EL-İTKÂN | MÜTEVÂTİR, MEŞHUR, ÂHAD, ŞÂZ, MEVDÛ VE MUDREC KlRAATLER


 

22-27 MÜTEVÂTİR, MEŞHUR, ÂHAD, ŞÂZ, MEVDÛ VE MUDREC KlRAATLER

1022 Kadı Celâluddin el-Bulkînî şöyle der:

Kırâat; mütevatir, âhad ve şaz olmak üzere üç kısma ayrılır:

a- Mütevatir kırâatlar: Yedi meşhur kıraattir;

b- Âhad kırâatlar: On kıraati tamamlayan, üç kıraattir. Sahâbenin kıraati, bu nevi kıraattandır;

c- Şâz kırâatlar: A'meş, Yahya b. Vesseb, İbn-i Cüreyc ve diğer zevat gibi, tâbiûn kıraatlarıdır.

Yakında zikredeceğimiz gibi bu ifadede, üzerinde durulması gereken bazı noktalar vardır. Bu konuda en iyi fikir beyan eden zamanın şeyhulkurrası, şeyhimizin şeyhi, Ebû'l-Hayr b. Cezeri'dir. Şeyh «e n - N e ş r» adlı kitabının evvelinde şöyle der: Bir yönüyle de olsa, Arab diline ihtimali de olsa Hazret-i Osman'ın istinsah ettiği Mushaflardan birine uygun düşen, senedi sahih olan her kırâat reddi caiz, inkârı mümkün olmayan sahih kıraattir. Ayrıca bu kırâat, Kur’ân'ın nâzil olduğu yedi harfe dayanır. İster yedi, ister on, ister kıraati makbul diğer imamlardan nakledilmiş olsun, Müslümanların buna uymaları vacibdir. Bu üç esastan biri bozulursa bu kıraata, ister yedi imam, isterse bunlardan daha büyükleri olsun zayıf, şaz veya bâtıl kırâat adı verilir. Selef ve haleften muhakkik imamlara göre, sahih olan kavil budur. Bunu; ed-Dânî, Mekkî, el-Mehdevî ve Ebû Şâme ifade etmişlerdir. Bu, aralarından hiç birinin aksini iddia etmediği selef mezhebidir.

Ebû Şâme; «e l - M u r ş i d u' l - V e c i z» adlı eserinde şöyle der: Yedi imamdan birine isnad edilen, sahih adı verilen, bu şekliyle nâzil olduğu söylenen her kıraata, bütünüyle bağlanmak gerekmez. Ancak sahih kıraatta aranan şartların bulunması, bu hükmün dışındadır. Bu takdirde bir kırâat imamı ne başkasından münferiden nakledebilir, ne de onlardan yaptığı bir nakli kendine tahsis edebilir. Şayet kırâat, bunların dışındaki kurradan nakledilirse bu nakil, kıraatin sıhhatini bozmaz. Çünkü bu konuda esas olan kıraatin kendisine isnad edilen imam değil, bu vasıfların bir araya gelerek gerçekleşmesidir. Zira, yedi ve diğer kırâat imamına nisbet edilen kırâat, üzerinde ittifak edilen ve şaz olan kısımlara ayrılır. Ancak şu kadar var ki, bu yedi imamdan yapılan nakil, sahip oldukları şöhret ve kıraatlarında icmaya dayalı sıhhatin çokluğu sebebiyle, diğerlerinden yapılan nakle göre güven vericidir.

1025 İbnu'l-Cezerî: Sahih kıraatin şartları içinde saydığımız «bir yönüyle de olsa Arab diline uygunluğu» sözünden kastımız, nahvin vecihlerinden biridir. Bu vecih ister en fasih, ister fasih olsun, ister üzerinde icma edilmiş, ister kıraati şöhret bulmuş imamlarca sahih senedle rivâyet edilmiş, ister kıraata ters düşmemek kaydıyla ihtilaf edilmiş olsun, nahiv vecihlerinden bir vecih kastedilir. Sahih senedle rivâyet edilen ve şöhret bulan kırâat, nahiv kaidelerinden istisna edilmiştir. Çünkü kıraatta asıl olan, en kuvvetli rüknünü teşkil eden budur. Nice kırâatlar!, nahivcilerden Bazıları veya bir çoğu kabul etmemiştir, fakat bunlar dikkate alınmamıştır. Mesela: ***** kelimesini ***** (Bakara, 54.), ***** kelimesini ***** (Bakara, 67.) şeklinde sükun ile, Câsiye, 14. âyetini ***** şeklinde nasb ile, ***** «Yine ortakları, müşriklerden çoğuna evlatlarını öldürmeyi...» (En'am, 137.) âyetini ***** «Ortaklarının müşriklere çocuklarını öldürtmeleri süslü (güzel bir şeymiş gibi) gösterildi.» şeklinde iki muzaf arasının fasledilerek okunması, nahivcilerin ihtilâfına birer misaldir, der.

ed-Dânî şöyle der: Kırâat imamları, Kur’ân harflerinin hiç birini Arab diline, sarf-nahiv kaidelerine bağlı kalarak okumamışlardır; aksine rivâyette en sağlam, hadisde sahih kaidelere uymuşlardır. Kırâat, rivâyetle sabit olmuşsa bunu, ne sarf-nahiv kaideleri, ne de lügatin meşhur yönü reddedebilir.

……………Çünkü kırâat, uyulması gereken bir sünnettir. İmâm Mushafa muhalefet caiz olmadığı gibi, lügatte kolay veya daha açık olsa bile, meşhur kıraata muhalefet caiz değildir.

İbnu'l-Cezerî: Hazret-i Osman'ın istinsah ettirdiği Mushaflardan birine uygunluğundan kastımız, Mushafların bazısında sabit olan kıraattir. Mesala İbn-i Âmir; ***** «Allah çocuk edindi, dediler..» (Bakara, 116.) âyetinde «vav»ı kaldırmış, ***** «...hikmetli sahifeler, ...Kitap...»(Âli İmran, 184.) âyetinde ise, her iki kelimeye «be» harf-i cerri ilâvesiyle ***** şeklinde okumuştur. Çünkü bu kırâat Şam Mushaf'ında sabittir. İbn-i Kesir de ***** «...çevresinden ırmaklar akar..» (Tevbe, 100.) âyetine «min» ilâve ederek okumuştur. Çünkü bu kırâat da Mekke Mushafında sabittir. Şayet

Osmanî Mashaflarda sabit değilse kırâat, üzerinde ittifak edilen hatta muhalefetinden dolayı şazdır, «İhtimal de olsa» sözünden kastımız, ***** «Din günün sahibi» âyetindeki gibi takdiri de olsa Osmanî Mushaflara uygun düşmesidir. Çünkü bütün Osmanî Mushaflarda ***** kelimesi elifsiz olarak ***** şeklinde yazılmıştır. Elifin hazfiyle okunan kırâat Mushafın yazılış şekline uygundur. Elifle okunan kırâat ise, ***** «..mülkün sahibi...» (Âli İmran, 26.) âyetinde yazıldığı gibi, Kur’ân hattında kısaltma maksadıyla hazfedildiği için, takdiren uygundur.

1- Kırâat İhtilafları

1030 Kırâat ihtilafları bazen ***** gibi misallerde görüldüğü üzere, Kur’ân hattına tahkikan uygundur. Arab yazısında nokta ve harekelerin konulması veya kaldırılması, Sahâbenin hece ilmindeki üstünlüğü, buna bağlı diğer ilimlerin tahkikindeki keskin anlayışa delalet eder. es-Sırat kelimesinde görüldüğü gibi Sahâbe, «sin»den bedel olarak kelimeyi sad la yazmışlar, aslında mevcut olan Kur’ân hattına bir bakıma muhalif olsa bile, «sad» kıraatinin «sin» kıraatına uygunluğundan dolayı, kelimenin aslında, olan «sin» yerine «sad»ı kullanmışlardır. Böylece her iki harf, birbirine denk düşmüştür. Çünkü işmam kıraati, buna muhtemeldir. Şayet «sad» harfi, aslında olduğu gibi «sin» ile yazılsaydı kıraattaki bu özellik kaybolur, «sin» dışındaki kırâat hem hatta, hem de kelimenin aslına muhalif sayılırdı.

