26 - DÜNYANIN KÖTÜLÜĞÜ |
Giriş
Velî kullarına dünyanın tehlike ve âfetlerini tanıtıp bildiren Allah'a hamdolsun! O Allah ki dünyanın ayıp ve çirkinliklerini dostlarına, onun delil ve alâmetlerine baksınlar, sevablarını günahlarıyla karşılaştırıp tartsınlar diye belirtmiştir. Onlar dünyanın kötülüklerinin iyiliklerinden çok olduğunu, onun güneşinin batmaktan kurtulamayacağını anladılar. Fakat o, güzelliğiyle halkın kalbini hoplatıp çeken bir kadın suretindedir. Onun çirkinliklerinin nice sırları vardır ki ona varmak isteyenleri yolun ortasında helâk etmekte. . .
Sonra o, istekçilerinin elinden kaçmakta. . . Visalini onlara bahşetmekte pek cimri davranmaktadır. Onlara yöneldiği zaman şerrinden ve vebalinden emin olunmamakta. . . Bir saat iyilik yaparsa, arkasından bir senelik kötülük yapmakta. . . Bir defacık kötülük yaparsa, onu bir sene uzatmakta. . . Bu bakımdan onun ikbâl daireleri, helâk ile beraber gezmektedir! Dünya âşıklarının ticaretleri zarardan ibarettir. Onun âfetleri istekçilerinin göğüslerine ardı kesilmeyen oklar gibi peşipeşine saplanmakta. . . Hallerinin akışları tâliblerinin zilletini haykırmakta. . . . Bu bakımdan ona aldanan herkesin âkibeti zillet, onunla mağrur olan herkesin sonu hasrettir. Onun şânı, müşterisinden kaçmak, kendisinden kaçanı da aramaktır. Hizmetçisinin elinden çıkar, kendisine perva etmeyerek yüz çevirenin arkasından gider. Berraklığı bulanıklıkların kirinden uzak değildir.
Sevgisi karıştırıcılardan ayrılmakta, selâmetinin arkasından hastalık gelmekte, gençliği ihtiyarlığa sevketmekte, nimetleri hasret ve pişmanlıktan başka bir meyve vermemekte. . . O hilekâr, kandırıcı ve uğursuzdur. Durmadan müşterilerine süslü püslü görünür ki onlar kendisine kalben bağlanıp dost olsunlar. O zaman onlara iri iri kesici dişlerini gösterip düşmanlık eder. İntizamlı sebeplerini onlar için karma karışık yapar. . .
Acaibliklerinin gizli taraflarını gösterir, öldürücü zehirlerini onlara tattırır, onları delici oklarının yağmuruna tutar, arkadaşları onun elinden sevgi ve nimetler içerisinde iken birden onlara sırtını çevirir. Sanki onlar tatlı rüyalar görmüş gibi olurlar! Sonra felâketleriyle hayatlarını perişan eder, harmanda dövülen ve saman haline getirilen saplar gibi onları öğütür, kefenleri içerisinde örtüp topraklara gömer. Onlardan biri, üzerine güneş doğan bir şeyi elde ederse, onu hurdahaş bir vaziyete getirir, sanki o dünün zengini değilmiş gibi yapar. Arkadaşlarına sevgi ümidini verir. Onları aldatarak hileli vaadlere boğar. Onlar birçok şeyler beklerken, köşkler inşa ederken, köşklerini mezara çevirir! Cemiyetlerini darmadağın eder. Çalışmalarını kasırga gibi toz duman eder. Öyle bir hale getirir ki kendi kendilerine felâket isterler. İşte dünyanın hususiyetleri budur. Fakat Allah'ın emri mutlaka yerini bulacaktır. Salât ve selâm Allah'ın kulu ve rasûlü üzerine olsun. O rasül ki âlemlere müjdeci ve uyarıcı olarak gönderilmiştir. Pırıl pırıl parlayan bir güneş olarak doğmuştur.
Salât ve selâm Muhammed'in (aleyhisselâm) ehline ve din hususunda ona yardımcı olan arkadaşlarına ve zâlimlere karşı onu destekleyen zevata olsun! Yarab! Onlara salât ve selâm et!
Dünya hem Allah'ın, hem dostlarının ve hem de düşmanlarının düşmanıdır. Dünyanın, Allah'a olan düşmanlığı cihetine gelince: Dünya Allah'ın kullarının yolunu kesmekte (onları aldatmaktadır) ve bunun içindir ki, Allahü teâlâ onu yarattığından beri ona bir defacık olsun şefkat nazarıyla bakmamıştır.
Dünyanın, Allah dostlarına olan düşmanlığı cihetine gelince, dünya onlara çeşitli süsleriyle görünmüş, çiçekleriyle, yeşillikleriyle onları kandırmış. . . Öyle ki onlar, dünyayı terketmek için dünyanın en acı şerbetini içmeye mecbur olmuşlardır.
Dünyanın Allah düşmanlarına düşman olma cihetine gelince, dünya, hileleriyle onları kandırmış, ağlarına düşürmüş, öyle ki onlar dünyaya bel bağlamışlar, ona itimat etmişler ve onların dünyaya en muhtaç olduğu bir anda dünya onları mahrum etmiştir. Onlar dünyadan öyle bir hasret meyvesi koparmışlardır ki onu yemekle ciğerleri paramparça olmuştur. Sonra dünya onlara ebedî saadeti haram kılmıştır. Onlar dünyanın elden gitmesine daima hasret çekmekte, onun hilelerinden feryad etmekte ve yardımlarına kimse de gelmemektedir. Aksine onlara 'cehennemde ümitsiz kalınız, benimle konuşmayınız' denilir.
Bunlar âhireti dünya hayatına satmış kimselerdir. Onun için bunlardan azap hafifletilmez ve kendilerine yardım da edilmez, (Bakara/86)
Dünyanın gaile ve şerleri büyüdüğünde muhakkak ki dünyanın hakikatini, dünyanın ne olduğunu ve dünyanın düşmanlığıyla beraber yaradılışındaki hikmetini, aldatmaların ve şerlerin hangi kapıdan geldiğini anlamak lâzımdır. Zira şerri bilmeyen bir kimse şerden sakınamaz ve şerre düşmesi de pek yakın bir ihtimaldir. İşte biz -eğer Allah dilerse- dünyanın kötülüğünü, onun misallerini, hakikatini, mânâlarının tafsilâtını, onunla ilgili meşguliyetin sınıflarını, onun esaslarına olan ihtiyacın yönünü ve halkın dünyanın boş şeyleriyle meşgul olup Allah'tan nasıl yüz çevirdiklerini zikredeceğiz. Allahü teâlâ -razı olduğundan dolayı- yardım eder.
Dünyanın Sıfatlarının Misallerle Belirtilmesi
Dünya, süratle yok olup gidiyor. Sonunun gelmesi pek yakındır. İnsanlara baki kalmayı söz verir, sonra sözüne muhalefet eder. Sen ona bakar, onu sakin ve istikrarlı görürsün. Oysa o şiddet ve süratle seyretmektedir. Süratle durmadan akıp gitmektedir. Fakat ona bakan, onun hareketini hissetmeden ona bel bağlar. Ancak sona erdiği zaman sezer. (O vakit de iş işten geçer) . Dünyanın misali gölgedir. Gölge, hareketsiz ve sakin görünür. Oysa hakikatte hareket halindedir. Görünürde sakindir. Onun hareketi zahirî gözle görünmez, bâtınî basiretle görülür. Dünya, Hasan-ı Basrî'nin yanında zikredildiği zaman o şu şiiri okudu: 'Uykudaki rüyalar veya geçici bir gölge gibidir. Muhakkak akıllı bir kimse onun benzeriyle aldanmaz'.
Hasan b. Ali çoğu zaman misal getirerek şöyle derdi: 'Ey bekası olmayan dünya lezzetlerinin ehli! Geçici bir gölgeye aldanmak hamakattır'.
Denildi ki: 'Bu şiir Hazret-i Hasan'ın sözüdür'.
Deniliyor ki, bedevilerden biri bir kavmin yanında misafir oldu. Kendisine bir yemek ikram ettiler, yemeği yedi. Sonra onların çadırının gölgesine gitti ve uyudu. Onlar çadırı kaldırdılar. Güneş adamın üzerine gelince kalktı ve şu şiiri okudu: 'İyi bilin ki dünya inşa ettiğin bir gölge gibidir ve muhakkak bir gün gölgen yok olacaktır".
Yine şöyle denilmiştir: 'Dünyası en büyük hedefi olan kişi kesinlikle o dünyanın aldatma ipine sarılmıştır!'
Dünyanın başka bir misali; hayalleriyle aldatmak, elden çıktıktan sonra iflas etmek hususunda uyku âleminin hayal ve karışık rüyalarına benzer. Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Dünya, rüyalardır. Onun ehli ondan dolayı ceza görüp azap çekerler. 40
Yunus b. Ubeyd şöyle demiştir: 'Ben nefsimi dünyada uyuyan bir kişiye bezettim. Bu kişi rüyasında hoşuna giden ve gitmeyen durumları görür. Bu durumda iken birden uyanır. İşte insanlar da böyle uykudadırlar. Öldükleri zaman uyanırlar. O anda yaslandıklarından ve sevdiklerinden hiçbir şey ellerinde kalmaz!'
Bir hakîme şöyle denildi: 'Dünyaya en fazla benzeyen şey nedir?'
Cevap olarak şöyle dedi: 'Uykuda görülen rüyalardır'.
Ehline düşmanlığı ve yavrularını helâk etmesi bakımından dünyanın başka bir misâli: Dünyanın tabiatı, kandırmak için önce yumuşaklık ve lûtuf göstermektir. Sonunda âheste âheste helâk eder. Dünya, müşterisine süslenen bir kadın gibidir. Onlarla evlendiği zaman onları keser!
Hazret-i Îsa'ya, keşif âleminde dünya gösterildi. Dünyayı ihtiyar, beli kambur ve sırtında her süsten birşeyler bulunan bir kadın sûretinde gördü. Dünyaya şöyle sordu:
-Kaç defa evlendin?
-Sayamam!
-Kocalarının hepsi ölüp mü seni bıraktılar, yoksa hepsi seni boşadılar mı?
-Aksine hepsini ben öldürdüm!
-Kalan kocalara yazıklar olsun! Senin geçmiş kocalarından nasıl ibret almıyorlar? Sen onları, birbirinin ardından helâk ediyorsun, hâlâ senden sakınıp uzaklaşmıyorlar!
İçi dışına benzememek bakımından dünyanın başka bir misâli: Dünyanın dışı süslü, içi çirkindir. O, süslenmiş bir acuze kadın gibidir. Halkı, görünür taraflarıyla aldatır. Halk onun içine vâkıf olduğu zaman, onun yüzünden peçeyi kaldırdıkları zaman onun çirkinlikleri onların gözleri önüne serilir. Dış görünüş ile aldatıldıklarından ve akılsızlıklarından utanırlar!
Ulâ b. Ziyad41 şöyle demiştir: 'Rüyamda yaşlı bir acûze gördüm. Derisi buruşmuştu. Fakat dünyanın bütün süsleri sırtındaydı. Halk çepeçevre etrafını sarmış, hayran hayran kendisini temaşa ediyordu. Gelip baktım, onların onu seyretmelerine hayret ettim. Ona şöyle dedim:
-Azap olasıca! Sen kimsin?
-Sen beni tanımıyor musun?
-Hayır! Senin kim olduğunu bilmiyorum!
-Ben dünyayım.
-Senin şerrinden Allah'a sığınıyorum.
- Eğer benim şerrimden korunmayı istiyorsan paradan nefret et!
Ebû Bekir b. Iyaş42 şöyle demiştir: 'Dünyayı rüya aleminde, yüzü çirkin, beli kambur bir ihtiyar kadın olarak gördüm. Elini çırpıyordu, halk arkasına takılmıştı, el çırpmakta ve hora tepmekte idiler. Benim hizama geldiği zaman bana yöneldi ve şöyle dedi: 'Eğer seni elde etseydim, şunların başına getirdiğimi senin de başına getirecektim'. Sonra Ebû Bekir hüngür hüngür ağlayarak şöyle dedi: 'Bağdad'a gelmeden önce bu rüyayı görmüştüm!'
