam­ber göndermiş?..» (Furkan, 41.) âyetleri buna misaldir. ***** şeklinde oku­yan kıraata göre, bu ve bundan öncekine misal teşkil eder.

27) İktifa gayesiyle kullanılır; ***** «..kibirlenenler için cehennemde yer yok mu?.» (Zümer, 60.) âyeti buna misaldir.

28) İstib'ad gayesiyle kullanılır; ***** «..artık anlamanın kendisi­ne ne faydası var?» (Fecr, 23.) âyeti buna misaldir.

29) Ünsiyet gayesiyle kullanılır; ***** «Sağ elindeki nedir ey Musa?» (Tâhâ, 17.) âyeti buna misaldir.

30) İstihza gayesiyle kullanılır; ***** «..namazın mı emrediyor?» (Hûd, 87.), ***** «...yemez misiniz. Neyiniz var ki konuşmu­yor musunuz?» (Sâffât, 91-92.) âyetleri buna misaldir.

31) Kendinden önceki istifham edatının mânasını tekid gayesi ile kulla­nılır; ***** «Üzerine azap kelimesi hak olanı mı, sen ateşte bulunanı mı kurtaracaksın?.» (Zümer, 19.) âyetinin tefsirinde Muvaffak Abdullatif el-Bağdadi şöyle der: Azabı hak edeni, çekeceği azaptan kurtaramazsın. Âyetteki ***** şart edat, ***** ise şartın cevabıdır. ***** kelimesinde­ki ifade tarzı uzadığından, tekrarlanmıştır. İstifham hemzesinin mecâzi mânalarından biri de budur. Âyetin tefsirinde Zemahşerî, şöyle der: İkinci hemze, bi­rincinin aynıdır. İnkar ve istib'ad mânasını tekid için tekrarlanmıştır.

32) İhbar gayesiyle kullanılır; ***** «Kalplerinde bir hastalık mı var? yoksa şüphe mi ettiler?.» (Nur, 50.), ***** «İnsanın üzerinden uzun bir süre geçmedi mi?..» (İnsan, 1.) âyetleri bu­na misaldir.

6- İstifham Edatının Mecâzi Mânada Kullanılmasına Dair Bazı Açıklalamalar.

4907

a- Yukarıda, otuz iki kısımda zikredilen hususlarda: İstifham mânası mevcut mudur? İstifham dışında başka mânaları olabilir mi? Yoksa, istifhamdan tamamen farklı mânalar mıdır? şeklinde soru sorulabilir. Bahauddin Subki, «A-rusu'l-Efrah» adlı eserinde bunu şöyle cevaplandırır. Bu konu, üzerinde durmağa değer bir konudur. Bana göre doğrusu, sorunun birinci şıkkıdır.

Tennuhi'nin «Aksa'l-Karib» adlı eserinde belirttiği şu sözü, bunu doğrulamaktadır; ***** edatı, teracci mânasını muhafaza etmek suretiyle, istif­ham ifade eder. İstibta' ifade eden ***** Seni ne kadar çağırdım, sözü, bu görüşü kuvvetlendirir. Mânası; seni o kadar davet ettim ki, sayısını bilemi­yorum, bunu gerçekten öğrenmek istiyorum, şeklindedir. Bir kimse, kendinden sâdır olan bir işin çokluğu yüzünden sayısını bilemiyorsa, o kimsenin bu sayıyı sorması âdettendir. Bu âdeti öğrenme arzusunda bulunması, istibtâ'ı andırır. Taaccübde, istifhamın devamlılığı vardır. Bir şeye taaccüb eden kimse, haliyle o şeyin sebebini soracaktır. Neml sûresinin 20. âyetinde Hazret-i Süleyman sanki: Bana ne oldu da Hüdhüd kuşunu göremiyorum, demişti. Keşşaf, bu âye­tin tefsirinde; taaccübdeki istifhamın devamlı olduğuna işaret etmiştir. Dalaleti haber veren Tekvir sûresinin 26. âyetindeki istifham ise, hakiki istifhamdır. Çünkü âyetin mânası; nereye gittiğini söyle, bunu bilmiyorum, şeklindedir. Zira dalaletin hangi ölçülere varacağı bilinmez.

