EL-İTKÂN | MÜFESSİRİN BİLMESİ GEREKEN ÖNEMLİ KAİDELER


 

42 - MÜFESSİRİN BİLMESİ GEREKEN ÖNEMLİ KAİDELER

1- Zamirlerle İlgili Kaideler

İbnu'l-Enbari, Kur'anda mevcut zamirlerle ilgili iki ciltlik bir eser telif etmiştir. Cümlede zamir kullanmanın asıl sebebi, cümleyi kısaltmaktır. Mesela, ***** «...Allah bunlar için bağış ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.» (Ahzâb, 35.) âyetindeki ***** zamirinin ifade ettiği kimseleri Cenab-ı Hak açıkça zikretmiş olsaydı, bunun yerine yirmi beş isim vermesi gerekecekti. ***** «Mü'min kadınlara söyle: 'Gözlerini haramdan sakınsınlar...» (Nur, 31.) âyeti de bunun gibidir. Mekkî şöyle der Kur'anı Kerimde bu âyette olduğu kadar hiçbir âyette yirmi beş zamir bir arada bulunmamıştır. Bu yüzden mazeret olmadıkça muttasıl zamirden munfasıl zamire dönülmez. Mesela zamirin ***** «Ancak Sana ibadet ederiz» (Fâtiha, 5.) âyetinde olduğu gibi ibtida veya ***** «Rabbin yalnız kendisine ibadet etmenizi emretti...» (İsra, 23.) âyetinde olduğu gibi ***** istisna edatından sonra munfasıl olarak gelmesi, mazeretten dolayıdır.

2- Zamirlerin Mercii

Her zamirin mutlaka bir mercii vardır, ***** «...Nuh oğluna seslendi...» (Hud, 42.) ***** «...Adem, Rabbinin buyruğuna karşı geldi...» (Tâhâ, 121.) ***** «...elini çıkarsa nerdeyse onu dahi göremez...» (Nur, 40.) âyetlerinde olduğu gibi zamir, kendisinden önceki kelimeye,

Veya ***** «...adil davranın takvaya yakışan budur...» (Maide, 8.) âyetinde olduğu gibi, muhtevaya uygun olarak gelmiştir. Bu âyetteki ***** zamiri, ***** mânasını ihtiva ettiğinden ***** kelimesinin yerini tutmaktadır.. ***** «...akrabalar, öksüzler, yoksullarda (miras) taksiminde hazır bulunursa bir şeyler vererek onları da ondan rızıklandırın...» (Nisâ, 8.) âyetindeki ***** kelimesinin .zamiri, yapılan taksimin delaletiyle taksim edilenin yerini tutmaktadır.

***** «Muhakkak ki onu biz indirdik.» (Kadr, 1.) âyetinde olduğu gibi zamir, zaruri olarak merciine delalet eder. Bu da Kur'an kelimesidir. Âyetteki inzal zamirinin, zaruri olarak Kur'an kelimesinin yerine geçtiğini gösterir. ***** ***** «..Ama kim (yani katil) kardeşi tarafından affedilirse, o zaman uygun olanı yapması güzelce onu (diyeti) ödemesi gerekir...» (Bakara, 178.) âyetindeki ***** fiili, affedenin varlığını gerektirir. Bu yüzden ***** deki zamir, zaruri olarak bu fiile rücû eder.

***** «Bu yüzden Musa içinden bir korku duydu.» (Tâhâ, 67.) ***** «...suçlulara günahlarından sorulmaz.» (Kasas, 78.) ***** «O gün ne insana ne de cinne günahından sorulmaz.» (Rahmân, 39.) âyetinde olduğu gibi zamirler, cümledeki yerine göre değil, lâfzan müteahhir olan kelimeye uygun olarak gelmiştir

Şan ve kıssa zamiri, ***** ve ***** fiilleri ile tenazu babında, hem lâfzan hem de cümledeki yerine göre sonra gelen kelimeye uygun şekilde kullanılmıştır.

***** «Ya can boğaza dayandığı zaman?» (Vâkıa, 83.) ***** ***** «Hayır, ne zaman ki canı köprücük kemiklerine dayanır» (Kıyame, 26.) âyetlerinde olduğu gibi, zaruri olarak müteahhir kelimeye delalet etmek üzere gelmiştir. Bu iki âyette ruh veya nefis kelimeleri, ***** ve ***** kelimelerinin delaletiyle gizlenmiştir. ***** «..nihayet atlar perdenin arkasında gizlendi.» (Sâd, 32.) âyetinde ise ***** kelimesinin, delaletiyle, ***** kelimesi muzmar olmuştur.

***** «(yer) üzerinde bulunun her şey yok olacaktır.» (Rahmân 26.) ***** «...yer yüzünde hiçbir canlı varlık bırakmazdı...» (Fâtır, 45.) âyetlerinde görüldüğü gibi zamir, dinleyenin, anlayabileceği düşüncesiyle, zâhir ismin yerine getirilmiştir. Bu âyetlerde arz ve dünya kelimeleri gizlenmiştir. ***** (Nisa, 11.) âyetindeki' zamir, önceden zikri geçmeyen ***** "ölenin" kelimesinin yerine gelmiştir.

Zamir bazan mânâsı dışında, mezkur olan lâfza raci olur. ***** «Bir canlıya ömür verilmesi de, onun ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitapta yazılıdır.» (Fâtır, 11.) âyeti buna misaldir. Yani, bir başkasına verilen ömür, uzun ömür verilenin ömründen eksiltmez demektir.

Zamir bazan önceden geçen kelimenin bir kısmına raci olur. ***** ***** «Allah size, çocuklarınızın (alacağı miras) hakkında, erkeğe kadının payının iki mislini tavsiye eder...»'Nisa, 11.), ***** dan sonra ***** «kocaları da bu arada barışmak isterlerse, onları geri almaya daha çok hak sahibidirler.» (Bakara, 228.) âyetleri buna misaldir. Bu son âyetteki ***** kelimesi, rici' talak ile boşanan kadınlara mahsustur, halbuki bu kelimeye dönen zamir, hem bunlar, hem de diğerlerine racidir.

Zamir bazan mânaya döner. ***** «ölenin iki kız kardeşi varsa.» (Nisâ, 176.) kelâle âyeti buna misaldir. Âyetteki tesniye, zamirin kendisine döneceği kelime, önceden geçmemiştir. Ahfeş burada şu açıklamada bulunur Âyetteki kelâle kelimesi, müfred, tesniye ve cemi mânasındadır. Bu yüzden, mânaya hamledilerek ***** ismi mevsulü, yerini tutan cemi zamiri geldiği gibi, aynı şekilde kelâle'nin mânasına hamledilerek âyetteki zamir, tesniye gelmiştir

Zamir bazan bir şeyin lâfzına döner, bu şeyden de cins murad edilir. Zemahşerî; ***** «...(şahitlik ettiğiniz kimseler) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah, ikisine de daha yakındır.» (Nisa, 135.) âyetini buna misal getirir. Âyetteki ***** 'ister zengin ister fakir olsun' kelimelerinin delaletiyle zamir, zengin ve fakir cinsine racidir. Eğer, sözü söyleyene dönmüş olsaydı, zamir müfred olurdu.

Cümlede bazan iki şey zikredilir, zamir bunlardan birine döner. Bu durumda zamirin mercii, ekseriyetle ikinci kelime olur. ***** «Sabırla, namazla yardım dileyin, şüphesiz bu (Allah'a) saygı gösterenlerden başkasına ağır gelir. (Bakara, 45.) âyeti buna misaldir. Âyetteki zamir ***** kelimesine racidir. ***** fiilinin mefhumundan hareketle ***** kelimesine raci olduğu da söylenir. ***** «Güneşi ışık, ayı nur yapan, yılların sayısını ve (vakitlerin) hesabını bilmeniz için ay(a dolaşma) konaklar(ı) düzenleyen O'dur.» (Yunus, 5.) âyeti de buna misaldir. Âyetteki zamir ***** kelimesine racidir. Çünkü aylar, ayın menzili ile bilinir. ***** «...Halbuki inanmış olsalardı, Allah'ı ve Resulünün hoşnud etmeleri daha uygundu.» (Tevbe, 62.) âyetinde ***** fiiline bitişen zamir, tesniye olması gerekirken müfred halde gelmiştir. Çünkü Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kullan imana davet ettiği, onlara doğrudan muhatab olduğundan, Resulün rızası Allah'ın rızasını gerektirir.

Zamir bazan, tesniye olarak gelir, zikredilen iki husustan birine rücu eder. ***** «ikisinden de inci ve mercan çıkar.» (Rahmân, 22.) âyeti buna misaldir. Lu'lu' ve mercan bunlann birinden çıkar.

Zamir bazan bir kelimeye bitişik olarak gelir, fakat başka kelimeye ait olur. ***** «Andolsun biz insanı çamurdan (meydana gelen) bir süzmeden yarattık.» (Mü'minûn, 12.) âyetindeki insandan Hazret-i Adem kasdedilmişken ***** «Sonra onu bir nutfe (sperm) olarak sağlam bir karar yerine koyduk.» (Mü'minûn, 13.) âyetindeki zamirden de, adem oğlu kasdedilmiştir. Çünkü Hazret-i Adem, meniden yaratılmamıştır.

Buraya kadar verilen misallerde istihdam sanatı görülür. *****

***** «Ey îman edenler, açıklandığında hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın.» (Maide, 101.) âyetinden sonra ***** âyetindeki zamir, önceki âyetteki ***** lâfzının mefhumundan anlaşılan başka şeylere de racidir.

Zamir bazan birbirine yakîn iki mânadan birine döner. ***** (Nâziat, 46.) âyeti buna misaldir. Âyetteki zamir, akşamın kuşluğu olmadığından o günün kuşluğuna racidir.

Zamir bazan, görülmeyen hissî bir mânaya bağlı olur. Halbuki gerçek, bunun aksidir. ***** «..Bir şeyi yaratmak istedi mi, ona sadece 'ol' der, o da hemen oluverir.» (Bakara, 117.) âyetindeki ***** zamiri ***** kelimesine racidir, halbuki bu durum henüz gerçekleşmiş değildir. Fakat zuhuru Allah'ın ilminde malûm olduğundan, mevcudiyeti müşahede edilen bir gerçek mesabesindedir.

3- Zamirle ilgili Önemli İki Kaide

a- Zamirde esas olan, en yakın kelimeye bağlı olmasıdır. Bu yüzden ***** «Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar.» (Enam, 112.) âyetindeki zamirin en yakına dönmesi için, birinci meful tehir edilmiştir, ancak meful, muzaf - muzafun ileyh durumunuda olursa, zamir en yakın kelimeye dönmez. Bu durumda zamirde asıl olan, muzafa dönmesidir; çünkü söz konusu olan kelime, muzaftır, ***** ***** «Allah'ın nimetlerini saymakla bitiremezsiniz..» (İbrahim, 34.) âyeti buna misaldir. Zamir bazan da muzafun ileyh'e döner. ***** ***** «..Musa'nın tanrısına çıkıp bakayım; çünkü ben onu (Musa'yı peygamberlik davasında) yalancı sanıyorum.» (Gâfir, 37.) âyeti buna misaldir.

***** «..yahut domuz eti ki pistir..» (Enam, 145.) âyetindeki zamirde ihtilaf edilmiştir. Bunu Bazıları muzaf'a Bazıları da muzafun İleyh durumundaki kelimeye bağlamıştır.

3561 b- Dağınıklıktan sakınmak için zamirin, merciine uygun olması gerekir. Bu yüzden Bazı ulema ***** «Onu sandığa koy, suya at; su onu sahile bıraksın..» (Tâhâ, 39.) âyetindeki ikinci ***** fiilinin zamirini Tâbut'a birinci fiildekini ise Hazret-i Musa'ya göndermiştir. Zemahşerî bu görüşe, Kur'an'ın îcâzına ters düştüğünden katılmamış, âyetteki zamirlerin Hazret-i Musa'ya döndüğünü söylemiş, zamirlerden birinin Hazret-i Musaya, diğerinin Tâbut'a gönderilmesini, nazmıyle muciz olan Kur'an'a ters düştüğünden büyük hata saymıştır. Zamirlerin gerçek merciini tesbit etmek müfessirin en önemli vazifelerinden biridir, demiştir.

***** Allaha ve Resulüne inanasınız, O'nun (dinini) destekleyesiniz. Ona saygı gösteresiniz ve sabah akşam 0nu tesbih ed(ip şanını yücelmesiniz...» (Fetih, 9.) âyetinde Zemahşerî, zamirlerin Allahu Teâlâ'ya raci olduğunu, Allah'a destek olmanın, dinine ve Resulüne destek olma mânasına geldiğini, âyetteki zamirleri ayıranın, bu mânadan oldukça uzaklaşacağını ifade eder.

***** «...ve onlar hakkında bunlardan hiç birine bir şey sorma.» (Kehf, 22.) âyetindeki ***** in Asahab-ı Kehf'e ***** un da, Yahudilere ai t olduğunu söylemiştir. ***** «Elçilerimiz Luta gelince onlar yüzünden kaygılandı...» (Hud, 77.) âyeti de aynen böyledir.

İbn-i Abbâs hazretleri bu âyetin tefsirinde: Lût (aleyhisselâm) kavminin kötülük yapmasından endişelendi; misafirleri sebebiyle kalbi daraldı, mânasını vermiştir.

Süheylî'nin ulemadan yaptığı nakle göre ***** (Tevbe, 40.) âyetinde geçen on iki zamirden, Hazret-i Ebû Bekir'e aid olan biri müstesna, hepside Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) racidir. Çünkü sekinet Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) değil, Hazret-i Ebû Bekire gelmiştir. Âyetteki ***** fiilinin zamiri, Allah'a racidir.

***** «...bunlardan dördü haram (ay) lardır.» (Tevbe, 36.) âyetinde görüldüğü gibi, zıddiyetten sakınmak için zamirler değişik gelebilir. Bu âyetteki zamir, on iki sayısına, ***** «...0 aylar içinde kendinize zulmetmeyin...» (Tevbe, 36.) âyetindeki ise, dört sayısına racidir. Zamirin bu âyette cemi sigasıyla gelişi, önceki zamirin merciine muhaliftir.

4- Fasıl Zamiri

Mütekellim, muhatab, gaib, müfred ve benzeri sigalarda, önceki kelimeye uygun olarak merfu sigasıyla gelen zamirdir. ***** «işte bunlar felaha kavuşanlardır.» (Bakara, 5.), ***** «Biziz o saf saf dizilenler biz.» (Saffât, 165.) ***** «...fakat Sen beni vefat ettirince onları gözetleyen sen oldun.» (Maide, 117.), ***** ***** «Kendiniz için verdiğiniz hayırları, Allah katında verdiğinizden daha hayırlı ve mükâfatça daha büyük bulacaksınız.» (Müzzemmil, 20.) ***** «..gerçi sen beni malca ve evlatça senden az görüyorsun ama...» (Kehf, 39.) ***** «...işte kızlarım, onlar sizin için daha temiz...» (Hud, 78.) âyetlerinde görüldüğü gibi, mübtedadan sonra, veya aslı mübteda olan kelimeden sonra veya haberden önce gelir.

