SİYER-İ NEBİ | MÜŞRİKLERİN BOYKOT İLANI

 

 a)     MÜSLÜMANLARIN MUHASARAYA ALINMASI:

Kureyş'in baskısına ve engellemesine rağmen, İsla­miyet günden güne yayılıyor ve kuvvetleniyordu. Hz. Hamza ve Hz. Ömer gibi iki büyük kahramanın Müslü­man olması, Kureyşlileri hayli düşündürdü. Nihayet Haşimoğullarma boykot ilan ederek onları zorlama yo­luna gitmeği kararlaştırdılar. Karara göre: Haşimoğulları ile her nevi münasebeti kesecekler kız alıp vermeye­cekler, alış-veriş yapmayacaklar, görüşüp buluşmayacak­lar, andlaşmayı imzalayıp Kâbe duvarına astılar. Böyle­likle ona kutsal bir nitelik vermek istediler. Bu anlaşma­yı Mansur b. İkrime yazmıştır.

b)       SIKINTILI GÜNLER:

Kureyşliler, bu kararlarıyla Haşimoğullarmı adeta aç öldürmeğe niyet etmiş oluyorlardı. Haşimoğulları üç yıl boykot altında kaldılar. Pek sıkıntılı günler geçirdiler. Gün oluyordu ki, Müslümanlar yiyecek bir şey bulama­dıklarından ağaç yaprakları yemek zorunda kalıyorlardı. Sa'd b. Ebi Vakkas, bir gece bir deri parçası bulmuş, onu suda ıslatmış, sonra ateşte kavurarak yemişti. Ço­cukların açlıktan feryatları etrafı tutardı. Yürekler acısı bu hal, müşriklerin merhametsiz kalbine zerre kadar acıma duygusu vermezdi.

Zaman geçtikçe müşrikler bundan da bir netice ala- mıyacaklarını anlamağa başladılar. Bu insanlık dışı dav­ranıştan dönmeyi düşünenler oldu. Bir defa Hz. Hati­ce'nin kardeşi oğlu olan Hakim, kölesiyle ona biraz buğday yollamıştı. Köleye yolda Ebu Cehil rastladı. Ebu Cehil buğdayı kölenin elinden almak istedi. Müşrikler­den Ebu'l-Buhteri işe karışarak:

- Halasına bir miktar buğday götüren bir insana ma­ni olmak doğru değil, dedi.

Ebu Leheb, öz kardeşlerinin, hısım ve akrabasının açlıktan ölmelerini, istercesine muhasara çenberini sıkı­yordu. Mekke'ye yiyecek getiren kervanları kenarda kar­şılar. Haşimoğullarına birşey satmayın, pahalı isteyin, onlar alamasın, derdi. Bu hal bi'setin 7'inci yılından 10'uncu yılına kadar üç yıl sürdü. Fakat müşrikler bun­dan da bir sonuç alamadılar. İslamiyet etrafa yayılmak­ta devam etti. Ukaz, Mecenne, Zülmecaz gibi meşhur panayırlara gelen halk, İslamiyet hakkında bilgi alıyor ve Müslüman oluyordu. Onun için Kureyş ileri gelenleri, Müslümanlarla bunları temas ettirmiyorlar; Kur'an din­lemelerine engel oluyorlardı. Bir defa Velid b. Mugi- re'nin başkanlığında bir toplantı yaparak gelen kabilele­re Muhammed hakkında diyeceklerini kararlaştırmışlar, bu konuda sözbirliği etmişlerdi. Muhammed, büyücü­dür, diyeceklerdi. Çünkü; kahin, yalancı, mecnun, si- hirci dedikleri zaman kimseyi inandıramıyorlardı. "Söz büyücüsü" deyince inandıracaklarını sanıyorlardı. Devs kabilesinin şairi olan Tufeyl, bir defa Mekke'ye geldi. Kureyşliler ona Muhammed hakkında söylemedik iftira bırakmadılar. Tufeyl diyor ki: "Bana Muhammed hakkında öyle korkutucu şeyler söylediler, o ka­dar çok şeyler anlattılar ki, onlara inandım ve Muhammed'i dinlememeye karar verdim. Bir gün Kâbe'de bulunuyordum. Orada Peygamber'e tesadüf ettim. Kur'an okuyordu kendime dedim ki: Ben, iyiyi kötüyü ayırdedemeyecek bir adam değilim. Sözün güzelini kötüsünden seçmeğe gü­cü yeten, aklı başında bir insan, neden O'nu dinlemekten kaçınsın. Bir defa dinlerim. Sözleri güzelse kabul ederim değilse bırakırım dedim. O'nu Kur'an okurken dinledim. Hoşuma gitti. Müslüman oldum."

Tufeyl, kabilesi yanına döndükten sonra onlara da anlattı. Bir kısmı Müslüman oldular. Böylece kabileler arasında İslamiyet'in yayıldığını görüyoruz.

c)     BOYKOT ANDLAŞMASININ YIRTILMASI:

Haşim oğulları Mekke kenarında Şi'bi Ebu Talib de­nilen vadide üç yıl ablukada kaldılar. Ancak araplarca kutsal sayılan Eşhur'u-Hurum'-da yani Muharrem, Re- ceb, Zilkade ve Zilhicce aylarında Müslümanlara karşı muameleleri yumuşadı. Çünkü bu aylarda her türlü sa­vaş, kavga, tecavüz yasaktı. Bazı kişiler bu ablukanın kal­dırılması için harekete geçtiler. Çünkü bu zalimce tu­tum, insanlık duygularına dokunmağa başlamıştı. Bun­ların başında Amr oğlu Hişam gelmektedir. Hişam bir gün Abdulmuttalib'in kızı Atike'nin oğlu Züheyr'in ya­nına geldi.