Bu yüzden A'raf sûresi 69. âyetindeki ***** kelimesinde ihtilaf edildiği halde, Bakara sûresi 247. âyetindeki ***** kelimesinde ihtilaf edilmemiştir. Çünkü Bakara sûresindeki harf «sin»le A'raf süresindeki ise, «sad»la yazılmıştır. A'raf sûresindeki harfin «sad»la yazıl masına dair vaki olan ihtilaf, harfin idğam, ibdal, isbat ve hazf bakımından sarih, hatta muhalif olması sebebiyledir. Şayet kırâat sabit ve meşhur olursa bu ihtilaf ihtilaf sayılmaz. Bundan dolayı kırâat ehli, ziyade «ye»lerin tesbitini Kehf 70. âyetindeki ***** «...bana soru sorma.» kelimesinden «ye»nin; Münafikûn, 10. âyetindeki ***** «..salihlerden olsaydım..» de ***** «vav»ın; Tekvîr, 24. âyetin ***** kelimesindeki «zâ»nın ***** hazfini merdûd, hatta muhalif saymamışlardır.

Bu kelimelerdeki ihtilaf, bağışlanacak cinstendir. Zira bunlar, birbirine yakın ve aynı mânayı taşıyan kelimelerdir. Bunlar; kıraatin sıhhatına, şöhretine ve hüsn-i kabulüne mâni değillerdir. Halbuki, kelime ziyadeliği ve noksanlığı, takdim ve tehir, mâna taşıyan harflerden bir harf bile olsa, bunun hilafınadır. Çünkü, bu harflerin hükmü, bir kelime hükmündedir, Kur’ân hat'tına muhalefetleri uygun değildir. Kur’ân hattına uyma ve muhalif olma gerçeğindeki ayırıcı unsur, budur.

«Senedi sahih olan» sözümüzle, bu kıraati, âdil ve sika ravinin, kendisi gibi bir raviden rivâyet zincirinin sonuna kadar rivâyet etmesini kastediyoruz. Bununla beraber bu kırâat, bu ilmin uleması nezdinde meşhur ve hatadan uzak kabul edilir veya Bazılarına göre de şaz kırâat olur. Müteahhirûndan Bazıları, bu rükünde sahih senedle yetinmeyip, tevatürü şart koşmuşlar, Kur’ân'ın ancak tevatürle sabit olacağını söylemişlerdir. Âhad tarikle yapılan bir rivâyet ile, Kur’ân âyeti tesbit edilemez. Bu, gayet açık bir husustur. Tevatür sabit olunca, diğer iki rükne ihtiyaç kalmaz, ihtilaf konusu olan harflerden biri, Resûlüllah'dan (sallallahü aleyhi ve sellem) mütevatiren sabit olursa, kabulü vacip olur, hatta uygun düşsün ve düşmesin, Kur’ân'dan sayılması kesinlik kazanır. Şayet ihtilaf edilen harflerden her birinde tevatürü şart koşsaydık, yedi kıraatta sabit olan ihtilaf harflerinden pek çoğunun kabul edilmemesi gerekirdi.

Ebû Şâme: Müteahhirûn ve bunlara uyan kurradan bir cemaat arasında şuyû bulan kanaat, yedi kıraatin tamamıyle mütevatir olduğudur. Yani kendilerinden kırâat rivâyet edilen yedi kırâat imamının her biri, ayrı ayrı mütevatir hükmündedir, der.

1034 Bazı kırâat uleması: Bunların kesinlikle Allahu Tealâ tarafından indirildiğini kabul etmek, vâcibdir. Biz, buna aynen katılırız. Ancak, kendilerinden yapılan nakilde tariklerin birleşmesini, her imamın birbirini nakzetmeksizin ittifak halinde olmalarını şart koşarız. Bazı kıraatlarda tevatür gerçekleşmezse, en azından bu şartların gerçekleşmesi gerekir, derler.

1035 Ca'berî şunu ilâve eder: Şart, birdir. Bu da naklin sıhhatidir. Diğer iki şart da buna bağlıdır. Râvilerin durumunu bilen, Arapçaya hakimiyeti olan, hat ilminde mahareti bulunan kimseden, bu şüphe kalkmış olur.

Mekkî şöyle der:

Kur’ân'ın kıraati hakkında yapılan rivâyetler üç kısımdır:

a- Kur’ân, yapılan rivâyet üzere okunur. Buna karşı gelen, küfre sapmış olur. Bu da kıraatin sika râviler tarafından nakledilmesi, Arap dili kaidelerine ve Mushaf hat'tına uyması mümkündür.

b- Nakli, âhad yolla sahih olan, Arap dili kaidelerine uygun düşen, lâfzı, Kur’ân hat'tına muhalif olandır. Bu nakil kabul edilir, ancak şu iki sebebten dolayı okunmaz. Birincisi; üzerinde icma vâki olan kıraata muhaliftir, ikincisi; icma ile değil, haber-i âhadla alınmış olmasıdır. Bu rivâyet, Kur’ân sayılmaz. Buna karşı gelen, küfre sapmaz, inkâr etmesi ise ne kötü şeydir!

c- Nakli sika olduğu halde, Arap dili kaidelerine uygun olmayan veya hat'tı, Kur’ân hat'tına uygun düşse bile nakli, sika olmayan rivâyet, kabul olunmaz.

1037 İbnu'l-Cezerî şöyle der:

Birinci kısmın nakli; ***** gibi pek çoktur. İkinci kısmın misali; İbn-i Mes'ud'un ve diğerlerinin kıraatidir. İbn-i Mes'ûd ***** (Leyl, 3.) âyetini ***** şeklinde, İbn-i Abbâs da; ***** (Kehf, 79.) âyetini ***** şeklinde okumuştur. Ulema bu kıratta ihtilaf etmiş, birçoğu buna engel olmuştur. Çünkü bu kırâat, naklen sabit ise de, tevatür derecesine ulaşmamıştır. Arza-i ahîra ve Sahâbenin Hazret-i Osman Mushafına dayanarak icmâı ile mensûhtur.

Sika olmayan râvilerin naklettiği rivâyetlerin misali, şâz kitaplarında, genellikle isnadı zayıf olan nakillerde pek çoktur. Ebû'l-Fadl Muhammed b. Ca'fer el-Huzâi'nin topladığı, Ebû'l-Kasım el-Huzelî'nin naklettiği, Ebû Hanife'ye nisbet edilen kırâat, bu nevi kıraattir. Mesela ***** (Fatır, 28.) âyetinin kıraatında meftuh okunan ***** kelimesini, ***** şeklindeki merfû, ***** kelimesini ***** şeklinde mensup olarak okumuştur. Dârekutni ve bir cemaatın yazdığına göre, böyle bir kitabın varlığı uydurmadır, aslı yoktur.

Üçüncü kısmın, sika râvilerin naklettiği, fakat Arap dili kaidelerine uymayan misal, yok denecek kadar azdır. Bazıları, Hârice'nin Nâfi'den ***** kelimesinin hemzeli olarak naklini, bu kabilden saymıştır.