Ahfeş, bu zamirin hal ile sahib-i hal arasına gelebileceğini söyler, mansub kıraata göre okunan ***** âyetini buna misal getirir.

el- Cürcani bu zamirin muzari fiilden önce gelebileceğini söyler, buna ***** «İlkin var eden, sonra geri çevirip yeniden yaratan O'dur.» (Burûc, 13.) âyetini misal getirir. Ebû'l-Bekâ ise ***** «...ve onların tuzağı bozulacaktır.» (Fatır, 10.) âyetinin buna ayn bir misal olduğunu söylemiştir. .

Fasıl zamirinin irabda mahalli yoktur; cümlede üç ayrı vazifesi vardır.

a- Kendisinden sonraki kelimenin tâbi değil, haber olduğunu bildirir.

b- Cümleyi tekid eder. Bu yüzden Kûfe uleması buna, sözü kuvvetlendirdiği için ***** adını vermişlerdir. Buna dayanarak Bazıları, mübtedaya bağlı zamirle, fasıl zamirinin birlikte gelemiyeceğini söylemişlerdir. Bu bakımdan ***** 'Faziletli olan Zeyd'in kendisidir.' denemez.

c- İhtisas ifade eder.

Zemahşerî ***** 'Felaha kavuşanlar işte onlardır' âyetinde bu üç mânanın mevcut olduğunu zikrederek ***** zamiri, sonraki kelimenin sıfatı değil, haber olduğunu, cümleyi tekid ettiğini, haberi mübtedaya tahsis ettiğini ifade eder.

5- Kıssa ve Şân Zamirleri

Bu zamire meçhul zamiri adı da verilir. İbn-i Hişam «e l - M u ğ n i» adlı eserinde, bu zamirin beş yönden kıyasa muhalif olduğunu söyler:

a- Kendinden sonraki ifadeye zarurî olarak dönmesidir. Bu yüzden, kendisini tefsir eden cümle veya bir kısmının, önceden gelmesi gerekir.

b- Kendisini tefsir eden ifade, ancak cümle olur.

c- Bu zamir herhangi bir tabiye bağlı kalmaz. Ne tekid eder, ne kendisine atf edilir, ne de kendisinden bedel yapılır.

d- Bu zamirin amili, ya mübteda, ya da mübtedanın önüne gelen amillerdir.

e- Zamir sadece müfred olarak gelir. ***** «De ki: O Allah birdir.» (İhlâs, 1.) ***** «...inkâr edenlerin gözü birden donup kalır...» (Enbiya, 97.) ***** «...zira gözler kör olmaz...» (Hac, 46.) âyetleri bunlara misaldir.

Bu zamirin vazifesi, önceden mübhem olarak zikredilip sonra da açıklanan bir sözün yüceliğini ve değerini göstermektir.

İbn-i Hişam şöyle der: Zamirin, şan zamiri dışında bir zamire hamli mümkün olduğunda, bu zamirin şan zamiri olması gerekmez. Bu yüzden Zemahşerînin ***** «...O sizi görür...» (Araf, 27.) âyetinde ***** nin ismini şân zamiri olarak kabul etmesi, zayıf görülmüştür. En doğrusu bu zamiri, âyetteki şeytan kelimesine göndermektir. Bu esası, aynı âyette geçen ***** kelimesinin mansub okunuşu teyid eder. Bu bakımdan şan zamirine atıf yapılmaz.

6- Âkıl ve Gayrı Âkıl Cemî Kelimelere Ait Zamirler

Akil olan cemi müennes kelimelerin zamiri, ister cemi killet, ister cemi kesret olsun umumiyetle cemi sigasıyla gelir. ***** «Anneler, çocuklarını (emzirmeyi tamamlamak isteyen kimse için) tam iki yıl emzirirler...» (Bakara, 233.) ***** «Boşanmış kadınlar, üç hayız müddeti kendilerini gözetlerler..» (Bakara, 228.) âyetlerinde cemi sigasiyle, ***** «temiz zevceler.» (Bakara, 25.) âyetinde ise ***** «temiz hanımlar» şekli kullanılmadan müfred sigasıyla gelmiştir.

Âkil olmayan cemi müenneslere ait olan zamir, ekseriyetle cemi kesretlerde müfret, cemi kılletlerde de cemi sigasiyle gelir. Bu iki özellik ***** «...Allah katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır...» (Tevbe, 36.) âyetinde bir arada bulunmaktadır. ***** daki müfred zamir, cemi kesret kelime olan aylara ***** «...o aylarda kendinize haksızlık etmeyin...» âyetinde ise, cemi sigasiyle gelen zamir, cerri killet kelime olan ***** terkibine döner.

Ferrâ bu kaide ile ilgili şu latif açıklamada bulunur. On ve onun üstündeki sayılarda temyiz müfred geldiğinden, cemi kesretlerde de müfred, on sayısından önceki sayılarda temyiz cemi sigasıyla geldiğinden, cemi kılletlerde de zamir, cemi sigasiyle gelir.

7- Lafız ve Mânaya Göre Kullanılan Zamirler

Lafız ve mânaya uygunluğu olan cümlelerde zamirler, önce lâfza sonra mânaya hamlolunur. Kur'an'da mevcut olan da budur. ***** «İnsanlardan bir kısmı şöyle der... halbuki onlar îman etmemişlerdir.» (Bakara, 8.) âyetinde zamirler, lâfza bağlı olarak önce müfred, sonra da bağlı olarak cemi sigasıyle gelmiştir. ***** «İçlerin­den Seni dinleyenler vardır. Fakat, biz onu anlamalarına engel olmak için kalblerinin üstüne örtüler ...koyduk...» (Enâm, 25.), ***** «İçlerinden öylesi var ki: 'Bana izin ver, beni fitneye düşür­me der' iyi bilin ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdir...» (Tevbe, 49.) âyetleri de bunun gibidir.

Şeyh Alemuddin el-lraki şöyle der: Kur'an-ı Kerim'de zamirin önce mâna sonra da lâfza hamledildiği ancak bir âyette görülür. Bu, ***** «Dediler ki: 'Bu hayvanların karınlarında olanlar, yalnız erkeklerimize aittir..» (Enam, 139.) âyetidir. Bu âyette ***** nın mânasına hamlen ***** kelimesi müennes gelmiş, sonra da lâfzına uyularak ***** kelimesi müzekker gelmiştir.

3579 İbnu'l-Hâcib, «E m â l i» adlı eserinde şöyle der: Zamir lâfza hamledilirse bundan sonra mânaya hamli caiz olur. Mânaya hamledilirse, bundan sonra lâfza hamledilmesi zayıf düşer. Çünkü mâna lafızdan daha kuvvetlidir. Lafız dikkate alındıktan sonra, zamirin mânaya hamledilmesi mümkün olduğu halde kuvvetli mânayı dikkate aldıktan sonra zamirin zayıf lâfza hamledilmesi, mümkün görülmemektedir.

İbn-i Cinnî «e l - M u h t e s i b» adlı eserinde şöyle der: Zamirin lâfza hamlinden sonra mânaya hamli caizdir. ***** «Kim Rahmânın zikrini görmezlikten gelirse, ona bir şeytanı sardırırız;' artık o, onun arkadaşı olur. O (şeytan)lar, bunları doğru yoldan çıkardıkları halde bunlar doğru yolda olduklarını sanırlar.» (Zuhruf, 36-37.) âyetleri ile ***** «Kıyamet günü bize geldiği zaman.» (Zuhruf, 37.) âyetini buna misal getirmiştir. Birinci âyetteki zamirler lâfza, ikincidekiler mânaya, ûçüncüdekiler ise tekrar lâfza hamledilmiştir.

Mahmud b. Hamza, «K i t a b u' l - A c a i b» adlı eserinde şöyle der: Bazı nahiv uleması, zamirin lâfza hamlinden sonra mânaya hamlinin caiz olmadığı görüşündedir. Fakat Kur'an-ı Kerim'de bunun aksini gösteren âyet mevcuttur. Bu: ***** «orada ebedi kalacaklardır. Allah ona gerçekten ne güzel rızık vermiştir.» (Talak, 11.) âyetidir. İbn-i Hâleveyh, «K i t a b u L e y s e» adlı eserinde şöyle der:***** ve benzerlerine ait zamirlerdeki kaide, lafızdan mânaya, müfredden cem'e, müzekkerden müennese, geçiş yapmaktır. ***** «Fakat sizden kim Allah'a ve Resulüne itaate devam eder ve yararlı iş yaparsa ona da mükâfatını iki defa veririz..» (Ahzâb, 31.), ***** «Hayır, kim işini güzel yaparak özünü Allah'a teslim ederse onun mükâfatı, Rabbi yanındadır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.» (Bakara, 112.) âyetleri buna misaldir. Nahiv ulemasının üzerinde ittifak ettiği görüş budur.

İbn-i Hâleveyh şunu da ilâve eder: Ne Arapların sözünde, ne Arap dilinde İbn-i Mücahid'in misal getirdiği: ***** (Talak, 11.) âyet hariç, zamirin mânaya hamlinden sonra, lâfza hamli görülmemiştir.***** ve ***** fiillerindeki zamir müfred iken, ***** kelimesinde cemi olarak gelmiş, sonra da ***** 'Allah ona gerçekten ne güzel rızık vermiştir.' âyetinde müfrede dönmüştür.

8- Müzekkerlik ve Müenneslik

3584 Müennes, hakiki ve gayri hakiki olmak üzere iki kısımdır a- Hakiki müennes kelimenin fiiline bitişen müenneslik tâ'sı, fasıl olmadıkça hazfedilmez. Fasıl olduğunda hazfi caizdir, fasıllar çoğaldıkça hazif de buna bağlı olarak çoğalır. Cemi hâli olmadıkça, hakiki müennesle birlikte fiildeki müenneslik ta'sının sabit kalması evladır.

b- Gayri hakiki müennes kelimenin fiildeki müenneslik ta'sının fasıl halinde hazfı yerinde olur. ***** «...kime Rabbinden bir öğüt gelirde..» (Bakara, 275.), ***** «..sizin için ibret vardı..» (Âl-i imrân, 13.) âyetleri buna misaldir. Fasıl çoğaldıkça hazfin de çoğalması, cümleye akıcılık kazandırır. ***** «Zulmedenleri de o korkunç ses yakaladı...» (Hud, 67.) âyeti buna misaldir. Fiilde müenneslik ta'sının kalması da uygundur. ***** «...o zulmedenleri de o korkunç ses yakaladı..» (Hud, 94.) âyeti buna misaldir. Her iki özellik aynı sûrede birlikte gelmiştir. Bazı ulema hazfi tercih etmiş, her iki âyetin aynı sûrede bulunması ve Allahu Tealânın önceki âyetteki bu ta'yı hazfetmesini delil göstermişlerdir.

Zâhirine isnad etmek suretiyle fasıl olmaksızın hazfi de caizdir. Şayet zamirine isnad edilmişse, caiz olmaz.

Mübteda ile haber arasında zamir veya ismi işaret gelir, biri müzekker diğeri müennes olursa zamir ve ismi işarette müzekkerlik veya müenneslik caiz olur. ***** «...dedi: "Bu Rabbimden (kullarına) bir rahmettir."..» (Kehf, 98.) âyeti buna misaldir. Bu âyette, haber müennes olmasına rağmen mübteda takaddüm ettiğinden, ism-i işaret müzekker gelmiştir. ***** «...Rabbinden sana (verilen) iki delildir...» (Kasas, 32.) âyetinde, müşarun ileyh olan ***** ve ***** müennes kelimelerine rağmen, haber durumundaki ***** kelimesinin müzekkerliği sebebiyle, ismi işaret müzekker olarak gelmiştir.

Bütün cins isimler, cinsine hamlen müzekker, çokluğa hamlen müennes gelmesi caizdir. ***** «...hurma kütükleri gibi yere serilmiş...» (Hakka, 7.), ***** «...sökülmüş hurma kütükleri gibi...» (Kamer, 20.) ***** «...zira o inek bize benzettiğimiz gibi geldi...» (Bakara, 70.) bir kıraata göre bu kelime ***** şeklinde okunmuştur.***** «Gök onun dehşetinden yarılır...» (Müzzemmil, 18.), ***** «Gök yarıldığı zaman.» (infitar, 1.) âyetleri buna misaldir. Bazı ulema ***** «...hoş bir rüzgarla alıp götürdüğü...» (Yunus, 22.) ***** «Süleyman'ın emriyle de fırtına akıp giderdi...» (Enbiya, 81.) âyetlerini bu kabilden saymışlardır.

***** «...onlardan kimine Allah hidayet etti, onlardan kimine de sapıklık hak oldu...» (Nahl, 36.) âyeti ile ***** «(O), bir topluluğu doğru yola iletti, bir topluluğa da sapıklık müstahak oldu...» (Araf, 30.) âyeti arasındaki farkın ne olduğu sorulduğunda, buna lafzî ve manevi olmak üzere iki yönden cevap verilmiştir. Birinci cevap, lafzidir. Lafzilik, ikinci âyette fasıla harfleri olan ***** in çokluğudur. Fasıla harfleri fazla olursa, hazif çoğunlukla yapılır. lkincisi de manevidir.

***** cümlesindeki ***** cemaat mânasındadır. Bu da lafzen müennestir. Delili de ***** «Andolsun, biz her millet içinde: "Allaha kulluk edin tagûta itaatten kaçının" diye bir elçi gönderdik.»(Nahl, 36.) âyetindeki ***** lâfzıdır Cenabı Hak bu cümleden sonra ***** buyurmuştur o ümmetlerden demektir. Şayet Cenab-ı Hak âyette ***** yerine ***** buyursaydı, fiil müennes olarak gelirdi. Çünkü bu iki fiil, aynı mânadadır. Her iki mâna aynı olunca, müenneslik ta'sının varlığı yokluğundan daha uygun olur. Zira müenneslik tâ'sı, bu mânada olan her kelimede mevcuttur. Fakat, ***** (Araf, 30.) âyetindeki ***** kelimesi müzekkerdir. Şayet Allahu Tealâ, ***** buyursaydı, fiil, müenneslik alâmeti almazdı, ***** âyeti de bu durumda olduğundan, fiili müzekker gelmiştir.

Bu özellik, Arap dilinin inceliklerinden biridir. Eğer bir kelimenin lazımi bir hükmü yoksa Araplar lâfzın gereği olan hükmü, dillerinin yapısına bırakmışlardır.

9- İsimlerde Marife ve Nekrelik

3592 İsimlerdeki bu iki özellikten her birinin, farklı yerleri vardır. Kelimenin nekre oluşu, değişik sebeplere dayanır.

a- Vahdet bildirir. ***** «Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi.» (Kasas, 20.) ***** «Allah, bir misal getirdi: Birbiriyle çekişen bir çok ortakların sahip olduğu bir adam ile yalnız bir kişiye bağlı bir adam...» (Zümer, 29.) âyetlerinde olduğu gibi ***** kelimesinin bir tek kişi mânasına geldiği görülür. .

b- Nev'i bildirir. ***** «Bu bir hatırlatmadır...» (Sâd, 49.) ***** «...gözlerinde de perde vardır...» (Bakara, 7.) ***** ***** «Onları insanların hayata en düşükünü... bulacaksın...» (Bakara, 96.) âyetleri buna misaldir. Birinci âyette zikrin bir nevi, ikinci âyette gözleri her hangi bir perdenin örtmediği bir perde ile insanlarca bilinmeyen garip bir perde nevi, üçüncü âyette ise hayatın bir nevi murad edilir. Hayatın nevilerinden biri demek, ilerisi için devamlı bir artış istemektir. Bu istek, ne geçmişe, ne de şimdiki zamana bağlıdır.

