EL-İTKÂN | TEŞBİH VE İSTİARE


 

53 - TEŞBİH VE İSTİARE

1- Teşbih

4344 Teşbih, belâgat ilminin en önemli konularından biridir. Müberrid «el-Kâmil»inde: Şayet bir kimse; Araplar sözlerinde ekseriyetle teşbih kullanır derse, bu söz doğrudur, der. Teşbihatu'l-Kur’ân mevzuunda çeşitli eserler ya­zılmıştır. Ebû'l-Kasım b. Bendar el-Bağdadî'nin «Kitabu'l-Cuman fi Teşbihatı'l-Kur’ân» adlı eseri bunlardan biridir.

Sekkaki teşbihi şöyle tarif eder: İki ayrı kelimenin bir mânada müşterek olduğunu göstermektir.

İbn-i Ebî'l-İsba ise; kapalı olan bir mânayı açık hale getirmektir, şeklinde tarif eder. Bir başka tarifte; bir şeyin, vasfı bulunan başka bir şeye ilhakı oldu­ğu söylenir. Bazı ulema teşbihi; müşebbehe, müşebbehun bihe ait hükümlerin birini vermektir, şeklinde tarif ederler. Teşbihin gayesi, kapalı olan bir hususu açıklığa kavuşturmakla kişiyi aydınlatmak, ifadeyi vuzuha kavuşturmak üzere uzak mânayı yakın mânaya çekmektir. Bir başka tarife göre de; kastedilen mânayı kısaltarak açıklamaktır.

4352 Teşbih edatları; harfisim ve fiildir.

Harf olan teşbih edatları; ***** deki ***** «Tomurcukları şeytanların başları gibidir.» (Sâffât, 65.) âyetindeki ***** dir.

İsim olan teşbih edatları; ***** ve ***** kelimeleri ile teşbih ve benzerlik ifa­de eden diğer kelimelerdir.

Tîbî şöyle der: ***** kelimesi ancak, hal ve kendine hâs bir durum ifade eden sıfatta kullanılır. Fakat sıfat olarak kullanılması gariptir. ***** «Bu dünya hayatında kazandıklarının durumu, şu dondurucu rüzgara benzer ki..» (Âl-i İmrân, 117.) âyeti buna misaldir.

Fiillerden Bazıları da şunlardır: ***** «..susayan onu su sanır..» (Nûr, 39.), ***** «..değnekleri Musa'ya sanki yürüyorlarmış gibi geldi..» (Tâhâ, 66.) âyetleri buna misaldir.

Sekkaki'nin görüşlerine uyarak Kazvini Telhis'inde şöyle der: Fiil bazen teşbih mânasında zikredilir, ***** Zeyd'i aslana benzetiyorum, cümlesinde olduğu gibi, zanna delalet ederek uzak teşbih olarak kullanılır.

Başta Tîbî olmak üzere Bazı ulema bu görüşe karşı çıkarak şu cevabı verirler: Bu fiillerin teşbih mânası taşımalarında kapalılık vardır. Doğru olan, fiilin yakınlık ve uzaklıkta teşbihin durumunu belirtmesidir. Teşbih edatını nazarı itibare almaksızın uygun mâna verilmeyeceğinden, bu edat, mahzuf ve mukad­der olabilir.

1) Teşbihin Kısımları

4355 Değişik yönleriyle teşbih, kısımlara ayrılır:

1- Müşebbeh ve müşebbehün bih yönüyledir. Bu da dört kısma ayrı­lır.

a- Müşebbeh ile müşebbehün bihin hissi olmasıdır.

b- Müşebbeh ile müşebbehün bihin akli olmasıdır.

c- Müşebbehün bih hissi, müşebbeh ise aklîdir.

d- Müşebbehün bih akli, müşebbeh ise hissidir. Müşebbeh ile müşebbehün bih'in hissi olduğuna misal; ***** «Ayada konaklar tayin ettik. Nihayet o, eski urcun haline döndü.» (Yâsin, 39.) ve ***** «..insanları sanki koparılmış hurma kütükleri gibi..» (Kamer, 20.) âyetleridir.

Müşebbeh ile müşebbehün bihin akli olduğuna misal, ***** «..bundan sonra onlar taş gibi, hatta daha da katıdır..» (Bakara, 74.) âyetidir. Zerkeşî'nin «Burhan»da getirdiği misal budur. Zerkeşî, teşbihi ***** kelimesinde olduğunu zannederse de bu doğru değildir. Âyette teşbih ***** kelimesi ile ***** kelimesi arasındadır. Bu durumda âyet­teki teşbih, hissi teşbihten sayılır.

Müşebbehün bih hissi, müşebbeh ise akli olduğuna misal; ***** «Rablerini inkâr edenlerin işleri, tıpkı fırtı­nalı bir günde rüzgarın savurduğu küle benzer.» (İbrahim, 18.) âyetidir. Müşebbehün bih akli, müşebbehin hissi olduğuna dair misal, Kur’ân'da mevcut değildir. Fahruddin Razi buna karşıdır. Çünkü akıl, hisse dayanır. Hissedilen şeyler, düşünülen şeylerin aslını teşkil eder. Hissin akla teşbihi, asıl olanın feri olmasını, feri olanın da asıl olmasını gerektirdiğinden bu görüş doğru olmaz. ***** «..onlar sizin elbisenizdir. Siz de onlara elbisesiniz..» (Bakara, 187.) âyetinde bu tür teşbihin olup olmadığı hususunda ihtilaf edilmiştir.