Fudayl b. İyaz İbn-i Abbâs'tan şöyle naklediyor: 'Kıyâmet gününde dünya beli kambur, gözü mavi, ön dişleri dışarda, şekli çirkin bir ihtiyar kadın sûretinde getirilir ve halka denilir ki: 'Siz bunu tanıyor musunuz?' Onlar 'Biz bununla tanışmaktan Allah'a sığınıyoruz!' derler. Denilir ki: 'Bu, o dünyadır ki siz onun için dövüştünüz, aranızdaki sıla-yı rahmi kestiniz, ondan dolayı birbirinizden nefret ettiniz. Birbirinizi kandırdınız, mağrur oldunuz!' Sonra dünya cehenneme atılırken şöyle bağırır: 'Ey rabbim! Benim yardımcılarım ve dostlarım nerede?' Bunun üzerine Allahü teâlâ şöyle buyurur: Dünyanın dost ve yardımcılarını dünyaya ilhak ediniz!'
Fudayl b. İyaz şöyle demiştir: 'Dinlediğime göre, bir kişi ruhen Allah'ın huzuruna gitmek üzereyken bakar ki yolun kenarında sırtında her türlü süs eşyası ve elbiseler olan bir kadın duruyor, yanından geçen herkesi oyalıyor. O arkasını çevirdiğinde insanların gördüklerinin en güzeli oluyor. O yöneldiğinde insanların gördüğü şeyin en çirkini oluyor. Beli kambur bir acuze!. . . Gözü gök renkli ve miyop. . . Ben şöyle dedim:
-Senin şerrinden Allah'a sığınıyorum!
-Hayır! Allah'a yemin ederim, sen paradan nefret etmedikçe Allah seni benim şerrimden korumaz.
-Sen kimsin?
-Ben dünyayım!
İnsan oğlunun dünyadan geçişi ve dünya için başka bir misalî: Haller üçe ayrılır: Bir hal var ki, sen onda hiçbir şey değildin. . . O hal, senin varlığından önce ezele kadar olan haldir. Bir hal var ki onda dünyayı müşahede etmiyordun. O da ölümünden sonra ebede kadar olan haldir. Üçüncü bir hal var ki ebed ile ezel arasındadır. O da senin dünyadaki hayatının günleridir. Bu bakımdan onun uzunluk miktarını düşün ve onu ezel ve ebed taraflarına nisbet et ki, dünyanın uzun seferde kısa bir menzilden de kısa olduğunu anlayasın.
Bunun için Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Benimle dünyanın arasında (ne alâka) var! Benim ve dünyanın misâli, bir yaz gününde seyreden bir binicinin misâli gibidir. O biniciye bir ağaç görünür. O ağacın gölgesinde bir an uyur. Sonra onu terkederek yoluna devam eder. 43
Kim dünyayı bu gözle görürse, o kimse dünyaya meyletmez. Dünyanın günleri zararda mı, darlıkta mı, genişlik ve refahta mı geçmiştir umursamaz. Hatta böyle bir kimse dünyada bir kerpiçin üzerine bir kerpiç koymaz. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) kerpiç üzerine kerpiç koymadan, kamış üzerine kamış koymadan dünyadan göçüp gitti. Bazı ashâbın kireçten ev yaptığını gördüğünde 'İşin bundan daha acele olduğunu görüyorum!'44 buyurdu ve onların yaptığını beğenmedi. Buna Hazret-i Îsa da işaret ederek şöyle demiştir: 'Dünya köprüdür. Onun üzerinden geçiniz, fakat üzerinde ev yapıp tamir etmeyiniz!'
Bu açık bir misaldir. Zira dünya hayatı, âhirete ulaştıran bir köprüdür. Beşik, köprünün başına konulan mil, mezar köprünün öbür başına konulan mil. . . İki mil arasında sınırlı bir mesafe vardır. İnsanların bir kısmı köprünün yarısına, bir kısmı üçte birine, bir kısmı üçte ikisine, bir kısmı da sonuna geldiği halde hâlâ da gâfildir. Durum ne olursa olsun mutlaka geçmek mecburiyetindedir. Geçerken köprünün üzerinde ev inşa etmek, çeşitli süs ve ziynetler takmak, cehalet ve muhrumiyetin tipik bir misali ve en son zirvesidir.
Varışının yumuşaklığı, çıkışının sertliği hususunda dünyanın başka bir misalî: Dünyanın başlangıcı kolay ve yumuşak görünür. Dünyaya dalan zanneder ki onun sonu da başlangıcı gibidir. Oysa heyhat, nerede! Zira dünyaya dalmak kolay, selâmetle ondan çıkmak pek çetindir. Hazret-i Ali, Selman-ı Fârisi'ye dünyanın misalini yazarak şöyle demiştir:
Dünyanın misali yılanın misali gibidir. Dokunduğunda yumuşak, fakat zehiri öldürücüdür. Bu bakımdan dünyada hoşuna giden şeyden yüz çevir. Çünkü dünyada seninle arkadaşlık yapan pek azdır. Dünyayı gam ve tasalarından kurtulacağını bildiğinle bertaraf et! En fazla sevindiğin zaman, dünyadan daha fazla sakın! Zira dünyanın arkadaşı ne zaman dünyadan sevindirici bir şeye gönül bağlarsa, mutlaka dünyanın nahoş bir hâdisesi gelip onu ondan alır. Vesselâm!45
Dünyaya daldıktan sonra mesuliyet ve yorgunluğundan kurtuluşun zor ve imkânsız olduğuna dair başka bir misâl:
Dünyaya dalanın misâli, suda yürüyen bir kimsenin misâli gibidir. Acaba su içinde yürüyen bir kimsenin ayaklarının ıslanmamasına imkân var mı?46
İşte Hazret-i Peygamber'in bu hadîs-i şerîfi sana, bedenleriyle dünya nimetlerine dalıp, kalpleri dünyadan tertemiz ve içlerinin dünyanın hilelerinden uzak olduğunu sananların cehaletini bildirmektedir! Onların bu zannı, şeytanın bir hilesidir. Eğer onlar, içinde bulundukları durumdan çıkartılırlarsa, onun ayrılığından dolayı en büyük fecâata uğramış kimseler olacaktır. Nasıl suda yürümek, mutlaka ayağın ıslanmasını gerektiriyorsa, tıpkı bunun gibi dünya ile haşırneşir olmak da kalbin dünya ile ilgilenmesini ve kararmasını gerektirir. Kalbin dünya ile beraber olan ilgisi, ibadetin halâvetini meneder!
Hazret-i Îsa (aleyhisselâm) şöyle demiştir:
Ben haklı ve ciddi olarak sizlere diyorum ki, nasıl hasta bir kimse yemeğe bakıp acının şiddetinden yemekten lezzet alamıyorsa, öylece dünyaya dalan da ibadetten lezzet alamaz. Kalbinde bulunan dünya sevgisiyle beraber ibadetin lezzetini duyamaz. Ciddi olarak size derim ki, hayvan binilmediği ve uysallaştırılmadığı takdirde serkeş olur ve huyu bozulur. Böylece kalpler de ölümün zikriyle arkadaş olmadıkları, ibadetin yorgunluğunu çekmedikleri zaman katılaşıp kabalaşılırlar. Ciddi olarak size derim! Tulum delinmedikçe veya çürümedikçe bal kabı olması yakın bir ihtimaldir. Kalpler de böyle. . . Şehvetler onları delmedikçe, tamahkârlık onları kirletmedikçe veya nimetler onları katılaştırmadıkça, onlar hikmetin kabları olurlar.
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Dünyadan ancak belâ ve fitne kalmıştır. Amelinizin misâli, bir kabın durumuna benzer. Onun üstü tatlı oldu mu altı da tatlı olur. Üstü çirkinleşti mi altı da çirkinleşip bozulur. 47
Şu dünyanın misâli, başından sonuna kadar çürümüş bir elbisenin durumu gibidir. O elbise, sonunda bulunan bir ip ile bağlı kalmıştır. O ipin kopması da pek yakındır!48
Dünya ilgilerinin birinin diğerine, insanı helâk edinceye kadar sürüklemesine başka bir misal: Hazret-i Îsa (aleyhisselâm) şöyle demiştir: 'Dünya talibinin misali, deniz suyunu içenin misali gibidir. İçmesi arttıkça susaması artar. Bu durum, ölünceye kadar devam eder'.
Dünyanın sonunun başlangıcına muhalefet etmesine, başlangıcının parlaklığına ve sonunun habasetine başka bir misal: Dünyanın şehvetleri lezzetlidir. Tıpkı yemeklerin midedeki lezzeti gibi. . . Kul, ölüm çağında dünyanın şehvetlerinin çirkinliğini, pis koktuğunu ve kerahetini, midede son şeklini alan yemeklerden hissettiği pis koku gibi hissedecektir. . Nasıl ki yemek, lezzetli, yağı fazla ve halâveti daha belirgin oldukça ondan vücuda gelen pislik daha çirkin ve daha pis kokarsa, kalpteki şehvet daha lezzetli ve daha kuvvetlidir, onun kokusu, kerihliği, ölüm çağında ondan görülen eziyet daha şiddetlidir. Hatta bu dünyada görülmektedir. Zira evi yağma edilen, malı, aile efradı ve çocuğu alınan bir kimsenin musibeti, elemi ve fecaati, kaybettiği şey hakkında o şeyden aldığı lezzet, ona karşı duyduğu sevgi ve onun için gösterdiği hassasiyet oranındadır. Bu bakımdan varlık anında kişinin yanında olan şey daha lezzetlidir. O lezzet yokluk anında daha zahmet verici, daha acıdır. Zira ölümün mânâsı dünyadakilerin kaybedilmesinden başka bir şey değildir.
Hazret-i Peygamber, (sallâllahü aleyhi ve sellem) Dahhâk b. Süfyân'a49 şöyle der:
-Yemeğin tuzlanıp tere otu ile ıslah edilip sana getirildiğinde onun üzerine süt ile su içmiyor musun?
-Evet!
-Acaba o nasıl olur?
-Malûmunuz olan durum meydana gelir!
-Allah dünya için darb-ı mesel olarak Âdem oğlunun yemeğinin son şeklini örnek vermiş bulunuyor!50
Dünya darb-ı mesel olarak Âdem oğluna beyan edilmiştir. Âdem oğlundan çıkana dikkat et! Her ne kadar onu otlamış ve tuzlamış ise de ne olduğunu düşün!51
Allahü teâlâ dünyayı Âdem oğlunun yemeğine, Âdem oğlunun yemeğini de dünyaya misal olarak gösterdi. Her ne kadar onu sebze ve tuzla ıslah etmiş olsa da. . .
Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Onları gördüm. Onu (dünyayı) baharat ve kokularla lezzetli hâle getiriyorlar. Sonra gördüğünüz gibi en pis şey olarak dışarı atıyorlar'.
İbn-i Abbâs 'Bir de o insan (yediği) yemeğine baksın!' ayetinin tefsirinde 'Kendisinden çıkan pisliği düşünsün' demiştir.
Bir kişi İbn Ömer'e 'Sana bir sual sormak istiyorum, fakat utanıyorum' dedi. İbn Ömer dedi ki:
-Utanma! Söyle!
-Herhangi birimiz def-i hâcet ettiği zaman kalkıp pisliğine bakabilir mi?
-Evet bakmalı, çünkü melek kendisine der ki: 'İşte cimrilik yapıp da vermediğine bak ne hale gelmiş'.