Bir de merdûd olan dördüncü bir kısım vardır. O da; Arap dili kaidelerine Kur’ân'ın hat'tına uygun olduğu halde, hiç nakli yapılmayandır. Bu kıraatin reddi hak, yasaklanması kesin, okuyanın günahı büyüktür. Ebû Bekr b. Miksem'in, buna cevaz verdiği zikrolunur. Miksem'in bu cevazı üzerine ulema meclisi toplanmış, bu kıraati ittifakla menetmişlerdir. Bu yüzden aslı olmayan, kıraatin edasında kendisine itimad edilecek bir rüknü bulunmayan mutlak kıyasla, kırâat yasaklanmıştır. •

Mutlak kıyas bir esesa dayansa bile, hüküm aynıdır. Kabul edildiği takdirde kıraatta, mutlak kıyasa yer verilmiş olur. Bu ***** nin ***** ye kıyas edilerek yapılan idgam gibidir. Bu ve benzerleri, nassa ve asla muhalif değildir. Misalî çok az olmasına rağmen bu kırâat, icmaen reddolunmamıştır.

2- Kırâat Nevileri

1042 İbnu'l-Cezeri'nin, bu konuda cidden değerli bilgiler verdiğini belirtmek isterim. Elde ettiğim malumata göre o, kıraatları nevilere ayırmıştır:

a- Mütevatir:. Bu kırâat, rivâyet senedinin sonuna kadar ulaşan, yalan üzere ittifak etmeleri mümkün olmayan râvilerden, kalabalık bir cemaatın naklettiği kıraattir. Kıraatların büyük çoğunluğunu, mütevatir kırâat teşkil etmektedir.

b- Meşhur: Bu kırâat, senedi sahih olan, mütevatir derecesine ulaşmayan, Arab dili kaidelerine ve hattına uygun düşen, kurra nezdinde meşhur olan, galat ve şaz kıraatlardan sayılmayan kıraattir. İbnu'l-Cezeri'nin zikrettiğine göre bununla Kur’ân okunabilir. Ebû Şâme'nin yukarıda geçen sözü, bunu ifade etmektedir. Yedi kırâat imamından değişik tanklarla yapılan kırâat, buna misaldir. Bazı râviler, bunların bir kısmından rivâyet etmişlerdir. Bunun, mütevatir kıraatta olduğu gibi, bazı kırâat kitablarında çeşitli harflere yayıldığına dair misalleri pek çoktur. Meşhur kırâatlar hakkında yazılan en önemli kitaplar; ed-Dânî'nin «e t t e y s i r»i, eş-Şâtibî'nin «K a s î d e»si, İbnu'l-Cezeri'nin «E v 'ı y e t u' n N e ş r f î K ı r a a t' l - A ş r»ı ile «T a k r î b u' n - N e ş r»idir.

Sayfa 184-185

c- Âhad: Bu kırâat, senedi sahih olan, Kur’ân hattına veya Arab diline muhalif düşen, meşhur kırâat derecesine ulaşamayan kıraattir. Âhad kıraatla, kırâat caiz değildir. Tirmizî «C â m i u' l - K e b î r», Hâkim «M u s t e d r e k» inde bu konuda müstakil bab açmışlar, senedi sahih pek çok nakiller yapmışlardır. Hâkim, Âsım el-Cuhterî tarikiyle Ebû Bekra'dan Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Rahmân sûresi 76. âyetini şöyle okuduğunu rivâyet eder: ***** Ebû Hureyre'den yapılan rivâyette, Resûlüllah Secde sûresinin 17. âyetini şöyle okumuştur: ***** İbn-i Abbasdan yapılan rivâyette, Resûlüllah Tevbe sûresinin 128. âyetini şöyle okumuştur: ***** kelimesindeki «fe»yi üstün okumuştur. Hazret-i Âişe'den yapılan rivâyette Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Vâkıa sûresi 89. âyetin ***** şeklinde «ra»nın zammıyle okumuştur.

Şâz: Bu kırâat, senedi sahih olmayan rivâyettir. Bu konuda bazı kitablar yazılmıştır. ***** âyetinde ***** kelimesi, mazi sigası ile ***** şeklinde, ***** kelimesi mensub olarak ***** şeklinde ***** âyeti de meçhul sigasıyle ***** şeklinde okunmuştur.

Mevzu': Bu da Huzâî'nin kıraaatları gibi, uydurma kıraattir.

Bana göre, hadis nevilerinden Mudrec'e benzeyen, altıncı bir kısmı daha vardır. Bu kırâat, tefsir olarak ilâve edilen, kıraattir. Buna dair misaller şunlardır.

Said b. Mansûr'un rivâyetine göre Sa'd b. Ebî Vakkas, Nisâ sûresinin 12. âyetine ***** ibaresini ilâve ederek ***** şeklinde okumuştur.

Buhârî'nin rivâyetine göre İbn-i Abbâs, Bakara 198. âyetine ***** ibaresini ilâve ederek ***** şeklinde okumuştur.

İbnu'z-Zubeyr, Âli İmrân, 104. âyetine ***** ibaresini ilâve ederek ***** şeklinde okumuştur.

Said b. Mansur'un rivâyetine göre Hazret-i Ömer; Bunun, kırâat mı, tefsir mi olduğunu bilmiyorum, demiştir. İbnu'l-Enbârî ise, bu, kesinlikle kırâat değil, âyete tefsir olarak yapılan bir ilâvedir, der.

1052 el-Hasan'dan rivâyet edildiğine göre; Meryem sûresinin 71. âyetine ***** ibaresini ilâve ederek: ***** şeklinde okumuştur. İbnu'l-Enbârî, ***** sözünü el-Hasan'ın ***** kelimesinin manasını açıklamak için yaptığı tefsirdir, der. Bazı râviler bu kelimeyi Kur’ândan saymakla hata etmişlerdir.

İbnu'l-Cezerî ifadesinin sonunda şöyle der: Kur’ân metnine ilâvede bulunanlar, kıraata ilâve ettikleri tefsiri kelimeleri, izah ve beyan olmak üzere getirmişlerdir. Çünkü bunlar Kur’ân'ı, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) dan öğrendiklerinden, âyetin gerçek metnini biliyorlardı. Herhangi bir karışıklık olmayacağından, emindiler. Muhtemeldir ki bunlardan Bazıları, tefsiri kelimeleri, ayetle birlikte yazmışlardı.

Bazı sahâbenin, kıraatin mânâ ile okunmasına cevaz verdiğini söyleyen­ler, yalan söylemiştir.

Biraz önce ifade ettiğim Mudrec kırâat bahsini ilerde açıklayacağım.

3- Mütevatir Kıraatların Şartları

1055 Kur’ân'ı Kerim'in, âyet ve kelimeleri ile mütevatir olduğunda hiçbir şüphe yoktur. Âyetlerin yerleri ve tertibi de Ehl-i Sünnet ulemasına göre tevatürle sabittir. Kur’ân-ı Kerim gibi ilahi bir Kitab'ın tafsilinde âdet, kesinlikle tevatürü gerektirir. Bu ise, İslâmiyetin aslı ve Sırat-ı mustakim olan bu mûciz Kitab'ın, cümle ve tafsilatındaki nakil imkânlarının mevcut olmasından ileri gelmektedir. Tevatür olmadan âhâdî yolla nakledilen rivâyetler, kesinlikle Kur’ân'dan değildir. Usûl ulemasının çoğu, âyetlerin tesbitinde, tevatürü şart koşmuşlardır. Bu şart, âyetlerin yerleri ve tertibinde aranmamış, daha ziyade âhâdî nakillere dayanılmıştır. Şâfiî Hazretlerinin Besmele'yi, her sûrenin başlangıcına yerleştirmesi, bunu göstermektedir.