2- Teşbih, müfred veya mürekkep olma yönüyle ikiye ayrılır. Mürek­kep teşbih, bir çok yönlerin birleşmesiyle meydana gelen teşbihtir. ***** «..kitaplar taşıyan eşeğin durumu gibidir..» (Cuma, 5.) âyeti buna misaldir. Âyetteki teşbih, merkebin kitapları yüklenip taşıma yorgunluğu karşılığında bu kitaplardan istifade edemeyişinden dolayı, mürekkep teşbih olur. ***** «Dünya hayatı, tıpkı gökten indirdiğimiz bir su­ya benzer..» (Yûnus, 24.) âyeti ***** «..sanki bir gün önce bir şey yokmuş gibi..» cümlesine kadar olan kısmıyla buna bir misaldir. Bu âyette on cümle vardır. Terkip, bu cümlelerin tamamındadır. Bunlardan biri çıkarılacak olursa, teşbih bozulmuş olur. Âyetteki teşbihten maksad, dünya hayatının sürat­le geçişi, nimetlerinin yok oluşu, insanların buna aldanmaları, gökten inen yağ­mur sebebiyle, süslü elbiselerle donanmış bir gelin gibi, yeryüzünün çeşitli bit­kilerle donanıp bütün güzelliği ile süslenmesi, bu güzelliğe bakanların sanki bunların ebediyen kalacağını zannetmesi, bütün bu güzellikler, sanki dün yok­muş gibi bir duruma dönüşmüştür. Bu durum, mürekkep teşbihe misaldir.

Bir kısım ulema, dünya hayatının gökten inen yağmura benzetilişini, iki şekilde açıklar:

a- Eğer su ihtiyaç fazlası içilirse, zarar verir. Şayet ihtiyaç miktarı içilecek olursa faydalı olur; dünya hayatı da böyledir.

b- Eğer suya elini batırıp avuçlayacak olursan, avucunda bir şey kalmaz. Dünya hayatı da aynen böyledir.

***** «..O'nun nuru, içinde lamba bulunan penceresiz bir oyuğa benzer..» (Nûr, 35.) âyeti de bu kabildendir. Âyette, Allah'ın Mü’minin kalbine akıttığı nur, içinde aydınlatıcı sebeplerin toplandığı kandile ben­zetilmiştir. Durmadan yanan bu kandilde yanan maddenin bitmeyişi, gözün dai­ma bu parlaklığı görebilmesini sağlar. Âyette kandilin fenere konuluşu, parılda­yan yıldızlara benzetilmiştir. Lambadaki yağ ise, yağlar en safi, yakıcıklıkta en kuvvetli olanıdır. Çünkü kandildeki bu yağ, ne şarkta ne de garbda yetişen zeytin yağına benzer. Güneş ışıkları bu ağaca sadece, sabah-akşam değil, bütün gün isabet etmektedir. İşte bu Allah'ın, Mü’minlerin durumunu ortaya koy­mak için getirdiği bir meseldir. Kâfire ise iki mesel getirmiştir. Bunlardan biri düz arazideki serab, diğeri de derin denizlerdeki karanlıklardır. Bu teşbih de, aynı şekilde mürekkep teşbihtir.

3- Müşebbeh ile müşebbehün bihden biri dikkate alınarak yapılan teş­bih, kısımlara ayrılır:

a- Gözle görülen bir şeyin, karşıtı ve zıddının bilinmesiyle, akli olan teşbihtir. Karşıt ve zıddı kavramak, gözle görüleni kavramaktan daha beliğdir. ***** (Sâffât, 65.) âyeti buna misaldir. Âyette meyveler, müşahhas olarak görülmese bile, insanlara çirkin ve kötü bir şekilde tanıtı­lan, çirkinliği gözlerinde büyütülen şeytana benzetilmiştir.

b- Gözle görülmeyen bir şeyin, gözle görülene teşbihidir. ***** «İnkar edenlere gelince: Onların işleri, düz arazideki serap gibidir..» (Nûr, 39.) âyeti buna misaldir. Âyette, gözle görülmeyen îman, gözle görülen seraba benzetilmiştir. Müşebbeh ile müşebbehün bihin müşterek mâ­nası, şiddetli ihtiyaç ve çaresizlik içinde iken vehme düşmenin yersizliğidir.

c- Mutad olmayan bir şeyin, mutad bir şekilde cereyanıdır. ***** «..dağı bir gölge gibi kaldırmıştık..» (Araf, 171.) âyeti buna misal­dir. Müşebbeh ile müşebbehün bihin müşterek mânası, görünüşte yüksekliktir.

d- Kolaylıkla bilinmeyen bir şeyin, kolayca bilinmesidir, ***** «..gökle yerin genişliği gibi..» (Hadid, 21.) âyeti buna mi­saldir. Benzeyenle benzetilenin müşterek mânası, üstünlüktür. Âyette, vasfının güzelliği, son derece geniş sathı ile cennete teşvik vardır.