Bişr b. Ka'b şöyle demiştir: 'Gelin size dünyayı göstereyim'. Böylece arkadaşlarını mezbeleliğe götürür ve şöyle der: 'İşte dünyanın meyvelerine, tavuklarına, balına ve yağına bakınız! '
Dünyanın âhirete nisbeti hakkında başka bir misal de şöyledir: Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Âhirette dünya ancak birinizin parmağını denize daldırması gibidir. Bu bakımdan sizden biriniz dikkat etsin! Parmağıyla neyi geri getirir!52
Dünya ve dünya ehlinin, dünyanın nimetleriyle meşgul oldukları ve âhiretten gâfil kaldıkları ve bundan dolayı da büyük hüsrana uğradıkları hakkında başka bir misal: Dünya ehlinin gâfil oldukları cihetle, misâlleri, bir gemiye binen bir kavmin misâli gibidir. Gemi onları bir adaya çıkarır. . . Kaptan onlara ihtiyaçlarını görmek üzere izin verir. Fakat geri kalmaktan kendilerini sakındırır. Geminin acele gideceğiyle kendilerini korkutur. Onlar da adanın etrafına dağılırlar. Bir kısmı ihtiyacını görüp hemen geriye döner. Her yer boş olduğu için istediği yere yerleşir. En yumuşak ve maksadına en uygun yerleri elde eder. Bazıları da adada kalır. Adanın ışıklarına, rengarenk çiçeklerine, gür ormanlarına, kuşlarının güzel ötüşlerine, ahenkli seslerine bakar! Onun toprağını, taşlarını, renkli ve güzel manzaralı, acaib nakışlı madenlerini ve bakanların gözünü kamaştırıcı zebercetlerin garip şekillerini seyreder. Sonra geminin gitme tehlikesini düşünerek kendine gelir, gemiye döner. Ancak dar zahmetli bir mekan elde eder ve oraya yerleşir.
Bazıları da mücevherlere, taşlara yönelir. Onların güzellikleri kendisini sarhoş eder. Nefsi onları bırakmaya bir türlü razı olmaz. Onlardan bir miktarı beraberinde getirir. Ancak gemide yerini daraltır, kendisine ağırlık ve yük olur. O taşları edindiği için pişman olur. Onları atmaya da kıyamaz. Bırakmak için bir yer de bulamaz. Geminin içinde onları omuzunda taşımaya mecbur olur. Aldığından pişman. . . Ama pişmanlık fayda vermez.
Bazıları da ormanlara dalar, gemiyi unuturlar ve oldukça uzaklaşırlar. Öyle ki o meyvelerin yenmesiyle, o güllerin koklanmasıyla, o ağaçlar arasında gezmekle meşgul olduğundan dolayı kaptanın çağrısını duymaz. Bununla beraber yırtıcı hayvanlardan korkar. Düşüşlerden ve felâketlerden de emin değildir. Elbisesine takılan çalılar, bedenini yaralayan dallar, ayağına batan dikenlerden de kurtulamaz. Dehşetli bir ses gelir, ondan yüreği hoplar. Bir çalı elbisesine takılıp yırtar, avret mahallini dışarıda bırakır, istese de geri dönmesine imkân kalmaz.
Gemidekilerin sesi kendisine geldiği zaman beraberindekilerle ağır ağır döner. Fakat gemide bir yer bulamaz. Açlıktan ölünceye kadar denizin kenarında kalır. Bazılarına da ses gelmez. Gemi kalkar. Bazılarını yırtıcı hayvanlar parçalar. Bazıları yolunu şaşırıp ölünceye kadar şaşkın şaşkın gezer. Bazıları çamurlara saplanır. Bazılarına yılanlar saldırıp sokar (ve öldürür) . Çürümüş leş gibi darmadağın olurlar. Gemiye almış olduğu çiçek ve taşlarla ve onların ağırlığıyla gelen ise, bunların kulu kölesi olur. Onları korumanın üzüntüsü kendisini meşgul eden. . . Onların kaybolmasından korkan. . . . Yeri daralmış. . . . Az bir zaman sonra o çiçekler solmaya başlar. O renkler, o taşlar bozulmaya yüz tutar. Onların pis kokuları yayılmaya başlarlar. Yerini daraltmakla beraber pis kokularıyla, ona eziyet vermeye başladılar. Denize atıp kurtulmaktan başka bir çare bulamaz. Yediği yabani meyveler kendisinde kötü etkiler yapar. Vatanına o kokulardan çeşitli hastalıklara maruz kaldıktan sonra varabilir! Kim geç dönmüşse güzel ve geniş yer bulamaz. Geç gelen geniş yer bulamasa bile bir müddet yerin darlığı ile sıkıntı çeker. Fakat vatanına vardığı zaman rahat eder. Daha önce dönen ise, on geniş yeri bulur, vatanına sağ ve sâlim varır.
İşte bu, dünya ehlinin geçici lezzetlerle meşgul olup varacakları yeri unutup işlerinin akibetinden gaflet etmelerinin misalidir. Ben akıllı bir kimseyim deyip yerin taşları olan altın ve gümüşe aldanan, dünyanın süsü olan bitkilere kanan bir kimsenin hareketi ne çirkindir. Oysa bunlardan hiçbir şey ölüm çağında kendisine arkadaşlık etmeyecektir. Aksine yorgun ve vebal altında gidecektir. Oysa bunlar kendisini hali hazırda da üzmekte elinden kaçacak diye meşgul etmektedirler. Bütün halkın hali budur. Ancak Allah'ın koruduğu müstesna.
Halkın dünya ile mağrur olması ve imanlarının zafiyeti için başka bir misal: Hasan-ı Basrî (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "Kulağıma geldiğine göre Hazret-i Peygamber ashâbına şöyle demiştir: 'Benim, sizin ve dünyanın misâli, bir kavmin misâli gibidir ki bu kavim tozlu topraklı bir sahraya yolcu olarak çıkıyorlar. Yürüdükleri yolun mu daha fazla, yoksa kalan kısmın mı daha fazla olduğunu bilmedikleri bir durumda azıkları bitiyor. Hayvanları helâk oluyor. Çölün ortasında kalıyorlar. Ne azık var, ne binek. . . Kesinlikle yok olacaklarına kanaat getiriyorlar. Onlar bu durumda iken süslü bir elbiseye bürünmüş, başı yağlanmış birisi ansızın çıkıp yanlarına geliyor. Kendi aralarında diliyorlar ki: 'Bu adam sulu, meskûn bir yerden pek yakın bir zamanda ayrılmış ve yakın bir yerden geliyor olsun'. O adam onlara vardığı zaman şöyle dedi:
- Ey cemaat!
-Buyur! Ne diyorsun?
-Siz ne durumdasınız?
-Senin gördüğün durum üzerindeyiz!
-Acaba susuzluğunuzu kana kana gideren bir suya, yemyeşil bir bahçeye sizi iletirsem ne yaparsınız?
-Hiçbir şeyde sana muhalefet etmeyiz?
-Haydi, Allah ile sözlerinizi ve va'dlerinizi teyid ediniz! Onlar hiçbir hususta kendisine karşı gelmemek üzere ona Allah ile söz verdiler.
Kişi onları, susuzluklarını kana kana gideren suya, yemyeşil bir bahçeye götürdü. Orada Allah'ın dilediği zamana kadar kaldı, sonra şöyle dedi:
-Ey millet!
-Buyur!
-Göç vardır!
-Nereye?
-Sizin suyunuza benzemeyen daha güzel olan bir suya, bahçenize benzemeyen daha üstün bir bahçeye. . .
-Allah'a yemin olsun, biz bunu artık hiç elde edemeyeceğimiz zannına kapıldığımız bir anda elde ettik. Bundan daha hayırlı olan bir hayatı biz ne yapalım!
Onlardan bir grup da- ki az bir gruptu- şöyle dediler:
-Siz bu kişiye, hiçbir şeyde kendisine isyan etmeyeceğinize dair sözler ve Allah ile yeminler vermediniz mi? Bu kişi ilk konuşmasında sizinle doğru konuştu. Allah'a yemin ederim, sonunda da sizinle doğru konuşuyor!
Adam bu konuşmadan sonra kendisine tâbi olanlarla beraber gitti. Diğerleri geri kaldılar. Onlara bir düşman baskın yaptı. Sabahleyin kimi esir, kimi ölü olarak sabahladı!"
Halkın dünya ile nimetlenişine, sonra dünyanın ayrılışına üzüldüklerine başka bir misal: İnsanların kendilerine verilen dünya hakkındaki durumları, bir evi hazırlayıp süsleten ve insanları tertip üzere evine davet eden bir kimsenin durumu gibidir. Biri onun evine girer ve girene, üzerinde buhur ve reyhanlar bulunan bir altın tabak ikram eder ki onu koklasın ve geriden gelenlere bıraksın. Onu alıp mülk edinsin ve götürsün diye takdim etmez. O kişi de bunu bilmediği için, ev sahibinin onu kendisine hediye ettiğini zanneder. Evden çıkınca bundan dolayı sıkılır, acı çeker. Fakat ev sahibinin âdetini bilen bir kimse ise, o tabaktan faydalanır ve sahibine teşekkür eder, onu kalp rahatlığıyla, göğsünün inşirahıyla sahibine geri verir. İşte dünya hakkındaki Allah'ın kanununu bilen bir kimse bilir ki dünya ziyafet evidir. İkamet sahiplerine değil, yolculara sebil edilmiştir ki yolcular ondan azıklansınlar. Nasıl ki misafirler yol kenarındaki vakıflardan yararlanıyorlarsa, onun içindekinden de yararlansınlar. Ona kalplerini bağlamazlar ki ondan ayrıldıkları zaman üzülmesinler.
İşte bunlar dünyanın, âfet ve gâilelerinin misalleridir. Biz lâtif ve habir olan Allah'tan hüsn-ü tevfikini, kerem ve hilminin yardımıyla talep ederiz!
39) Çoğu nüshada böyle yazılıdır. Bazı nüshalarda da Muhammed b. Hüseyin yazılıdır. Muhammed b. Hasan isminde çok kimse vardır. Müellifin hangisini kastettiği belli değildir.
40) Irâkî tarafından aslına rastlanılmamıştır.
41) Basralı olan bu zat güvenilir âbidlerdendir.
42) Kûfeli olan bu zat, Kurrâ'dandır.
43) Tirmizî, İbn Mâce, Hâkim
44) Ebû Dâvud, Tirmizî, (Abdullah b. Amr'dan hasen ve sahih bir senedle)
45) Şerif er-Radî Nehc'ul-Belâğa'da. şöyle der: 'Hazret-i Ali, bu mektubu halife olmadan önce yazmıştır'.
46) İbn Eb'id-Dünya, Beyhâkî
47) İbn Mâce
48) İbn Hıbbân, Ebû Nuaym, Beyhâkî
49) Hazret-i Peygamber'in zekât toplayan memurlarındandır.
50) İmâm-ı Ahmed, Taberânî
51) Taberânî, İbn Hıbbân
52) Müslim
Dünyanın Zemmi
Dünyanın zemmi hakkında vârid olan ayetler ve misaller pek çoktur. Kur'ân'ın birçok âyeti bu hususu belirtmektedir. İnsanları dünyadan döndürmeye ve âhirete yöneltmeye çağırmaktadır. Hatta peygamberlerin, maksadları odur; onlar ancak bu nedenle gönderilmişlerdir. Bu bakımdan bu husus açık olduğundan Kur'ân'ın ayetleriyle delil getirmeye gerek görmüyoruz. Biz bu hususta vârid olan bir kısım haberleri zikredeceğiz.
Hadîsler
Rivâyet ediliyor ki Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) ölü bir koyun leşinin yanından geçerken şöyle buyurmuştur:
Siz şu leşi, ehlinin gözünde kıymetsiz olarak mı görüyorsunuz?
-Zaten kıymetsizliğinden dolayı sahipleri onu mezbeleliğe atmış!. . .
-Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki dünya Allah nezdinde, şu leşin sahipleri nezdinde kıymetsiz olduğundan daha kıymetsizdir. Eğer dünya Allah katında bir sivrisineğin kanadına eşit olsaydı Allahü teâlâ o dünyadan hiçbir kâfire bir yudum su dahi içirmezdi. 1
Dünya Mü'minin zindanı, kâfirin cennetidir. 2
Dünya mel'undur. 3 Dünyadan Allah için olan şeyler hariç, her ne varsa hepsi lanete uğramıştır. 4
Ebû Musa el-Eş'arî, Hazret-i Peygamber'in şöyle dediğini rivâyet etmektedir:
Kim dünyasını severse âhiretine zarar verir Kim âhiretini severse dünyasına zarar verir. Bu bakımdan siz daimi kalıcı olanı geçiciye tercih ediniz. 5
Dünya sevgisi her yanlışlığın temeli ve başıdır. 6
Zeyd b. Erkam der ki: Biz Ebû Bekir Sıddîk'la beraberken su istedi. Kendisine bal şerbeti getirildi. O şerbeti ağzına yaklaştırdığında yanındaki arkadaşlarını ağlatacak şekilde ağladı. Onlar sustukları halde o hâlâ susmamıştı. Sonra yeniden ağlamaya başladı. Hatta yanındakiler istediğini bulamadığı için ağlıyor sandılar. Sonra gözlerini sildi ve kendisine 'Ey Rasûlüllah'ın halifesi! Seni ağlatan nedir?' dediler. Hazret-i Ebû Bekir şöyle dedi: 'Ben Hazret-i Peygamber ile beraberdim. Baktım ki beraberinde hiç kimse olmadığı halde birşeyi kendisinden uzaklaştırıyor. Bunun üzerine 'Ey Allah'ın Rasûlü, uzaklaştırdığın nedir?' diye sordum.
Cevap olarak şöyle dedi: 'Şu dünyadır! Bana temessül etti. Ben ona 'Benden uzaklaş!' dedim. Tekrar döndü ve dedi ki: 'Eğer sen yakanı benim elimden kurtarsan bile senden sonra gelenler yakasını elimden kurtaramaz'. 7
Şu kimsenin durumuna hayret ediniz ki o kimse ebediyet evini tasdik ettiği halde aldatma evi için var kuvvetiyle koşar, çabalar. 8
Rivâyet ediliyor ki, Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bir mezbelelik üzerinde durdu ve şöyle buyurdu:
'Ey ashâbım! Gelin dünyaya bakın!' Bu esnada mezbelenin üzerinden çürümüş bir paçavrayı ve çürümüş bir kemiği eline aldı ve şöyle dedi: İşte bu dünyadır!'9
Hazret-i Peygamber'in bu sözü dünya ziynetinin bu paçavra gibi gelecek zamanda çürüyeceğine işarettir. O süs ve ziynet içerisinde görünen iskeletler çürümüş kemiklere dönüşecektir! Hazret-i Peygamber şöyle buyurmaktadır:
Dünya tatlı ve yemyeşildir. Allahü teâlâ, sizi dünyada kendisine halife yapmıştır ki sizin nasıl hareket ettiğinizi görsün! Dünya İsrailoğulları için yayılıp döşendiğinde elbise, koku, kadın ve ziynetin içerisinde yollarını şaşırdılar!
Hazret-i Îsa (aleyhisselâm) şöyle demiştir:
Sakın dünyayı ilâh edinmeyin ki o da sizi köle edinmesin! İsraf edip zayi etmeyen bir kimseye hazinelerinizi emanet ediniz. Zira dünya hazinesinin sahibi için âfetten korkulur. Allah hazinesinin sahibi için ise âfet sözkonusu değildir. (İbn Eb'id-Dünya)
Yine Hazret-i Îsa (aleyhisselâm) şöyle demiştir: 'Ey Havârîler! Ben sizler için dünyayı yüzüstü yere yıkmış bulunuyorum. Bu bakımdan benden sonra onu canlandırmayınız! Zira dünyanın habasetinden biri de onun içinde Allah'a isyan edilmesidir. Başka bir habaseti de âhiret ancak onu terketmekle elde edilir. Dikkat ediniz! Dünyayı bir geçit edininiz! Onu âhiret gibi tamir etmeyiniz! Biliniz ki her hatanın kökü dünya sevgisidir. Çoğu zaman bir anlık şehvet uzun bir zaman üzüntüyü icap ettirir'.
Yine şöyle demiştir: 'Dünya sizin için yayıldı. Siz onun sırtına oturdunuz! Sakın onun hakkında padişah ve kadınlar sizinle münazaaya girişmesinler. Padişahlara gelince, dünya için onlarla münazaa etmeyiniz. Siz onları dünyalarıyla başbaşa bıraktığınız müddetçe size dokunmazlar. Kadınlara gelince, oruç tutmak ve namaz kılmak suretiyle (şehvetlerinizi kırıp) onların şerrinden kaçınınız!'
Yine şöyle demiştir: 'Dünya hem talib, hem de matlubdur. Bu bakımdan dünya âhiret talibini arar ki o rızkını dünyada tam mânâsıyla alsın. Dünya talibini ise âhiret arar. Ta ki ölüm gelip onun yakasına yapışıncaya kadar'.
Musa b. Yesar10 Hazret-i Peygamber'in şöyle dediğini rivâyet etmektedir:
Allahü teâlâ dünyadan daha değersiz birşey yaratmış değildir ve Allahü teâlâ dünyayı yarattığından beri ona şefkat nazarıyla bakmamıştır. 11
Rivâyet ediliyor ki, Hazret-i Süleymân, başucunda kuşlar gölge yaptıkları, sağında ve solunda insanlar ve cinler olduğu halde debdebesiyle ve haşmetiyle İsrailoğulları'ndan bir âbidin yanından geçti. O âbid Hazret-i Süleymân'a şöyle haykırdı: 'Ey Dâvud'un oğlu! Yemin olsun, Allah sana büyük bir mülk vermiştir'. Bu sözü işiten Hazret-i Süleymân (aleyhisselâm) şu cevabı verdi: 'muhakkak ki bir Mü'minin sahifesine yazılan bir tek tesbih, Dâvud'un oğluna verilen dünyalıktan daha hayırlıdır. Zira Dâvud'un oğluna verilen dünyalık geçicidir. Tesbih ise bâkîdir'.
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Dünyanın bolluğu sizi Allah'a ibadetten meşgul etmiştir. Âdem oğlu durmadan 'ınalım, malım' diye tepiniyor. Ey Âdem oğlu! Acaba senin malından senin yiyip bitirdiğin, giyip eskittiğin veya sadaka verip ebediyyen defterine yazdırdığından başka birşey var mı?12
Dünya, evi olmayanın evidir. Malı olmayanın malıdır. Aklı olmayan bir kimse dünyayı toplar. İlmi olmayan bir kimse dünya için başkasına düşmanlık güder. Fıkhı olmayan bir kimse dünya için başkasına hased eder. Yakîni olmayan bir kimse durmadan dünya için çaba sarfeder. 13
Kim himmetinin en büyüğü dünya olduğu halde sabahlarsa, onun hiç bir şeyde Allah ile alâkası yoktur ve Allahü teâlâ onun kalbine dört şey sokar:
1. Bir üzüntü ki ebediyyen ondan ayrılamaz.
2. Bir meşguliyet ki ebediyyen ondan kurtulamaz.
3. Bir fakirlik ki ebediyyen onun zenginliğine varamaz.
4. Bir amel ki ebediyyen onun sonuna varamaz. 14
Ebû Hüreyre Hazret-i Peygamber'in şöyle dediğini rivâyet etmektedir: 'Ey Ebû Hureyre! Sana dünyanın tamamını, içindekilerle beraber göstereyim mi?' Ben 'Evet ey Allah'ın Rasûlü!' dedim. Bunun üzerine elimden tuttu ve beni Medine'nin derelerinden birine götürdü. Baktım ki bir mezbelelik. . . O mezbelelikte insanların kafatasları, pislikleri, paçavra ve kemikleri vardı. Sonra bana şöyle dedi:
Ey Ebû Hüreyre! Şu kafa tasları sizin harisliğiniz gibi (dünyaya karşı) harîs idiler. Sisin umduğunuz gibi umarlardı. Sonra onlar bugün derisiz kemik kesilmişler, sonra da toprak olmaya yüz tutmuşlar. Şu pislikler, yemeklerinin çeşitleriydi. Kazandıkları kaynaklardan kazandılar. Sonra karınlarına attılar. İşte öyle bir hale gelmiş ki insanlar onlardan korunup kaçıyor. Şu çürümüş paçavralar onların kılları ve elbiseleriydi. Öyle bir hale gelmiş ki esen rüzgârlar onları alt üst edecek derecede evirip çevirir. Şu kemikler bineklerinin kemikleridir ki o bineklerin sırtında dünyanın dört bucağını gezerlerdi. Bu bakımdan dünya için ağlayan ağlasın. 15
Ebû Hüreyre der ki: 'Biz, ağlamamız şiddetleninceye kadar ağlamaya devam ettik'.
Rivâyet ediliyor ki, Allahü teâlâ Âdem'i (aleyhisselâm) yeryüzüne indirdiği zaman kendisine şöyle hitap etti: 'Harap olmak için inşa et! Fâni olmak için doğur!'16
Dâvud b. Hilâl şöyle demiştir: İbrahim'in (aleyhisselâm) sahifelerinde şunlar yazılıdır: 'Ey dünya! Kendileri için cilveli ve süslü görünmeye çalıştığın ebrar kimselerin gözünde ne kadar kıymetsiz olduğunu (bir bilseydin) ! Ben onların kalplerine senin nefretini ve senden yüz çevirmelerini ilham etmiş bulunuyorum. Ben senden daha kıymetsiz bir mahluk yaratmadım. Senin her durumun küçüktür ve fenaya doğru gidiyor. Seni yarattığım günde hiç kimseye devam etmeyeceğini ve hiç kimsenin de sende daim olmamasına hükmettim. Her ne kadar senin arkadaşın seni vermek hususunda cimrilik gösterip sıkılıkta bulunsa dahi. . . Bana inanıp, beni tasdik eden ve istikamet üzere olan iyilere müjdeler olsun! Yine onlara müjdeler olsun ki onlar kabirlerinden kalkıp bana geldikleri zaman onlara mükâfatları; önlerinde yürüyen nûrları ve kendilerini kuşatan meleklerle beraber benden umdukları rahmete ulaşmalarıdır!'
Dünya yer ve gök arasındadır. Yaratıldığı günden beri Allahü teâlâ ona bakmamıştır. Kıyâmet gününde dünya 'Yarab! Beni bugün mertebece en düşük olan velî kuluna nasib eyle! diyecektir. Hazret-i Peygamber ona şöyle der: 'Ey hiç! Sükût et! Ben seni onlar için dünyada bile vermeye razı olmadım. Bugün mü seni onlara vermeye razı olacağım?'17
Hazret-i Âdem yasak ağaçtan yediği zaman midesi tortuları çıkarmak için harekete geçti. Oysa bu anormallik cennetin hiçbir yemeğinde yoktu. Sadece onun yediği ağaçta vardı. Bunun için Allahü teâlâ Âdem kulunu o ağaçtan yemekten menetmiştir. Âdem (aleyhisselâm) cennette bir yer bulup tortuyu dökmek için gezinmeye başladı. Kendisine hitabda bulunan bir meleğe Allahü teâlâ şöyle emretti: 'Ona ne aradığını sor!' Âdem (aleyhisselâm) meleğe cevaben İçimde birikeni bırakmak istiyorum!' dedi. 'Yatağın üzerine mi, yoksa tahtaların üzerine mi, nehirlerin üzerine mi veya ağaçların gölgelerine mi?
Ey Âdem! Dikkat et? Acaba burada ona elverişli bir yer görüyor musun? Bu bakımdan dünyaya (yere) in!' dedi.
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kıyâmet gününde amelleri büyük dağlar (veya Mekke dağları) kadar olan birçok kavim getirilecek ve onların ateşe sevkedilmesi emrolunacaktır.
Ashâb-ı kiram 'Onlar namaz kılarlar mıydı ey Allah'ın Rasûlü?' diye sordular.