***** «Allah her canlıyı sudan yarattı...» (Nur, 45.) âyeti, hem vahdet, hem de nevi mânasında olması muhtemeldir. Yani, hayvan nevilerinden her birini su nevilerinden her biriyle, hayvanlardan her birini de, nutfelerden her biriyle yarattık, demektir.

c- Tayin ve tarifi mümkün olmayan bir azamet bildirir, ***** «...Allaha harb ilan edin...» (Bakara, 279.) ***** «...onlara can yakıcı bir azap vardır.» (Bakara, 10.) ***** «Doğduğu günde ona selam olsun...» (Meryem, 15.) ***** «ibrahim'e selam olsun..» (Sâffât, 109.),

***** (Bakara, 25.) âyetleri buna misaldir.

d- Çokluk bildirir. ***** «...bize mutlaka bir ücret var mı?...» (Şuarâ, 41.) âyeti buna misaldir, yani çokca mükâfat demektir. ***** «Eğer seni yalanlıyorlarsa (üzülme) senden önceki elçiler de yalanlandı...» (Fatır, 4.) âyetinde, hem ta'zim hem de çokluk mânasında alınabilir. Yani, çok sayıda yüce peygamberler, demektir.

e- Tarifi mümkün olmayacak derecede kişiliğini alçaltma mânasında, tahkir bildirir. ***** «...Saat nedir, bilmiyoruz, (onu) sadece (bir kuruntu) sanıyoruz, biz ona inanmıyoruz.» (Câsiye, 32.) âyeti buna misaldir. Yani, değeri olmayan hakir bir zandır. Şayet değeri olsaydı, ona uyarlardı. ***** «...onlar ancak zana uyarlar...» (Enâm, 116.) âyetinin delaletiyle bu tutum, onların huyu olduğunu gösterir, ***** «(Allah) onu hangi şeyden yarattı.» (Abese, 18.) âyeti de buna misaldir. Yani hakir bir şeyden demektir. ***** «Nutfeden onu yarattı...» (Abese, 19.) âyeti, bu şeyin ne olduğunu açıklamıştır.

f- Azlık bildirir, ***** «Allahın (onlardan) razı olması ise hepsinden büyüktür...» (Tevbe, 72.) âyeti buna misaldir. Yani Allah'ın azıcık rızası, cennetten daha değerlidir. Çünkü Allah'ın rızası, her saadetin temelidir. Şairin şu beyti buna işaret etmektedir

***** Senden gelen azıcık bir şey bana yeter, ama senin azına az denmez.'

Zemahşerî ***** «Eksiklikten uzaktır O (Allah) ki geceleyin kulunu Mescidi Haram'dan, ....Mescid'i Aksa'ya yürüttü...» (İsra, 1.) âyetini bu kabilden sayar. ***** kelimesine, gecenin çok az bir kısmı mânasını verir.

Bu konuda Zemahşerî'ye; azlığın eksiltmek değil, cinsin kısımlarından birine hamletmektir; böylece, parçalardan birine hamletmek mânası anlaşılır şeklinde, itiraz edilmiştir. «A r u s u' l - E f r a h» adlı eserin sahibi Şeyh Bahauddîn buna şu cevabı vermiştin Âyette geçen gece kelimesinden, gecenin bütünü kasdedildiğini kabul edemeyiz. Aksine, gecenin saatlerinden her birine gece adı verilir.

Sekkâkî, hakikati bildiği halde bilmemezlikten gelmeyi, nekreliğin sebeplerinden sayar. İnsan suretindeki hayvanın size şöyle dediğini duydunuz mu? cümlesinde olduğu gibi, şahsen tanıdığın halde tanımamazlıktan gelmeyi, bu kabilden sayar. Hazret-i Peygamberi tanımıyorlarmış gibi Kâfirlere: Size haber verilecek birini gösterelim mi? sözünde de, tecâhu'l-i arif vardır.

Diğer ulema, ***** «...kendisinde hiç şüphe yoktur...» (Bakara, 2.) ***** «..hacda kadına yaklaşmak yoktur...» (Bakara, 197.) âyetlerinde olduğu gibi, nefyin siyakında bulunan kelimeden umumilik kasdını, ***** «Eğer müşriklerden biri senden aman dilerse...» (Tevbe, 6.) âyetinde olduğu gibi şart durumunda olmasını, ***** gökten tertemiz bir su indirdik.» (Furkan, 48.) âyetinde olduğu gibi nimetlendirmeyi, nekreliğin sebeplerinden sayarlar.

Kelimenin Marife Oluşunun da Çeşitli Sebepler Vardır:

a- Mütekellim, muhatab ve gaib sigasında gelen zamirler marifedir.

b- İlk bakışta dinleyenin zihninde bizzat kendisi olduğunu hatırlatan alem isimler de marifedir. ***** «De ki: O Allah birdir.» (İhlâs, 1.) ***** «Muhammed Allahın elçisidir...» (Fetih, 29.) âyetleri bu kabildendir.

c- Kişilere göre ta'zim veya ihanet kabul edilen kelimeler de marifedir. Yakûb (aleyhisselâm)'ı İsrail lakabıyla zikretmek, ta'zimdir. Bu da, lakablar bahsinde mânası verileceği gibi, Allah'ın sırrı ve mümtaz kulu olması bakımından, ta'zim ve medih ifade eder.

***** «Ebû Leheb'in eli kurusun.» (Tebbet, 1.) âyeti, ihanete misaldir. Âyette Ebû Leheb'in cehennemlik olduğunu gösteren ayrı bir nükte mevcuttur.

d- Dinleyenin zihninde canlı olarak belirmesi bakımından daha mükemmel temyizi sağlayan ismi işaretler de marifedir. ***** «İşte Allah'ın yarattıkları bu(nlar). Görelim bana, O'ndan başka (tanrı dedik) leriniz ne yarattı?...» (Lokman, 11.) âyeti buna misaldir.

e- Dinleyenin ancak hissi bir işaretle temyiz edebileceğini göstermek için kullanılan kelimeler de, marifedir. Yukarıdaki Lokman sûresinin 11. âyeti, buna uygun bir misaldir. Yakınlık ve uzaklık durumunu belirtmek için, birinde ***** 'işte bu', diğerinde de ***** 'şunlar' ***** 'şu' kelimeleri kullanılır.

f- Yakına işaret ederek tahkir mânası ifade eden kelimeler de, marifedir. Küffarın sözleriyle nâzil olan şu âyetler buna misaldir. ***** «...sizin ilahlarınızı diline dolayan bu mu?..» (Enbiya, 36.) ***** «...Allah'ın Peygamber olarak gönderdiği bu mu?» (Furkan, 41.) ***** «Allah bu misalle ne demek istedi?» (Bakara, 26.). Keza ***** «Bu dünya hayatı oyun ve oyuncakdan başka bir şey değildir.» (Ankebût, 64.) âyeti de buna misaldir.

g- Tazim kasdıyla uzağı işaret eden kelimeler de, marifedir. ***** (Bakara, 2.) âyeti buna misaldin Âyetteki Kitab, derecesi yüce olması bakımından, uzağı ifade eden ismi işaretle gelmiştir.

h- Kendinden önce vasfedilenleri zikrettikten sonra buna bağlı olarak gelen ifadenin değer kazandığını gösteren müşarun ileyh de, marifedir. *****

***** «işte onlar, Rablerinden bir hidayet üzeredirler ve umduklarına erenler, işte onlardır.» (Bakara, 5.) âyeti buna misaldir.

ı- Kusurunu örtmek, ihanet etmek veya başka sebeplerden dolayı ismini açıkca zikretmekten kaçınmak için, ismi mevsule ifade edilen isimler de, marifedir. Marifelik kendisinden sadır olan fiil veya sözle, ***** ve benzeri ismi mevsullerle gelir. ***** «Fakat o kimse ki anasına babasına öf size...» (Ahkâf, 17.) ***** «Yusuf'un evinde kaldığı kadın, onun nefsinden murad almak istedi...» (Yusuf, 23.) âyetleri buna misaldir.

İsmi mevsuller bazan umumilik ifade etmek için gelir. ***** «Rabbimiz Allahdır deyip sonra dosdoğru hareket edenler...» (Fussilet, 30.) ***** «Bizim uğrumuzda mücadele verenleri yollarımıza ulaştırırız...» (Ankebût, 69.) ***** «...bana ibadet etmeye tenezzül etmeyenler aşağılık olarak cehenneme gireceklerdir.» (Gâfir, 60.) âyetleri buna misaldir.

İsmi mevsuller bazan ihtisar için gelir. ***** «..Şu kimseler gibi olmayın ki, Musa'ya eziyet ettiler de Allah O'nu onların iftiralarından temize çıkardı...» (Ahzâb, 69.) âyeti buna misaldir. Yani, Hazret-i Musa'ya uzvî bir arızası var diyen Yahudiler demektir. Şayet Cenab-ı Hak bunların isimlerini saymış olsaydı, söz uzardı. Âyetteki ismi mevsul umumilik ifade etmez. Çünkü Beni israil'in hepsi, Hazret-i Musa'ya bu sözü söylememiştir.

i- İsim, harici, zihni veya hudûrî, ahd'e işaret için, elif lâm'la geldiğinde, marife olur. Hakiki veya mecâzi olarak istiğrak ifade eder veya mahiyetini belirtir. Buna dair misaller, edatlar bahsinde geçmişti.

j- İsimler izafetle marife olur. Bu, muzafın değerini artırdığı gibi, marif eliğini en kısa yoldan sağlar. ***** «Senin, benim kullarım üzerinde bir etkinliğin yoktur.» (Hicr, 42.) ***** «...(Allah) kullarının küfrüne razı olmaz...» (Zümer, 7.) âyetleri buna misaldir. ***** kelimesi her iki âyette temiz kullar mânasındadır.

İzafetten, umumilik de İbn-i Abbâs ve sahâbenin dediği gibi, kasdedilir. ***** «...O(Allah Resulü) nun emrine aykırı davrananlar ...korksunlar.» (Nur, 63.) âyeti buna misaldir. Yani Allah'ın her emrine demektir.

Ehad Kelimesinin Nekre, Samed Kelimesinin Marife Oluşu ***** «De ki: 'O Allah birdir. Allah Sameddir.» (İhlâs, 1-2.) âyetlerindeki ***** kelimesinin nekre, ***** kelimesinin marife oluşunun hikmeti, benden sorulmuştu, «e l - F e t e v â» adlı eserimde buna cevap olarak genişce yer verdim. Bu cevaplardan özetle buraya aldığım Bazıları şunlardır.

Âyette ***** kelimesinin nekre gelmesi, ta'zim için olduğu kadar, tarifi veya ihatası mümkün olmayan Cenab-ı Hak'kın zatına işaret içindir.

b- ***** ve ***** kelimeleri gibi ***** kelimesine ***** in dahil olması, caiz değildir. Bunun dahil olması, dil kaidelerine aykırıdır. Ebû Hâtim'in «K i t a b' u z - Z î n e» adlı eserinde, Cafer b. Muhammed'den yaptığı (naklettiği) bir kıraatta âyet, ***** «De ki: 'O Allah birdir. Allah Sameddir.» şeklinde şâz olarak okunmuştur.

c- Bildiğim kadarıyla ***** kelimesi mübteda, ***** kelimesi de haberdir. Her iki kelime marifedir, hasr-ı gerektirir. Hasr ifade etmesi, birinci cümleye uygun düşmesi için ***** ifadesinde her iki kelime, marife olarak gelmiştir. ***** sız hasr ifade etmesi için âyetteki ***** kelimesi, marife olmamış, ***** nin ikinci haberi durumunda, aslına uygun olarak nekre gelmiştir. Şâyet Lâfzatullah mübteda, ***** kelimesi de haber kabul edilseydi, ***** şân zamiri olur, tefhim ve ta'zim ifade ederdi. Bu yüzden, tefhim ve ta'zim yönünden birinci cümleye benzemesi için, ikinci cümlenin her. iki kelimesi marife gelmiştir.

10- Marife ve Nekrelikle İlgili Diğer Kaide

Bir cümlede isim iki kere geçerse, bu ismin dört hali bulunur. Bu iki isim: Ya her ikisi marifedir veya nekredir, veya birincisi nekre ikincisi marifedir Veya bunun aksidir.

a- Şayet her iki isim marife olursa, aslında lâm veya izafet bulunduğunu göstermek üzere, ekseriyetle ikinci isim, birinci ismin aynı olur. ***** ***** «Bizi doğru yola ilet, nimet verdiğin kimselerin yoluna.» (Fatiha, 6-7.) ***** «Dini Allah'a tahsis ederek O'na kullukta bulun, iyi bilin ki katışıksız din yalnız Allah'ındır...» (Zümer, 2-3.) ***** «O'nunla (Allah ile) cinler arasında bir nesep (soy birliği) uydurdular, şüphesiz cinlerde bilir..» (Saffât, 158.) ***** «Onları kötülükten koru. O gün sen, kimi kötülükten korumuşsan ona rahmet etmişsindir...» (Gâfir, 9.) ***** ***** «..o sebeplere erişeyim: (Hani) göklerin yollarına...» (Gâfir, 36-37.) âyetleri buna misaldir.

b- Şayet her iki isim nekre olursa, ekseriyetle ikincisi birincisinden değişik olur. Aksi takdirde, ikincisi marife gelirdi. ***** «(O) Allah'dır ki sizi zaaftan yarattı. Sonra zayıflığın ardından (size) bir kuvvet verdi. Sonra kuvvetin ardından zayıflık ve ihtiyarlık verdi...» (Rum, 54.) âyeti buna misaldir. Âyetteki birinci ***** nutfeye, ikincisi çocukluk, üçüncüsü de ihtiyarlık devresine işarettir.

İbn-i Hacib ***** «..sabah gidişi bir aylık, akşam dönüşü bir aylık...» (Sebe', 12.) âyetinde ***** kelimesinin iki kere tekrarının faydası, gidiş - dönüş müddetini belirlemektir. Mikdarı açıklanmak üzere gelen lafızların izmarı, uygun değildir. Şayet izmar yapılacak olursa, özelliği dolayısıyla, zamir, makabline raci olur. Kendisine döneceği kelime mevcut değilse, zamir getirilmeden, tekrar isim gelmesi gerekir.