e- Vasfında kuvvetli olmayanın, kuvvetli olana benzetilmesidir. ***** «..Denizde koca dağlar gibi akıp giden yüksek gemiler de O'nundur..» (Rahmân, 24.) âyeti buna misaldir. Âyette, benzeyenle benzeti­lenin müşterek mânası, üstünlüktür. Âyetin ifade ettiği mâna, suda yüzen, ağır yükleri taşıyan, uzun mesafeleri kısa zamanda katederek insanlara faydalı olan büyük gemilerin sağladığı hizmette, Allah'ın kudretini göstermektir. Bu kudret aynı zamanda rüzgarın insan emrine verilmesiyle kendini gösterir. Bu yönüyle âyet, nimetlerin çokluğu, Allah'ın kudretindeki üstünlüğü ihtiva etmektedir. Kur’ân'ı Kerim'deki teşbihler, bu beş şekilde görülen teşbihlerdir.

f- Teşbih, müekked ve mürsel olmak üzere kısımlara ayrılır. Teşbih eda­tı hazfedilen teşbihe müekked teşbih denir. ***** «..onlar bulutların yürümesi gibi yürümektedir..» (Neml, 88.) âyeti ***** demektir. ***** «..onun eşleri de onların anneleridir..» (Ahzâb, 6.), ***** «..genişliği yerle gök arası kadar olan cennetlere.» (Âl-i İmrân, 133.) âyetleri buna misaldir.

Teşbih edatı hazfedilmeyen teşbihe, mürsel teşbih denir. Buna dair mi­saller, yukarıdaki âyetlerde geçmiştir. Edatı hazfedilen teşbih, hazfedilmeyenden daha beliğdir. Çünkü teşbih edilen (müşebbeh), teşbih olunanın (müşeb­behün bih) seviyesinde kullanılmıştır.

2) Teşbihde Kaide

4370 Teşbihde asıl olan, teşbih edatının müşebbehün bihe dahil olmasıdır. Teşbih edatı bazan müşebbehe de dahil olabilir. Bunun üç gayesi vardır:

a- Ya mübalağa kasdedilir. Bu durumda teşbih kalbolunur, müşebbehün bih yerine müşebbeh esas olur. ***** «..Alış-veriş de faiz gibidir demelerinden..» (Bakara, 275.) âyeti buna misaldir. Âyette, sözü edilenin, ***** faiz de alış veriş gibidir, demeleri gerekirdi. Çünkü âyetteki ifade, alış-verişi değil, ribayı hedef almaktadır. Fakat sözü söyleyenler bu ifadeden kaçmışlar, caiz olma yönüyle alış-verişi ribaya ilhak ederek ribayı esas almış­lardır.

***** «yaratan yaratmayan gibi midir?..» (Nahl, 17.) âyeti de buna misaldir. Âyetteki teşbih, aksine olması gerekirdi. Çünkü hitap putları­nı Allah'a benzeterek ilâh adını veren putperestleredir. Onlar yaratmayanı, yara­tan yerine koymuşlardır. Âyette onların bu şekildeki hitaplarına muhalefet vardır. Zira putperestler putlara ibadet etmede aşırı gitmişlerdir, bunu ibadetlerine esas almışlardır. Âyet onların uygun gördüğü ibadet şekline cevap için gelmiş­tir.

b- Ya da durumu açıklığa kavuşturmak kasdedilir; ***** «..erkek kız gibi değildir..» (Âl-i İmrân, 36.) âyeti buna misaldir. Halbuki âyetin aslı, ***** kız erkek gibi değildir, şeklindedir. Fakat âyette, bu asıl­dan dönülmüştür. Çünkü mâna; talep ettiğim erkek, hibe ettiğim kız gibi de­ğildir, şeklindedir. Âyetteki fasılaya uyarak, bu şekilde nâzil olduğu söylenir. Çünkü ***** «..onu kız doğurdum..» ibaresi, âyette önce gelmiştir.

c- Teşbih edatı, muhatabın anlayışına dayanarak bu iki hususun dışında da gelebilir. ***** «Ey Mü’minler, Allah'ın yardımcıları olun. Nitekim Meryem oğlu İsa dedi ki..» (Saff, 14.) âyeti buna misaldir.

3) Teşbihte Diğer Bir Kaide

4373 Medih için yapılan teşbihteki esas, az değerde olanın değerli olana, zem yapılan teşbihte ise değerli olanın az değerde olana teşbihidir. Çünkü zem, de­ğer derecesinin en düşüğüne, değerli olanın da az değerliye hamlidir. Medih için yapılan teşbihe misal; yakut gibi çakıl taşı, zem için yapılan teşbihe misal; cam gibi yakuttur.

Teşbih, menfi bir değer için de yapılır.

***** «Ey peygamber hanımları, siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz..» (Ahzab, 32.) âyeti buna misaldir. Âyetteki teş­bih, peygamber zevcelerini övmede değil, onları diğer kadınların durumuna benzetmedir. ***** «..yoksa muttekileri yoldan çıkanlar gibi mi tutacağız..» (Sâd, 28.) âyeti de buna misaldir. Âyetin mânası, Müslümanlarla, kâfirlere eşit muamele etmeyiz, demektir. ***** «..O'nun nuru penceresiz oyuğa benzer..» (Nur, 35.) âyetinde değerli olan, az değerli olana benzetilmiştir. Sebebi muhataplara meseleyi kolayca anlatmak içindir; yoksa Allah'ın nurundan daha üstün bir şey düşünülemez. İbn-i Ebî'l-İsba; Kur’ân'da ne iki şe­yin, ne de daha çoğun, birbirine teşbihi mevcut değildir. Kur’ân'da olan teşbih­ler, bir şeyin diğer birine teşbihi şeklindedir.