-      Züheyr, dedi, sen güzel güzel yiyorsun, giyiniyor­sun ama dayılarının halini hiç düşünmüyor musun? Onlar neler çekiyor biliyor musun? Yemin ederim ki, Ebu Cehil'in dayıları hakkında böyle bir şeye karar ve­rilse o buna asla yanaşmazdı, diyerek kabile gayretine dokundu.

Züheyr:

-      Tek başıma ben ne yapabilirim? deyince, Hişam:

-      Ben senden yanayım, ikinci ben olurum, dedi.

Züheyr bu fikrini daha birkaç kişiye açtı. Onlar da iş­birliği yapmağa hazır olduklarını söylediler. Söz birliği eden beş kişi Kâbe'ye geldiler. Züheyr orada bulunanla­ra şöyle hitab etti:

-      Ey Mekkeliler! Hepimiz istediğimiz gibi rahat için­de yaşıyoruz. Fakat Haşimoğulları her şeyden mahrum. Onların böyle açlıktan kırılmaları reva mıdır? Andolsun ki, zalim andlaşma, şu öldürücü sahife yırtılmadıkça ben duramıyacağım!

Ebu Cehil bu işe karşı durmak istediyse de mani ola­madı. Andlaşma yırtıldı. Boykot kalktı. Haşim-oğulları Mekke içine evlerine döndüler. Halk arasına katıldılar.

d)     İKİ BÜYÜK KEDER: HZ. HATİCE'NİN VE EBU TALİB'İN VEFATLARI.

Müslümanlar ablukadan kurtuldular. Biraz rahat ne­fes aldılar. Boykotun kalkmasından birkaç ay sonra Hz. Peygamber, iki büyük kederle karşılaştı: Birkaç gün ara ile Hamisi olan seksenlik amcası Ebu Talib ile kendisi­ne en büyük teselli kaynağı olan zevcesi Hz. Hatice ve­fat ettiler. Bu iki ölüm Hz. Peygamber'e çok hüzün ve elem verdi. Bundan dolayı bu yıla "Hüzün yılı = se- netü'l-Hüzün" denildi.

Ebu Talib öldüğü zaman 80 yaşında idi. Onun ar­dından Hz. Hatice bu fani alemden göçtü. Hatice; sev­gisiyle, ince kalbiyle fedakârlığı ile Hz. Peygamber'in en büyük desteği ve hamisi idi. Hz. Peygamber'i ilk tasdik eden, en sıkıntılı zamanlarda O'na teselli veren o olmuş­tur. Hz. Peygamber bu ilk eşini candan severdi. Hazret- i Aişe diyor ki:

-  Hz. Hatice'yi görmediğim halde Peygamber'in di­ğer zevcelerinden fazla onu kıskanırdım. Hz. Peygamber onu daima hatırlardı. Hatta bir gün ondan bahsetmesi yüzünden gücendirici sözler söylemiş. O da: "Cenab-ı Hak, benim kalbime O'nun sevgisini koymuştur" cevabını vermiştir.

Bir gün Hatice'nin kız kardeşi Hâle ziyarete gelmişti. Huzura girmek için izin istedi. Sesi, kızkardeşi Hati­ce'nin sesine pek benzediğinden Hz. Peygamber, Hati­ce'yi hatırlayarak O'nu andı, Aişe:

-    Ölen bir kadını bu kadar hatırlamakta mana ne? Cenab-ı Hak sana daha iyi zevceler verdi, demişti.

Hz. Peygamber, Aişe'ye şu cevabı verdi:

-   Hayır, senin dediğin gibi değil. Herkes bana inan­madığı zaman, bana inanan o idi. Herkes müşrik iken o Müslümanlığı kabul etti. Benim hiçbir yardımcım yok iken o bana yardım etti.

Ebu Talib'in ve Hatice'nin ölümünden sonra Ku- reyş'in eza ve cefası daha arttı. Bir gün Hz. Peygamber sokaktan geçerken, kendini bilmezlerden biri üstüne toprak attı. Peygamberimiz o haliyle eve gelince, Fatıma içi sızlayarak üstünü basını hem temizliyor, hem de ağ­lıyordu. Hayatta çocuklarımızın üzülerek ağlaması kadar insanı içinden yaralayan bir şey yoktur. Hele kızlarımı­zın ağlamasını görmek ne acıdır. Masum yavruların göz­lerinden akan yaşlar, içimizde bir alev olup bizi yürek­ten yakar. Onların hıçkırıkları bizim ciğerlerimizi parça­lar. Az zaman önce anasını kaybeden Fatıma, babasının bu haline ağlıyordu.

Hz. Peygamber'in bütün babalık hisleri coştu. Fakat elden ne gelir. Her zamanki gibi bütün gönlüyle Al­lah'ına sığındı. O'nun yardımına dayandı. Ağlayan kızı­nın sıcacık gözyaşlarını mübarek eliyle silerek:

-    Ağlama yavrum yüce Allah babanı koruyacak dedi ve o anda hamisi olan amcası Ebu Talib'i hatırladı.

-     Ebu Talib ölünceye kadar Kureyş bana pek doku­namazdı, dedi.