Hazret-i Peygamber şöyle cevap verdi:
Evet! Onlar namaz kılar, oruç tutar ve gecenin bir kısmını da ibadet için ayırırlardı. Onlara dünyadan herhangi bir fırsat başgösterdiği zaman onlar düşünmeden üzerine atlayıp üşüşürlerdi. 18
Hazret-i Peygamber hutbelerinin birinde şöyle buyurmuştur:
Mü'min bir kimse, iki korku arasındadır: Biri geçmiş ömrü hakkındadır. Allahü teâlâ'nın ondan ötürü kendisine ne gibi bir muamele edeceğini bilmez! Diğeri geri kalan ömrü hakkındadır ki burada da hakkında Allah'ın ne gibi bir hüküm vereceğini bilmez. Bu bakımdan kul, nefsinden nefsi için, dünyasından âhireti için, hayatından ölümü için, gençliğinden ihtiyarlığı için azıklansın. Çünkü dünya sizin için yaratılmıştır. Siz ise âhiret için yaratıldınız. Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin olsun! Ölümden sonra artık ayıplamak yok! Dünyadan sonra da cennet veya cehennemden başka bir ev sözkonusu değildir. 19
Îsa (aleyhisselâm) şöyle demiştir: 'Dünya ve âhiret sevgisi bir Mü'minin kalbinde, su ile ateşin aynı kapta bir arada bulunmadığı gibi bulunmaz!'
Rivâyet ediliyor ki, Cebrâil Hazret-i Nûh'a şöyle dedi: 'Ey peygamberlerin en uzun ömürlüsü! Sen dünyayı nasıl gördün?' Nûh (aleyhisselâm)
cevap olarak şöyle dedi: İki kapılı bir ev gibi. . Onların birinden girdim, diğerinden çıktım'.
Hazret-i Îsa'ya şöyle denildi: 'Seni barındıracak bir ev edinseydin ne güzel olurdu?'
Cevap olarak şöyle dedi: 'Bizden öncekilerin yıktıkları bize kâfidir'.
Hazret-i Peygamber (aleyhisselâm) şöyle buyurmuştur:
Dünyadan sakının! Çünkü dünya Hârut ve Mârut'dan daha sihirbazdır!. . 20
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bir gün ashâbının yanına çıktı ve şöyle buyurdu:
İçinizde bir kimse var mı ki Allahü teâlâ körlüğünün giderilmesini ve basiret sahibi olmasını istememiş olsun! İyi bilin ki dünyaya talip olan ve dünyaya uzun emelle bağlanan bir kimsenin emeli nisbetinde kalbinin basîretini Allah kör etmiştir! Dünya'ya perva etmeyen ve dünyadaki emeli kısa olan bir kimseye de Allah öğrenmeksizin ilim, hidayet istemeksizin de hidayet ihsan etmiştir. İyi bilin ki sizden sonra bir kavim gelecektir. Mülk onların eline ancak öldürmek ve zorla almak sûretiyle geçecektir. Zenginlik ancak gurur ve cimrilikle geçecektir. Muhabbet ancak heva-i nefse tâbi olmakla geçecektir. Dikkat edin! Sizden bir kimse o zamana yetişir de fakirliğe karşı sabrederse, zengin olmaya kudreti olduğu halde fakirliğe razı olursa, sevgiye muktedir olduğu halde halkın buğzuna, kin ve nefretine sabrederse, izzette gücü yettiği halde zillete katlanır, sabrederse ve böyle yapmakla da sadece Allah'ın cemâlini isterse, böyle bir kimseye Allahü teâlâ elli sıddîkın sevabını ihsan eder!21
Rivâyet ediliyor ki, Hazret-i Îsa (aleyhisselâm) birgün şiddetli bir yağmur, dehşetli gök gürültüsü ve şimşeklere tutuldu. Bir sığınak aramaya başladı. Gözü uzaktan gözüken bir çadıra takıldı. Çadıra geldi. Çadırın içinde bir kadın olduğunu gördü. Bunun için çadırdan uzaklaştı. Dağda bir mağaraya rastladı. Oraya sığınmak istedi. Baktı ki içinde bir aslan. . . Elini başına (veya aslanın) üzerine koyup şöyle münâcatta bulundu: 'Yarab! Sen her şeye bir sığınak yaratmana rağmen, bana sığınak yaratmamışsın? Bunun üzerine Allahü teâlâ, Îsa'ya vahiy göndererek şöyle buyurdu:
Senin sığınağın benim rahmetimde istikrar bulmaktır. Yemin ederim, kıyâmet gününde, kendi kudretimle yarattığım yüz huri ile seni evlendiririm ve yine yemin ederim, senin düğününde dört bin sene müddetince düğün yemeği yediririm. O senenin her günü dünya kadar uzundur. Yemin olsun, bir dellâla emredeceğim o şöyle bağıracaktır: 'Dünyada zâhid olanlar nerede? Ey zâhidler! Dünyada zâhid olan Meryem'in oğlu Îsa'nın düğününe katılınız'. 22
Meryem'in oğlu Îsa (aleyhisselâm) şöyle demiştir: 'Dünyaya arkadaş olana yazıklar olsun! Nasıl olup da dünyayı ve dünyada olanları terkedecek? Dünya onu nasıl aldatıp da emin kılar? O da dünyaya güvenir, sonunda mağlup olur. Aldananlara yazıklar olsun! Dünya nasıl onlara istemediklerini göstermiş, onlardan sevdiklerini uzaklaştırmış ve onlar için savrulan tehditler gelip onları bulmuştur? Dünyayı hedef edinene amelleri hata olana cehennem vardır. O yarın günahıyla nasıl rezil olacağını bir bilseydi!'
Denildi ki: Allahü teâlâ Hazret-i Mûsa'ya vahyederek şöyle buyurmuştur:
Ey Musa! Zâlimlerin eviyle senin ne ilgin var? Muhakkak o ev senin için ev değildir. Himmetini ondan kes, aklınla ondan ayrıl. Ne çirkin evdir o ev! Ancak o evde amel eden bir kimse için ne güzel evdir o ev! Ey Musa! Muhakkak ben zâlimi tarassut eder, ondan mazlumun ahı alınıncaya kadar onu beklerim.
Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Ebû Ubeyde'yi memur olarak Bahreyn'e gönderdi. O oradan mal getirdi. Ensâr-ı kiram Ebû Ubeyde'nin geldiğini işitince Hazret-i Peygamber ile beraber sabah namazına geldiler. Hazret-i Peygamber namazı kıldıktan sonra hane-i saadetine gitmek üzere ayrıldı. Onlar Hazret-i Peygamber'e göründüler. Hazret-i Peygamber onları görünce tebessüm etti. Sonra şöyle buyurdu:
-Zannediyorum sizler Ebû Ubeyde'nin birşeyler getirdiğini işitmişsiniz!
-Evet! Ey Allah'ın Rasûlü!
-Müjde size! Sizi sevindirecek şeyi ümit ediniz. Allah'a yemin ederim, sizin için ben fakirlikten korkmuyorum. Aksine sizin için, sizden öncekilere dünyanın yayılıp açıldığı gibi yayılıp açılmasından korkuyorum. Sizden öncekilerin imrendikleri gibi sizin de imreneceğinizden ve dolayısıyla sizi helâk edeceğinden korkuyorum. Nitekim onları da helâk etmişti'. 23
Ebû Said Hudrî Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet eder:
'Sizin için en fazla korktuğum, Allah'ın yerden sizin için çıkaracaklarıdır'. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber'e şöyle soruldu: 'Yerin bereketleri ne imiş?' Hazret-i Peygamber şöyle cevap verdi: 'Dünyanın aldatıcı revnaklığı'. 24
Sakın kalplerinizi dünyayı anmakla meşgul etmeyin!. 25
İşte görüldüğü gibi dünyayı anmayı bile Hazret-i Peygamber yasaklıyor. Nerede kaldı onun kendisini elde etmek?
Ammar b. Said şöyle anlatıyor: Îsa (aleyhisselâm) bir köyün yanından geçti. Baktı ki o köyün halkı, evlerinin önlerinde ve yollarda ölü olarak uzanmaktadır. Îsa (aleyhisselâm) bu manzara karşısında havarîlere şöyle hitap etti:
-Ey havarîler! Muhakkak bu köylüler Allahü teâlâ'nın azabından ötürü ölmüşlerdir. Eğer onların ölüm sebebi başka birşey olsaydı muhakkak biri diğerini gömerdi.
-Ey Allah'ın kudretinden gelen ruh! Biz onların haberini öğrenmek istiyoruz. Bunun üzerine Hazret-i Îsa Allahü teâlâ'dan dilekte bulundu. Allah onlara şu şekilde vahyetti: 'Gece olduğu zaman onları çağır, sana cevap verecekler!' Gece olduğu zaman Îsa (aleyhisselâm) , bir tümseğin üzerine çıkıp şöyle çağırdı:
-Ey Köylüler!
-Buyur! Ey Allah'ın kudretinden gelen ruh!
-Sizin haliniz nedir?
-Biz sapasağlam uyuduk. Sabahleyin kendimizi cehennemdegördük.
-Nasıl oldu?
-Çocuğun annesini sevmesi gibi. . . Dünya yönelip geldiğinde sevindik, tepindik. Ayrılıp gittiğinde üzüldük, ağladık.
-Senin arkadaşlarının durumu nedir? Onlar neden cevap vermiyorlar?
-Çünkü onlar ateşten yapılmış gemlerle gemlidirler. Dizginleri sert ve güçlü meleklerin elinde. . .
-Sen nasıl onların arasından bana cevap verdin?
-Çünkü ben onların arasındaydım ama onlardan değildim. Onlara azap indiği zaman onlarla beraber bana da isabet etti. İşte ben cehennemin tam kıyısında asılı bulunuyorum. Bilmiyorum ondan kurtulacak mıyım, yoksa ona dalacak mıyım?
Bunun üzerine Îsa (aleyhisselâm) , havarîlere şöyle dedi:
-Yemin ederim, tuz ile arpa ekmeği yemek, keçi kılından yapılan giysi giymek, mezbeleliklerde uyumak, dünya ve âhiret âfiyetiyle olduktan sonra bir insana fazla bile gelir.
Hazret-i Enes şöyle anlatır: Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) Abdâ adlı devesi geçilmez bir deveydi. Bir bedevî devesiyle gelip yarıştı Abdâ 'yi geçti. Bu durum müslümanlara ağır geldi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
Allahü teâlâ'nın hakk-ı ilâhîsidir ki dünyada her yükselttiği şeyi sonunda alçaltır.
Îsa (aleyhisselâm) şöyle demiştir: 'Acaba denizin dalgaları üzerinde ev yapan kimdir? İşte o deniz sizin dünyanızdır! Sakın onu istikrar evi edinmeyiniz!'
Îsa'ya (aleyhisselâm) şöyle denildi: 'Bize bir tek ilim öğret ki Allah ondan dolayı bizi sevmiş olsun!'
Cevap olarak şöyle dedi: 'Dünyadan nefret edin ki Allah sizi sevsin!'
Ebu'd Derda Hazret-i Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivâyet eder:
Eğer benim bildiğimi bilseydiniz muhakkak az güler, çok ağlardınız. Muhakkak dünya, sizin nezdinizde kıymetsiz olurdu. Muhakkak ki âhireti dünyaya tercih ederdiniz. 26
Ebu'd Derda şöyle devam ediyor:
Eğer benim bildiğimi bilseydiniz, sahralara çıkar, figan eder, kendi nefsiniz için ağlardınız! Muhakkak mallarınızı bekçisiz bırakır, zarurî ihtiyacı dışında hiç kimse dönüp o mala bakmazdı. Fakat sizin kalbinizde âhiretiniz gibi emeliniz de hazır oldu. Böylece dünya sizin amellerinizin gemini eline aldı. Sizi bilmeyenler gibi yaptı. Bir kısmınız akîbetindeki tehlikenin korkusundan şehvetini bırakmayan hayvanlardan daha şerlidir. Ne oluyor size, neden birbirinizi istemiyorsunuz? Neden birbirinize nasihat etmiyorsunuz? Oysa Allah'ın dininde kardeşsiniz. Sizin heva ve isteklerinizin arasını ancak gizli olan habasetiniz ayırmıştır. Eğer siz iyilik üzerinde birleşseydiniz muhakkak sevişirdiniz. Neden dünya işinde birbirinize nasihat eder de âhiret emrinde birbirinize nasihat etmezsiniz? Oysa hiçbiriniz âhiret emrinde kendisine nasihat ve yardım edene, nasihat etmemektedir. Bu hal, kalbinizde îmanın azlığından ileri geliyor. Eğer dünyanın hayır ve şerrine inandığınız gibi, âhiretin hayrına ve şerrine inanıp bilseydiniz muhakkak âhireti tercih ederdiniz. Çünkü âhiret sizin işleriniz için daha ihtiyatlıdır.
