AŞERE-İ MÜBEŞŞERE | HZ.EBUBEKİR ES-SIDDIK (R.A.)

 HZ.EBUBEKİR ES-SIDDIK (R.A.) KİMDİR? HAYATI, İLK HALİFE

    (D.M.571 – V.M.634)

    İlk iman eden erkeklerden, Cennetle müjdelenen, bütün servetini İslam’a adayan, Efendimiz’in (s.a.v) kayınpederi, Sıddıkiyyet tacının sahibi, Efendimiz’in (s.a.v) ilk Halifesi.

    Ashâb-ı kirâm içinde de Allah Rasûlü(s.a.v)’nün kalbî rikkatleri, ince duyuşları ve hassâsiyetleri ile yoğrularak şahsiyet kazananların başında Hulefâ-i Râşidîn, yâni dört büyük halîfe gelir. Çünkü onlar, Allah ve Rasûlü’ne çok müstesnâ bir aşk ve gönül bağı ile bağlanmışlar ve damlanın deryadaki hâli gibi Hz.Muhammed Mustafa (s.a.v)’in yüce ahlâk ve hâliyle hâllenmişlerdir. Böylece onların gönül âlemleri, Allah Rasûlü’ne olan muhabbetle ilâhî aşkın tecellîgâhı, mârifetullâh hazînesinin de muhteşem bir sarayı hâline gelmiştir. Yine onların sözleri ve ibret dolu hâlleri, birer hikmet ve sırlar manzûmesi olmuş ve bütün ümmete en güzel öğüt ve örnek vasfına bürünmüştür.

    Peygamber Efendimiz (s.a.v )Hulefâ-i Râşidîn devrini terviç sadedinde:“(Benden sonra) nübüvvet hilâfeti otuz senedir…”buyurmuştur.(Ebû Dâvûd, Sünnet, 8; Ahmed, V, 50, 220, 221).

    Böylece, kendisinden sonra idârî yapıdaki işleyişin zaman zaman müsbet bir şekilde yürütüleceğini, zaman zaman da zaafa uğrayacağını beyan etmiştir.

    Bu safhanın ilk demleri, asr-ı saâdetteki huzur ve âhengin devam ettiği demlerdir ki, bunun en büyük âmili Ebû Bekir(r.a)’ın basîret ve liyâkatidir.

    İnsanlık tarihinde, fazilet, adâlet, diğergâmlık ve yüce ahlâk bakımından en müstesnâ devir, hiç şüphesiz ki asr-ı saâdettir. Çünkü o mübârek devir, bütün âlemlerin yaratılış sebebi olan Hz.Muhammed Mustafâ(s.a.v)’in yaşadığı bir devirdir. O devir, O’nun feyz ve rûhâniyetiyle şekillenmiş bir devirdir. O devir, derin bir tefekkür iklîminde ve müşâhede makamında Allah ve Rasûlü’nü yakînen tanıma devridir.

    İşte o mübârek devrin toplumu, en koyu câhiliye karanlığından, en zirve fazîletler medeniyetine yükselerek, mârifetullâh, yâni Rabbi kalben tanıma ufkuna ulaşmıştır. Bu toplumun fertleri de, «sahâbe-i kiram» yani «Hz.Peygamber(s.a.v)’e her hususta candan bağlı ve sâdık, çok kıymetli, mübârek dostlar» diye adlandırılmıştır.

    Dolayısıyla; Allah Rasûlü(s.a.v)’in sözlerini, amellerini ve hâllerini en güzel şekilde idrâk eden ve O’ndan bizlere nûrânî izler intikâl ettiren yegâne nesil, ashâb-ı kirâmdır. İlk halîfe seçilen Hz. Ebû Bekir(r.a), devr-i saâdette yüksek sadâkat, teslîmiyet, aşk ve muhabbetiyle Allah Rasûlü(s.a.v)’nde fânî olmuştu. O’nunla kalbî râbıtayı en üst seviyede yaşamıştı. O’nunla âdeta aynîleşmişti. Nitekim -aleyhissalâtü vesselâm- Efendimiz:“Kalbimde ne varsa Ebû Bekir(r.a)’e ilkâ ettim.” Buyurmuştur.( Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c. 2, s. 419.)

    571 yılında Mekke'de doğan Hz. Ebû Bekir Es-Sıddık(r.a) İslamı ilk kabul eden, güzel hasletlerle tanınmış ve iffetiyle şöhret bulmuş Resulullahın (s.a.v) hicret arkadaşı, kayınpederi, cennetle müjdelenen aşere-i mübeşşereden, hülafai raşidinin ilki, hayatı boyunca her şeyini Allah’ ve Resulüne adamış, ilk halifesi, müşriklerin Resulullahı yok etmek için her yola başvurduğunda, mirac  mucizesiyle alay ettiklerinde, bunu Resulullah (s.a.v) söylüyorsa doğrudur diyerek Sıddıkiyyet tacını giyen, Câmiu'l Kur'an, es-Sıddîk, el-Atik lakaplarıyla bilinen ,Efendimiz (s.a.v) in orduya yardım ediniz dediğinde bütün servetini Resulullahın önüne yığan, Allah Resulünün (s.a.v): ”Çoluk çocuğuna ne bıraktın? ” dediğinde de; ”Allah’ı ve Resulünü bıraktım.” Diyen mübarek  insan. 

