EL-İTKÂN | LÂFZAN MEVSÛL, MANEN MEFSÛL


 

29 - LÂFZAN MEVSÛL, MANEN MEFSÛL

1171 Bu konu, müstakil eserler yazmağa değer bir konudur. Vakf konusunun büyük bir bölümünü teşkil eder. Bu yüzden konuyu, vakfın hemen arkasından ele aldım. Pek çok müşkilin açıklanması ve çözümü, buna dayanır. Şu iki âyet, buna misaldir: ***** «Odur ki sizi bir tek nefisten yarattı, gönlünüz ısınsın diye ondan eşini var etti.» den *****. «Ona ortaklar koşmağa başladılar. Allah ise onların ortak koştukları şeylerden yücedir.» e kadarki âyetler.

Mealinden anlaşıldığına göre bu âyet, Hazret-i Âdem ve Havva kıssası ile ilgilidir. Ahmed b. Hanbel ve Tirmizî, hasen; Hâkim, Semure'den merfûan; Hasanu'l-Basri tariki ile sahih olarak yaptıkları rivâyet ile, İbn-i Ebî Hâtim'in İbn-i Abbâs'tan sahih senedle yaptığ rivâyet, bunu açıklamaktadır.

Fakat âyetin sonunda, şirkin Hazret-i Âdem ve Havva'ya nisbet edilmesi bakımından, bir müşkil ortaya çıkmaktadır. Halbuki Hazret-i Âdem, bir peygamberdir. Bütün peygamberler nübüvvetten önce ve sonra icmâen, şirkten masumdurlar. Bu müşkil Bazı ulemayı, âyetin Hazret-i Âdem ve Havva dışında bir karı-kocaya hamletmelerine götürmüş, dolayısiyle hadisin ta'lîli ve hükmünün inkârına yol açmıştır. Bu konuda uzun bir araştırma yaptıktan sonra, İbn-i Ebî Hâtim'in şu rivâyetine rastladım. İbn-i Ebî Hâtim: Bize Ahmed b. Osman b. Hâkim, o Ahmed b. Mufaddal, o Esbât, o da Suddi'den ***** «..Allah ise onların ortak koştukları şeylerden yücedir.» (Araf, 190.) âyetinde şöyle dediğini rivâyet etmiştir: Bu âyet, Âdem aleyhisselâm ile ilgili âyetten ayrı, Arapların ilahlarına mahsus bir âyettir.

Abdurrezzâk b. Hammâm şöyle der: Bize İbn-i Uyeyne rivâyet ederek, Sadakat'ubnu Abdillah b. Kesir el-Mekkî'nin, Suddi'den şöyle naklettiğini duydum. Suddî şöyle demiştir. Bu, hem mevsûl, hem de mefsûl âyetlerdendir.

İbn-i Ebî Hâtim: Bize Aliyyu'bnu'l-Hüseyin, o Muhammed b. Ebî Hammâd, o Mihrân, o Süfyan, o Suddî, o da Ebû Mâlik'den şöyle dediğini rivâyet eder: Bu âyet, mefsûldür. Evlâd hususunda Hazret-i Âdem ve Havva'nın Allah'a itaatlarını gösterir. ***** âyeti ise, Resûlüllah'ın kavmine hitabıdır. Bu rivâyeti duyunca, içimdeki düğüm çözüldü ve bu zorluk üzerimden kalktı. Hazret-i Adem ve Havva'nın kıssası ***** âyetinde sona erdiği, vuzuha kavuştu. Âyetin bundan sonraki kısmının da Araplara ve onların puta tapmalarına ait olduğu ortaya çıktı. Zamirin tesniye sigasından cemi sigasına dönmesi, bunu açıklar. Şayet bir tek kıssa olsaydı, Araf sûresinin şu 189-190. âyetlerinde olduğu gibi:

***** «Rableri Allah'a dua ettiler: Eğer bize iyi, güzel bir çocuk verirsen elbette şükredenlerden olacağız, dediler. Fakat Allah onlara iyi, güzel bir çocuk verince, Allah'ın kendilerine verdiği şeyde O'na ortak koşmağa başladılar.» derdi. Keza bundan sonraki ***** «Hiçbir şey yaratmayan, kendileri yaratılan şeyleri (Allah'a) ortak mı koşuyorlar?» (Araf, 191.) âyetinin tamamında geçen bütün zamirler, tesniye sigasında olurdu. Bu gibi zorluklardan kurtulma ve uzaklaşma yolları, Kur’ân'ın kendi üslûbunda mevcuttur.

***** «..Oysa onun tevilini Allah'dan başkası bilmez, ilimde ileri gidenler...» (Âl-i İmran, 7.) âyeti, bu konuda bir başka misaldir. ***** kelimesinden önceki vav vasi harfi olursa, «ilimde rusûh sahibi olanlar te'vilini bilir..» mânası çıkar. Eğer fasl harfi olursa, durum aksine olur. İbn-i Ebî Hâtim, Ebû Şa'sa ve Ebû Nuheyk'in şöyle dediklerini rivâyet ederler: Siz bu âyeti vaslediyorsunuz. Halbuki bu, münkatıdır, Âyetin, müteşabih âyetlere uyanları zemmetmesi ve onları eğrilikle nitelemesi bunu teyid eder.