Eğer 'Geçici dünya daha gereklidir. Oysa sizin dünyanın acil tarafını gelecek için terkettiğinizi görüyoruz. Meşakkat ve çalışmakla umulan bir iş için nefsinizi yoruyorsunuz!' derseniz, siz en kötü topluluksunuz; zira imanınızı sizde bulunan ve tam îmanın ölçüsü olanla tahakkuk ettirmediniz. Eğer siz Hazret-i Peygamber'in getirdiği nizam hakkında şüphede iseniz gelin biz size açıklayalım, kalbinizi tatmin edici bir nûru size gösterelim. Allah'a yemin olsun siz aklı eksik olanlardan değilsiniz ki sizi mâzur sayalım. Siz dünyanız hakkında doğru fikri arayıp bulursunuz. İşleriniz hakkında en doğruya yapışırsınız. Ne oluyor size ki elde ettiğiniz dünyanın azıyla seviniyorsuz? Elinizden kaçan öbür kısım için de üzülüyorsunuz. Öyle ki üzüntünüz yüzünüzde beliriyor, dilinizle belirip, ilan ediliyor. Onlara musibetler adını veriyorsunuz. O hususlarda matemler tertip ediyorsunuz. Oysa çoğunuz dininizin birçok emirlerini terketmiş! Buna rağmen üzüntüsü ne yüzünde görünür, ne de durumunuz bozulur! Görüyorum ki Allahü teâlâ sizden teberri etmiştir.
Bir kısmınız diğer bir kısmınıza güler yüzle yaklaşıyor. Oysa arkadaşınızla karşılaşmayı hoş görmemektesiniz. Güler yüzle yaklaşmasının sebebi, arkadaşının kendisine katı davranmaması içindir. Arkadaşlığınızı hile temeli üzerine bina ettiniz. Mezbelelikler size mer'a oldu. (veya istekleriniz mezbeleliklerde bitti) . Siz ecelin atılması üzerine arkadaşlık ettiniz. Ben isterdim ki Allahü teâlâ beni sizden kurtarsın. Görmeyi istediğim bir kimseye yani (Hazret-i Peygamber'e) ilhak buyursun. Eğer o hayatta olsaydı size sabretmezdi. Eğer sizde hayır varsa size duyurdum. Eğer siz Allah'ın katındakini arıyorsanız onu kolay ve rahat görürsünüz. Kendi nefsimin ve sizin şerrinizden Allah'a sığınıyorum ve Allah'tan yardım talep ediyorum.
Îsa (aleyhisselâm) şöyle demiştir: 'Ey havarîler! Dünya ehlinin, dünya için dinin azalmasına razı oldukları gibi, siz de dinin selâmeti için dünyanın çirkinliğine razı olunuz'.
Bu mânâda şöyle denilmiştir:
Bir kısım insanları gördüm ki dinin en azıyla kanaat etmişlerdir. Oysa onları dünya nimetinden az ile kanaat ederken görmüyorum.
Ey kişi! Padişahlar dünyalarıyla, senin dininden zengin oldukları gibi,
Sen de dininle onların dünyalarından zengin ol!
Îsa (aleyhisselâm) şöyle demiştir: 'Ey dünyanın talibi! Sen sevap işlersin (fakat senin) günahı terketmen daha sevaplıdır'.
Yemin ederim, benden sonra dünya muhakkak size gelecektir. Ateşin odunları yediği gibi imanınızı yiyecektir. 27
Allahü teâlâ Hazret-i Mûsa'ya şöyle vahyetti: 'Ey Musa! Dünya sevgisine meyletme! Sen bundan daha büyük bir günahı benim huzuruma getiremezsin'.
Musa (aleyhisselâm) ağlayan bir kişinin yanından geçti. Dönerken yine onu ağlar buldu ve şöyle dedi: 'Yarab! Senin kulun senin korkundan ağlıyor!' Allahü teâlâ Musa kuluna şunları söyledi:
Ey İmrân'ın oğlu! Onun beyni gözyaşlarıyla beraber gözünden aksa, elleri düşüp kopuncaya kadar dua etse, dünyayı sevdiği sürece onu affetmem.
Ashâb'ın ve Âlimlerin Sözleri
Hazret-i Ali (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Kimde altı haslet varsa, o kimse cennet için bir yol, cehennem için de bir kaçamak bulmuştur. O hasletler; Allah'ı bilip, ona itaat etmek, şeytanı bilip ona isyan etmek, Allahü teâlâ'yı bilip Allahü teâlâ'ya tâbi olmak, bâtılı bilip ondan sakınmak, dünyayı bilip onu terketmek ve âhireti bilip aramaktır'.
Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Allah o kavimlerden razı olsun ki dünya onların yanında emanettir. O emaneti kendilerini emin sayan kimselere teslim etmişlerdir. Sonra yükleri hafif olduğu halde gitmişlerdir'.
Yine şöyle demiştir: 'Din hususunda sana imrenene imren! Dünya hususunda sana imrenene gelince, dünyayı onun kucağına atıver!'
Lokmân (aleyhisselâm) oğluna şöyle demiştir: 'Ey oğul! Muhakkak dünya engin bir denizdir. Orada birçok kimse boğulmuştur. O halde senin dünyadaki gemin Allah'ın takvâsı, o geminin içi Allah'a olan îmanın ve yelkeni Allah'a olan tevekkülün olsun. Umulur ki bu takdirde kurtulursun. Oysa seni kurtulmuş olarak görmemekteyim'.
Fudayl b. İyaz şöyle demiştir: 'Uzun uzadıya şu âyet-i celîleyi düşündüm, tedkik ettim:
Biz yeryüzünde olan şeyleri bir süs yaptık ki insanların hangisinin daha güzel bir amelde bulunacağını deneyelim. Şu da muhakkak ki, biz yeryüzünde olan şeyleri kupkuru bir toprak yapacağız. (Kehf/7-8)
Hukemâdan biri şöyle demiştir: 'muhakkak dünyadan birlikte sabahladığın şeyin senden önce bir talibi ve senden sonra bir sahibi vardır. Senin için dünyadan ancak bir akşamın yemeği, bir günün gıdası vardır. Bu bakımdan dünyanın yiyeceği için kendini helâk etme! Dünyada oruç tut, âhiret üzerinde iftarını aç! Dünyanın sermayesi hevâ ve kârı ateştir'.
Bir rahibe şöyle denildi:
-Zamanı nasıl görürsün!
-Bedenleri yıpratır, amelleri yeniletir, ölümü yaklaştırıp temennileri uzaklaştırır.
-Dünya ehlinin hâli nasıldır?
-Dünyayı elde eden yorulur, dünyayı elden kaçıran yorgundüşer.
Kim hoşuna giden bir maişetten dolayı dünyayı överse,
Hayatımla yemin ediyorum, yakın bir gelecekte dünya yıkılacaktır.
Dünya arkasını çevirip gittiği zaman kişi için hasret olur. Yönelip geldiğinde gam ve tasası çoğalır!
Hukemâdan biri şöyle demiştir: 'Ben içinde olmadığım halde dünya vardı ve yine dünya ben içinde olmadığım halde devam edecektir. Bu bakımdan ben dünyada duramam. Çünkü dünyanın hayati bulanık, duruluğu kapkaranlık, ehli ise kendisinden korkar. Ya elden giden bir nimetten dolayı, ya gelecek bir beladan veya takdir edilmiş bir kazadan korkar!'
Biri şöyle demiştir: 'Dünyanın ayıplarındandır ki hiç kimseye müstehak olduğunu vermiyor. Ya fazla verir veya eksik!'
Süfyân es-Sevrî şöyle demiştir: 'Sen nimetleri görmüyor musun? Sanki nimetlere gazab edilmiştir; nimetler ehli olmayanların eline bırakılmıştır!'
Ebû Süleyman ed-Dârânî şöyle demiştir: 'Kim severek dünyayı ararsa dünyadan ona birşey verildi mi mutlaka daha fazlasını ister Kim severek âhireti isterse, âhiretten ona ne kadar verilirse daha fazlasını ister. İsteğin sonu yoktur'.
Bir kişi, Tâbiîn'den Ebû Hâzım'a şöyle dedi:
-Dünya benim evim olmadığı halde (kalbimdeki) dünya sevgisini sana şikayet ediyorum,
-Allahü teâlâ'nın dünyadan sana verdiğini düşün. Onu uygun yere sarfet, o zaman dünya sevgisi sana zarar vermez.
Ebû Hâzım, bu sözünü şu nedenden dolayı söylemiştir: 'Eğer kişi nefsini bundan frenlerse, mutlaka onu yorar. Sonunda dünyayı hor görür ve dünyadan çıkmayı talep eder'.
Yahya b. Muaz şöyle demiştir: 'Dünya şeytanın dükkanıdır. Sakın onun dükkanından birşey çalma ki o onu aramaya gelip de seni muâhaze etmesin!"
Fudayl b. İyaz şöyle demiştir: 'Eğer dünya altından olsa (ne faydası var) , yok olacaktır. Âhiret çamurdan olsa (pek büyüktür, çünkü) bâkî kalacaktır. Bu bakımdan bizim için daimi kalan bir çamur, parlaması geçici bir altından daha iyidir. Oysa biz geçici olan bir çamur parçasını daimi kalan altına tercih etmişiz!'
Ebû Hâzım şöyle demiştir: 'Dünyadan sakınınız! Çünkü benim kulağıma gelmiştir ki; kul kıyâmet gününde -eğer dünyayı büyük biliyorsa- durdurulur ve denilir ki: 'Şu kul, Allah'ın tahkir edip küçük gördüğünü büyütüp tâzim etmiştir'.
İbn Mes'ûd şöyle demiştir: 'İnsanlardan kim sabahlamışsa o misafirdir. Onun malı elinde emanettir. Bu bakımdan misafir göç eder, emanet sahibine geri verilir'.
Mal ve aile emanettirler.
Muhakkak birgün emanetlerin sahiplerine geri çevrilmesi gerekir.
Râbia Hâtun'u28 arkadaşları ziyaret ettiler, dünyadan bahsettiler, dünyayı zemmettiler.
Râbia hatun onlara şöyle dedi: 'Dünyayı anmaktan vazgeçin. Eğer dünya sizin kalbinizde bir mevki işgal etmeseydi ondan fazla bahsetmezdiniz. Dikkat edin! Bir şeyi fazla seven ondan çokça bahseder!'
İbrahim b. Edhem'e 'Nasılsın?' denildi.
Cevap olarak şöyle dedi:
Dinimizi parçalamak sûretiyle dünyayı yamalıyoruz. Bu bakımdan ne dinimiz, ne de yamaladığımız. . .
Cennet o kula olsun ki rabbi olan Allah'ı seçmiş, ümidi uğrunda dünyasını cömertçe harcamıştır.
Bu hususta yine şöyle denildi
Dünya talibini görürüm; her ne kadar ömrü uzasa da, dünyadan zevk, safa ve nimetlere nâil olsa da bir usta gibidir.
Evini inşa eder, yükseltir. İnşaat tamamlandıktan sonra evi yıkılıverir.