2- İstiare

4377 Mecâzın teşbihle karışmasından istiare meydana gelir. İstiare de mecâz nevindendir, aralarındaki yakınlık, mecâzın istiareye benzeyişidir. İstiarenin asli mânasıyla teşbih olarak kullanılan kelime, şeklinde tarifi yapılır. Doğru olan, is­tiarenin lügavî mecâz olmasıdır. Çünkü istiare, müşebbeh, müşebbeh yerine değil, müşebbehün bih yerine kullanılır. Bunlardan daha umumi olan mânada kullanılmaz. Mesela ***** ok atan bir aslan gördüm, ifadesinde burada yırtıcı hayvan mânasında değil, cesur bir insan mânasındadır.

İstiareye lügavî tasarruf değil, akli tasarruf mânası verildiğinden, mecâzı akli de denilir. İstiare ancak, müşebbehün bih cinsine dahil olduğu iddiasından sonra, müşebbehe verilen addır. Gerçek mânada istiarenin kullanılışı, lügavidir. Burada sadece, ismin nakli yapılmıştır. Halbuki sadece ismin nakli ile istiare ol­maz. Böyle bir nakilde belâgat olmaz. Özel isimlerin naklinde belâgatin olmayışı da, buna bir delildir. Bu yüzden istiare, mecâzı akliden başka bir şey değildir.

Bir kısım Ulemaya göre istiare, bilinen bir mânada kullanılan kelimeyi, bi­linmeyen bir mânada kullanmaktır. Bunun gayesi, gizli olanı ortaya çıkarmaktır, açık olmayan zâhiri mânayı açıklamak, mübalağa sağlamak veya hepsini bir arada düşünmektir. Gizli olanı ortaya çıkarmaya misal, ***** «O, katımızda bulunan ana kitaptadır..» (Zuhruf, 4.) âyetidir. Bu âyetin hakiki ifadesi, ***** O katımızda bulunan asıl kitaptadır, şeklindedir. Âyetteki ***** kelimesi, ***** kelimesinden istiaredir. Ferin aslından neşet ettiği gi­bi, evlad da anadan neşet etmiştir. İstiaredeki hikmet, meri olmayan bir şeyin, mer'iymiş gibi temsil edilmesidir. Böyle bir sözü işiten kimse, işitme durumun­dan kurtulur, görme durumuna geçer. Bu ifade tarzı, ilmi beyanda daha beliğ durumdadır.

Açık olmayan mânanın açıklığa kavuşturulmasına misal, ***** «..onlara şefkat kanatlarını ger..» (İsrâ, 24.) âyetidir. Âyetin mânası, evla­dın ana-babaya merhamet göstererek alçak gönüllü davranmasıdır. Âyetteki alçak gönüllülük, önce, bir yöne meyletme ile, sonra da kanat ile istiare yapılmıştır. Buradaki istiarenin takdiri, ***** ana-babana merhamet duygusuyla (yönüyle) muamele et, şeklindedir. Bu istiarenin hikmeti, daha iyi ifade edilerek görünmeyeni, görünür hale getirmektir. Âyette, evladın ebevey­ne karşı son derece mütevazi davranması istenildiğinden, bu mânayı en beliğ bir şekilde ifade edebilmek için, istiareye ihtiyaç duyulmuştur. Bu yüzden bir yöne meyletme tabirinde bulunmayan mânayı ifade ettiği için, cenah kelimesi, istiare olarak kullanılmıştır. Yönünü aşağıya doğru birazcık eğen kimseye eğildi denilebilir. Halbuki âyetteki eğilmekten maksat, yere kapanırcasına eğilmektir.

Bu durum ancak, kuşlardaki gibi kanatla hasıl olur.

Mübalağa için yapılan istiareye misal, ***** «yeri kaynaklar halinde fışkırttık..» (Kamer, 12.) âyetidir. Bu ifadenin aslı, ***** yerin kaynaklarını fışkırttık, şeklindedir. Âyet bu şekilde ifade edilseydi, yer­yüzünün her tarafında pınar fışkırır mânasına gelen âyetteki ifade kadar müba­lağa olmazdı.

1) İstiarenin Unsurları

4382 İstiarenin üç unsuru vardır. Bunlar; müşebbehün bih yerine müstear, müşebbeh yerine müstearun minh, vechu şebeh yerine müstearun leh'in kullanılmasıdır.

İstiarenin, değişik yönlerinden pek çok kısımları vardır.

Bu üç unsur da beş kısma ayrılır;

1 - İstiarei mahsusadır. Bu istiarei mahsusa (gözle görülen, elle tutulan) bir şeyin mahsus olma yönüyle mahsus olana yapılan istiaredir. ***** «..saçlarım ağardı..» (Meryem, 4.) âyeti buna misaldir. Âyetteki ***** kelimesinden anlaşılan alev, müstearun minh, saçların ağarması müstearun leh, beyazlığın yayılması, alevden çıkan ziyâ, saçlarda görülen beyazlığa benze­tilmesi de vechu şebehtir. Bunların hepsi gözle görülen ve elle tutulan mahsus şeylerdir. Âyetteki bu ifade, ağarma, saçların tamamını içine aldığından, ***** saçlar beyazlanmaya başladı, ifadesinden daha beliğdir. ***** «Biz o gün bırakırız, dalgalar halinde birbirlerine girerler.,» (Kehf, 99.) âyeti de bu kabildendir. Dalganın aslı, suyun hareketidir. Dalga, insanların hareketini göstermek üzere, istiare olarak kullanılmıştır. Vechu şebeh de, kıyamet gününde insanların karşılaşacağı devamlı sıkıntılardır. ***** «nefes almaya başlayan sabaha..» (Tekvir, 18.) âyeti de istia­reye dair bir misaldir. Nefesin çıkışı, güneşin ufuktan yavaş yavaş doğuşu sı­rasında yaydığı ışığa istiare edilmiştir. Vechu şebeh de, aydınlanmanın tedrici olarak artmasıdır. Bunların hepsi, mahsus olan şeylerdir.