***** «Muhakkak her güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Evet, her güçlükle beraber bir kolaylık vardır.» (İnşirah, 5-6.) âyetinde, her ikisi bir arada bulunmaktadır. Âyetteki ikinci ***** kelimesi birincinin aynı değildir. Bu yüzden Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)"Bir zorluk iki kolaylığı yenemeyecektir" buyurmuşlardır.

c- Şayet birinci isim nekre, ikincisi marife olursa, ikincisi, aralarında bir irtibat bulunduğundan birincisinin aynıdır, ***** «...nasıl ki Firavn'a da bir elçi göndermiştik, Firavn elçiye karşı gel­di..» (Müzzemmil, 15-16.) ***** «O'nun nuru, içinde lamba bulunan, penceresiz bir oyuğa benzer. Lamba cam içerisindedir...» (Nur, 35.), ***** «...dosdoğru bir yolu gösteriyorsun.. O yol.. Allah'ın yoludur.» (Şura, 52- 53.), ***** «...onlar için ne bir kınama, ne de bir cezalandırma vardır. Kınama ve cezalandırma...» (Şura, 41-42.) âyetleri buna misaldir.

d- Şayet birinci isim marife, ikincisi nekre olursa, ikinci ismin tayini, cümledeki karineye bağlıdır. ***** «(Kıyamet) saati, koptuğu ..gün, suçlular (dünyada) bir saatten fazla kalmadıklarına yemin ederler..» (Rum, 55.), ***** «Kitap ehli senden kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyorlar...» (Nisa, 153.), ***** ***** «Andolsun biz Musa'ya hidayet verdik ve israil oğullarına o kitabı miras kıldık.» (Gâfir, 53-54.) âyetlerinde olduğu gibi bazan birbirinden: farklı olarak gelir. Zemahşerî; bu son âyette Hazret-i Musa'ya verilen din, mucize, şeriat ve hidayet, bütünüyle irşad olarak verilmiştir, der. Karine bazan, ***** «Andolsun biz, bu Kur'an'da insanlara öğüt almaları için her temsili anlattık. Arapça bir Kur'an indirdik...» (Zümer, 27-28.) âyetinde olduğu gibi, ikincisinin, birincinin aynı olduğunu gösterir.

3617 Şeyh Bahauddîn «A r u s u' l - E f r a h» adlı eserinde: Gerçek şudur ki bu kaide sağlam değildir. Çünkü pek çok âyetler bunun zıddını göstermektedir. Birinci kısma getirilen misallerin aksi şunlardır ***** «iyiliğin karşılığı yalnız iyilik değil midir?» (Rahmân, 60.) âyetinde olduğu gibi marife olarak gelen ***** kelimelerinden ikincisi mâna bakımından birincisinden farklıdır. Çünkü birinci ***** kelimesinde amel, ikincisinde ise sevap murad edilmektedir. ***** «..cana can...» (Mâide 45.) âyetinde de durum aynıdır. Birinci ***** kelimesinden; öldüren kimse, ikincisinden ise öldürülen kimse kastedilir. ***** «...hür insana hür...» (Bakara, 178.) âyeti bu kabildendir. ***** «İnsanın üzerinden, henüz kendisinin anılan birşey olmadığı uzun bir süre geçmedi mi?» (İnsan, 1.) âyeti ile ***** «Doğrusu biz insanı halden hale geçirdiği­miz bir nutfeden yarattık...» (İnsan, 2.) âyeti buna misaldir. İlk âyetteki insandan maksat Âdem (aleyhisselâm) ikinci âyettekinden maksat da insanoğludur.

***** sana böyle bir kitap indirdik. Kendilerine kitap verdiklerimiz ona inanırlar...» (Ankebût, 47.) âyeti ***** «Sana haram ayından, onda savaştan soruse Tevrat ve incil'dir.

İkinci kısma misal olarak getirilen âyetlerin aksi, ***** «O (Allah) gökte de ilahtır, yerde de...» (Zuhruf, 84.) ***** ***** «Sana haram ayından, onda savaştan soruyolar. De ki: 'onda savaş büyük günahtır...» (Bakara, 217.) âyetleridir. Bu âyetlerde tekrar eden her iki isim nekre olduğu halde, ikinci isim birincinin aynıdır.

Üçüncü kısma misal olarak getirilen âyetlerin aksi: ***** «..anlaşma ile aralarını düzeltmelerinde ikisine de günah yoktur. Barış daha iyidir.» (Nisâ, 128.) ***** «...ve her lütuf sahibine lütuf (ve kerem)ini verirsin...» (Hud, 3.), ***** «(Allah) gücünüze güç katar.» (Hud, 52.) ***** «O imanlarına îman katsınlar diye Mü’minlerin kalplerine huzur indirdi.» (Fetih, 4.), ***** «...onlara azab üstüne azab artırdı ki.» (Nahl, 88.), ***** Onların çoğu zandan başka şeye uymuyorlar. Zan ise gerçekten bir şey Kazandırmaz...» (Yunus, 36.) âyetleridir. Bu âyetlerde tekrar eden ikinci isim marife, birincisi nekre olduğu halde, ikin ci isim, birincinin aynı değildir.

Derim ki; Bu misaller üzerinde düşünülecek olursa, bir tenakuz bulunmadığı görülür. Çünkü ***** kelimesinde *****, görüldüğü kâdariyle cins ifade eder. Bu durumda, mâna bakımından nekre olur. Aynı şekilde tekrarlanan ***** ve ***** kelimeleri, İnşirah, 5. ve 6. âyetlerde geçen***** kelimesinin hilafınadır. Çünkü bu kelimedeki ***** takısı hadis'in ifade ettiği gibi, ya ahd, ya da istiğrak içindir. Yunus sûresinin 36. âyeti aynen böyledir. Bu âyette geçen ikinci zan kelimesi, birinciden farklı değil, kesinlikle birincinin aynıdır. Çünkü her zan, mazmum olamaz. Şeriat ahkâmı zannî olmasına rağmen, bütün zanlar nasıl mazmum olabilir? Yukarda geçen sulh âyeti de aynıdır. Bu âyetteki ikinci sulh kelimesinden, karı - koca arasındaki sulh anlaşılmaktadır. Başka şeylerde sulh istemek; sünnet ve kıyas yoluyla bu âyetten alınmıştır. Aksine âyeti umumi mânada alıp, her sulh, bir hayırdır demek doğru değildir. Sulhta haram olanın helâl kılınması, helâl olanın haram kılınması, memnudur. Yukarıdaki kıtal âyeti de böyledir. Bu âyetteki ikinci ***** kelimesi, birincinin aynısı değildir. Âyetteki birinci kıtal kelimesinden murad, hicretin ikinci yılında vuku bulan İbnu'l-Hadremî seriyyesindeki kıtaldir, âyetin sebeb-i nüzûlü budur. Âyetteki ikinci kıtal kelimesinden murad, birincinin aynısı değil, her hangi bir kıtaldir.

***** «(yalnız) O'dur ki gökte de tanrıdır..» (Zuhruf, 84.) âyetinde et-Tibî, bundan iki âyet önceki ***** «Göklerin ve yerin Rabbi, Arşın Rabbi...» (Zuhruf, 82.) âyette ***** kelimesinin tekrarını delil göstererek, bu âyette de ziyade bir husus ifade etmek için, kelimenin tekrar ettiğini söylemiştir. Âyetteki bu tekrarın sebebi, Cenab-ı Hakka evlad isnadından tenzih etmede, sözü uzatmadır. Halbuki kaidedeki şart, kelimenin tekrarı kasdıyla kullanılmamasıydı

Şeyh Bahauddîn sözünün sonunda şöyle der: Bir isimin cümlede iki kere tekrarı, bir veya birbirine bağlı iki ayrı cümlede bulunuşudur. İki cümle arasındaki bağ ya atıfla sağlanır veya iki cümlenin birbirine açık bir taalluku ve tenasübü vardır. Veya ikisi de bir kişiden sadır olmuştur. Bu açıklama, kıtal âyetinden murad edileni ortaya koyar. Bu âyetteki birinci kıtal kelimesi soru soranın sözünden, ikincisi Peygamberi Zişan'ın sözünden alınmıştır.

11-Bazı Kelimelerde Müfred ve Cemilik

***** 'Yer' ve ***** 'semalar' kelimelerinin müfred ve cemi şekilleri buna bir misaldir. ***** kelimesi Kur'anı Kerim'de daima müfred olarak gelmiş, ***** 'yerler' şeklindeki cem'i, dile ağır geldiğinden ***** kelimesi gibi cem'i kullanılmamıştır. Bu yüzden ***** kelimesinin cem'i ***** «..yerden de (sayıca) onlar kadarını...» (Talak, 12.) âyetinde olduğu şekliyle gelmiştir. Fakat ***** kelimesi, «E s r a r u' t - T e n z i l» adlı eserimde izah ettiğim gibi yerine göre bazan cemi sigası, bazan da müfred sigasiyle kullanılır. Bu kelime ile sayı kasdedilirse, çokluk ve azamet sınırını göstermek üzere, cemi sigası kullanılır. ***** «Göklerdekilerin ve yerdekilerin hepsi Allah'ı tesbih etmiştir...» (Saf, 1.) âyetinde, semada mevcut bütün varlıklar,.***** «...Göklerde ...olanların hepsi Allah'ı tesbih etmektedir.» (Cum'a, 1.) âyetinde sayılarının çokluğuna rağmen bu varlıklardan her biri, ***** «De ki: Göklerde ve yerde Allah'dan başka kimse gaybı bilmez...» (Neml, 65.) âyetinde ise, her gök tabakasında mevcut olan canlıya ait gaybı, ancak Allah'ın bildiği murad edilmektedir.

Cihet kasdedildiğinde ***** kelimesi, daima müfred siygası ile gelmiştir.

***** «Göklerde rızkınız ve size söz verilen var.» (Zariyat, 22.) ***** «Göklerde olanın sizi yere batırmayacağından emin misiniz?...» (Mülk, 16.) âyetleri buna misaldir. Bu kelimeden kasdedilen; yukarıdan üstünüzden manasınadır.

***** 'rüzgar' kelimesi de Kur'anda hem müfred hem de cemi olarak kullanılır. Şayet Allah'ın rahmetini ifade ediyorsa cem, azabını ifade ediyorsa müfred gelir. İbn-i Ebî Hâtim Ubeyy b. Kâb'ın şöyle dediğini rivâyet eder. Kuranı Kerim'de ***** şeklinde geçen her kelime rahmet, ***** şeklindeki her kelime de azab'dır. Bu yüzden hadisde ***** 'Allahım, bize Rahmetini gönder, azabını gönderme.' şeklinde dua vaki olmuştur.

Kelimenin bu iki şekilde kullanılışındaki hikmet, rahmet rüzgarlarının değişik vasıflarda, değişik yönlerden, değişik faydalar için esmesidir. Bir yerde şiddetli bir rüzgar esmeğe başladığında, karşısına mukabil bir rüzgar çıkarak hızını keser. Bu iki rüzgarın karşılaşmasından, hayvan ve nebatata büyük faydası dokunan üçüncü bir rüzgar hasıl olur. Böylece ***** kelimesi rahmet mânasında kullanılınca, ***** şeklini alır.

Kelimenin azab mânasında kullanılışı ise, tek yönde esen karşısına ikinci bir rüzgar yeya engel çıkmayan rüzgar olur. Fakat ***** «...hoş bir rüzgarla alıp götürdüğü...» (Yunus, 22.) âyeti iki yönden bu kaidenin dışındadır.

a- Lafız itibariyle aynı 'âyetteki ***** «...şiddetli bir kasırga gelip de...» (Yunus, 22.) âyetin mukabili olmasıdır. Mukabili caiz olan her şeyin, müstakil olabilmesi bazan mümkün değildir. ***** «...Allah da onların tuzaklarına karşılık verdi...» (Âli imrân, 54.) âyeti buna misaldir.

b- Mâna itibariyle bu âyette rahmetin tamamlanması, rüzgarın tek yönlü esmesine bağlıdır, çünkü gemiler tek yönde esen rüzgarla seyreder. Şayet değişik yöndeki rüzgarla karşılaşırsa, bu hal batmasına sebep olur. Âyette matlup olan, rüzgarın tek yönde esmesidir. Bu yüzden rüzgarın ***** sıfatıyla vasfı, mânayı kuvvetlendirmiştir ***** «Dilerse rüzgarı durdurur. Gemiler denizin sırtında durakalır.» (Şura, 33.) âyeti de bu kabildendir.

İbnu'l-Muneyyir şöyle der Bu âyet de kaideye uygundur. Zira, rüzgarın esmemesi gemidekiler için sıkıntı ve azabdır. Âyetlerde ***** kelimesinin müfred, ***** kelimesinin cemi, gelmesi de bu kabildendir. ***** «(başka) yollara uymayın ki sizi onun yolundan ayırmasın...» (Enâm, 153.) âyetinde ***** kelimesi müfred gelerek hak'kı, ***** şeklinde cemi gelerek bâtılı ifade etmiştir. Çünkü hak yolu tektir bâtılın yolları ise değişik ve çok sayıdadır. Zulumât bâtıl yollar, nur da hak yolu menzilesindedir, hatta menzile değil, bizzat kendisidir. Bu yüzden ***** «Allah, inananların dostudur. Onları karanlıktan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin dostu da tağutdur. (O'da) onları aydınlıktan karanlığa götürür.» (Bakara, 257.) âyetinde Mü'minlere izafe edilen ***** kelimesi müfred, Kâfirlere izafe edilen ***** kelimesi, ***** şeklinde cemi gelmiştir.

***** kelimesi Kur'anda daima müfred olarak gelirken, ***** kelimesi ise müfred geldiği kadar cemi de gelmiştir. Çünkü cennetin çeşitli nevileri vardır, cemi gelmesi uygundur, cehennemin ateşi ise tek bir maddeden ibarettir. Cennet rahmeti, ateş ise azabı gerektirir. ***** ve ***** kelimelerinde olduğu gibi, ***** kelimesinin cemi, ***** kelimesinin müfred gelmesi uygundur.

Kur'anda ***** kelimesinin müfred, ***** kelimesinin cemi olarak gelmesi de buna ayrı bir misaldir. ***** kelimesi ekseriyetle masdar olarak kullanılır. Bu yüzden ***** kelimesinin hilafına, müfred gelir. Zira bu kelime, uzuvlarla ilgili iken ***** de, tek bir hakikat olan seslerle ilgilidir. Görme, değişik renkler ve yaratıklarla ilgilidir. Bu yüzden her iki kelime, ilgili olduğu gerçeklere göre müfred veya cemi olmuştur. ***** «Şimdi artık bizim ne şefaatçimiz var. Ne de samimi bir dostumuz.» (Şuara, 100-101.) âyetindeki ***** kelimesi müfred, ***** kelimesi ise cemi olarak gelmiştir. Bunun hikmeti, acıyanın umumiyetle çok, gerçek dostun az olmasıdır. Zemahşerî şöyle der: Bir kimse zalimin zulmüne uğradığında, tanısın tanımasın kendisine acıdığından belde halkı yardıma koşar. Fakat böyle bir durumda gerçek dost, yardımına koşanlardan daha candan davranır.

***** kelimesi Kur'anda, müfredinin telaffuzu sakin olduğundan, ancak, cemi olarak kullanılır.

***** ve *****kelimelerinin müfred, tesniye ve cemi olarak gelmeleri de bu kabildendir. Müfred olduklarında yön, tesniye olduklarında yaz ve kış günlerinde güneşin doğup battığı yer, cemi olduklarında, iki mevsimde de güneşin değişik yerden doğup battığına işaret eder.