Yine bu hususta şöyle denilmiştir:
Sanki dünya fazla olarak sana sevkolunur. Acaba bunun sonu elinden gitmek değil midir? Senin dünyan ancak seni gölgelendiren bir gölge gibidir. Sonra kaymaya yüz tutar!
Tâbiîn'den Mutarrıf b. Şüher şöyle demiştir: 'Padişahların rahat durumlarına ve yumuşacık elbiselerine bakma! Sen onların süratle göç etmelerine ve acı akıbetlerine bak!'
İbn-i Abbâs şöyle demiştir: Allahü teâlâ dünyayı üç parçaya ayırmıştır. Bir parçası Mü'minin, bir parçası münâfığın ve bir parçası da kâfirindir. Mü'min ondan azıklanır, (âhiret tedbirini alır) . Münâfık ise süslenir. Kâfir de (tıka basa midesini doldurmak sûretiyle) zevklenir!'
Hazret-i Ali şöyle der: 'Dünya leştir. Bu bakımdan ondan bir parça isteyen köpeklerin müdahelesine sabretmelidir'.
Ey dünyayı kendi nefsi için isteyen kişi! Dünyayı istemekten uzaklaş! İşte o zaman sağlam kalırsın!
O dünya ki onu istiyorsun, ona talipsin, o hilebazdır, onun düğünü mâteme yakındır!. . .
Ebu'd Derda şöyle demiştir: 'Allah nezdinde dünyanın kıymetsizliklerinden biri de Allah'a ancak dünyada isyan edilir ve
Allah'ın nezdindeki nimetlere ancak dünyayı terketmekle varılır'. Nitekim denilmiştir ki: 'Akıllı bir kimse dünyayı imtihan ettiği zaman o dost elbisesinde bir düşman olarak görünür'.
Yine şöyle demiştir:
Ey gecenin öncesinde sevinerek uyuyan kişi! Muhakkak ki hâdiseler seher zamanlarında kapıyı çalarlar. Nimetler içerisinde yüzen nesilleri, gece ve gündüzün gelip geçmesi mahv ve perişan etmiştir. Dünyada fayda ve zarar verici nice saltanat sahiplerini zamanın o kahhar pençesi perişan etmiştir! Ey dünyanın boynuna sarılanlar! Dünya devam etmez! Kişi dünyasını elde etmek için çok kere misafir olarak sabahlar ve akşamlar. Neden sen dünyanın boynuna sarılmayı terkedip de cennette hûrilerin boynuna sarılmıyorsun? Eğer sen ebedî bahçeleri isteyip orada yerleşmeyi istiyorsan, senin ateşten emin olmaman gerekir!
Ebû Umame el-Bahilî (radıyallahü anh) şöyle anlatır: Hazret-i Muhammed (sallâllahü aleyhi ve sellem) peygamber olarak gönderildiği zaman İblis'e askerleri gelerek dediler ki:
-Bir peygamber gönderildi, yeryüzünde bir ümmet çıkarıldı.
-Onlar dünyayı seviyorlar mı?
-Evet!
-Eğer onlar dünyayı seviyorlarsa, putlara tapmamaları beni pek ilgilendirmiyor. Onlara sabah ve akşam üç şeyle hücum edeceğim: Malı haksız yerden almak, haksız yere harcamak, haklı yere sarfetmemekle.
İşte şerrin tümü bundan doğup meydana geldi.
Bir kişi Hazret-i Ali'ye şöyle der: 'Ey Mü'minlerin emiri! Bize dünyayı vasıflandır!' Hazret-i Ali de şöyle der: 'O öyle bir evdir ki sıhhatli olan içinde hasta olur. İçinde emin olan pişman olur. İçinde fakir olan mahzun olur. Zengin olan fitneye düşer. Helâlinde hesap, haramında azap ve ikab, şüphelilerinde de itab olan bir evi ne ile vasıflandırayım!' Başka bir zaman Hazret-i Ali'ye bu hususta soruldu.
Cevap olarak şöyle dedi: 'Uzun mu vasıflandırayım, yoksa kısa mı?' Denildi ki: 'Kısa anlat!'
Cevap olarak şöyle dedi: 'Helâli hesaptır, haramı azaptır!'
Mâlik b. Dinar şöyle demiştir: 'Sihirbazdan (dünyadan) sakının. Çünkü o âlimlerin kalbini bile büyüler'.
Ebû Süleyman Dârânî şöyle demiştir: 'Âhiret bir kalpte olduğu zaman dünya gelip onunla çarpışır. Dünya bir kalpte olduğu zaman âhiret gelip onunla çarpışmaz. Çünkü âhiret şerefli, dünya ise rezildir'.
Ümit ediyoruz ki Seyyar b. Hakem'in29 söylediği daha doğru olsun; zira o demiştir ki: 'Dünya ve âhiret bir kalpte toplanır. Hangisi galip gelirse öbürü ona tâbi olur!'
Mâlik b. Dinar şöyle demiştir: 'Dünya için ne kadar üzülürsen, o nisbette âhiret senin kalbinden çıkar. Âhiret için ne kadar üzülürsen, o oranda dünya senin kalbinden çıkar'.
Mâlik'in bu sözü, Hazret-i Ali'nin söylediği sözden iktibas edilmiştir. Zira o şöyle demiştir: 'Dünya ve âhiret biri diğerinin kumasıdır. Bu bakımdan hangisini razı edersen öbürünü kızdırırsın'.
Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Allah'a yemin olsun, ben öyle insanlara yetiştim ki (ashâb-ı kirâmı kastediyor) dünya onların gözünde, üzerinde yürüdüğümüz topraktan daha önemsizdi. Dünyanın doğmasından veya batmasından perva etmezlerdi. Şuna veya buna gitmiştir, onları etkilemezdi'.
Bir kişi Hasan-ı Basrî'ye şöyle sordu: Allahü teâlâ'nın servet verdiği ve o servetten sadaka veren, sılayı rahim yapan bir kimse hakkında ne dersin? Acaba böyle bir kimsenin servetinden nimetlenmesi caiz midir?'
Cevap olarak şöyle dedi: 'Hayır! Eğer bütün dünya bir kimsenin malı olsa o ancak zarurî ihtiyacı nisbetinde ondan istifade edebilir. Onu kıyâmet günü için takdim etmelidir'.
Fudayl b. Iyâz şöyle demiştir: 'Eğer dünya bütün varlıklarıyla, helâl olarak bana arzolunsaydı, âhirette de kendisinden hesaba çekilmeseydim, yine de birinizin leşin yanından geçerken elbisesine değmesin diye kaçtığı gibi ondan kaçardım'.
Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) Şam'a geldiğinde, Ebû Ubeyde30 başında ipten yapılmış bir yular bulunan bir devenin sırtında Hazret-i Ömer'i karşıladı. Hazret-i Ömer'e selâm verdi. Hal ve hatırını sordu. Hazret-i Ömer onun evine geldi. Evinde kılıç, kalkan ve bineğinin semerinden başka birşey görmedi. Hazret-i Ömer 'Biraz mal edinseydin olmaz mıydı?' dedi. Ebû Ubeyde 'Ey Mü'minlerin emiri! Bu bizi istirahatgâhımıza yetiştirebilir!' diye cevap verdi.
Süfyân es-Sevrî şöyle demiştir: 'Dünyadan bedenini ıslah edecek miktarı, âhiretten de kalbini ıslah edecek miktarı edin!'
Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Allah'a yemin ederim, İsrailoğulları rahmân olan Allah'ın ibadetinden sonra, dünya sevgisinden ötürü, putlara taptılar'.
Vehb şöyle demiştir: "Bazı kitaplarda okudum: 'Dünya akıllıların ganimetidir. Cahillerin ise gafleti. . . Cahiller dünyadan çıkıncaya kadar dünyayı tanımamışlardır. Dünyaya geri gelmek istemişler, fakat gelememişlerdir' yazılıydı".
Lokmân Hakîm oğluna 'Yavrum! Dünyaya geldiğin günden beri ona sırtını çevirmiş gidiyorsun. Âhireti karşılıyorsun. Bu bakımdan sen hergün yaklaştığın bir eve, hergün kendisinden uzaklaştığın bir evden daha yakınsın' dedi.
Said b. Mes'ud 'Kulu, dünyalığı arttığında ve âhireti azaldığında razı olarak gördüğün zaman bil ki o kul öyle zarar eden bir kimsedir ki sakalıyla oynanılır da bunun farkında olmaz!' dedi.
Amr b. As (radıyallahü anh) minberde şöyle dedi: 'Allah'a yemin ederim ki, Hazret-i Peygamber'in ilgi göstermediğine sizden daha fazla rağbet ve ilgi gösteren bir kavim görmedim. Allah'a yemin ederim, Hazret-i Peygamber'in üzerinden üç gün geçmedi ki aleyhinde olan, lehinde olandan daha fazla olmasın'. 31
Hasan-ı Basrî 'O halde sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve sakın şeytan sizi Allah'a güvendirmesin' (Lokmân/33) ayetini okuduktan sonra şöyle dedi: 'Bunu söyleyen kimdir? Şüphesiz ki bunu söyleyen, dünya hayatını yaratan Allah'tır. Acaba Allah'tan daha fazla dünyayı bilen kim olabilir? O halde dünyanın sizi meşgul eden şeylerinden kaçının. Çünkü dünya çok meşgul edicdir. Bir kişi nefsine bir meşguliyet kapısını açarsa muhakkak o kapıyla on kapıyı daha açması pek yakın bir ihtimal olur'.
Yine şöyle demiştir: 'Zavallı Âdem oğlu, öyle bir eve razı olmuştur ki helâlı hesap, haramı azaptır. Eğer helâlinden alırsa hesaba çekilir. Eğer haramından alırsa muazzeb olur. Âdem oğlu malını az görür, fakat amelini az görmez! Dini hususunda başına gelen musibete sevinir. Fakat dünyası hususunda gelen musibetten tiksinir'.
Hasan-ı Basrî, Ömer b. Abdülâziz'e şöyle yazdı.
-Selâm sana! Sanki hakkında ölüm hükmü verilen son kimse de gözünün önünde öldü. .
Ömer cevap olarak şunu yazdı:
-Selâm sana! Düşün ve sanki dünya olmamış, âhiret de devam ediyormuş gibi ol!. .
Fudayl b. Iyâz şöyle demiştir: 'Dünyaya girmek kolay, fakat ondan çıkmak zor!'
Seleften biri şöyle demiştir: 'Ölümün hak olduğunu bilen bir kimsenin sevinmesine şaşıyorum! Ateşin hak olduğunu bilen bir kimsenin nasıl güldüğüne şaşıyorum. Dünyanın, ehlini nasıl evirip çevirdiğini gören bir kimsenin bu dünyaya nasıl güvendiğine şaşıyorum. Kaderin hak olduğunu bilen bir kimsenin kendini yormasına şaşıyorum'.
Muaviye'nin huzuruna Necran'dan32 bir kişi geldi. İkiyüz yaşındaydı, kendisine dünyayı nasıl gördüğünü sordu.
Cevap olarak şöyle dedi:
-Belanın senecikleri, genişliğin yelcikleri. . . Gün günü, gece geceyi takib eder. Bir çocuk doğar, bir insan ölür. Eğer doğan olmasaydı halk tamamen yok olacaktı. Eğer ölen olmasaydı dünya, sakinlerine dar gelecekti.
-İstediğini dile!
-Bana geçen ömrümü geri getirmeni, ecelimi tehir etmeni istiyorum!
-Ben buna muktedir değilim!
- O halde benim senin tarafından görülecek hiçbir ihtiyacım yoktur!
Dâvud Tâî 'Ey Âdem oğlu! Emeline varmanla sevindin! Oysa sen ecelin bitmesiyle ancak bana gelirsin, Sonra amellerini geciktirdin. Sanki onun faydası sana değil de başkasına aittir' dedi.
Bişr el-Hafî şöyle demiştir: 'Allah'tan dünyayı isteyen bir kimse, Allah'ın huzurunda uzun zaman hesap vermek üzere durdurulmasını istiyor demektir!'