Kur’ân'ın bütününde tevatürü gerektiren yukarıdaki delille, bu görüş reddedilmiştir. Çünkü böyle bir şart bulunmasa idi, Kur’ân'da mükerrer olan birçok âyetlerin kaldırılması, Kur’ân'dan olmayan birçok âyetlerin de ilâvesi caiz olurdu. Şayet biz, âyetlerin yerlerini belirtmede tevatürü şart koşmasaydık, ***** «Rabbinizın hangi nimetini yalanlıyorsunuz.» âyeti gibi, Kur’ân'da vâki olan tekerrürlerin çoğunun tevatüre dayanması gerekmezdi. Şayet âyetler yerlerine göre mütevatir olarak tesbit edilmese idi, bunların âhâdî yolla yerlerine konulması caiz olurdu.

1057 Kâdı Ebû Bekr «e l -İ n t i s â r» adlı eserinde şöyle der: Bazı fukaha ve mütekellimin, Kur’ân'ın, teferruata dalmadan, âhâdî haberle ilmen değil, hükmen tesbitini kabul ederlerse de, ehli hak bunu hoş karşılamamış, bundan kaçınmışlardır.

Mütekellimîn'den Bazı ulema şöyle demiştin Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) in okuduğu sabit olamasa bile Arap dili kaidelerine uygun düştüğü takdirde kıraatin, vecihlerin ve harflerin tesbitinde, ictihad ve re'yin kullanılması mümkündür. Ehli hak bunu kabul etmemişler, bu iddiada olanları da hatalı bulmuşlardır.

4- Besmele'nin, Mütevatiren Âyet Olup Olmadığı

1059 Besmele'nin Kur’ân'dan olmadığını söyleyenlerden Mâliki Mezhebi taraftarları ile diğerleri, görüşlerini bu esasa dayarlar, Besmele'nin sûrelerin evvelinde gelmesinin tevatüren sabit olmadığı, mütevatir olmayanın da Kur’ân'dan olamayacağı inancındadırlar.

Besmele'nin mütevatiren Kur’ândan olmadığı görüşüne katılmıyoruz. Zira Bazılarına göre mütevatir olan, diğerlerine göre olmayabilir. Besmele'nin sahâbe be Mushaf'larında mevcut olması, tevatürüne yeterli bir delildir. Sûrelerin isimleri «âmîn» ve hizibler gibi Kur’ân'dan olmayanların Mushaf'ta yazılmasını men etmelerine rağmen, kendilerinden sonra yazılan Mushaf'larda Besmele'nin mevcudiyeti, bunu gösterir. Şayet Besmele Kur’ândan olmasaydı, sûrelerin evvelinde yazılmasını caiz görmezlerdi; çünkü Besmele, Kur’ân'dan olmadığı halde, sûrelerin evvelinde yazılmış olsaydı, bunun Kur’ân'dan olduğu sanılırdı. Böylece Müslümanlar aldatılmış, Kur’ân'dan olmayan bir şeyin Kur’ân'dan olduğunu inanmaya sevkedilmiş olurlardı. Böyle bir yanlışlığın Sahâbe hakkında düşünülmesi, mümkün değildir.

Besmele, belki sûreler arasını ayırmak için konulmuştur denilirse, bunun da bir aldatma olduğu söylenebilir. Sadece sûreler arasını ayırmak için buna tevessül edilmesi de caiz değildir. Eğer böyle olsa idi, Tevbe sûresi ile Enfal arasında Besmele konulması gerekirdi.

Ahmed b. HanbelEbû DâvudHâkim ve diğer muhaddislerin Ümmü Seleme'den yaptığı şu rivâyet, Besmele'nin Kur’ân'dan bir âyet olduğunu göstermektedir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Fatiha sûresini okurken ***** «Rahmân ve Rahim olan Allah'ın adıyla, âlemlerin Rabbine hamdolsun.» ***** diye Besmele ile birlikte okur, ***** i müstakil bir âyet saymadığı halde, Besmeleyi bir âyet sayardı.

İbn-i Huzeyme ve «e l - M a' r i f e» adlı eserinde Beyhakî, sahih bir senedle, Saîd b. Cübeyr tariki ile İbn-i Abbâs'ın şöyle dediğini rivâyet ederler: Şeytanı insanlara boyun eğdiren, Kur’ân'ın en büyük âyeti, Besmele'dir.

Beyhakî, «Ş u a b u' l - İ m a n» adlı eserinde, İbn-i Merdeveyh hasen bir senedle, Mucahid tarikiyle İbn-i Abbâs'ın şöyle dediğini rivâyet ederler Acaba insanlar, Hazret-i Süleyman hariç, Rasûlullah'dan başka bir bir peygambere nâzil olmayan, Allah'ın Kitab'ındaki bir âyetten haberdar mıdırlar?

1065 Dârekutni ve Taberânî, zayıf bir senedle Bureyde'den şöyle rivâyet ederlen Resûlüllah; Süleyman'dan sonra benim dışımda bir peygambere nâzil olmayan bir âyetten haber vermedikçe, mescidden ayrılmayacağım demiş ve Bureyde'ye; namaza durduğunda Kur’ân'dan ne ile başlarsın, diye sorduğunda Besmele ile başlarım, cevabını vermiştir. Resûlüllah da işte doğrusu budur, doğru olanı yapmışsın, diye mukabelede bulunmuştur.

Ebû DâvudHâkim, Beyhakî ve Bezzâr, Said b. Cübeyr tarikiyle İbn-i Abbâs'ın şöyle dediğini rivâyet etmişlerdir Resûlüllah, Besmele nâzil olmadan sûrelerin nasıl ayrılacağını bilmiyordu. Bezzâr bu metne şunu ilâve eder ***** nâzil olunca Resûlüllah, sûrenin bittiğini, diğer bir sûrenin başlayacağını anlardı.

Hâkim, başka bir tarikla Said b. Cübeyr'den İbn-i Abbâs'ın şu sözünü nakleder: Müslümanlar, Besmele nâzil olmadan sûrenin bittiğini anlayamıyordu. Besmele nâzil olunca, sûrenin bittiğini anlamış oldular. Bu rivâyetin isnadı, Buhârî ve Müslim'in şartlarına uygundur.

Yine Hâkim başka bir tarikle, Saîd b. Cübeyr'den İbn-i Abbâs'ın şu sözünü nakleder: Cebrâîl (a.s) Resûlüllah'a geldiğinde Besmele'yi okuyunca, yeni bir sûre nâzil olacağını anlardı. Bu rivâyetin isnadı sahihtir.

Beyhakî «Ş u a b u' l - İ m a n»ında İbn-i Mesûd'un şu sözünü nakleder Besmele nâzil olmadan önce, iki sûre arasını ayırmayı bilmiyorduk.

1070 Ebû Şâme şöyle der: Besmele'nin iki sûre arasını ayırmak için okunuşu, Resûlüllah'ın Kur’ân'ı Cebrâîl'e (a.s) arzı sırasında olması muhtemeldir. Zira Resûlüllah, Cebrâîl kendisine Besmele'yi okumasını emredinceye kadar, okumakta olduğu sûrenin arzına devam ederdi. Böylece o, sûrenin bittiğini anlardı. Resûlüllah, Besmele'nin bütün sûrelerin evvelinde bir âyet olduğuna işaret etmek için, «nâzil oldu» ifadesini kullanmıştır. Bundan, sûrenin bütün âyetleri bittikten sonra, Besmele'nin nâzil olma ihtimali anlaşılır. Sûrenin âyetleri tamamlanınca, Cebrâîl aleyhisselam Besmele ile iner, sûreyi tekrar okumasını ister. Böylece Resûlüllah sûrenin son bulduğunu, buna başka bir âyetin ilâve edilmeyeceğini anlardı.