Tahkir için yapılan istifhamdan hükmün varlığı murat ediliyorsa bu cüm­le, haber cümlesidir. Çünkü hüküm, istifham edatından sonra gelmiştir. Soruyu soran gerçeği bildiği halde, muhatabın ikrarını talep ediyorsa, takrir için yapı­lan istifham, ikrarı talep eden bir istifham olur. Belâgat ulemasına göre her iki ihtimal de muteberdir, fakat ikincisi tercihe şayandır. Kazvini, «el-İzah» adlı eserinde, ikinci görüşü tercih eder. Soruyu bilenin soru sorması, mümkün de­ğildir, çünkü öğrenme arzusu mevcuttur. Fakat sorulan sorunun bilinmesi veya anlaşılması, kim olursa olsun, bilmeyene aittir. Bu açıklama sayesinde, istifhamla ilgili bazı problemler çözülmüş, yukarıda zikredilen mecâzi anlamlarla birlik­te, istifham mânasının da mevcut olduğu açıkça görülmektedir. Kazvini'nin sözleri, özetle bundan ibarettir.

b- İnkar edilen söz, istifham edatı hemzeden hemen sonra gelir kaidesi, ***** «Rabbiniz oğulları size mi seçti?.» (İsrâ, 40.) âyetinde bazı zorluklar çıkarır. Âyette, hemzeden sonra gelen cümlenin mânası; Allah erkek evladı sizlere mi bıraktı? şeklindedir. Âyette inkâr edilen husus, bu mâna değil, Allah kendine melaikeden kız evladı edinmiştir, sözüdür. Bu müşkile şu ce­vap verilir: Evlad edinme kelimesi, kanaatlarınca kız evladının başkalarına veya kız ile erkeğin Allah'a ait olduğuna işaret etmektedir. Bu iki mâna, bir söz hük­mündedir. Bu durumda âyetin takdiri; Allah erkek evladla kız evladı kendisine mi cemetti? şeklinde olur. ***** «..insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz?» (Bakara, 44.) âyetinde de bir müşkil mevcuttur. Yukarıdaki kaideye göre, âyette ortaya çıkan müşkil şöyle çözülür: İnkar edilen husus, insanlara sadece iyiliği emretmek veya kendini unutmak değildir. İyiliği emretmek, inkârı gereken şeylerden az olamaz. Kendini unut­mak da, başlıbaşına inkâr sayılamaz. İnsana iyiliğin emredilmesi, inkâr olama­yacağı gibi, başkasına iyiliği emredip kendini unutmak da inkâr sayılmaz. Bu iki husus, inkâr sayılsaydı, ibadet de inkârın bir cüzü olması gerekirdi. İnsanın kendini unutması, başkasına iyiliği emretmesine bağlı değildir. Çünkü unutmak, mutlak inkârdır. Başkasına iyiliği emrederken insanın kendini unutması, iyiliği emretmeme halinden daha kötü değildir. Günahın ağırlığı, itaata teşvik etmekle artmaz. Ulemanın çoğu, iyiliği emretmenin vacip olduğu, şayet insan kendini unutup başkasına iyiliği emrederse, kendini unutmadaki günahın artmayacağı görüşündedirler.

«Arusu'l-Efrah» müellifi bu konuda şöyle der: Kendisi günah iş­lerken, başkasını bundan alıkoymak, günahtır. Çünkü günah, insanı tenakuza götürür, söylediği söz ile, yaptığı birbirine ters düşer; bu yüzden bilerek masi-yette bulunmak, bilmeden masiyette bulunmaktan daha kötüdür. Fakat, sade­ce itaate davet, nasıl olur da itaatla birlikte gelen masiyeti artırır, şeklindeki cevapta, bir incelik mevcuttur.