***** ve ***** kelimeleri, bulundukları yere göre şu özel durumları alırlar. Bu iki kelime. Rahmân sûresinde tesniye gelmişlerdir. Çünkü sûrenin akışı, sûrede zikredilen her şeyin çift olarak zikrini gerektirmişti. Cenbab-ı Hak bu sûrede önce; icad'ın nevi olan yaratma ve öğretmeyi, sonra dünyayı aydınlatan güneş ve ayı, sonra gövdeli ve gövdesiz bütün nebatat nevilerini, sonra yeri ve göğü, adalet ve zulmü, yerden biten hoş kokulu bitki ve taneli nebatat nevilerini, ins ve cinden meydana gelen mükellefleri, doğuyu batıyı, tatlı ve tuzlu sulan zikretmiştir. Bu yüzden sûredeki ***** ve ***** kelimelerinin tesniye gelmesi uygun düşmüştür. ***** «Yoo, doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki bizim gücümüz yeter.» (Meâric, 40.) âyeti ile ***** «Göklerin, yerin ve bunlar arasında bulunanların Rabbi doğuların da Rabbidir.» (Saffât. 5.) âyetinde, kudret ve azametin genişliğine delalet etmesi için, her iki kelime cemi olarak gelmiştir.

Râgıb «M ü f r e d a t»ında zikrettiğine göre ***** kelimesi insana sıfat olarak kullanıldığında ***** melaikeye sıfat olarak kullanıldığında ***** şeklinde cemi sigasında gelir. ***** kelimesi ***** kelimesinden daha beliğdir. Çünkü bu ***** kelimesinden daha beliğ olan ***** kelimesinin cemidir.

İbn-i Faris'in belirttiğine göre ***** kelimesi nesebde kullanıldığında ***** sadakatda kullanıldığında ***** şeklinde gelir. Sadakate misal ***** «Ancak Mü'minler kardeştirler..» (Hucurât, 10.) âyeti, nesebe misal: ***** ***** «..yahut kardeşlerine, yahut kardeşlerinin oğullarına, yahut kız kardeşlerinin oğullarına...» (Nur, 31.) âyetidir.

12- Bazı Kelimelerin Müfred ve Cemi Şekilleri

3636 Ebû el-Hasan el-Ahfeş «M ü f r e d ve C e m i» kelimelerle ilgili bit eser telif etmiş, burada Kur'anda mevcut cemi sigasında müfred, müfred sigasında gelen cemi kelimeleri ele almıştır. Bu kelimelerin çoğu, izahı gerektirmeyen kelimelerdir. İzahı gerektiren Bazıları şunlardır:

***** «kudret helvası» kelimesinin müfredi yoktur. ***** «bıldırcın» kelimesinin müfredi duyulmamıştır. ***** «Hıristiyan» kelimesi, ***** veya ***** ve ***** vezninde olan ***** kelimesinin cemi olduğu söylenir.

***** «orta» kelimesinin cemi ***** dur. ***** «hidayet» kelimesinin müfredi yoktur.

***** «kasırga» kelimesinin cemi ***** dir.

***** «yardımcılar» kelimesinin müfredi ***** vezninde olduğu gibi ***** dir.

***** «şans oku» kelimesinin müfredi ***** dir, zânın zammı ile ***** olduğu da söylenir.

***** «bol yağmur» kelimesinin cemi. ***** dir.

***** «masallar» kelimesinin müfredi ***** dir. ***** rın. cemi olan

 ***** olduğu da söylenir.

***** «tek olarak» kelimesinin müfredi, ***** dir; cemi ***** olarak gelir.

***** «salkımlar» kelimesinin müfredi. ***** dur.

***** «çatallı» kelimesinin müfredi, ***** dur. Lügatte ancak tek sigada. Tesniye ve cemi olarak, bu iki kelimede gelir. Kur'an-ı Kerimde bir üçüncüsü mevcut değildir. Bunu İbn-i Hâleveyh, «K i t â b u n L e y s e F î K e l â m i l A r a b»da söylemiştir.

***** «bağırsakların taşıdığı» kelimesinin müfredi, ***** dir. ***** şeklinde kullanıldığı da söylenir.

***** «yayılanlar» kelimesinin müfredi, ***** dur.

***** «bölük bölük» ve ***** «ayrı ayrı gruplar halinde» kelimelerinin müfredi, ***** ve ***** dur.

***** «karşılıklı, ikişerli» kelimesinin müfredi, ***** dir.

***** «bir kez» kelimesinin cemi, ***** ve ***** dur.

***** «uyuklayanlar» kelimesinin müfredi, ***** dur.

***** «koltuklar» kelimesinin müfredi, ***** dir.

***** «büyük önder» kelimesinin cemi, ***** vezninde olduğu gibi ***** dir.

***** «gece saatleri» kelimesinin müfredi, ***** gibi kasırla ***** dir. ***** gibi ***** gibi ***** olduğu da söylenir.

***** «kaleler» kelimesinin müfredi, ***** dir.

***** «değnek» kelimesinin cemi, ***** dur.

***** «hararet» kelimesinin cemi, hanın zammesiyle ***** dur. ***** «simsiyah» kelimesinin müfredi, ***** dir.

***** «yaşıt kızlar» kelimesinin müfredi, ***** dur.

***** «nimetler» kelimesinin müfredi, ***** gibi ***** dir. ***** gibi ***** gibi ***** ve ***** olduğu da söylenir.

***** «köprücük kemiği» kelimesinin müfredi tâ'nın fethasıyla ***** dir. ***** «karışıklar» kelimesinin müfredi, ***** dur.

***** «birbirine sarmaş dolaş» kelimesinin müfredi, lâm'ın kesriyle ***** dur.

***** «on aylık gebe develer» kelimesinin müfredi, .***** dir. ***** «geri dünüp ışık verenler» müfredi, ***** dir, ***** de böyledir, ***** «zebaniler» kelimesinin müfredi, ***** dir. ***** ve ***** olduğu da söylenir.

***** «ayrı ayrı» kelimesinin müfredi, ***** ve ***** dır. ***** «sürü sürü kuşlar» kelimesinin müfredi yoktur. Bu kelimenin ***** kelimesi gibi ***** kelimesi gibi ***** olduğu da söylenir.

13-Kur'anda Ma'dul Kelimeler

Kur'an-ı Kerimde ma'dul kelimelerden ancak, sayı bildiren ***** ve ***** kelimeleri mevcuttur. Ahfeşin yukarıda adı geçen kitabında zikrettiğine göre ***** kelimesiyle ***** «..diğerleri de birbirine benzer....» (Âli İmran, 7.) âyetindeki ***** kelimesi sıfat olarak ma'dülden sayılır.

Râgıb ve diğer ulema şöyle der: Bu kelime, elif-lâm takdir edilen kelimeden ma'dûldür. Arapçada bunun diğer bir misali yoktur.

***** vezni, lâfzan veya takdiren ***** ile birlikte geldiğinde ne tesniye, ne cemi, ne de müennesi yapılır. ***** harfi cerri hazfedilirse kelimeye elif-lâm dahil olur. Bu durumda tesniyesi ve cemi yapılır. Benzerleri arasında bu kelimenin, elif-lâmsız olarak gelmesine cevaz verilir.

Aynı âyette Kirmani şöyle der: Nekre kelimeye sıfat olmakla beraber, kelimenin elif-lamlı olarak ma'dûl gelmesi mümkündür. Çünkü elif-lâm bir bakıma mukadder, bir bakıma da mukadder değildir.

14- Cem'e Mukabil Cem'in Gelmesi

Cem'e mukabil Cem'in gelmesi, her cemideki sayıya mukabil, diğer cemide bazan aynı sayının bulunmasıdır. Aşağıdaki âyetler buna misaldir.

***** «...örtülerini başlarına çektiler...» (Nuh, 7.) âyeti, herkes kendi elbisesine büründü mânasındadır.

***** «Size (şunlarla evlenmek) haram kılındı: Analarınız...» (Nisa, 23.) âyeti, muhatablardan her birinin annesi, kendisine haram kılınmıştır, mânasındadır.

***** «Allah size çocuklarınız(ın alacağı miras) hakkında, erkeğe kadının payının iki katını tavsiye eder...» (Nisa, 11.) âyeti herkesin kendi evladına vasiyet eder, mânasındadır.

***** «Analar çocuklarını tam iki yıl emzirirler...» (Bakara, 233.) âyeti her anne kendi çocuğunu emzirir, mânasındadır. Bazan da, hüküm giyen fertlerden herbiri için Cem'in sübutu gerekir. ***** «Dört şahit getiremeyenlere, seksen değnek vurun..-.» (Nur, 4.) âyeti buna misaldir. Şeyh izzüddîn, ***** «İman edip gereğini yerine getirenlere, içlerinden ır­maklar akan cennetlerin kendilerinin olduğunu müjdele...» (Bakara, 25.) âyetini, bu kabilden saymıştır.

Bazan da her iki hal, muhtemel olur. Bu durumda ikisinden birini tayin için delil gerekir.

Cem'e karşılık müfred gelmesi ise, çoğunlukla müfredin umumiliğini gerektirmez. ***** «oruca güçlükle dayananların fidye vermesi bir yoksulu doyurması lazımdır...» {Bakara, 184.) âyetinde olduğu gibi bazan umumiliği, gerekebilir. Bu durumda âyetin mânası; sözü edilen kişilerden herbirinin hergün bir fakiri yedirmesi gerekir demektir. *****

***** «Namuslu kadınlara iftira edip, sonra dört şahit getirmeyenlere seksen değnek vurun...» (Nur, 4.) âyeti de buna bir misaldir. Âyetin mânası; iffetli kadınlara iftira edenlerin herbirine seksen değnek vurulur, demektir.

15- Müteradif Zannedilen, Aslında Müteradif Olmayan Kelimeler

Müteradif zannedilen, fakat müteradif olmayan kelimelerden Bazıları şunlardır:

***** ve ***** : Dilciler, bu iki kelimeyi mâna bakımından ayırmakta güçlük çekerler. Şüphe yok ki ***** kelimesi korku ifade etmede ***** kelimesinden daha kuvvetlidir. Zira bu kelime Arapların ***** sözlerinden alınmıştır, mânası tamamiyle kurumuş, canlılık alâmetini tamamen kaybetmiş ağaç demektir. ***** kelimesi ise ***** sözlerinden alınmıştır, mânası hastalıklı deve demektir. Bu durum bir eksikliktir, aslında tamamiyle ümit kesilmiş değildir. Bu yüzden ***** «Rablerine karşı saygılı ve en kötü hesaptan korkarlar.» (Ra'd, 21.) âyetinde Allah korkusu ***** kelimesiyle ifade edilmiştir.

Aynca aralarında şu fark vardır. ***** kelimesiyle ifade edilen korku, korkan kimse kuvvetli olsa bile, korkulan şeyin gerçekten büyük olduğunu gösterir. ***** kelimesi ile ifade edilen korku, korkulan, küçük bir şey olsa bile, korkan kişinin zayıflığını gösterir. Bu yüzden ***** ve ***** harflerinin yer değiştirmesi, azameti ifade eder. Büyük öndere ***** kalın yünden yapılan elbiseye ***** denilmesi buna misaldir. Bu bakımdan Allahu Tealâ hakkında ekseriyetle ***** kelimesi kullanılmıştır. ***** «Allah korkusundan.» (Bakara, 74.) ***** «...kulları içinden ancak bilginler, Allah'tan (gereğince) korkar...» (Fatır, 28.) âyetleri buna misaldir, ***** «Kadir olan Rabblerinden devamlı korkarlar...» (Nahl, 50.) âyetinde Allahu Tealâ hakkında ***** kelimesinin kullanılmasında, ince bir nükte vardır. Çünkü bu kelime, meleklerin tavsiyesinde kullanılmıştır. Melekler yaratılış itibariyle güçlü ve şiddetli olsalar bile Cenab-ı Hak onların kuvvet ve yaratılışlarındaki şiddeti zikrederken, kendi kudreti karşısında zayıf olduklarını belirtmek için, ***** kelimesini kullanmış, âyette azametini gösteren fevkaniyeti hemen akabinde getirmiştir. Böylece kelimelerdeki her iki özelliği bir arada toplamıştır. İnsanın zayıf yaratılışta olduğu bilindiği için, ayrıca bunu hatırlatma ihtiyacım duymamıştır.

***** ve *****: Bu iki kelimeden birincisi, cimriliği ifade etmede diğerinden daha kuvvetlidir. Râgıb, ***** kelimesinin hırsla birlikte cimrilik olduğunu söyler. Ebû Hilâl el-Askerî ***** ve ***** kelimelerini mâna bakımından ayırarak söyle der: ***** kelimesi aslında istifade edilen şeylerde, ***** ise hibelerde kullanılır. Bu bakımdan ilmini sakladı denir, cimrilik yaptı denmez. Çünkü ilim hibeden ziyade, istifadeye dayanır. Hibe eden, istifadenin ötesinde hibe ettiği şeyi, kendi mülkünden çıkarır. Bu yüzden Cenab-ı Hak ***** «O (peygamber) gayba ait haberlerde cimrilik etmez.» (Tekvîr, 24.) âyetinde ***** kelimesini değil, ***** kelimesini kullanmıştır.

***** ve ***** Bu iki kelimeden birincisi, daha ziyade hayır işlerinde kullanılır. ***** kelimesinden hayır murad edilmesi ancak, bu kelime ile hayır kasdedildiğini gösteren vasıf veya izafetin bulunması gerekir. ***** «...Hâkka ve doğru yola götüren...» (Ahkâf, 30.) âyeti buna misal­dir. Râgıb, ***** kelimesini, içinde kolaylık bulunan yol olarak tarif eder ki ***** kelimesi, ***** kelimesinden mânaca daha hususidir.

***** ve ***** :Bu iki kelimeden birincisi, madde ve cevherde, ikincisi ise mâna ve zamanda kullanılır. Bu yüzden ***** «Onu getirene bir deve yükü (mükâfat) var...» (Yusuf, 72.) ***** «(Yusuf'un) gömleğinin üstünde yalan kan getirdiler...» (Yusuf, 18.), ***** «İşte o gün cehennem getirilecek...» (Fecr, 23.) âyetlerinde .***** «Allahın emri geldi...» (Nahl, 1.), ***** «...birden emrimiz ona gece veya gündüz geldi...» (Yunus, 24.) âyetlerinde ise ***** fiili gelmiştir.

***** «Rabbin geldi...» (Fecr, 22.) âyetinin mânası, Rabbin emri geldi demektir. Bu âyette geçen emirden murad, müşahade edilen Kıyamet ahvalidir. ***** «Ecelleri geldiğinde...» (Araf, 35.) âyeti de bu kabildendir. Çünkü ecel, görülen bir şeydir. Arapların ***** «Ona ölüm (hali) geldi...» sözü ile ölümü ifade etmeleri, ecelin görülen bir şey olduğunu gösterir. Bu yüzden Cenab-ı Hak ***** «Hayır, biz onların hakkında şüphe ettikleri şeyi sana getirdik...» (Hicr, 63-64.) âyetlerinde her iki kelimeyi ayrı mânada kullanmıştır.***** kelimesiyle gözle görülen azabı, ***** kelimesiyle de bunun hilafına, gözle görülmeyen hakkı ifade etmiştir.