2- İstiarei mahsusadır. Bu istiare hissi olan bir şeye nazaran yapılan istiare şeklidir. İbn-i Ebî'l-İsba, bu istiarenin öncekinden daha latif olduğunu söy­ler. ***** «Gece de onlar için bir âyettir. Gündüzü ondan soyup alırız..» (Yâsin, 37.) âyeti buna misaldir. Âyetteki müstearun minh, koyu­nun derisini yüzme mânasında olan ***** kelimesi, müstearun leh ise gecenin içinden çıkışıdır. Bunlardan ikisi de hissidir. Vechu şebeh ise, etin deriden sıyrılıp çıkması gibi, gündüzün geceden muntazaman sıyrılıp çıkmasıdır. Bu durum, tasavvur etme bakımından aklîdir. İstiaredeki bu tertip, aklîdir. ***** «..kökünden biçilmiş gibi yaptık..» (Yûnus, 24.) âyeti de buna misaldir. ***** kelimesi, aslında nebat için kullanılır. Vechu şebeh, bunların helak olmasıdır.Bu da, aklîdir.

3- İstiarei makul, akli olan bir şeyin akli olma yönüyle akli olan lâfza yapılan istiare şeklidir. İbn-i Ebî'l-İsba bunun, diğer istiarelerden daha latif oldu­ğunu söyler. ***** «..Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı..» (Yâsin, 52.) âyeti buna misaldir. Âyette müstearun minh uyku, müstearun leh ölüm, vechu şebeh de hareketsizliktir. Bunların hepsi, aklîdir. ***** «..Musa'nın öfkesi dinince..» (Araf, 154.) âyeti de bu kabildendir. Âyette müstear sessizlik, müstearun minh Hazret-i Musa, müstearun leh de gadabdır.

4- Akli mânada olan lafızla yapılan hissi istiaredir. ***** «..Onlara öyle yoksulluk ve sıkıntı dokunmuştu ki..» (Bakara, 214.) âyeti buna misaldir. Cisimlerde hakikat olan ***** kelimesi müstear, şiddetli sıkıntı müs­tearun leh, vechu şebeh de, akli olan ***** ve ***** kelimeleridir. Bunlar da aklîdir. ***** «Hayır, biz hakkı batılın üstüne atarız da onun beynini parçalar..» (Enbiya, 18.) âyeti de bu kabildendir. Muhsus olana ***** ve ***** kelimeleri müstear, akli olan ***** ve ***** kelimeleri müstearun lehdir.

***** «Nerede olsalar, onlara alçaklık (damgası) vurulmuştur. (Ezilmeğe mahkumdurlar), meğer ki ahdime ve inananların ahdine sığınmış olsunlar.» (Âl-i İmrân, 112.) âyeti de buna ayrı bir misaldir. Bu âyette mahsus olan ***** kelimesi müsteardır, Allah'la kulları arasında mevcut olan ahid, müstearun lehdir; bu da aklîdir.

***** «Ey Peygamber sana buyrulanı açıkça ortaya koy..» (Hicr, 94.) âyeti de bu kabildendir. Âyetteki mahsus olan, camın kırılması mânasında kullanılan ***** kelimesi müstear, Allah'ın emirlerini tebliğ mânası da müstearun lehdir, bu da aklîdir. Vechu şebeh ise, her ikisinde görülen tesirdir. Aynı mânaya gelmekle beraber, âyetteki ***** fiili, aynı mânadaki ***** fiilinden daha beliğdir. İfade ettiği tesir, ***** kelimesinin ifade ettiği tesirden daha beliğdir. Tebliğ her zaman müessir olmayabilirse de, ***** kelimesinin ifade ettiği mâna, kesinlikle müessir olur.

***** (İsrâ, 24.) âyeti bu kabildendir. Râgıb, bu âyetin tefsi­rinde şöyle der: Zül kelimesinin, insanı hem yükselten, hem de alçaltan iki mânası vardır. Bu âyetteki mânası yüceltmedir. Bu bakımdan ***** kelimesi müsteardır. Âyetin mânası sanki; Seni Allah katında yüceltecek zilleti seç, demektir. ***** «Âyetlerimiz hakkında dalanları..» (Enam, 68.), ***** «..verdikleri sözü arkalarına attılar..» (Âl-i İmrân, 187.), ***** «Yapısını Allah'dan korku üzerine kuran mı?..» (Tevbe, 109.), ***** «..onu eğriltmek isterler..» (Araf, 45:), ***** «..inanıp faydalı iş yapanları karanlıktan aydınlığa çıkarır..» (Talak, 11.), ***** «..onu saçılmış toz zerreleri haline getirdik..» (Furkân, 23.), ***** «..her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar..» (Şuarâ, 225.), ***** «Ellerini boynuna bağlanmış yapma.» (İsrâ, 29.) âyetleri de bu nevi istiareye misaldir.