7- İnşâi Cümlenin Kısımlarından Olan Emir Sigası

4912 Emir, bir işin yapılmasını istemektir. ***** ve ***** şeklinde, vucubiyet ifa­de eden iki sigası vardır. ***** «Namazı kılın..» (Bakara, 43.), ***** «Seninle beraber namazı kılsınlar..» (Nisâ, 102.) âyetleri buna misaldir. Bu sigalar, mecâzi olarak farklı mânalar alır. Bunlar sırası ile söyledir:

1) Mendub bir emri ifade eder. ***** «Kur’ân okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki..» (Araf, 204.) âyeti buna misaldir.

2) Mübah bir emri ifade eder. ***** «..mükatebe akdi yapın..» (Nur, 33.) âyeti buna misaldir. İmâm Şafiî, âyetteki emir sigasının mübahlık ifade et­tiğini söylemiştir. ***** «..ihramdan çıktığınız zaman avlanabilirsi­niz..» (Mâide, 2.) âyeti de bu kabildendir.

3) Alt mertebede olanın, üst mertebede olandan duada bulunmasıdır. ***** «..Rabbim beni bağışla..» (Araf, 151.) âyeti buna misaldir.

4) Tehdid mânası ifade eder. ***** «..dilediğinizi yapın..» (Fussi-let, 40.) âyeti buna misaldir. Âyette, istedikleri her şeyi yapmaları emredilme-rniştir.

5) İhanet mânası ifade eder. ***** «Tad, zira sen üstün­dün, şerefliydin.» (Duhan, 49.) âyeti buna misaldir.

6) Zillet mânası ifade eder. ***** «..aşağılık maymunlar o-lun.» (Bakara, 65.) âyeti buna misaldir. Bu âyette Yahudilerin, bir durumdan di­ğer duruma, son derece zelil bir şekilde girdikleri ifade edilmiştir. Bu mâna, i-hanet mânasından daha hususidir.

7) Aciz bırakma mânası ifade eder. ***** «..haydi onun gibi bir sûre getirin..» (Bakara, 23.) âyeti buna misaldir. Âyette, onlardan istenen bu değil, bilakis bu noktada acizliklerini göstermektir.

8) İhsanda bulunmak mânası ifade eder. ***** «..meyve verdiği zaman meyvesinden yiyin.» (Enam, 141.) âyeti buna misaldir.

9) Hayret mânası ifade eder. ***** «Bak sana nasıl misaller verdiler..» (İsrâ, 48.) âyeti buna misaldir.

10) Eşitlik mânası ifade eder. ***** «..ister dayanın, ister dayanmayın..» (Tür, 16.) âyeti buna misaldir.

11) İrşad mânası ifade eder. ***** «..Alış-veriş yaptığınız za­man da şahit tutun..» (Bakara, 282.) âyeti buna misaldir.

12) Tahkir mânası ifade eder. ***** «..atacağınızı atın..» (Yû­nus, 80.) âyeti buna misaldir.

13) Korkutma mânası ifade eder. ***** «De ki: 'Eğlenin..» (İbrahim, 30.) âyeti buna misaldir.

14) İkram mânası ifade eder. ***** «..oraya esenlikle girin..» (Hicr, 46.) âyeti buna misaldir.

15) Meydana getirme mânasına gelir. ***** «..'ol' der, o da hemen o-luverir..» (Bakara, 117.) âyeti buna misaldir. Âyetin bu mânası, emre âmade kılmak, mânasından daha umumidir.

16) Nimet mânası ifade eder. ***** «Allah'ın size verdiği nzıklardan helal olarak yiyin..» (Maide, 88.) âyeti buna misaldir.

17) Tekzib mânası ifade eder. ***** «De ki: Doğru iseniz Tevrat'ı getirip okuyun..» (Âl-i İmrân, 93.), *****

 «De ki: 'Haydi, Allah bunu yasak etti diye, şahitlik edecek şahitlerinizi geti­rin..» (Enam, 150.) âyetleri buna misaldir.

18) istişarede bulunma mânası ifade eder. ***** «..bak ne der­sin?.» (Sâffât, 102.) âyeti buna misaldir.

19) İbret alma mânası ifade eder. ***** «..meyve verirken her birinin meyvesine bakın...» (Enam, 99.) âyeti buna misaldir.