Râgıb şöyle der: ***** rahatlıkla gelmektir. Bu kelime, mutlak gelme fiilinden daha hususidir. Gelip geçen dilenciye ***** ve ***** denilir.

***** ve ***** Râgıb; hoşa giden şeylerden ekseriya ***** fiili kullanılır ***** ***** «ve onlara canlarının istediği meyveden ve etten bol bol vermişizdir.» (Tûr, 22.) âyeti buna misaldir. Sevilmeyen şeylerde de ***** fiili kullanılır, der. ***** «..ve onun azabını uzattıkça uzatacağız.» (Meryem, 79.) âyeti buna misaldir.

***** : Bu iki kelimeden birincisi, külfeti olmayan şeylerde kullanılır. ***** «...Rableri, onlara tertemiz bir İçki içilmiştir.»(İnsan, 21.) âyetinde olduğu gibi fiili, cennet şarabı için kullanılmıştır, ikincisi ise, külfetli olan şeylerde kullanılmıştır. ***** «...onlara bol su verirdik.» (Cin, 16.) âyetinde olduğu gibi ***** fiili, dünyadaki sular için kullanılmıştır. Râgıb, ***** kelimesinin ***** kelimesinden daha beliğ olduğunu söyler. ***** kelimesi içirilip doyurulan, ***** kelimesi ise içilecek suyu verme mânasındadır.

***** ve ***** : Birinci fiil, zaman isteyen işlerde kullanılır. ***** «Ona dilediği gibi kaleler... yaparlardı.» (Sebe, 13.) ***** «..ellerimizin yaptıklarından...» (Yasin, 71.) âyetleri buna misaldir. Zira, çeşitli hayvanların, meyvelerin, bitkilerin meydana gelişi, zamana bağlı şeylerdir, bunlarda ***** fiili kullanılır, ***** fiili bunun aksine, zamana bağlı olmayan şeylerde kullanılır. ***** «Görmedin mi, Rabbin fil sahiplerine ne yaptı.» (Fil, 1.) ***** «Görmedin mi, Rabbin ne yaptı Ad (kavmin)e.» (Fecr, 6.) ***** «...onlara nasıl yaptığımız...» (İbrahim, 45.) âyetleri buna misaldir. Bu âyetlerdeki bütün fiiller, aniden meydana gelen helaki ifade eder. ***** «...emrolunduklarını hemen yerine getirirler.»(Nahl, 50.) âyetinin mânası, verilen emri göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir zamanda yerine getirirler, demektir. Bu yüzden iyi ameller hemen veya süratle yapılamadığından, sabır ve metanet gerektirdiğinden ***** «...salih amel işleyenlere...» (Bakara, 25.) âyetinde, ***** fiili kullanılmıştır. Acele ediniz mânasını taşıması bakımından ***** «...hayır işleyin...» (Hacc, 77.) âyetinde ***** 148.) ve ***** «...onlar zekatı verirler...» (Mü'minûn, 4.) âyetleri de bu mânadadır. Âyetlerde emredilen işin, beklemeden süratle yapılması istenmektedir.

***** ve ***** : Birinci kelime, ikincinin aksine uzun zaman bekleme mânasındadır. Bu yüzden kalıcı ve lüzumlu olması bakımından ***** 'evin temelleri' denir, ***** denmez. Aynı şekilde ***** 'hükümdarın meclis arkadaşı' denilir, ***** 'hükümdarla devamlı oturan' denilmez. Çünkü padişahın meclisinde az oturmak makbuldür. Bu yüzden devamlılığına işaret için ***** «..doğruluk koltuklarında» (Kamer, 55.) âyetinde ***** kökünden gelen kelime kullanılmıştır. ***** «...meclislerde yer açın...» (Mücadele, 11.) âyeti bunun hilafınadır. Zira meclislerde geçirilen zaman kısadır.

***** ve ***** : Bu iki kelime, *****

***** «...Bu gün size, dininizi olgunlaştırdım, size nimetimi tamamladım...» (Maide, 3.) âyetinde, beraberce kullanılmıştır. ***** kelimesi temelde mevcut eksikliği gidermek, ***** kelimesi ise, asıl olan şeyin tamamlanmasından sonra meydana gelen eksikliği kaldırmak için kullanılır. ***** «...tam on gün...» (Bakara, 196.) âyetindeki ***** kelimesi, ***** kelimesinden mânaca daha uygundur. Çünkü sayının tamamlanması, bilinen bir şeydir. Burada sadece sayının vasfında görülen muhtemel eksiklik nefyedilmiştir. ***** fiili, kendinden önceki noksanlığın meydana gelişini bildirir. ***** fiilinde ise bu husus, söz konusu değildir. Ebû Hilâl el-Askerî: ***** kelimesi, vasfedilen şeylerin bütününü cemeden bir isim, ***** ise, vasfedileni tamamlayan parçalara verilen bir isimdir, der. Bu yüzden kafiyeye, beytin tamamı denilirken, beytin kemali denilmez. Araplar, bir arada bulunduğundan dolayı, ***** 'beytin tamamı' tabirini kullanırlar.

***** ve ***** : el-Cüveyni şöyle der: Dil uleması bu iki kelimeyi mâna bakımından birbirinden ayırmada güçlük çekmişlerdir. Bana göre aralarında, Kitabullahın belâgatına dayanan bir fark mevcuttur. Bu fark, ***** kelimesinin aldığı meful, ***** kelimesinin mefulunden daha kuvvetlidir. Zira ***** kelimesinin mefulü mutavaat içindir. ***** 'o bana ihsanda bulundu ben de kabul ettim' denilir, fakat ***** 'O bana verdi ben de gittim' denilmez. Ancak ***** 'o verdi ben de aldım' şekli kullanılır. Mefulü mutavaat ifade eden fiil, mefulü mutavaat ifade etmeyen fiilden zayıftır. Sözgelimi ***** 'ben onu kestim o da kesildi' denildiğinde, fâilin yaptığı iş, yapılan işin kabulüne bağlıdır. Şayet yapılan iş mevcut olsaydı, mefulün varlığından söz edilemezdi. Bu yüzden ***** kesmeye çalıştım, fakat kesilmedi sözü doğru olmaz ***** 'dövdüm fakat dövülmedi' veya ***** veya ***** demek doğru değildir. Bu fiiller fâil tarafından işlendiğinde, mefulü cümledeki yerini alır, fâil ise mutavaatı bulunmayan fiilleri yapmakta müstakildir. Bu yüzden ***** kelimesi, ***** kelimesinden mânaca daha kuvvetli olur. Meseleyi iyice düşündüm, Kur'anda buna uygun olan şu âyetleri buldum. ***** ***** «...mülkü dilediğine verirsin...» (Âl-i İmrân, 26.) âyetindeki mülk, ancak kuvvetli olana verilen kıymetli bir şeydir. Kur'an'ın sânını ve azametini gösteren ***** «...hikmeti istediğine verir...» (Bakara, 269.) ve ***** ***** «Andolsun sana ikişerlerden yediyi...verdik...» (Ha, 87.) âyetleri, buna ayrı bir misaldir. ***** «Biz sana kevseri verdik.» (Kevser, 1.) âyeti ise, ***** kelimesine misaldir. Mahşerde havzı kevsere kavuşulduktan sonra cennetteki yüce mevkilere geçileceğinden, âyette ***** fiili kullanılmış, bu kısa süre terkedilerek, bundan daha yüce mevkilere ulaşılacağı ifade edilmiştir. Keza, Allahın rızası tamamiyle gerçekleşinceye kadar, i'tâ ve ziyadelik tekrarlandığı için Cenab-ı Hak ***** «Rabbin sana verecek ve sen razı olacaksın (üzülme).» (Duhâ, 5.) âyetini buyurmuştur. Bu âyetteki Allah' ın i'tası, aynı zamanda şefaatiyle tefsir edilmiştir. Şefaat ise, kevserden yeterince istifade ettikten sonra, başka bir makama geçişte, kevsere benzetilmiştir. ***** (Tâhâ, 50.) âyeti, bu fiilin kullanılışına dair başka bir misaldir. Bu âyette mevcudat, üzerlerine düşeni yerine getirinceye kadar, Allahın hilkati tekrar etmiştir. Ancak mevcudat bunu istemiyerek kabul ederken, yerine getirilmesi gereken bu vazife, biz insanların kabulüne kalmıştır.

Râgıb şöyle der Kur'anı Kerimde zekatın verilmesinde özellikle ***** kelimesi kullanılır. ***** «...namazı kılın, zekatı verin...» Müzemmil, 20.) ***** «..namazı kılar, zekatı verir.» (Bakara, 177.) âyetleri buna misaldir. Kitabın vasfı geçen her âyette ***** fiili, ***** şeklinde gelen fiilden daha beliğdir. Zira ***** fiilli, Kur'anı Kitab olarak kabul etmeyenlere, ***** fiili ise, Kur'anı Kitab olarak kabul edenlere hitabda kullanılır.

***** ve ***** : Râgıb şöyle der: Sene kelimesi umumiyetle kıtlık ve sıkıntı içinde geçen seneler için kullanılır. Bu yüzden kıtlık görülen yıllar, ***** kelimesiyle ifade edilir, bolluk ve refahlı seneler için ***** kelimesi kullanılır. Bu bakımdan ***** «...dokuz yüz elli sene...» (Ankebût, 14.) âyetindeki incelik, kendiliğinden ortaya çıkar. Bu âyette müstesna ***** kelimesi, müstesna minh de ***** kelimesiyle ifade edilmiştir.

16- Sual ve Cevapda Kaide

Şayet soru sorulmuşsa, cevabın soruya uygun olması gerekir. Sorulan soruya gerekli cevap verilmediğinde, soru şu şekilde olmalıydı diye hatırlatılarak soruya uygun cevap verilmez. Sekkâki, dildeki bu özelliğe, uslubu'l-hakim adını verir.

Sorunun muhtevası gereği cevap, sorudan daha umumi olabildiği gibi, yerine göre daha da kısa olabilir.

Soruya uygun olarak verilmeyen cevaba misal: ***** ***** «Sana doğan aylardan soruyarlar De ki: 'Onlar insanlar ve hac için vakit ölçüleridir...» (Bakara, 189.) âyetidir. Bu âyette ayın durumu ile ilgili: Niçin ay önce iplik gibi ince görünür, niçin yavaş yavaş büyüyerek dolunay olur. niçin yavaş yavaş küçülerek ilk haline döner? diye soru soranlara, sorunun bu şekilde sorulmaması gereği hatırlatılarak, aynı değişik hallerindeki hikmeti belirten bir cevap verilmiştir. Bu, Sekkâkî ve aynı görüşte olanların cevabıdır. Taftazânî bunu biraz daha açarak şöyle demiştir: Bu soruyu soranlar, ayın değişik hallerindeki inceliği, kolaylıkla kavrayacak güçte olmayan kimselerdir.

Ben burada şu açıklamada bulunmak isterim: Âyeti böyle izah edenler, cevabın soruya uygun düşmediğini, acaba neye dayanarak söylemişlerdir? Bu soruyu soranlar, ayın değişik hallerindeki hikmeti öğrenmek için, sormuş olamazlar mıydı? Âyetin nazmı, hem buna, hem de izahda bulunanların dediklerine uygundur. Aydaki bu hikmeti açıklamak için verilen cevap, ileri sürdüğümüz ihtimalin tercihine bir delil, buna işaret eden bir karinedir. Şu halde Cevapda asl olan, suale uygun olmaktır. Şayet asıldan uzaklaşılacaksa, buna delil gerekir.

Oysa Sekkâki ve Taftazânî gibi ulemanın ileri sürdüğü görüşü destekleyecek, sahih veya gayri sahih bir sened mevcud değildir. Aksine, ileri sürdüğümüz ihtimali destekleyen deliller mevcuttur.

İbn-i Cerîr, Ebû’l-Âliyye'nin şöyle dediğini rivâyet eder. Bildiğimiz kadariyle bu kimseler Resûlüllah'a: Ay, niçin böyle yaratıldı diye sorduklarında *****«sana doğan aylardan soruyorlar» âyeti nâzil olmuştur. Burada açık­ça görülüyor ki soru soranları, ayın bu şekilde yaratılış keyfiyetini değil, aydaki bu hikmeti sormuşlardır. İman sahibi olanlar, geniş bir ilim, kuvvetli bir zekaya sahip olan sahâbe hakkında bu soruyu soranlar, ayın değişik hallerindeki inceliği, kolaylıkla kavrayacak güçte olmayan kimselerdi diyemez. Halbuki Araplardan daha zeki olmadıkları herkesçe kabul edilen diğer milletlerden olanlar bile, ayın bu durumuna muttali olmuşlardır. Ayın durumuyla ilgili muteber olan asıl bu olduğuna göre, ekserisi asılsız ve delilsiz olan görüşlere ne denir?

Sual-cevapla ilgili birçok meseleyi tenkid eden bir kitab telif ettim Semaya yükseldiğinde melekût âlemini yakinen gören bunları bizzat müşahede ederek sema âleminin sırrına vakıf olan, Rabbinden vahyi alan Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sözlerini, bu kitabımda delil olarak kullandım. Şayet sorulan sual, onların dediği şekilde vaki olsaydı, soranların anlayacağı bir ifade ile cevap verilebilirdi. Nitekim felekiyatla ilgili Samanyolu ve benzeri konularda soru sorduklarında, sorularına uygun cevap almışlardır. ***** «(Ey Musa) Âlemlerin Rabbi nedir? (Musa) "Göklerin, yerin ve iki­si arasında bulunan her şeyin Rabbidir...» (Şuarâ, 23-24.) âyetlerinde Hazret-i Musa'nın Firavn'a verdiği cevap, buna verilen en güzel bir misaldir! Âyetteki ***** harfi, mahiyet veya cinsten sual edildiğini gösterir. Cinsi olmayan Allahu Tealâ hakkında, bu şekilde soru sormak hata olduğundan, adından söz edilip Zat-ı ilahisi idrak edilmediğinden, Hazret-i Musa, Allahı tanıtan vasfım beyanla, doğru olan cevabı vermiştir. Firavn, Hazret-i Musa'dan aldığı cevabın sorduğu soruya uygun düşmemesine şaşarak çevresindekilere: ***** (Şuarâ, 25.) işittiniz değil mi, soruma uygun cevap vermedi, deyince Hazret-i Musa Firavn'un rububiyetine inananların inancını bizzat iptal eden ***** «O sizin de Rabbiniz, evvelki atalarınızın da Rabbidir.» (Şuarâ, 26.) âyetiyle cevap vermiştir. Firavn, bu cevap karşısında alayını artırınca Hazret-i Musa, Firavn'a inananların meseleyi kavrayamadıklarını görmüş, üçüncü cevabın ***** «'Eğer düşünürseniz...» (Şuarâ, 28.) âyetiyle daha ağır bir şekilde cevap vermiştir.