İbn-i Huzeyme ve Beyhakî, sahih bir senedle İbn-i Abbâs'ın şu sözünü nakleder: Seb'ul'l-Mesânî, Fatiha sûresidir. Yedincisi nerede diye sorunca, Besmele, cevabını verir.

Dârekutni, sahih bir senedle Hazret-i Ali'den şu rivâyette bulunur Hazret-i Ali'ye, Seb'u'l-Mesânî'nin ne olduğu sorulduğunda, Fatiha sûresidir, cevabını verir, kendisine; bu sûre altı âyet değil midir? diye sorulduğunda, Besmele'nin bir âyet olduğunu ifade eder.

Darakutnî, Ebû Nuaym ve Hâkim «T a r i h» adlı eserinde, zayıf bir senedle Nafi'den, İbn-i Ömer'in şu sözünü naklederler: Resûlüllah; Cebrâîl bana vahiy getirince ilk sözü Besmele olurdu, demiştir..

Bir başka tarikle Vahidî, Nafi'den İbn-i Ömer'in şu sözünü nakleder Besmele her sûrenin evvelinde nâzil olurdu. Beyhaki üçüncü bir tarikle Nafi'den İbn-i Ömer'in şu sözünü nakleder İbn-i Ömer Besmele'yi namazda yeni bir sûre başladığında okur, Mushafta yazılı olması, ancak okunması içindir, derlerdi.

Dârekutni, sahih senedle Ebû Hureyre'nin şöyle dediğini nakleder Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Fatiha sûresini okurken, Besmele'yi de okuyunuz; çünkü Fatiha ummu'l-kitab ve seb'u'l-mesânî'dir. Besmele de onun âyetlerinden biridir.

Müslim, Enes b. Mâlik'in şöyle dediğini rivâyet eder Resûlüllah bir gün aramızda iken, hafif bir uykuya daldı. Sonra tebessüm ederek uyanıp başını kaldırdı. Bana biraz önce bir sûre nâzil oldu, diyerek Besmele ile birlikte Kevser sûresini okudu.

Bu hadisler; Besmele'nin her sûrenin evvelinde, Kur’ân'dan bir âyet olduğunu, tevatür-i mânevi ile gösterir.

5- Fatiha ve Muavvizeteyn Sûreleri Hakkında Görüşler

1079 Bu konuda karşılaşılan güçlüklerden biri, Fahruddin Râzi'nin ifade ettiği şu husustur; bazı eski kitablarda, İbn-i Mesûd'un Fatiha ve Muavvizeteyn sûrelerinin Kur’ân'dan olmadığı sözü nakledilir. Bu, çözülmesi oldukça güç bir konudur. Şayet biz, Kur’ân'ın Sahâbe devrinde, mütevatir nakille tesbit edildiğini söyleyecek olursak, Besmele'nin Kur’ân'dan bir âyet sayıldığı kesinleşir. Bunu inkâr eden küfre sapar. Şayet Kur’ân'ın Sahâbe devrinde mütevatiren tesbit edilmediğini söyleyecek olursak, aslında Kur’ân'ın mütevatir olmaması gerekir. Şu halde İbn-i Mesûd'dan yapılan bu nakil, büyük ihtimalle asılsızdır. Bu açıklama ile güçlük, ortadan kalkmış olur.

Kadı Ebû Bekr de şöyle demiştir: İbn-i Mesûd'un Fatiha ve Muavvizeteyn'in Kur’ân'dan olmadığı, kendisinden böyle bir şey duyulduğu şeklindeki sözü, doğru değildir. Bu sûreleri Mushaf'ından silmesi ve çıkarması, bunların Kur’ân'dan oluşlarını inkâr ettiğinden değil, bunların Kur’ân'a yazılmalarını kabul etmemesidir. Çünkü İbn-i Mesûd'a göre uyulması gereken yol, Mushaf'a ancak, Resûlüllah'ın yazılmasını emrettiği şeyleri yazmaktır. İbn-i Mesûd bu sûreleri, Resûlüllah'ın yazdırdığını görmediği gibi, yazılmasını emrettiğini de duymamıştır.

Nevevî «Ş e r h u' l - M u h e z z e b»inde şöyle der: Muavvizeteyen ve Fatiha'nın Kur’ân'dan olduğuna dair, Müslümanların icmaı vardır. Bunu inkâr eden kâfir olur. İbn-i Mesûd'dan yapılan rivâyet doğru değildir, uydurmadır.

1081 İbn-i Hazm «e l - M u h a l l â» adlı eserinde şöyle der: Bu ifade İbn-i Mesûd aleyhine bir yalan ve uydurmadır. Zirri'in, İbn-i Mesûd'dan yaptığı rivâyete dayanan Âsım'ın Kıraati, İbn-i Mesûd'dan yapılan sahih rivâyettir. Âsım'ın kıraatında Fatiha ve Muavvizeteyn süreleri mevcuttur.

İbn-i Hacer «Ş e r h u' l - B u h â r î»sinde şöyle der: İbn-i Mesûd'un bu sûreleri Mushaf'ına yazmaması doğrudur. Ahmed b. Hanbel ve İbn-i Hibbân'ın İbn-i Mesûd'dan yaptıkları rivâyete göre, Muavvizeteyen sûrelerini Mushaf'ına yazmamıştı.

«Z i y â d e t u' l - M u s n e d» adlı eserinde Abdullah b. Ahmed, Taberânî ve İbn-i Merdeveyh, Ameş tarikiyle Ebû İshak'dan, AbdurRahmân b. Yezid en-Nehaî'nin şöyle dediğini rivâyet ederler: Abdullah b. Mesûd, Muavvizeteyn'i Mushaf'ından silmiş, bunların Kur’ân'dan olmadığını söylemiştir.

Bezzâr ve Taberânî, İbn-i Mesûd'dan başka bir tarikle şöyle rivâyet ederler: İbn-i Mesûd, Muavvizeteyn'i Mushafından silmiş, Resûlüllah; bunlarla dua edilmesini emretti, demiştir. Bu yüzden İbn-i Mesûd bunları Kur’ân metni içinde okumazdı. Bu rivâyetin isnadı, sahihtir.

Bezzâr; İbn-i Mes'ud'un bu sözüne hiç bir Sahâbe uymamıştır. Çünkü Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem), bu sûreleri namazda okuduğu doğrudur, demiştir.

1085 İbn-i Hacer ise şu görüşü ilâve eder: Bunun İbn-i Mes'ud aleyhine uydurulmuş bir yalan olduğunu söyleyenin sözü, merduddur. Zira, senedsiz olarak sahih rivâyetleri yalanlamak, kabul edilemez. Bilakis yapılan rivâyetler sahihtir. Te'vîli ise ihtimale dayanır, Kadı Ebû Bekr ve diğerleri, yukarıda geçtiği gibi, İbn-i Mes'ud'un bunları Mushaf'ına yazmayı kabul etmediği şeklinde, te'vil etmişlerdir. Bu, güzel bir te'vildir. Ancak, zikrettiğim sarih rivâyette geçen İbn-i Mesûd'un: Bunlar Kur’ân'dan değildir, sözü, bu te'vili reddeder. Bu cümledeki «Kur’ân» kelimesinin Mushaf'a hamli, mümkündür. Böylece mezkûr te'vil tamam olur. Fakat yukarıda zikredilen tariklerin seyrini iyice düşünen, böyle bir te'vilin uzak olduğunu anlar.

İbnu's-Sabbâğ; İbn-i Mes'ud'a göre bu iki surenin Kur’ân'da yazılışı, önceleri kesinlik kazanmamıştı. Fakat sonradan, yazılmalarında ittifak hâsıl olmuştur, demiştir. Hülâsa bu iki sûre, İbn-i Mes'ud zamanında gene de mütevatirdiler. Fakat İbn-i Mes'ud'a göre bunlar, mütevatir sayılmıyordu.