20) Taaccüp mânası ifade eder. ***** «..ne güzel işitir, ne gü­zel görürler..» (Meryem, 38.) âyeti buna misaldir. Sekkaki bu âyeti, inşai cüm­lenin haber cümlesi mânasında kullanıldığına misal getirmiştir.

8- İnşâi Cümlenin Kısımlarından Olan Nehiy Sigası

4933 Nehiy, bir işin yapılmamasını istemektir. ***** sigasında gelir, bir şeyin yasaklanmasında kullanılır. Mecâzi olarak şu farklı mânalara gelir:

a- Kerahet mânası ifade eder. ***** «yeryüzünde kaba­ra kabara yürüme..» (İsrâ, 37.) âyeti buna misaldir.

b- Dua mânası ifade eder. ***** «..Rabbimiz kalplerimizi eğ­riltme..» (Âl-i İmrân, 8.) âyeti buna misaldir.

c- İrşad mânası ifade eder. ***** «..açıklandığı zaman hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın..» (Mâide, 101.) âyeti buna misaldir.

d- Eşitlik mânası ifade eder. ***** (Tûr, 16.) âyeti buna misaldir.

e- Hakir görme ve küçüklük mânası ifade eder. ***** «..gözlerini dikme..» (Hicr, 88.) âyeti buna misaldir. Yani; Kâfirlere verilenler, az ve hakir şeylerdir.

f- Akibet mânası ifade eder. ***** «Allah yolunda öldürülenleri ölü sanma; hayır, (onlar) diridirler..» (Âl-i İmrân, 169.) âyeti buna misaldir. Yani cihadın sonu ölüm değil, hayattır.

g- Yeis mânası ifade eder. ***** «Hiç özür dilemeyin..» (Tevbe, 66.) âyeti buna misaldir.

h- İhanet mânası ifade eder. ***** «..sinin orada benimle konuşmayın..» (Mü’minûn, 108.) âyeti buna misaldir.

9- İnşai Cümlenin Kısımlarından Olan Temenni

4942 Temenni; severek arzu edilen bir şeyin yapılmasını istemektir. Teraccinin aksine, temennide arzu edilen şeyin gerçekleşme imkanı şart koşulmamış-tır. Fakat, muhal olan bir şeyi temenniye, talep adının verilmesi konusunda gö­rüş ayrılığı mevcuttur. Çünkü, gerçekleşme imkanı olmayan bir şey nasıl talep edilir? «Arusu'l-Efrah» müellifi şöyle der. Bu konuda en güzel cevabı Fahruddin Razi ve görüşünde olanlar vermiştir. Temenni; terecci, nida ve ka­semde, talebden ziyade tenbih mevcuttur. Bunlara inşai cümle adı verilmesi, yanlış değildir. Bazı ulema bu konuda daha ileri giderek, temenniyi nefiy mâna­sında, haber cümlesinden saymışlardır. Zemahşerî ise bunların, haber cümlesi olmayacağı görüşündedir. *****«Ah ne olurdu keşke biz (dünyaya) geri çevrilseydik de Rabbimizin âyetlerini yalanlama-saydık...çünkü onlar yalancıdırlar.» (Enam, 27-28.) âyetinde, temenni edatın­dan sonra tekzib'in cevap olarak gelmesinden bir müşkil bulunmaktadır. Zemehşerî bunu, vaad mânasına geldiğinden tekzibe bağlamıştır, şeklinde ce­vaplandırır. Bir kısım ulema da şöyle açıklar: Temenni'de yalan bulunmaz. Ya­lan, temennide bulunanın gerçekleşmesini tercih ettiği şeyde varid olur. Bu durumda yalan, zanna bağlı olarak gelmiştir ki bu da, haberi sahihtir.

Zemahşerî şöyle der: ***** âyetinin mânası; temenni ettikleri şey­lerin gerçekleşmiyeceği mânasındadır. Âyetteki hitap, onları zemmetme gaye­sini taşımaktadır. Temenni edilen husus, zemmi değil bilakis onların yalan söy-lemeyeceklerini ve îman edeceklerini ifade eden sözlerinin, yalan olduğunu gös­termektedir.