Cevaptaki ziyadeliğe misal ***** «Sizi kara ve denizin karanlıklarından kim kurtarıyor?.» (Enâm, 63.) âyetine ***** « De ki: "Ondan ve bütün sıkıntılardan sizi Allah kurtarıyor...» (Enâm, 64.) âyetinin cevap olarak gelmesidir.

***** «Sağ elindeki nedir ey Musa.» (Tâhâ, 17.) âyetine

***** «o, asamdır. Ona dayanıyorum ve onunla davarıma yaprak silkeliyorum...» (Tâhâ, 18.) âyetinin cevap olarak gelmesidir. Hazret-i Musa'nın soruya karşılık cevabı uzatması, Allahu Tealâ'nın hitabından zevk almasıdır.

Hazret-i ibrahim'in kavmine ***** «neye kulluk ediyorsunuz.» (Şuarâ, 70.) sorusuna karşılık kavminin ***** «putlara tapıyoruz, onlara kulluk ediyoruz...» (Şuarâ, 71.) şeklinde cevap vermesidir. Kavmin cevabı uzatması, putlara ibadetten gurur duyduklarını, Hazret-i İbrahim'i daha çok kızdırmak için putlara ibadette devam edeceklerini bildirmektir.

Cevabın sorudan kısa olduğuna misal, ***** «Bundan başka Kur'an getir, yahut bunu değiştir...» (Yunus, 15.) âyetindeki soruya ***** «De ki, 'Onu kendi tarafımdan değiştirmem imkânsızdır...» (Yunus, 15.) âyetiyle cevap verilmesidir. Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine tevcih edilen sorudan sadece Kur'anı tebdile dair olana cevap vermiş, kendiliğinden uydurmayı cevapsız bırakmıştır. Bu âyetin tefsirinde Zemahşerî şöyle der: Beşerin, bir âyet uydurması imkânsız olduğu halde bir âyeti tebdil etmesi mümkündür. Resulün uydurma ile ilgili soruyu cevapsız bırakması, böyle bir sorunun sorulamıyacağını hatırlatmasıdır. Diğer müfessirler de: Âyetin tebdili, benzerini uydurmaktan daha kolaydır. Resulullah; beşer için mümkün olanı nefyetmekle, âyet uydurmanın nefyini de zimnen ifade etmiştir.

Soru soranın sorusunda isnad ve kasıd olduğunda, cevap tamamiyle sorunun dışında olur. ***** «Sana ruhtan sorarlar. De ki: 'Ruh, Rabbimin emrindedir...» (İsra, 85.) âyeti buna misaldir, «e l - f s a h» adlı eserin müellifi bu konuda şu açıklamada bulunun Yahudiler bu soruyu, Resûlüllahı ta'ciz etmek ve kendisini zor durumda bırakmak için sormuşlardı. Ruh denilince insan ruhu, Kur'an, lsa, (as.), Cebrâîl, (aleyhisselâm) başka bir melek veya meleklerden bir sınıf akla gelebilir. Yahudilerin maksadı, bunlardan hangisi olduğunu öğrenmekti. Resulullah bunlardan hangisini söyledi ise, bu değildir, dediler. Bu yüzden sorularının cevabı mücmel olarak verildi. Cevabın mücmel olması, Yahudilerin hilelerine karşılık vermektir.

Verilen cevapta asıl olan, soruya uygun düşmesi için, cevapta sorunun aynen tekrar edilmesidir. ***** «'Aa, yoksa, sen, sen Yusuf musun?' dediler. Ben Yusuf'um... dedi.» (Yusuf, 90.) âyeti buna misaldir. Âyetteki ***** zamiri, sorularındaki 'o sen misin' ifadesine cevaptır. ***** «Bunu kabul ettiniz mi? ve bu hususda ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?' demişti.» (Âli İmrân, 81.) âyeti, buna ayn misaldir. Sorunun aslı budur, cevap verenler tekrardan kaçınarak kısa cevap vermişlerdir.

Muhatabın anlayış ve takdirine güvenerek sual, bazan hazfedilir. ***** «De ki: 'Sizin koştuğunuz ortaklarınızdan ilk defa yaratacak, sonra yarattığını çevirip yeniden yaratacak olan var mı?' De ki: 'Allah ilk defa yaratır, sonra onu çevirip yeniden yaratır...» (Yunus, 34.) âyeti buna misaldir. Sual ve cevabın aynı kişiden olması, uygun değildir. Âyetteki ***** ifadesi, sorunun cevabıdır. Muhatap olanlar sanki bu cevabı duyduktan sonra, ilkin yaratan sonra eski haline iade eden kimdir? sorusunu sormuşlardır.

Verilen cevabta aranan bir diğer husus, soruya uygun olmasıdır. Soru şayet isim cümlesi ise, cevap da aynı şekilde isim cümlesi olur. Cevap, mukadder olarak gelirse, soru da buna uygun olarak gelir. Ancak İbn-i Mâlik buna katılmayarak şu açıklamada bulunur. 'Kim okudu?' diye sorulduğunda 'Zeyd' şeklinde cevap verilir. Bu durum . cevabı fiil cümlesi kabul ederek fiilin hazfedilmesinden ibarettir. Mübteda takdir etme ihtimali olmakla beraber fiil takdir edilmesi, cevabın tamamını kasdettiklerinde Arapların cevap verme usulüne uygundur. ***** «'Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek,' dedi. De ki: 'onları ilk defa yaratan diriltecek..» (Yasin, 78-79.)***** «Andolsun onlara: 'Gökleri ve yeri kim yarattı?' diye sorsan elbette diyecekler ki: 'Onları çok üstün, çok bilen (Allah) yarattı'.» (Zuhruf, 9.) ***** «Sana kendilerine neyin helal kılındığını soruyorlar. De ki: 'Size iyi ve temiz şeyler helal kılındı..» (Mâide, 4.) âyetleri buna misaldir. Suale uygun olmamakla birlikte cevap fiil cümlesiyle gelince, suale fiil takdir edilmesinin evla olacağı anlaşılır.

İbnu'z-Zemlekâni «e l - B u r h â n» adlı eserinde şöyle der. Nahiv uleması 'kim kalktı?' sorusuna cevap olarak 'Zeyd' demekle, 'Zeyd kalktı' şeklinde takdir ederek, Zeyd'in fâil olduğuna işaret ederler. İlm-i Beyan kaidesine göre, cevap durumunda olan Zeyd kelimesinin, iki yönden mübteda olması gerekir.

a- ***** «Allah'ın azabından korunanlara

da: Rabbiniz ne indirdi? dendi.» (Nahl, 30.) âyetinde fiil cümlesiyle gelen ***** uya fiil cümlesiyle cevap verildiği gibi Zeyd ile ilgili cümlede de isim cümlesiyle gelen soruya, isim cümlesiyle cevap verilmiştir. Fakat: ***** «Onlara: 'Rabbiniz ne indirdi?' dendiği zaman, 'Evvelkilerin masalları' derler.» (Nahl, 24.) âyetinde, bu uygunluk mevcut değildir. Çünkü soru soranlar buna uysalardı, Allah'ın indirdiğini kabul etmiş olurlardı. Halbuki onlar, bunu kabul etmekten kaçmışlardır.

Karşılık, soruyu soranda değil, fiili işleyende görülür. Bu yüzden soru soranın gayesi buna bağlı olduğundan mânaca fâilin tekaddüm etmesi gerekir. Yapılan iş ise, soru soranca malumdur, tekrar soru sormasına hacet yoktu. İfadeyi tamamlayıcı durumda olan mefulün cümle sonunda gelmesi, daha uygundur.

***** «...tanrılarımıza sen mi yaptın bunu...» (Enbiya, 62.) sorusuna karşılık ***** «Hayır, işte şu büyükleri yapmış...» (Enbiya, 62.) âyetiyle verilen cevapta bir müşkil mevcuttur. Âyetteki sual, işin kendisine değil, işi yapan fâile aittir.

Müşrikler bu âyette, kırılan putlardan değil, bunları kıranın kim olduğunu sormaktadır. Buna rağmen cevap, fiille gelmiştir. Bu müşkile şöyle cevap yerebilirim: Âyetteki cevap, siyakın delaletiyle mukadder cevaptır. Burada geçen ***** kelimesinin cümle başında bulunması, uygun değildir. Bu durumda âyetin takdiri ***** 'Bu işi ben yapmadım, doğrusu bu iş o büyük putun marifetidir.' şeklindedir.

Şeyh Abdulkadir şöyle der. Soruda cevap bulunduğunda, cevapta fiil ekseriyetle terkedilir, sadece isim zikredilir. Cevap muzmer olduğunda, kendisine delaletin zayıflığından dolayı, ekseriyetle tasrih edilir. Meçhul okuyan kıraata göre ***** «...o evlerin içinde sabah akşam O (Allah) tesbih olunur...» (Nur, 36-37.) âyeti cevabın tasrih edilmediğine misaldir.

Bezzâr, İbn-i Abbâs'ın şöyle dediğini rivâyet eder: Hazret-i Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından daha hayırlı bir kavim görmedim. Şu on iki meselede sordukları her soru, Kur'anda yer almıştır.

Fahruddin Razi bu sayıyı, on dört soruya çıkarmış, bunları şöyle sıralamıştır.:

1- ***** «Kullarım, sana benden sorarlarsa.» (Bakara, 186.)

2- ***** «Sana doğan aylardan soruyorlar...» (Bakara, 189.)

3- ***** «Sana (Allah yolunda) ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: Verdiğiniz hayır (mal)...» (Bakara, 215.)

4- ***** «...Sana haram aylardan... soruyorlar...» (Bakara, 217.)

5- ***** «Sana içki ve kumardan soruyorlar...» (Bakara, 219.) .

6- ***** «Sana yetimlerden... soruyorlar...» (Bakara, 220.)

7- ***** «Sana (Allah yolunda) ne vereceklerini soruyorlar. De ki: 'Af...» (Bakara, 219.)

8- ***** «Sana kadınların hayız halinden soruyorlar...» (Bakara, 222.)

9- ***** «Sana kendilerine neyin helal kılındığını soruyorlar...» (Maide, 4.)

10- ***** «Sana savaş ganimetlerinden soruyorlar...» (Enfal, 1.)

11- ***** «Sana (kıyamet) saat(in)den soruyorlar...» (Nâziat, 42.)

12- ***** «Sana dağlardan soruyorlar...» (Tâhâ, 105.)

13- ***** «Sana ruhtan soruyorlar..» (İsra, 85.)

14- ***** «Sana Zülkarneyn'den sorarlar...» (Kehf, 83.) Verilen bu âyet sayısı hakkında şunu söylemek isterim: Ruh ve Zülkarneyn'den soru soranlar, bu âyetlerin sebebi nüzûlünden anlaşıldığına göre, sahâbe-i kiram değil, Mekke Müşrikleri veya Yahudilerdir. Bezzâr'ın rivâyetinde ifade edildiği gibi doğru olan, sahâbeden varid olan soru sayısının, Kur'anı Kerimde on iki yerde bulunmasıdır.

Râgıb şöyle der: Şayet soru, bir şeyin tarifini gerektiriyorsa fiil, ikinci mefulünü, ya bizzat kendisi, ya da ***** harfi cerri ile alır. ***** harfi cerri ile alması, daha çok görülür. ***** «Sana ruhtan sorarlar...» (İsra, 85.) âyeti buna misaldir. Eğer soruda mal talebi varsa, bu durumda fiil, ikinci mefulünü ya bizzat kendisi, ya da ***** harfi cerri ile alır. Bizzat kendisinin alması, daha çok görülür. ***** «onlardan (yani Peygamberin hanımlarından) bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin...» (Ahzâb, 53.) ***** «...harcadığınız (mehr)i isteyin...» (Mümtehine, 10.) ***** «...Allahın lütfunu isteyin...» (Nisa, 32.) âyetleri buna misaldir.

17-isim veya Fiille Hitab

İsimle hitab, sükut ve istimrarı, fiille hitab ise, teheccüd ve hüdusu gösterir. Bunlardan birinin diğeri yerine kullanılması, doğru değildir. ***** «..köpekleri de girişte iki kolunu (ön ayaklarını) uzatmıştır...» (Kehf, 18.) âyeti buna misaldir. Şayet âyetteki ***** kelimesi yerine ***** fiili kullanılsaydı, istenilen gaye gerçekleşmezdi. Çünkü, kelimenin âyette isim olarak gelmesi, köpeğin ayaklarını uzatarak yattığını ve ayaklarını sık sık değiştirdiğini gösterir. Bu bakımdan ***** şeklinde isim olarak gelmesi, köpekteki bu vasfın devamlı olduğunu ifade etmede, fiille gelmesinden daha manalıdır.

Hal makamında olan kelime, muzari fiili sigasında gelmiştir. Şu halde âyetten murad, oğulların babalarına geldikleri andaki durumlarını, devamlı ağlamaktı olduklarını, ifade etmektir. Bu şekildeki cümleye, geçmiş zamanın hikayesi adı verilir. Âyette, ismi fâil ve mefulden dönüşün sırrı, burada yatmaktadır.

Aynı sır, ***** 'harcıyorlar' âyetinde de mevcuttur. ***** ve ***** denildiği gibi, bu âyette ***** yerine ***** denilmemiştir. Çünkü nafaka, fiili bir iştir, bazan kesilir bazan devam eder. İman ise bunun aksidir. Hakikat olarak kalpte bulunur ve buna bağlı ameller devam eder. Takva, Müslüman olma, sabır, şükür, hidayet, körlük, dalalet ve görme gibi hallerin tamamı, hakiki veya mecâzi isimlerdir. Bunlarda bir devamlılık vardır, fiilleri, devamlı olduğu gibi olmayabilir de. bu yüzden her iki halde de kullanılırlar.

***** «..(O), ölüden diriyi çıkarır, diriden ölüyü çıkarır...» (Enâm, 95.) âyetinin tefsirinde Fahruddin Razi şöyle der: Ölüden dirinin çıkarılması, önemli ve zor olduğundan fiil, ***** «Allah'da kendileriyle alay eder...» (Bakara, 15.) âyetinde olduğu gibi, teceddüde işaret etmek için muzari sigasıyla gelmiştir.

18- Fiilin Teceddüd İfade Etmesine Dair Bazı Esaslar

a- Mazi fiilde teceddüdden murad, bir şeyin meydana gelmiş olmasıdır. Muzaride ise bu iş devamlılığını korur, ard arda tekrar eder. Aralarında Zemahşerî"nin de bulunduğu bazı müfessirler.***** âyetinde bunu açıkca ifade etmişlerdir.