İbn-i Kuteybe, «Müşkilu'l-Kur’ân» adlı eserinde şöyle der: İbn-i Mes'ud, Muavvizeteyn'in Kur’ân'dan olmadığını zannediyordu. Zira o, Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bu iki sûre ile Hazret-i Hasan ve Hüseyin'e, İns ü cinn'in şerrinden korunmaları için dua ettiğini biliyordu. Bu bakımdan zannını değiştirmedi. Bu meselede, İbn-i Mes'ud'un zannında isabetli, Muhacirun ve Ensârın hatalı olduğunu söyleyemeyiz. Mushaf'ın, Fâtiha suresini almayışı, maazallah onun, Kur’ân'dan olmadığı zannından değildir. Fakat o, Kur’ân'ın Mushaf haline getirilmesini sadece şek, nisyan, ziyade ve noksanlık korkusundan ileri geldiğine inanıyordu. Sûrenin kısa olması, her Müslümanın onu mecburen öğrenmesi bakımından Fatiha sûresinde bu endişelerin bulunmadığını görmüş, onu Mushaf'ına almamıştır.

Yukarıda On Dokuzuncu Bölümün başında İbn-i Mesûd'un Mushafına Fatiha'yı almadığını ifade eden, Ebû Ubeyd'in sahih senedle naklettiği rivâyet geçmişti.

6- Kırâatların Mütevâtir Oluşu

1089 Zerkeşî «e l - B u r h â n» adlı eserinde şöyle der:

Kur’ân ve kırâatlar, birbirinden farklı iki hakikattir. Kur’ânbeyan ve i'caz için Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) indirilen vahiydir. Kırâatlar ise, mezkur vahyin lâfzı, harfleri, tahfif ve teşdid yönünden keyfiyeti üzerindeki ihtilaftır. Cumhura göre yedi kırâat mütevatir, meşhur olduğu da zayıf bir rivâyete göre söylenir.

Gerçek şudur ki; yedi kırâat, yedi imamdan mütevatirdir. Bunların Resûlüllah'dan (sallallahü aleyhi ve sellem) mütevatiren geldiği konusunda bazı görüşler ileri sürülebilir. Yedi kırâat imamının kırâatinin Resullah'a isnadı, kırâat kitablarında mevcuttur. Bunların nakli, ahadîdir.

Bu konudaki görüşlere ileride yer vereceğiz. Yukarıda geçtiği gibi Ebû Şâme, kurra tarafından üzerinde ihtilaf edilen lafızları, istisna etmiştir. lbnu'l-Hacib istisnayı; med, imâle ve hemzenin tahkiki gibi kıraatin edasında yapmıştır. Bazıları da; med ve imâlenin aslı, gerçekte mütevatirdir, fakat keyfiyetinde ihtilaf edildiğinden takdiri mütevatir değildir, demişlerdir. Zerkeşî de bu görüşe katılarak, hemzenin tahkik nevileri bütünüyle mütevatirdir, der.

İbnu'l-Cezeri; «Bu konuda kimsenin, İbnu'l-Hacib'i geçtiğini duymadık. Kadı Ebû Bekr ve arkadaşları gibi usul uleması, bütün bunları tevatüren sabit kabul eder. Doğru olan da budur. Çünkü lafız, tevatüren sabit olursa, edası da tevatüren sabit olur. Edasız lafız tasavvur etmek mümkün değildir, bunun sıhhati ancak eda ile gerçekleşir, der.

7- Yedi Harf ve Kırâat İmâmı

1093 Ebû Şâme şöyle der: Bazı ulema hadisde geçen yedi harften, bugün mevcut olan yedi kıraatin kastedildiğini zannetmişlerdir. Bu, ehli ilmin icmaına muhaliftir. Bazı cahillerin zannından öteye geçmemektedir.

Ebû'l-Abbâs b. Ammar şöyle der: Yedi rakamı üzerinde duran bazı kimseler, gereksiz nakillerde bulunmuştur. Bu mesele ibhamiyeti sebebiyle yeterli bilgisi olmayan kimselere, bu kıraatin hadisde zikredilen yedi harfe tekabül edip etmemesi yönüyle zorluk çıkarmıştır. Meseleye çözüm arayanlar şüpheyi kaldırmak için, hadisdeki bu rakamı, keşke yediden az veya çok tutsalardı da, her kırâat imamına sadece iki râvi tayin etselerdi, görüşündedirler. Bu tayin; daha meşhur, daha sahih, daha açık bir kırâat olsa bile, üçüncü bir ravinin yaptığı rivâyetin iptaline sebep olmuştur. Bu meseleyi kavramayanlar daha da ileri giderek, üçüncü rivâyet imamını hatalı bulur veya tekfir ederler.

Ebû Bekr b. Arabi şöyle den Bu yedi kırâat, başka kıraatlara cevaz verdirmeyecek şekilde, sadece yedi imama münhasır değildir. Ebû Cafer, Şeybe, Ameş ve benzeri kurranın kıraati, onlar kadar veya onlardan üstün olabilir. Mekkî, Ebû'l-Alâ el-Hemedani başta olmak üzere, pek çok kurra aynı görüştedirler.

Ebû Hayyân ise bu konuda şöyle der İbn-i Mücahid'in kitabı ile onu takip edenlerin kitaplarında, meşhur kıraatlardan pek azı zikredilmiştir. İşte Ebû Amr b. Alâ, ondan on yedi râvi, rivâyet etmekle şöhret buldu der ve isimlerini sıralar. İbn-i Mücahid'in kitabında, kırâat imamı olarak el-Yezidi tayin edilmiştir. Bundan rivâyet eden on râvi şöhret bulmasına rağmen, es-Susi ve ed-Durî gibi başkalarına göre farklı bir meziyeti bulunmayanlar, Yezidi'ye nasıl râvi tayin edebilirler? Çünkü, Yezidi'den rivâyet eden bu on kişi, kıraati aynı hocadan almışlar, aynı ciddiyeti göstermişler, aynı kıraati okumuşlardır. Bütün bunlara, bilgi eksikliği dışında başka bir sebep bulamıyorum.

Mekkî şöyle der: Nafî ve Âsım kıraatini, hadisde geçen yedi harften olduğunu zannedenler, büyük bir hataya düşmüşlerdir. Yedi kıraatin, yedi harfe bağlanması, bunların dışında diğer kırâat imamlarından sabit olan, mushaf hattına uygun düşen kıraatin kabul edilmemesi, bu kıraatin Kur’ândan sayılmamasını gerektirir. Bu ise, büyük bir hatadır. Ebû Ubeyd Kasım b. Sellam, Ebû Hâtim es-Sicistani, Ebû Cafer et-Taberî ve ismail el-Kadi gibi mütekaddimun kırâat imamlarından kıraati tasnif edenler, bu yedi imamın çok üstünde kurra zikretmişlerdir. İkincisi hicri asrın başında, Basra'da Müslümanlar Ebû Amr ve Yakub'un kıraatına, Kufe'de Hamza ve Âsım'ın kıraatına, Şam'da İbn-i Âmir'in kıratına uymuşlar, hicri üçüncü asrın başlarına kadar bunu devam ettirmişlerdir. Üçüncü hicri asrın başında Mucahid, Kisai'nin ismini alıp, Yakub'unkini kaldırmıştır.