Temenni ifade eden edat ***** edatıdır. ***** «Ah ne olurdu keşke çevrilseydik..» (Enam, 27.), ***** «..Ne olurdu kavmim bilseydi..» (Yâsin, 26.), ***** «..keşke ben de onlarla beraber olsaydım da başarsaydım.» (Nisâ, 73.) âyetleri buna misaldir.

Ümit bulunmadığı bilinen cümlelerde ***** edatı, temenni maksadıyla kulla­nılır. ***** «..Şimdi bizim şefaatçilerimiz var mı ki bize şefaat etsinler..» (Araf, 53.) âyeti buna misaldir. ***** edatı da aynı maksatla kullanılır. ***** «Ah! Keşke bir daha (dünyaya dönüşümüz) olsa da..» (Şua-ra, 102.) âyeti buna misaldir. Âyette ***** edatının cevabı olarak gelen fiilin men-sub olması da bu yüzdendir. Gerçekleşmesi uzak olan temenni, ***** edatıyla yapılır, cevabın mensub olmasında ***** edatının hükmü uygulanır. ***** «..o sebeplere erişeyim. (Yani) göklerin yoluna..» (Mü’min, 36-37.) âyetleri buna misaldir.

10- İnşai Cümlenin Kısımlarından Olan Teracci

Karafi «el-Furuk» adlı eserinde teraccinin, inşai cümleden olduğuna dair bir icmaı naklederek, teracci ile temenni arasındaki farkı belirtir. Bu fark, teraccinin sadece vukuu mümkün olan cümlelerde kullanılması; temenninin ise vukuu mümkün olan ve olmayan cümlelerde kullanlmasında görülür. Ayrıca teracci yakın geleceği, temenni ise ileride gerçekleşecek olanı; teracci vukuu muhtemel olanı; temenni vukuu muhtemel olanı ve olmayanı; teracci ise bunun dışındaki duyguları ifade etmekle, birbirinden farklıdırlar.

Şeyhim Kâfiyeci'den bu konuda şunları duydum: Temenni ile arz ara­sındaki fark, teracci ile temenni arasındaki fark gibidir.

Teracci ifade eden ***** ve ***** edatları, vukuundan sakınılması gereken durumlarda mecâzi olarak kullanılır, buna işfak adı verilir. ***** «..belki (kıyamet) saati yakındır.» (Şûra, 17.) âyeti buna misaldir.

11- İnşai Cümlenin Kısımlarından Olan Nida

4944 Nida, ***** fiilinin yerini tutan bir edatla, çağrılanın çağırana doğru yönel­mesinin istenmesidir.

Nida edatı çoğunlukla emir ve nehiy sigaları ile birlikte gelir ve bunlara tekaddüm eder. ***** «Ey insanlar, Rabbinize ibadet edin..» (Bakara, 21.), ***** «..ey kullarım benden korkun.» (Zümer, 16.), ***** «Ey örtüsüne bürünen, geceleyin kalk..» (Müzzemmil, 1.), ***** «Ey kavmim Rabbinizden mağfiret dileyin..» (Hûd, 52.), ***** «Ey îman edenler, öne geçmeyin..» (Hucurât, 1.) âyetleri bu­na misaldir.

Edat, bazan da bu sigalardan sonra gelir. ***** «Ey Mü’minler, topluca Allah'a tevbe edin..» (Nur, 31.) âyeti buna misaldir.

Bazen haber cümlesiyle birlikte gelir, bunu emir cümlesi takip eder. ***** «Ey insanlar, dinleyin, Allah size bir misal veriyor..» (Hac, 73.), ***** «Ey kavmim, işte şu Allah'ın devesi size bir mucize (olarak gelmiş) tir. Bırakın onu.» (Hûd, 64.) âyetleri buna misaldir.