5- Akli olan bir mânanın, akli yönden hissi mânada bir lâfza yapılan isti­aredir. ***** «Hakikat su bastığı zaman..» (Hakka, 11.) âyeti buna misaldir. Âyetteki akli olan, ***** fiilinin ifade ettiği tekebbür müstearun minh, mahsus olan suyun çokluğu da müstearun lehtir. Vechu şebeh ise, aynı şekil­de akli olan istiladır. ***** «Az daha öfkeden çatlayacak..» (Mülk, 8.), ***** «..gündüzün âyetini aydınlatıcı yaptık..» (İsrâ, 12.) âyetleri de buna misaldir.

2) Lafız Bakımından İstiare Çeşitleri

4392 Bu nevi istiare, iki kısma ayrılır:

1- İstiare-i asliyyedir. Bu da, müstear olan kelimenin cins isim olması­dır. ***** (Âl-i İmrân, 103.), ***** (Talak, 11.), ***** (Şuarâ, 225.) âyetleri buna misaldir.

2- İstiare-i tebeiyye'dir. Bu istiare, müstear olan kelime cins isim ol­mamalıdır. Geçen âyetlerde görüldüğü gibi, fiil veya müştak isimler ile ***** «Nihayet onu Firavn ailesi aldı ki kendilerine bir düşman ve başlarına derd olsun..» (Kasas, 8.) âyetinde olduğu gibi harfler, cins isim değildirler. Kasas süresindeki bu âyette düşmanlık ve hüzün, Musa (aleyhisselâm)ın sudan çıkarılmasına bağlanması, kendisinin evlad edinilme gayesine teşbih edilmiş, sonra da, müşebbehun bih yerine kullanılan lamı ta'lilden, müşebbeh mânasında istiare yapılmıştır.

3) İstiarenin Başka Yönlerden Çeşitleri

4394 İstiare; muraşşaha, mücerrede ve mutlaka olmak üzere üçe ayrılır:

1- İstiarei muraşşaha, müstearun minhe en uygun ve en yakın olan kelime ile yapılan istiaredir. ***** «İşte onlar o kimselerdir ki, hidayet karşılığında sapıklığı satın aldılar da ticaretleri kâr etmedi..» (Bakara, 16.) âyeti buna misaldir. Âyetteki ***** fiili, hidayet ye­rine dalaleti seçmeden dolayı istiare edilmiş, buna uygun olarak alış-veriş ve ti­caret ifade eden kelimeler kullanılmıştır.

2- İstiarei mücerrede, müstearun lehe uygun olan kelime ile yapılan istiaredir. ***** «Allah ona açlık ve korku belasını tattırdı.» (Nahl, 112.) âyeti buna misaldir. Âyetteki ***** kelimesi, açlık kelimesinden istiaredir. Sonra tattırmak fiilinden müstearun lehe uygun bir kelime ile kullanıl­mıştır. Eğer Cenabı Hakk teşbihi murad etseydi, ***** buyururdu. Fakat burada istiarenin mücerrede olarak gelmesi, tattırma ifadesinde ruhi sıkıntının mü­balağa edilmesinden dolayı daha beliğdir.

3- İstiare-i mutlaka, yukarıdaki iki istiare durumunda olmayan istiaredir.

b- Başka bir yönüyle istiare; tahkikiyye, tahyiliyye mekniyye ve tasrihiyye olmak üzere dörde ayrılır:

1- İstiarei tahkikiyye, ya mânası hissi olan istiaredir, ***** «..Allah onlara tattırdı..» (Nahl, 112.) âyeti buna misaldir; ya akli olan istiaredir. ***** «..size apaçık bir nur indirdik..» (Nisa, 174.) âyeti buna misaldir. Âyetteki ***** kelimesi, açık-seçik hüccet mânasındadır. ***** «Bizi doğru yola ilet.» (Fatiha, 5.) âyeti de buna misaldir. Âyetteki ***** sıfat tamlaması, Hak Dini mânasındadır. Bu iki kelimenin ifade ettiği mâna da, aklîdir.

2- İstiarei tahyiliyye, müşebbehin dışında, teşbihin rükünlerinden biri zikredilmeksizin teşbihin nefiste gizlenmesidir. Gizli tutulan bu teşbih, müşebbehun bihe ait olan bir hususu, müşebbehe bağlamakla ifade edilir. Muzmer olan bu teşbihe, kinayeden istiare ve mekniyye adı verilir. Çünkü burada istiare açıklanmamış, ancak ona ait özelliklerden birinin zikredilmesiyle varlığına işaret edilmiştir.

Bunun mukabili, istiarei tasrihiyye'dir. Müşebbehun bihe ait olan bir özel­liğin müşebbehe verilmesine, istiarei tahyiliyye adı verilir. Bu istiarede, müşebbehun bihe ait olan husus, müşebbeh için istiare edilmiştir. Böyle bir istiarede müşebbeh, müşebbehun bih cinsinden kabul edildiği için, müşebbehun bihin kemali, vechi şebehdeki sağlamlığı ortaya çıkarır. Şu âyetler buna misaldir. ***** «Onlar ki, söz verip bağlandıktan sonra Allah'a verdikleri sözü bozarlar..» (Bakara, 27.). Bu âyette ***** kelimesi, ***** kelimesine teşbih edilmiş, müşebbeh olan ***** kelimesi dışında, teşbih rükünlerinden biri tercih edilmeksizin, gizli tutulmuştur. Buna, müşebbehun bihin özellik­lerinden biri olan Allah'ın ahdini bozma durumu delalet eder. Bu da hablullahdır. ***** «..saçlarım ağarmaya yüz tuttu..» (Meryem, 4.) âyeti de buna bir misaldir. Bu âyette müşebbehun bih olan ***** kelimesi zikredilmemiştir. Bu­na, ateşin gereği olan alevlenme durumu delalet etmektedir.