***** «Yeryüzünde sefere çıktığınızda inkâr edenlerin size bir kötülük yapmalarından korkarsanız, namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur...» (Nisâ, 101.) âyeti de bu konuda başka bir misaldir. Âyetin zâhiri, namazın kısaltılmasının korkuya bağlı olduğunu, güven içinde iken kısaltılmamasını gerektirir. Hazret-i Âişe dahil olmak üzere, âyetin zâhirine dayanarak bir grup ulema, bu kanaatta olduğunu ifade etmişlerdir. Âyetin sebebi nüzûlü bunun hem mevsul hem de mefsûl âyetlerden olduğunu gösterir. İbn-i Cafer Hazret-i Ali'nin şöyle dediğini rivâyet eder: Beni Neccar'dan bir cemaat Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek şöyle dediler: Ya Resûlallah, biz çokça sefere çıkıyoruz. Namazı nasıl kılalım? Bunun üzerine Cenabı Hak: ***** «Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur.» âyetini indirdi. Sonra vahiy kesildi. Aradan bir sene geçince Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir savaşa çıktı. Savaş esnasında öğle namazına durunca, müşrikler; Muhammed ve Eshâbı size, kendilerini arkadan vurmanız için imkân verdiler. Üzerlerine neden yürümezsiniz? dediler. Aralarından biri: Onların bir o kadarı daha arkalarında hazır beklemektedir, deyince, iki namaz arasında:

***** «Kâfirlerin size kötülük yapmasından... korkarsanız...» âyeti ***** ye kadar nâzil oldu. Böylece korku namazı tayin edildi. Bu hadisden anlaşıldığı üzere âyetteki ***** sözü, namazı kısaltmak için değil, kendisinden sonra gelen korku namazı için şarttır.

İbn-i Cerîr; şayet âyette ***** kelimesi olmasaydı bu tefsir, âyetin güzel bir tefsiri olurdu, der.

1176 İbnu'l-Feres; vav harfinin zâid kabul etmek kaydıyle, ***** ile birlikte bu tefsirin doğru olduğunu, söyler.

Ben derim ki; âyette iki şart ***** ve ***** bir araya gelmiştir. En doğrusu, ziyadeliğine cevaz verenlerin sözüne dayanarak ***** yı zâid kabul etmektir.

İbnu'l-Cevzî, tefsirinde şöyle der: Arablar bir kelimenin yanına birbirine yakınlığı olmadığı halde sanki onunla aynı mânadaymış gibi, diğer bir kelimeyi de getirirler. ***** «'Sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor, ne buyurursunuz.'» (Araf, 110.) âyetindeki söz, bir topluluğun sözüdür. Aynı âyette ise Firavn'un, ***** «...ne buyurursunuz.» ifadesi geçmektedir.

***** «..Ben onun nefsinden murat almak istedim. O tamamen doğrulardandır.» (Yusuf, 51-52.) âyetlerinden, Aziz'in karısının sözü sona ermiştir. Yusuf aleyhisselâm da ***** «..bu, benim hainlik etmediğimin bilinmesidir...» diye cevapta bulunmuştur.

Buna bir başka misal de: ***** «...Hükümdarlar bir ülkeye girdiler mi, orayı bozarlar, halkının şereflilerini zelil ederler..»(Neml, 34.) âyetidir. Saba Melikesinin sözü burada sona eriyor. Allah'da: ***** «(Evet) öyle yaparlar.) buyuruyor.

Bir diğer misal de: ***** «...bizi yattığımız yerden kim kaldırdı.» (Yasin : 52.) âyetidir. Bu âyetle küffâr'ın sözü son bulur. Melekler ***** «...İşte Rahmân'ın vaadettiği şey budur.» diye cevap verirler.

İbn-i Ebî Hâtim; Bu âyet hakkında Katâde'nin şöyle dediğini rivâyet eder: Kur’ân'da bir âyet vardır ki, evveli dalalet ehli, sonu da hidayet ehlinin diliyle nâzil olmuştur. Dalâlet ehlinin sözü ***** «..Vay bize, bizi yattığımız yerden kim kaldırdı?..» âyetidir. Yeniden dirildiklerinde hidayet ehlinin sözü de: ***** «-işte Rahmân'ın vaadettiği şey budur. Demek peygamberler doğru söylemiş!.» âyetidir.

Yine İbn-i Ebî Hâtim; ***** «..Hem bilir misiniz o (mucize) gelmiş olsa da onlar yine inanmazlar.» (Enâm, 109.) âyetinde Mücahid'in şöyle dediğini rivâyet eder Âyet gelse bile, onların îman edeceklerini nereden biliyorsunuz? Bu durumlarına karşılık Cenâb-ı Hak: ***** «..O(mucize) gelmiş olsa da onlar yine inanmazlar.» âyetiyle durumlarını bildirmiştir.