Bazen de emir cümlesi takip etmez. ***** «Ey kullarım, bugün size korku yoktur..» (Zuhruf, 68.), ***** «Ey insanlar, siz Al­lah'a muhtaçsınız..» (Fâtır, 15.), ***** «Babacığım, bu ön­ceki rüyanın yorumudur..» (Yûsuf, 100.) âyetleri buna misaldir.

Nida cümlesi bazen, istifham cümlesiyle birlikte gelir. ***** «Babacığım, işitmeyen ve görmeyene niçin tapıyorsun.» (Meryem, 42.), ***** «Ey peygamber, niçin haram ediyorsun?» (Tahrim, 1.) ***** «Ey kavmim, neden kurtuluşa çağırdığım halde..» (Mü’min, 41.) âyetleri buna misaldir.

Nida bazen, igra ve tahzir gibi hususlarda mecâzi olarak, bir başka cümleye nida şeklinde gelir. ***** «..Allah'ın devesine ve su içme hak­kına dokunmayın..» (Şems, 13.) âyetinde bunlar bir arada görülmektedir.

Nida cümlesi bazen, ihtisas mânası ifade eder. ***** «Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinize ey ev halkı,...» (Hûd, 73.) âyeti buna misaldir.

Bazen de tenbih mânası ifade eder. ***** «..secde etmeleri ge­rekmez miydi?» (Neml, 25.).

Bazen de taaccüb mânasına gelir. ***** «Yazık şu kullara..» (Yâsin, 30.) âyetleri buna misaldir.

Tehassür mânasına geldiğine misal de ***** «..Keşke ben toprak olsaydım.» (Nebe, 40.) â-yetidir.

12- Nidanın Kullanılışında Bazı Kaideler

4953 ***** edatı ile nidada asıl olan, hakikaten veya hükmen, uzakta olan şeylere seslenmede kullanılmasıdır. Bazen bir takım nüktelerden dolayı yakında olan şeylere seslenmede kullanılır. Bunlar sırası ile şunlardır:

a- Davet edilenin gelmesini ciddiyetle istemektir; ***** «Ey Musa, dön..» (Kasas, 31.) âyeti buna misaldir.

b- Nidayı takip eden hitabın önemine binaen yapılmasıdır; ***** «Ey insanlar, Rabbinize ibadet edin..» (Bakara, 21.) âyeti buna misaldir.

c- Davet edilenin durumunu yüceltmek gayesiyle kullanılır; ***** Ey Rabbim, ifadesi buna misaldir. Çünkü Allah ***** «Elbette ben yakınım..» (Bakara, 186.) buyurmuştur.

d- Firavn'ın sözü olan ***** «..Ey Musa, ben seni büyülenmiş görüyorum..» (İsrâ, 101.) âyetinde nida, küçük görme kasdiyle kullanılmıştır.

4956 Zemahşerî ile Bazı ulema diğer nida edatlarına nazaran Kur’ân'ı Kerim'de ***** nidasının daha çok kullanıldığını, bu şekildeki nidada, tekid ve mübalağa i-fade eden yönler bulunduğunu söyler. Bu nida terkibindeki ***** da tekid ve ten-bih, ***** da tenbih, ***** de ibham'dan tedricen izaha geçiş mânaları mevcuttur. Bu yüzden söz konusu terkibde, mübalağa ve tekid bulunmaktadır. Bunlar, Kur’ân' da Allah'ın beyan ettiği, kulların müteyakkız davranmalarını istediği, kalplerini ve gözlerini bunlara çevirip, gafil olmamalarını tenbih ettiği önemli işler ve mâ­nalardır. Nidanın bu şekilde kullanılışı, en beliğ bir tekidle hitap etme durumunu göstermesidir.

Kasem cümlesi de inşai cümlenin kısımlarındandır.

Karafi «el-Furuk» adlı eserinde kasemin, inşai cümleden olduğuna dair bir icmaı nakleder. Fay­dası, haber cümlesini tekid etmesi ve dinleyeni kesinliğe kavuşturmasıdır. Bu konuda daha geniş bilgi, Altmış Yedinci Bölümde verilecektir.

Şart cümlesi de, inşai cümlenin kısımlarından biridir.