***** (Nahl, 112.) âyeti de bu kabildendir. Bu âyette ifâde edilen zarar ve elem neticesinde idrak edilen, açlığı bizzat tadılana teşbih edilmiştir. Bu yüzden âyette, tatma ifadesi kullanılmıştır. ***** «Allah onların kalblerini mühürlemiştir..» (Bakara, 7.) âyetindeki kalpler kelimesi, Hakkı kabul etmede, mühürlenmiş mevsuk bir şeye teşbih edilmiş, bu yüzden kalpler için mühürleme ifadesi kullanılmıştır. ***** «..yıkılmak üzere olan bir du­var..» (Kehf, 77.) âyetinde duvarın yıkılacak derecede meyillenmesi, bu semtte yaşayanların doğru yoldan saptıklarına teşbih edilmiş, insanların özelliği olan irade, duvar için kullanılmıştır.

İstiarei tasrihiyyeye misal, ***** «..onlara öyle yoksulluk ve sıkıntı dokunmuştu ki..» (Bakara, 214.) ve ***** «..bizi yattığımız yerden kim kaldırdı?..» (Yâsin, 52.) âyetleridir.

Başka bir yönüyle istiare, vifakiyye ve inadiyye olmak üzere ikiye ayrılır:

a- İstiarei vifakiyye; müstear ile müstearun minhin mümkün olan bir hususda birleşmeleridir. ***** «Ölü iken kendisini dirilttiğimiz..» (En­am, 122.) âyeti buna misaldir, yani dalalette iken onu hidayete erdirdik, de­mektir. Âyetteki dirilme kelimesi, bir kimseyi canlı kılma bakımından hidayete istiare edilmiştir. Bu hidayet, istenilen şeye kavuşma mânasındadır. Diriltme ve hidayet, bir hususta birleşmeleri mümkün olan kelimelerdir.

b- İstiarei inadiyye; müstear ile müstarun minhin bir hususta birleşmele­rinin mümkün olmasıdır. Bu istiare şekli, faydası bulunmadığından, mevcut ol­mayanın mevcut olana istiaresi gibidir. Zira, mevcut olanla olmayanın, bir hu­susta, bir arada bulunması mümkün değildir.

Bu istiare şekli, tehekkumiyye ve temlihiyye olmak üzere ikiye ayrılır. İkisi de zıt mânada kullanılır.

***** «..onları, acı bir azab ile müjdele..» (Âl-i İmrân, 21.) âyeti buna misaldir. Âyetteki onları müjdele sözü, onları korkut mânasındadır. Sevindirici bir haberde kullanılan müjdeleme kelimesi, istihza ve öfke ile kendi cin­sinden bir kelimeye dahil edilerek bunun zıddı olan korkutma kelimesine istiare edilmiştir. ***** «..çünkü sen, yumuşak huylu akıllısın.» (Hûd, 87.) âyetinde Şuayb (aleyhisselâm)ın kavmi, kendi peygamberlerini öfke içinde, sefih ve azgınlıkla itham etmiştir.

***** «..Tad, zira sen kendince üstündün, şerefliydin..» (Duhan, 49.) âyeti de bu nevi istiareye misaldir.

İstiare, bir başka yönden de temsiliyye ve gayri temsiliyye şeklinde ikiye ayrılır: İstiarei temsiliyye, vechu şebehin değişik yönlerden olmasıdır. ***** «..topluca Allah'ın ipine yapışın..» (Âl-i İmrân, 103.) âyeti buna misaldir. Âyette kulun Allah'a teslimiyeti, himayesine güveni ve kötülüklerden kurtarışını izhar etmesi; uçuruma düşenin, kopma ihtimali olmayan yukarıdan sarkıtılan sağlam bir ipe yapışmasına istiare edilmiştir. (1)

(1) Metinde, İstiarei gayri temsiliyye şekli zikredilmemiştir.

4) İstiare ile ilgili Diğer Özellikler

4403 İstiare bazan, iki kelime ile gelebilir; ***** «..kadehler, kadehler ki, gümüşten..» (İnsan, 15-16.) âyeti buna misaldir. Yani bu kaplar, ne gümüşten, ne de camdandır, fakat cam gibi parlak, gümüş gibi beyaz mânasın­dadır. ***** «Bu yüzden Rabbin onlara azab kırbacını çarptı.» (Fecr, 13.) âyeti de bu kabildendir. Âyetteki ***** kelimesi, daimi ol­maktan, ***** kelimesi de elemden kinayedir. Buna göre âyetin mânası, Allah onları, daimi ve elemli bir azabla cezalandırır, demektir.

Kur’ân'da mecâzın varlığını kabul etmeyenler, istiarenin varlığını da kabul etmemişlerdir. Fakat Bir kısım ulema Kur’ân'da mevcudiyetini ifade etmişlerse de, ihtiyaç yönünden istiareyi şüpheyle karşılamışlardır. Zira bu konuda Dinin müsaadesi varid değildir.