Kurra arasında bu yedi imamdan daha değerli, sayıca onlardan daha çok kurra bulunmasına rağmen, yedi imamla sınırlamanın sebebi, imamlardan rivâyet edenlerin, gerçekten çok olmasındandır. Kıraatlara olan ihtimam azalınca, Mushaf hattına uygun düşen, hıfzı ve öğrenilmesi kolay olan kıraatlara yetindiler, Müslümanlar, sika ve sağlamlığı ile şöhret bulan, kırâat talimine uzun süre hizmet eden, kendisinden kırâat öğrenmede ittifak edileni seçtiler, her şehirde bir imam kabul ettiler. Bunanla beraber, yedi imam dışındaki Yakûb, Ebû Cafer, Şeybe ve diğer kurra gibi kurranın, kırâat ve naklini terketmediler.

İbn-i Mücâhid'den önce İbn-i Cübeyr el-Mekki kıraatla alakalı bir eser yazmış, her şehirden bir imam seçerek kıraatları, beşde toplamıştır. Kırâat imamlarının sayısını beşde tutması, Hazret-i Osman'ın istinsah ettirdiği Musahafları beş ayrı şehre göndermesine dayanmaktadır.

Hazret-i Osman'ın yedi şehrMushaf gönderdiği söylenir. Beş şehre ilâveten Yemen ve Bahreyn'e de birer Mushaf göndermiştir. Bu iki Mushaf'ın gönderildiğine dair bir haber duyulmadığından, İbn-i Mucahid ve diğerleri, Mushaf'ların adedine uyarak, Yemen ve Bahreyn Mushafları yerine iki okuyucu (kari') yerleştirdiler. Bunlarla yedi adedi tamamlanmış oldu. Bu rakamın, hadisde varid olan rakama benzer olması, bu meselenin aslını bilmeyen ve zekasını yeterince kullanamayanları, yedi harfle yedi kırâat kastedildiği zannına sevketmiştir. Kırâat meselesinde asıl olan, duyulan kıraattaki senedin sahih olması, Arap dili kaidelerine ve Mushaf hattına uygun düşmesidir. Senedleri yönüyle kıraatların en sahihi, Nâfi ve Âsım'ın kırâatlar!, en fasihi de Ebû Amr ve Kisâi'nin kıraatlarıdır.

1098 Karrâb, «e ş - Ş â f i» adlı eserinde şöyle der: Kurranın yedi kırâat imamına bağlanıp diğerlerini dikkate almamak, ne sünnete, ne de sahâbe ve tâbiûn kavline dayanır. Kıraatların yedide toplanması, bazı muteahhirûnun ortaya koyduğu bir iştir. Bu sayı, kurra arasında yayıldı ve ziyadenin caiz olmayacağı vehmini uyandırdı. Sayının yedide kalacağına dair, kimse kesin bir ifadede bulunmadı.

Kevâşi bu konuda şunu ilâve eder: Yedi meşhur kırâat dışındaki kırâatlar hattına uyan her kırâat, nassa dayalı yedi kıraattir. Bu üç şarttan biri eksikse, bu kırâat, şâz kıraattir.

Kırâat imamları, «e t - T e y s î r ve e ş - Ş a t ı b i y y e» de olduğu gibi meşhur kıraatların sınırlandığını zannedenlere, şiddetle karşı koymuşlardır. Bunu en son açıklıyan, Takıyuddin es-Subki'dir. «Ş e r h u' l - M i n h â c» adlı eserinde şöyle der: Sahâbe-i Kirâm, namazda ve namaz dışında yedi kıraatla okumayı caiz gördükleri halde, şâz kıraatla caiz görmemişlerdir. Bu ifade, yedi meşhur kırâat dışındaki kıraatların, şaz kırâatlar olduğu vehmini ortaya koymuştur. Beğavî, meşhur yedi kıraatla birlikte, Yakûb ve Ebû Cafer'in kıraatıyla okunabileceği hususunda, ittifak olduğunu nakletmiştir, doğru olan da budur.

1101 Kevâşi bu kondu şunu ilâve eder: Yedi meşhur kırâat dışındaki kırâatlar ikiye ayrılır.

Biri; Mushaf hattına muhalif olandır. Bu kırâat ne namaz içinde, ne de namaz dışında okunur.

Diğeri de, Mushaf hattına muhalif olmayan, okunması şöhret bulmayan kıraattir. Bu kırâat, garib bir tarikle rivâyet edilmiştir, bir değeri yoktur. Bu çeşit kıraatla okumak da caiz değildir. Önceki ve sonraki kırâat imamlarından meşhur olup, Mushaf hattına uyan kıratla okumak caizdir. Yakûb ve diğerlerinin kıraati, bu kabildendir.

Beğavî, bu konuda itimada şayan olan, kırâat imamıdır. Çünkü hem kurra, hem fakih ve hem de birçok ilimleri kendinde toplayan bir alimdir. Yedi kıraatin şâzlarındaki tafsilat, aynen böyledir. Zira bunlar arasında, pek çok şâz kırâat vardır.

1103 «M e n' u l - M e v â n i» adlı eserinde oğlu, şöyle der: C e m' u l - C e v a m i'»de yedi kıraatin mütevatir kırâat olduğunu söylemiştik. Sonra şâz ve sahihler hakkında da on kıraatin dışındakiler, demiştik. On kıraatin mütevatir olduğunu da söylemiştik. Yedi kıraatin tevatüründe ihtilaf olmadığından, icma mevkiinde önce onu zikrettik. Sonra buna, ihtilaflı kıraatları atfettik. Yedi kırâat üzerine ilâve edilen üç kıraatin mütevatir olmadığını söylemek, son derece yersizdir. Bu üç kırâat, Mushaf hattına muhalif değilken, dinde sözü muteber olan bir kimsenin buna dair söz söylemesi, doğru değildir. Babamın, bu üç kıraati men eden bazı kudâta şiddetle karşı çıktığına şahit oldum. Bazı ashabımız, babamdan yedi kıraati okutmak üzere izin istediler, o da; on kıraatla okutmana da müsaade ederim, cevabını verdi.

Kevâşî'nin oğlu «M e n u' l - M e v â n i»de şöyle der: İbnu'l-Cezeri» nin sorduğu bir suale cevap şöyledir: Şâtibî'nin üzerinde durduğu yedi kırâat ile; Ebû Ca'fer, Yakûb ve Halefin okuduğu üç kırâat, dinde kesinlikle bilinen mütevatir kıraattir. On imamdan her birinin infirad ettiği kırâat, dinde zaruri olarak bilinen, Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) nâzil olan kıraattir. Cahilden başka kimse, bu kıraatların herhangi bir yönü hakkında tenkitte bulunamaz.

8- Kırâat İhtilafının Sebeb Olduğu Fıkhî ihtilaflar

1105 Kırâat ihtilafları, fıkhî ihtilafları da ortaya çıkarır. Bundan dolayı fukaha, kadına dokunmakla abdestin bozulup bozulmayacağına dair ihtilafı ***** ve ***** (Nisâ, 43. âyet) kıraatındaki ihtilafa dayamışlardır. Gene, ay halinden yeni çıkan bir kadınla, yıkanmadan önce temasın caiz olup olmadığına dair. ihtilafı da Bakara sûresi, 222. âyetindeki ***** kelimesinin kırâat ihtilafına dayarlar. Fukaha bu âyet hakkında, iki kıraatla okunduğu takdirde, garib bir ihtilaf naklederler.

Ebû'l-Leys es-Semerkandî, «e l - B u s t â n» adlı kitabında bu âyetle ilgili iki görüş nakleder.

Bunlardan biri şudur: Cenâb-ı Hak, iki farklı kıraati beraberce indirmiştir.