Ebû Hâzım 'Dünyada seni sevindirecek hiçbir şey yoktur ki Allah ona senin keyfini kaçıracak bir şeyi eklememiş olsun!' dedi.
Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Âdem oğlunun canı dünyadan üç şeyle beraber çıkar:
1. Topladığından doyasıya yemedi.
2. Emeline varamadı.
3. Gideceği yol için güzelce azık edinmedi.
Bir âbide şöyle denildi: 'Sen zenginliğe nail oldun'. Âbid
cevap olarak şöyle dedi: 'Zenginliğe, boynunu dünyanın köleliğinden kurtaran nail olur'.
Ebû Süleyman Dârânî şöyle demiştir: 'Dünyanın şehvetlerine ancak kalbinde kendisini âhiretle meşgul edecek şeyler bulunan bir kimse sabredebilir'.
Mâlik b. Dinar şöyle demiştir: 'Biz dünya sevgisi hususunda arkadaşlık yaptık. Bu bakımdan birimiz diğerine birşey tebliğ etmiyor ve birimiz diğerini sakındırmıyor. Fakat Allah bizi bu haslet üzerine bırakmayacaktır. Keşke Allah'ın hangi azabının bizim üzerimize ineceğini bilseydim'.
Ebû Hâzım 'Dünyanın azı, âhiretin çoğundan insanı meşgul eder' demiştir.
Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Dünyayı hakir görün. Allah'a yemin olsun ki dünya, dünyayı tahkir edenden daha fazla hiç kimseye tatlı olmamıştır'.
Yine şöyle demiştir: 'Allah bir kuluna hayrı irade ettiği zaman dünyada ona birşey verir, sonra keser. O bittiği zaman ikinci bir defa verir. Bir kul Allahü teâlâ'nın katında kıymetsiz olduğu zaman dünya yayıldıkça onun hükmü yayılır'.
Bir duada şöyle denilmiştir: 'Ey göğü tutup yeryüzüne düşürmeyen Allah! Dünyayı da benim üzerime düşürme!'
Muhammed b. Münkedir33 şöyle demiştir: Bir kişi bütün sene oruç tutup hiç iftar etmese, bütün gece namaz kılıp hiç uyumasa, bütün malını sadaka verse, Allah yolunda cihad etse, Allah'ın yasaklarından sakınsa, kıyâmet gününde getirildiğinde kendisine denir ki; 'Bu kimse Allah'ın küçülttüğünü gözünde büyüttü. Allah'ın büyüttüğünü de küçülttü'. Acaba böyle bir kimsenin halini nasıl görürsün? Ne olacaktır? Acaba hangimiz böyle değildir? Dünya, hangimizin yanında, yapmış olduğumuz günah ve hatalara rağmen büyük sayılmıyor?
Ebû Hâzım (Seleme b. Dinâr) 'Dünya ve âhiretin geçimi pek şiddetlidir. Âhiretin nafakasına gelince; onu temin hususunda yardımcılar bulamıyorsun. Dünyanın nafakasına gelince; elini dünyanın herhangi bir şeyine uzattığında, mutlaka senden önce ona bir fâsığın dokunduğunu görürsün!' demiştir.
Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "Dünya delik dağarcık gibi yer ile gök arasında durdurulmuştur. Yaratıldığı günden yok olacağı güne kadar Allah'a yalvararak şöyle der: Yarab! Neden benden nefret ediyorsun? Allahü teâlâ onu 'Ey hiç! Sus!' diye azarlar!"
Abdullah b. Mübârek şöyle demiştir: 'Dünya sevgisi ile kalpte bulunan günahlar kalbi çepeçevre sararlar, ona giden hayır yollarını kapatırlar. Artık hayır ne zaman kalbe varabilir?'
Vehb b. Münebbih 'Kimin kalbi dünyadan birşey ile sevinirse, o hikmeti yitirmiş demektir. Kim şehvetini iki ayağının altına alırsa, şeytan onun gölgesinden korkar. Kimin ilmi, hevasına galip gelirse o galip bir kimsedir' demiştir.
Bişr el-Hafî'ye 'Filan adam öldü!' dediler.
Cevap olarak şöyle dedi: 'Dünyayı topladı! Âhirete gitti! Nefsini zayi etti!' Kendisine 'O şöyle yapardı' deyip yapmış olduğu iyilikleri belirttiler. Bişr
cevap olarak şöyle dedi: 'O dünyayı topladıktan sonra böyle yapması ne fayda verir?'
Seleften biri şöyle demiştir: 'Dünya bizim nefsimizi bize iğrenç gösterir. Oysa biz onu seviyoruz. Acaba bizim nefsimizi bir de güzel gösterseydi biz ne yapacaktık'.
Bir hakîme şöyle denildi: 'Dünya kimin içindir?' Cevap olarak Terkedenindir' dedi. 'Âhiret kimin içindir?' denildi. Cevap olarak 'İsteyenindir' dedi.
Bir hakîm 'Dünya harap evidir. Ondan daha harap olan onu tamir eden kalptir. Cennet tamir evidir. Ondan daha muammer olan onu arayan kalptir' demiştir.
Cüneyd-i Bağdâdî şöyle demiştir: 'İmâm-ı Şâfiî (radıyallahü anh) dünyada hakkın diliyle konuşan ve Allah tarafından teyid edilenlerdendi. Bir âhiret kardeşine nasihat etti. Onu Allah'ın kahrından korkutarak şöyle dedi:
Ey kardeşim! Dünya hata ve zillet evidir. Onun tamiri mutlaka harabeye döner. Onun sâkinleri mutlaka kabirleri boylar! Onun toplanması, dağılmak temeline dayanmaktadır. Onun zenginliği, fakirliğe döner. Onda çoğaltmak zorluktur. Onda zorluk kolaylıktır. O halde Allah'a sığın, O'nun rızkına razı ol! Fâni olan evinin tamiri için daimi olan evinden harcama! Çünkü senin hayatın geçici bir gölgedir. Yıkılmaya yüz tutmuş bir duvardır. Fazla ibadet et ve emelini kısalt.
İbrahim b. Edhem bir kişiye şöyle dedi:
-Acaba rüyada gördüğün gümüş mü sence daha sevimlidir. Yoksa uyanık iken bulduğun bir altın mı?
-Uyanık iken bulduğum bir altın daha sevimlidir.
-Yalan söyledin! Çünkü dünyada sevdiğin, rüyada sevdiğin gibidir. Âhiret için sevmediğin uyanıkken sevmediğin gibidir.
İsmail b. Ayyaş34 şöyle demiştir: 'Bizim arkadaşlar dünyaya domuz derlerdi. 'Ey domuz! Bizden uzaklaş' derlerdi. Eğer bundan daha çirkin bir isim bilseydiler, mutlaka o ismi dünyaya takarlardı'.
Kâ'b şöyle demiştir: 'muhakkak ki dünya size sevdirilmiştir ki ona ve onun ehline tapıyorsunuz!'
Yahya b. Muaz er-Râzî şöyle demiştir: 'Akıllılar üç sınıftır:
1. Dünya kendisini terketmeden önce dünyayı terkedenler,
2. Girmeden önce kabrini hazırlayanlar,
3. Huzuruna varmadan önce rabbini razı edenler'.
Yine şöyle demiştir: 'Dünyanın uğursuzluğu o dereceye varmıştır ki seni Allah'a ibadetten meşgul eden temennilerle avutur. Acaba bizzat dünyaya girsen halin nice olur?'
Bekir b. Abdullah şöyle dedi: 'Kim dünya ile dünyadan müstağni olmak istiyorsa, o tıpkı ateşi saman çöpleriyle söndürmek isteyen bir kimse gibidir'.
Bendar35 şöyle demiştir: 'Dünya evlatlarının zahidlikten dem vurduklarını gördüğün zaman bil ki onlar şeytanın maskarasıdırlar!'
Yine şöyle demiştir: 'Dünyaya yönelen bir kimseyi dünyanın ateşleri (hırsı) yakar. Âhirete yönelen bir kimseyi dünyanın ateşleri dipdiri yapar. Bu bakımdan dünya bir altın potası olur, böyle bir kimse ondan fayda görür. Allah'a yönelen bir kimseyi Tevhîdin ateşleri yakar. Öyle bir cevher haline gelir ki fiyatı biçilmez olur'.
Hazret-i Ali şöyle demiştir: 'Dünya altı şeyden ibarettir.
1. Yenilen
2. İçilen
3. Giyilen
4. Binilen
5. Nikâh edilen
6. Koklanan
Yenilenlerin en şereflisi bal'dır. Fakat o ise sineğin kusmuğudur.
İçeceğin en şereflisi su'dur. Su'dan iyi ve kötü, eşit bir şekilde istifade ederler. Yani Allah nezdinde üstün bir değeri olsaydı, kötü olan ondan istifade edemezdi.
Giyilenlerin en şereflisi ipektir. O ise bir kurd'un mamulüdür.
Bineklerin en şereflisi at'tır. Oysa onun sırtında insanlar öldürülür.
Nikâh edilenlerin en şereflisi kadın'dır. O ise sidiğin içinde sidik kabıdır. Kadın en güzel azasını süsler, fakat en çirkin azası istenir.
Koklananların en şereflisi misktir. O ise kandan ibarettir'.
1) İbn Mâce, Hâkim
2) Müslim
3) Lânet'ten maksat, terketmek demek olabilir. Yani onda bulunanlarla beraber terk edilmiştir. Çünkü dünya, peygamberlerin ve asfiyanın metrûkudur
4) İbn Mâce, Tirmizî
5) Ahmed, Bezzâr, Taberânî, İbn Hıbbân, Hâkim
6) Beyhâkî
7) İbn Eb'id-Dünya,
8) İbn Eb'id-Dünya, Beyhâkî
9) Tirmizî, İbn Mâce
10) Bu zat Kureyşlidir. İbn Main, bu zatın mevsuk olduğunu söylemiştir.
11) Beyhakî, (mürsel olarak)
12) Müslim
13) İmâm-ı Ahmed
14) Taberânî, İbn Eb'id-Dünya
15) Irâki aslına rastlamadığını söylüyorsa da Kut'u1-Kulûb'un müellifi Ebû Talib el-Mekkî mürsel olarak Hasan-ı Basrî'den rivâyet eder.
16) Beyhâkî
17) Hadîsin bir kısmı daha önce Musa b. Yesar'ın rivâyet ettiği hadîste mürsel olarak geçmişti. Irâkî diğer kısmına tesadüf etmediğini söylemektedi
18) Ebû Nuaym, Deylemî
19) Beyhâkî
20) İbn Eb'id-Dünya, Beyhâkî
21) İbn Eb'id-Dünya, Beyhâkî
22) İbn Eb'id-Dünya
23) Müslim, Buhârî
24) Müslim, Buhârî
25) Beyhâkî
26) Taberânî
27)
28) Adeviye soyundan İsmail'in kızı Basralı Râbia Hatun.
29) Doğrusu Seyyar Ebû'l-Hakem'dir. Anzî kabilesinden olan bu zat, Vâsıtlıdır. Ebû Seyyar'ın oğlu olan bu zatın esas ismi Verdan'dır. H. 122 senesinde vefat etmiştir.
30) Ebû Ubeyde Âmir b. Cerrah cennetle müjdelenen on kişiden biridir. Hazret-i Peygamber 'Ebû Ubeyde bu ümmetin eminidir!' buyurmuştur.
31) Hâkim, İmâm-ı Ahmed
32) Yemen'dc Hemedan'ın şehirlerindendir. Necran b. Zeyd'in isminden alınmıştır.
33) Künyesi Ebû Abdullah olan bu zat Kureyşlidir ve Hazret-i Âişe'nin dayısının oğludur.
34) Künyesi Ebû Utbe'dir. Doksan küsur yaşında H. 81'de vefat etmiştir.
35) Şiblî'nin talebesi olan bu zat, H. 353'de Ercan'da vefat etmiştir. .
DÜNYANIN KÖTÜLÜĞÜ konusu devamı;