Şeyh Bahauddîn es-Subkî bu konuda şöyle der: Mazi fiildeki teceddüd vasfı ile, ***** 'Allah bilir' cümlesinde varid olabilecek sorunun cevabı açıkça bilinir. Çünkü Allah'ın ilminde olduğu kadar, fiili sıfatlarında da teceddüd mevcut değildir. ***** cümlesinin mânası, mazide Cenab-ı Hak bunu bildi demektir. Bu, bundan önce bilmezdi mânasını gerektirmez. Bir şeyin geçmişte bilinmesi, bunun daha,önce .yeya daha sonra devam etmesinden daha umumidir. Bu bakımdan Allahu Tealâ, İbrahim (aleyhisselâm) dan bahsederken ***** «..Beni yaratan ve bana yol gösteren O'dur...» (Şuarâ, 79.) buyurmuştur. b- Yukarıda zikredildiği üzere fiilin muzmer olması, zâhir olarak gelmesi gibidir. Bu yüzden, İbrahim (aleyhisselâm)'ın selamı,melaikenin selamından daha beliğ olduğu söylenir. ***** «Selâm dediler: O da selam dedi...» (Hud. 69.) âyetinde meleklerin selamı mansub, Hazret-i İbrahim'in selamı ise merfu olarak gelmiştir. ***** kelimesinin mansub olarak gelmesi, muzmer bir fiili gerektirir, bu da ***** fiilinin takdiriyle olur. Bu İfade, selamın melaikeden geldiğini gösterir. Bu durumda fiil. Hazret-i İbrahim'in selamı hilafına, fâilden sonra gelmiştir. Hazret-i İbrahimin selamında ***** kelimesi, mübteda olarak merfu şekilde gelmiştir. Bu da selamın mutlak olarak sübutunu gerektirir. Cümlenin selamla başlaması, cümle içinde geçen selamdan daha üstündür. Sanki Hazret-i ibrahim meleklerin selamına mukabelede bulunurken, onların selamından daha güzel bir selamla onları selamlamayı kasdetmiştir.

c- Yukarıda zikrettiğimiz gibi isim, bir şeyin subutuna, fiil ise bir şeyin teceddüd ve hudusuna delalet eder. İlmi beyan ulemasınca meşhur olan da budur. Bu görüşe Ebû'l-Mutarrif b. Umeyre, İbn-i Zemlekani'nin «e t - T ı b y a n» adlı eserine yazdığı «et-Tenbihat alâ mâ fi't-Tibyan mine't T e m v i h a t»ında katılmadığını ifade ederek şöyle der: Bu, mesnedi olmayan garib bir iddiadır. Çünkü isim, sadece kendi mânasına delalet eder, başkasının mânasını tesbit etmesi mümkün değildir. Bu görüşünü şu âyetlerle isbat eder. *****«Sonra siz, bunun ardından öleceksiniz. Sonra siz kıyamet günü muhakkak diriltileceksiniz. (Mü'minûn, 15-16.) **** «Onlar ki Rablerinin korkusundan titrerler. Onlar ki, Rablerinin âyetlerine inanırlar.» (Mü'minûn, 57-58.) İbnu'l-Muneyyir ise şöyle der: Kelamı değişik ifadelerle kullanmak, bir tekellüf olmaksızın bazan fiil, bazan da isim cümlesiyle ifade etmek, Arap dilinin özelliklerindendir. Arap diline hakim olan dilcilerin, maksudun tekit olmaksızın hasıl olacağına dayanarak fiil cümlesi kullandıklarını görürüz. ***** «Rabbimiz inandık» (Âli İmrân, 53.) ile ***** «Resul inandı...» (Bakara, 285.) âyetlerinde tekit mevcud değildir. Fakat ***** «biz ancak düzelticiyiz...» (Bakara, 11.) âyetinde olduğu gibi, münafıklann sözünde tekit mevcuttur.

19- Masdarla ilgili Kaide

İbn-i Atiyye bu konuda şöyle den Vacib olan emirler, merfu olarak gelen masdarla ifade edilir. ***** «...ya iyilikle tutmak, ya da güzelce salıvermek (lazımdır)..» (Bakara, 229.) ***** «...o zaman (affedenin, örfe göre) uygun olanı yapma(sı uygun diyeti istemesi, affedileninde) güzelce onu ödemesi gerekir.;.» (Bakara, 178.) âyetleri buna misaldir. Mendup emirler ise, mansub masdarla ifade edilir. ***** «...boyunlarını vurun...» (Muhammed, 4.) âyeti buna misaldir. Buna rağmen, mansub veya merfu okuyan kıraatlara göre ***** «..(erkekler)eşleri ...için vasiyet etsinler...» (Bakara, 240.) âyetinde, zevcelere yapılan vasiyetin vacip olup olmadığı hususunda ihtilaf edilmiştir.

Ebû'l-Hayyân şöyle den İsim ve fiil cümlesindeki farkın esası ***** ***** «'Selam' dediler. O'da 'selam' dedi.» (Zariyat, 25.) âyetine dayanmaktadır. Âyetteki birinci selam, mendup ikincisi ise vaciptir. Bundaki incelik, isim cümlesinin fiil cümlesinden daha kuvvetli ve daha sağlam olmasıdır:

20- Atıfla ilgili Kaide

Atıf üç kısımdın

a- Lâfza atıftır. Atıfta esas olan da budur. Şartı, amilin matufa tevcih edilebilmesidir.

b- Mahalle atıftır. Bunun üç şartı vardır:

Gerçekte bu mahallin zâhirine atfın yapılabilmesidir. Mesela ***** «Zeyd'e ve Amr'e uğradım» denilmesi doğru değildir. Çünkü ***** «Zeyd'e uğradım» demek caiz değildir.

Gerçekte bu mahallin, asalet hakkı olmalıdır. Mesela ***** «Bu Zeyd'i ve kardeşini döven adamdır.' demek doğru değildir. Çünkü amel etme şartına haiz olan ismi fâilin ameli izafet yapılmadan olur.

Bu mahalle talib olan bir esasın bulunmasıdır. Mesela: ********** «Zeyd ve Amr ayaktadırlar.» demek doğru değildir. Çünkü Amr'ın merfu okunması, mübtedalık durumunda olmasındandır. Halbuki cümle ***** ile başladığından, mübtedalık kalkmıştır. Kisâî, ***** «inananlar,Yahudiler, Sabiîler...» (Maide, 69.) âyetini delil göstererek bu kaideye muhalefet etmiştir.

Kisâî'ye şu cevabı vermek isterim: Âyetteki ***** nin haberi mahzuftur. ***** veya ***** şeklinde takdiri yapılabilir. Amilin lâfzında zâid olması, mahalline uymayı gerektirmez. Fakat Ebû Ali el-Farisi;***** «Böylece hem dünyada, hem de ahirette peşlerine lanet takıldı...» (Hûd, 60.) âyetine dayanarak, mahalle atfın caiz olduğunu söyler. Bu âyetteki ***** kelimesi, ***** kelimesine atfedilmiştir.

c- Tevehhüm atfıdır. ***** «Zeyd ne ayakta ne de oturuyor.» cümlesinde ***** kelimesi, ***** fiilinin haberine ***** harfi ceninin dahil olma tevehhümüne dayanarak, mecrur okunmuştur. Bunun caiz olma şartı, amilin mütevehhem olan kelimeye dahil olabilmesidir. Tevehhüm atfındaki şartın yerinde oluşu, (***** nin haberine çoğu zaman harfi cerrin dahil olmasıdır. Zuheyrin şu beytinde bu atıf, mecrur halinde vaki olmuştur.

«Anladım ki, geçmişe ulaşamam, geleni de geçemem.» el-Halil ve Sibeveyh'in, tevehhüme atıf olarak misal getirdikleri ***** «...Rabbim, (ne olur) beni yakın süreye kadar erteleseydin de sadaka verip salihlerden olsaydım.» (Münafikun, 10.) âyetinde, Ebû Amr dışındaki kıraata göre, atıf meczum'a yapılmıştır. Çünkü ***** cümlesinin mânası ile ***** cümlesinin mânası aynıdır., el-Farisi, Kunbul'un kıraatına göre okunan ***** «Kim (Allah'dan) korkar ve sabrederse...» (Yusuf, 90.) âyetini buna misal getirmiştir. Âyetteki

***** «İshak'ın ardından da (torunu) Yakub'u...» (Hud, 71.) âyetinde atıf, mansub kelimeye yapılmıştır. Çünkü âyetin mânası ***** «Biz ona İshak'ı onun ardından da (torunu) Yakub'u armağan ettik.» şeklindedir.

Bazı müfessirler, ***** «(Göğü) itaat dışına çıkan her türlü şeytandan korumak için (yıldızlarla donattık).» (Saffât, 7.) âyetini ***** (Saffât, 6.) âyetinin mânasına atfedildiğini söyler. Âyetin mânası, «Biz azimüşşan dünya semasındaki yıldızları, gökyüzünü süslemek için yarattık» demektir.

Bazı müfessirler ***** «Onlar isterler ki sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar.» (Kalem, 9.) şeklindeki kıraate göre âyetin mânası ***** şeklinde kabul etmişlerdir. Hafsın kıraatına göre ***** «o sebeple yollara erişeyim: (Yani) göklerin yollarına...» (Mü'min, 36-37.) âyetinde ***** «ihtimal erişirim» nun mânasına atfetmek üzere ikinci ***** kelimesi, mansub okunmuştur. Çünkü ***** nin haberi ekseriyetle ***** ile gelir. ***** *****«..Rüzgarları (yağmurun) müjdecileri olarak gönderir ki, size rahmetinden biraz tattırsın...» (Rum, 46.) âyetindeki ***** kıraati, ***** takdirine göre mansub okunmuştur.

İbn-i Mâlik yukarıda zikredilen tevehhüm, galat mânasına geldiğini zannetmiştir. Ebû Hayyân ve İbn-i Hişam'ın işaret ettikleri gibi tevehhüm, bu mânada değildir. Bilakis tevehhüm; kelimenin mânaya atfıdır. Araplar zihinlerinde bu mânanın matufun aleyhde var olduğunu tasavvur ederek, hata ettiğinden dolayı değil, bu mânayı düşündüğünden atfetmişlerdir. Bu yüzden Kur'anı Kerim'de bu gibi atıflarda söylenecek söz, atfın mânaya yapılmasıdır.

Haber cümlesinin, inşa cümlesine, inşa cümlesinin haber cümlesine atfedilmesinin caiz olup olmayacağı hususunda, ulema arasında ihtilaf mevcuttur. İlmi Beyan uleması yanında, İbn-i Mâlik ve İbn-i Usfûr, böyle bir atfın yapılamıyacağını söylemiştir, bu .görüşlerini cumhurun görüşü olarak nakletmişlerdir. es-Saffâr ve Bir kısım ulema ***** «Mü'minleri müjdele...» (Bakara, 25.) ***** «Mü'minleri müjdele...» (Saf, 13.) âyetlerini delil göstererek, buna cevaz vermişlerdir. Zemahşerî, Bakara süresindeki bu âyetin tefsirinde şöyle der Karşılığı talep edilmediğinden âyetteki atıf, emir sigasına dayanmaz. Bilakis âyetten murad, Mü'minlerin bütün sevabının, kâfirlerin cezasına atfedilmesidir.

İkinci âyette ise atıf, aynı sûrenin 11. âyetindeki ***** fiiline yapılmıştır.

Bu fiil, ***** mânasındadır. Zemahşerî'nin bu görüşü reddedilerek, âyetteki ***** ile hitap Mü’minlere, ***** fiiliyle hitap da, Resûlüllah'adır. ***** fiili ise, talep mânasında değil, ticareti tefsir etmek için gelmiştir.

21-İsim veya Fiil Cümlesinde Atıf

İsim cümlesinin fiil cümlesine, fiil cümlesinin isim cümlesine atıf edilmesinin caiz olup olmadığı hususunda ihtilaf edilmiştir. Cumhur buna cevaz verirken Bazıları da karşı çıkmıştır. Razi tefsirinde bunu çokça kullanmıştır. ***** ***** «(Kesilirken) üzerine Allah'ın adı anılmayan (hayvanlardan yemeyin. Çünkü o(nu yemek) yoldan çıkmadır...» (Enâm, 121.) âyetine dayanarak, Allah'ın ismi anılmadan kesilen hayvanların tahrimine inanan hanefiye ulemasını bununla reddetmiş ve şöyle demiştir Âyet, tahrime değil, cevaza bir delildir. Bunu şöyle açıklayabiliriz: ***** cümlesindeki *** harfi âyetteki cümlelerin isim ve fiil cümlesi olması bakımından, birbirine muhalefetinden dolayı, atıf edatı değildir. Aslında vav, sonraki cümleyi önceki cümleye bağladığından, isti'naf vavı da değildir. Şu halde âyetteki vav, vav-ı haliyedir. Bu durumda hal cümlesi, nehye bağlı cümle olmuştur. Buna göre âyetin mânası; «Allah'ın adı anılmadan kesilen hayvanların etinden fısk durumunda olanını yemeyiniz.» demektir. Bundan, fısk durumunda olmayan etlerin yenileceği anlaşılır. Cenâb-ı Hak fıskı ***** «...ya da Allah'dan başkası adına bir fısk (hayvan) olursa başka...» (Enâm, 145.) âyetiyle tefsir etmiştir. Buna göre, mâna, «Allah'dan başkasının adı anıldığında, bu etlerden yemeyiniz,» olur. Bu da: Allah'dan başkasının adı anılmadığı takdirde yeyiniz, mânasındadır.

İbn-i Hişam şöyle der: İnşa ve Haber cümlelerinin birbirine muhalif olmasıyla atıf iptal edilecek olursa, bu iptal yerinde olur.

22-    İki Amilin Mamulü Üzerine Atfı

İki amilin mamulleri üzerine atfının caiz olup olmadığı hususunda ihtilaf edilmiştir. Sibeveyh'in meşhur kavline göre bu atıf caiz değildir. Muberred, İbnu's-Serrâc ve Hişam bu görüştedirler. Ahfeş, Kisâî, Ferrâ ve Zeccâc buna cevaz vermişlerdir. Zeccâc buna son ***** kelimesini mansub okuyan kıraata göre

«Şüphesiz göklerde ve yerde inananlar için, (Allah'ın varlığına birliğine) işaretler vardır. Sizin yaratılışınızda ve (yeryüzünde) yaydığı canlılarda, kesin olarak inananlar için âyetler vardır. Gecenin ve gündüzün değişmesinde Allah'ın gökten rızık (sebep) indirip onunla ölümden sonra yeri diriltilmesinde, rüzgarları, yönetmesinde aklı başında bir toplum için işaretler vardır,» (Câsiye, 3-5.) âyetlerini delil getirmiştir

23- Mecrur Zamire Atıf

Mecrur zamire, harfi cer iade edilmeksizin atıf yapılıp yapılamıyacağı hususunda ihtilaf edilmiştir. Basra ulemasının çoğu bunun yapılamıyacağı görüşündedir. Küfe uleması, Hamza'nın kıraatına göre okunan ***** «...adına birbirinize dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık (bağlarını kırmak)tan sakının...» (Nisa, 1.) âyetini buna misal getirmişlerdir. Ebû Hayyân, ***** «...Fakat (insanları) Allah yolundan çevirmek, Allah'a ve Mescidi Haram'a karşı nankörlük etmek...» (Bakara, 217.) âyetinin tefsirinde şöyle demiştir. Âyetteki ***** kelimesi, harfi cer iade edilmemekle beraber, ***** ye matuftur. Tercihimiz, Arap dilinin nazım ve nesrinde çokça kullanıldığından, bunun caiz olduğu şeklindedir. Basra ulemasının görüşüne katılmaktan ziyade, delillere bağlı kalmayı tercih ederiz.

 BİRİNCİ CİLDİN SONU