Diğeri ise, Cenabı Hak, âyeti bir kıraatla indirmiş, ancak bunu iki kıraatla okumamıza izin vermiştir. Sonra da orta yolu seçmiştir. Bu da şayet bir kıraatin tesiri diğerine muhalif düşerse, ikisini de beraber okur, böylece iki kırâat ***** de olduğu gibi, iki âyet yerine geçer. ***** (Bakara, 189.) âyetinde olduğu gibi, bu iki kelimenin tefsiri bir mânada olursa, yalnız biriyle okur, her kabilenin alıştığı lehçeye göre iki kıraatla okumaya cevaz verir. Şayet bu iki kıraattan biriyle okurken hangisini seçeyim derseniz, Kureyş lehçesinde olanı okumama söyleriz.

1106 Müteahhirûndan Bazı ulema; kırâat ihtilaflarında ve nevilerinde faydalar olduğunu söyler. Bunlardan Bazıları şunlardır: Ümmet-i Müslimine kolaylık ve hafiflik sağlamak, kitapları yalnız bir vecih üzere inen diğer ümmetlere karşı, kendilerinin şeref ve faziletini göstermektir.

Ayrıca, kıraatları öğrenmede büyük gayret sarfettiklerinden, medlerin miktarı, imalelerinin farklılığına varıncaya kadar, kelime kelime kavradıklarıdan, sonra da bunların mânaları üzerinde durup, her kelimenin ifadesinden hikmet ve ve hüküm çıkardıklarından tevcih, ta'til ve tercih yönünü ortaya koymadaki dikkatlerinden dolayı, sevabın büyük olmasıdır.

Bu faydalardan diğeri de, Allah'ın Kur’âna koyduğu sırrı açıklamak, farklı kıraatlara rağmen Kur’ân'ı tebdil ve ihtilafdan korumaktır.

Ayrıca, vecizliği sebebiyle i'cazındaki mübalağadır. Öyle ki, kıraatların çeşitliliği, âyetlerin çeşitliğidir. Şâyet her kelimenin ifade ettiği mâna başlı başına bir âyet olsaydı, Kur’ân'ın ne kadar uzayacağı açıkça görülürdü. İşte bu yüzden, Maide sûresinin 6. âyetinde bulunan ***** kelimesi, ***** ve ***** şeklinde okunması ile, ayakların yıkanması ve mesh üzerine meshedilmesi, menzilesindedir. Halbuki kelime, aynı kelimedir. Fakat bu iki ayrı hüküm, âyetteki irabın ihtilafına dayanmaktadır.

Bir başka faydası ise, bazı kıraatların diğer kıraatta mücmel olan manayı beyan etmesidir. Şedde ile ***** kıraati, şeddesiz kıraatın manasını açıklamaktadır. ***** kıraati, Cumua sûresi 9. âyetindeki ***** kelimesinden süratli yürümenin değil, tabii yürümenin kastedildiğini beyan eder.

1107 Ebû Ubeyde «F e d â i l u' l - K u r a n» adlı kitabında şöyle der: Şaz kıraattan maksat, Hazret-i Âişe ve Hafsa'nın *****» yerine ***** şeklindeki kıraati, İbn-i Mesûd'un ***** şeklindeki kıraati, Cabir'in ***** (Nûr, 33.) âyetine ***** den sonra ***** ilâvesiyle okuduğu kıraati gibi meşhur kıraati, tefsir ve mânasını açıklamaktır. İlave edilen bu ve benzeri kelimeler, bazı âyetleri tefsir için getirilmiştir. Buna benzer ilâveler, Tâbi'ûndan rivâyet edilmiş ve iyi karşılanmıştır. Tâbi'ûndan yapılan rivâyetler iyi karşılanırken, Sahâbenin büyüklerinden rivâyet edilenler, nasıl iyi karşılanmasın? Bu ilâve kırâatlar tefsirden daha öte, daha kuvvetli, âyetin sahih tefsirini ortaya çıkarmada daha sıhhatlidir.

«E s r â r u' t - T e n z i l» adlı kitabımda, meşhur kırâatlar üzerine ziyade mâna getiren her kıraati beyan ederek, önem verdim.

9- Şaz Kıraatların Fıkhî Değeri

1109 Şaz kıraatla amel etme hususunda farklı görüşler mevcuttur.

İmâmu'l-Haremeyn, «e l - B u r h â n» adlı eserinde, Şâfiî mezhebine göre bu kıraatla amelin caiz olmadığını nakleder. Ebû Nasri'l-Kuşayrî, bu konuda Şâfiî mezhebine uyar.

İbnu'l-Hacib ise, aksini savunur. Çünkü o, şaz kıraatin sağlamlığını tesbit etmeden, Kur’ân'dan olduğunu nakleder. Kadi Ebû't-Tayyib ve Hüseyn, er-Rummâni, er-Râfii, şaz kıraati âhâd haber derecesinde tutarak, kendisiyle amelin caiz olduğunu zikrederler. İbnu's-Subkî, «C e m u' l - C e v â m î» ve «Ş e r h u' l - M u h t a s a r»ında bunu doğrular. Ashâb-ı kiram, İbn-i Mesu'dun kıraatini, hırsızın sağ elini kesmede delil olarak kullanmışlardır. Ebû Hanife de aynen bu görüştedir. Hanefiyye, Mâide sûresinin 89. âyetindeki ***** den sonra İbn-i Mes'ud'un ***** ilâve kıraatini, yemin keffaretinde orucun arka arkaya tutulmasının vucubiyetine delil getirmişlerdir, ileride geleceği üzere neshi sabit olduğu için Şâfiî uleması, bunu delil kabul etmemişlerdir.

10- Kıraatların Tevcihi

1112 Bu bahis, kırâat ilminin mühim konularındandır. Kırâat imamları, buna gereken önemi vermişler. Ebû Ali el-Farisi'nin «e l - H u c c e», Mekki'nin «e l-K e ş f», Mehdi'nin «e l - H i d â y e», İbnu'l-Cinnî'nin «e l - M u h t e s i b f i T e v c î h i' ş - Ş e v â z» gibi müstakil kitablar yazmışlardır.

Kevâşî şöyle der: Şaz kıraatların faydası, hakkında delil aranan kıraata, delil veya tercih sebebi olmasıdır. Ancak şurası bilinmelidir ki, bazan iki kıraattan biri diğerine tercih edilirken, tercih olunan kırâat, düşürülecek dereceye vardırılır. Bu, kabul edilemeyecek bir husustur. Çünkü iki kırâat da mütevatirdir.

Ebû Ömer ez-Zahid, «K i t a b u' l - Y e v â k i t»inde, Saleb'in şöyle dediğini nakleder: Bir âyetin kıraatında iki değişik İrab olursa, birini diğerine tercih etmem. Şayet bu, Arapların lisanına intikal etmişse en kuvvetli olanı seçerim.

Ebû Cafer en-Nahhâs şöyle der: iki kırâat sahih olduğunda, kurranın yapacağı en doğru hareket iki kıraattan birinin en doğru olduğunun söylenmemesidir. Çünkü, her iki kırâat Resûlüllah'dan varid olmuştur. Bu tercihi yapan, günahkâr olur. Eshâbın ileri gelenleri, böyle bir tercihe karşı çıkmışlardır.

Ebû Şâme şöyle der: Müellifler, ***** ve ***** kıraati arasındaki tercihde ileri gittiler. Hatta Bazıları, diğer kırâat şeklini reddedecek dereceye vardılar, iki kıraatin Resûlüllah'dan sabit olduğu bilindikten sonra, birinin reddedilmesi makul olamaz. Bazıları da, şâz kıraatların tevcihini, meşhur kıraatların tevcihinden daha kuvvetlidir, derler.

Nehâi; Sahâbe-i kiram, Abdullah b. Mes'ud, Salim, Ubeyy ve Zeyd'in kıraati denilmesini yerinde görmezlerdi. Bunun yerine, falan şu vecihle, falanca şu vecihle okurdu, denildiğini söyler. Nevevî ise, falancanın kıraati demekte, bir mahzur olmadığını söyler.