Kadı Abdulvehhab el-Mâliki, bu görüşte olanlardandır.

Tarsusi bu konuda şöyle der: İslam uleması istiarenin mevcudiyetini kabul ederlerse, biz de kabul ederiz. Eğer bundan imtina ederlerse, biz de imtina ederiz. Bu husus, ***** kabilinden bir şeydir. Burada bilmek kelimesi; anlamak, kavramak mânasındadır. Tevkifi bir durum bulunmadığından, bununla vasıflandırmamız mümkün değildir.

Yukarıda geçtiği gibi teşbih, belâgat ilminin en önemli nevilerinden biridir. Belâgat uleması, istiarenin teşbihten daha beliğ olduğunu, istiarenin mecâz, teşbihin ise hakikat olduğunu kabul ederler. Mecâz ise hakikate nazaran daha beliğdir. Bu durumda istiare, fesahatin en üst derecesi sayılır. Kinaye tasrihden istiare de kinayeden daha beliğdir. «Arusu'l-Efrah» adlı eserinde Ahmed b. es-Subki'nin dediği gibi; doğru olan da budur, çünkü istiare, kesinlik­le mecâz olduğundan kinaye ile aralarında toplayıcı bir özellik bulunmaktadır. Halbuki kinayede ihtilaf mevcuttur.

Keşşaf şarihi et-Tibi'nin ifade ettiğine göre; istiarenin en beliğ nevi, akli mecâzı da ihtiva ettiğinden istiarei temsiliyyedir, bunu mekniyye takip eder. İstiarei terşihiyye ise, istiarei mücerrede ve mutlakadan, tahyiliyye ise, istiarei tahkikiyyeden daha beliğdir. Bu ifadelerde geçen daha beliğ olma durumu mânada ziyadelik değil, teşbihin kemalinde mübalağa ve tekidin ziyadeliğini göstermektedir.

4408 Belağat ilmindeki önemli konulardan biri de istiare ile edatı muhzuf olan teşbih arasındaki farkı bilmektir. ***** Zeyd aslandır! cümlesi buna misaldir.

Zemahşerî, ***** «sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler..» (Bakara, 18.) âyetinin tefsirinde şöyle der: Âyette istiare var mıdır, diye sorulacak olursa, bu konuda ihtilaf olduğunu söylerim, muhakkik belâgat uleması, âyette istiare olmadığını, beliğ bir teşbihin bulunduğunu söylemiştir. Çünkü âyette müstearun leh olan münafıkların adı geçmektedir. Halbuki istiarede, müstearun leh hazfe­dilir, cümlede müstearun leh bulunmaz, şayet hal veya cümlenin delaleti olma­saydı, müstearun anh ve müstearun lehin murad edilmesi uygun düşerdi. Bu yüzden sihirbazlara karşı çıkanlar, teşbihin varlığını unutup kabul etmezler.

Sekkaki bu görüşü tenkid ederek şöyle der: İstiarenin bir şartı da, zahir­de kelamı hakikate hamletme ve teşbihi unutma imkanının bulunmasıdır. Mesela, ***** cümlesinin hakikat olması nasıl imkânsızsa, istiare olması da müm­kün değildir, «el-İzah fî'l-maânî ve'l-Beyan» müellifi Kazvini bu konuda Sekkaki'nin görüşüne katılır.

«Arusu'l-Efrah» müellifi ise şöyle der: Bu iki müellifin ifadeleri doğru değildir. Çünkü, zahirde kelamın hakikate hamledilmesi, istiarenin şartla­rından değildir. Bilakis bunun aksi düşünülecek olur ve kelamın hakikate hamli mümkün değildir, denilecek olursa, gerçeğe daha yakın düşer. Çünkü istiare bir mecâzdır, bir karine bulunmalıdır. Şayet karine mevcut değilse, sözü istia­reye hamletmek mümkün olmaz, hakikate hamledilmesi gerekir. Zira kelamı is­tiareye hamletmemiz, ancak lafzi veya mecâzi karine ile mümkün olur. ***** cümlesi mânada aslan olmadığını gösteren bir karinedir. Bu yüzden ***** cümlesindeki tercihimiz, iki noktada toplanır. Bu ifade ile ya teşbih edatı mu­kadder olan bir teşbih kasdedilir, ya da teşbih edatı takdir edilmeyen istiare kasdedilir. Bu durumda aslan kelimesi hakiki mânada kullanılmış olur. Zeyd'in bizatihi kendisi, hakikatte kendisine uygun olmayan bir isme isnad edilmesi, is­tiareye yönelen bir karinedir. Şayet edatın hazfedildiğine dair bir karine varsa, teşbihe hamlederiz. Şayet karine yoksa, ikisi arasında muhayyer kalırız. Bu du­rumda, istarenin evla olması gerekir.

Abdullatif el-Bağdadi, «Kavaninu'l-Belâga» adlı eserinde bu farkı açıkça belirtir. «Kitabu minhaci'l-Belâga» müellifi Ebû'l-Ha­san Hâzim de şöyle der: Teşbihle istiare arasındaki fark şudur; kendisinde teşbih mânası bulunsa bile istiareye, teşbih harfinin takdiri caiz olmaz. Teşbih olmadan yapılan teşbih, bunun aksinedir. Çünkü, teşbih harfinin takdiri mecburidir.