    Şüpheli olan şeylerden sakınmada gösterdiği titizlik, helal ve harama dikkat etmesi,  cömertliği takvada, zenginliği tam inançda, şerefi, alçak gönüllülükte bulduğunu söyleyen sadık dost Câmiu'l Kur'an, es-Sıddîk, el-Atik lakaplarıyla bilinen büyük sahabi. Vaktı Seherde Teheccüd Kılanların Babası" olarakta bilinir.

    Asıl adı Abdülkâbe olup, İslâm’dan sonra Rasûlullah (s.a.v)'in ona Abdullah adını vermiştir.. Azaptan azad edilmiş mânâsına "atik"; dürüst, sadık, emin ve iffetli olduğundan dolayı da "sıddık" lâkabıyla anılmıştır. "Deve yavrusunun babası" manasına gelen Ebû Bekir adıyla meşhur olmuştur.Teymoğulları kabilesinden olan Ebû Bekir'in nesebi Mürre ibn-i Kâ'b'da Rasûlullah (s.a.v) 'la birleşir.Anasının adı Ümmü'l-Hayr Selma, babasının ki Ebû Kuhafe Osman’dır.

    Künye ve Lakabları

    Teymoğulları kabilesinden olan Ebû Bekir'in nesebi Mürre b. Kâ'b'da Rasûlullah'la birleşir. Anasının adı Ümmü'l-Hayr Selma, babasının ki Ebû Kuhafe Osman'dır. Künyesi Abdullah b. Osman b. Amir b. Amir... b. Murra ...et-Teymî'dir. Bedir savaşına kadar müşrik kalan oğlu Abdurrahman dışında bütün ailesi müslüman olmuştur. 

    Babası Ebû Kuhafe, Ebû Bekir'in halifeliğini ve ölümünü görmüştür. Hz. Ebû Bekir'in Rasûlullah (s.a.v)'den bir veya üç yaş küçük olduğu zikredilmiştir. İslâm'dan önce de saygın, dürüst, kişilikli, putlara tapmayan ve evinde put bulundurmayan "hanif" bir tacir olan Ebû Bekir, ölümüne kadar Hz. Peygamber'den hiç ayrılmamıştır. Bütün servetini, kazancını İslâm için harcamış, kendisi sade bir şekilde yaşamıştır.

    Hz. Ebû Bekir, Fil yılından iki sene birkaç ay sonra 571'de Mekke'de dünyaya gelmiş, güzel hasletlerle tanınmış ve iffetiyle şöhret bulmuştur. İçki içmek câhiliye döneminde çok yaygın bir âdet olduğu halde o hiç içmemiştir. O dönemde Mekke'nin ileri gelenlerinden olup Arapların nesep ve ahbâr ilimlerinde meşhur olmuştur. Kumaş ve elbise ticaretiyle meşgul olurdu; sermayesi kırk bin dirhemdi ki, bunun büyük bir kısmını İslâm için harcamıştır. Rasûlullah'a iman eden Ebû Bekir (r.a.) İslâm dâvetçiliğine başlamış, Osman b. Affân, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebî Vakkas ve Talha b. Ubeydullah gibi İslâm'ın yücelmesinde büyük emekleri olan ilk müslümanların bir çoğu İslâm'ı onun dâvetiyle kabul etmişlerdir.Hz. Ebû Bekir hayatı boyunca Rasûlullah'ın yanından ayrılmamış, çocukluğundan itibaren aralarında büyük bir dostluk kurulmuştur. Rasûlullah birçok hususlarda onun görüşünü tercih ederdi. Umûmî ve husûsî olan önemli işlerde ashâbıyla müşavere eden Peygamber (s.a.v) bazı hususlarda özellikle Ebû Bekir'e danışırdı.(İbn Haldun, Mukaddime, 206).

    Araplar ona "Peygamber'in veziri" derlerdi. Teymoğulları kabilesi Mekke'de önemli bir yere sahipti. Ticaretle uğraşıyorlar, toplumsal temasları ve geniş kültürlülükleri ile tanınıyorlardı. Hz. Ebû Bekir(r.a)'in babası Mekke eşrafındandı. Hz. Ebû Bekir(r.a), câhiliye döneminde de güzel ahlâkı ile tanınan, sevilen bir kişi idi. Mekke'de "eşnak" diye bilinen kan diyeti ve kefalet ödenmesi işlerinin yürütülmesiyle görevliydi. 

    Hz. Ebu Bekir(r.a)’in lakabları çoktur. Ancak bunların en meşhur iki tanesi “Sıddık” ve “Atik”tir. Şimdi bunların anlamları üzerinde kısaca duralım.

    Sıddık: Ona bu lakabı Peygamber (s.a.v)  efendimiz (s.a.v) koymuştur. Bunun iki sebebi olduğu söylenebilir. Birincisi ; Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in miraç mucizesini müşriklerin yalanmasına mukabil, onun Allah Resulüne (s.a.v)’e karşı duyduğu güven ve itminandan dolayı “bunu Muhammed söylüyorsa doğrudur “ sözünü söylemesi üzerine bu lakab ona verilmiştir. 

    İkinci olarak; Hz. Ebu Bekir(r.a) hayatı boyunca Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in nübüvvet davasında sürekli arkasında durup onu tasdik etmesi, onu yalnız bırakmaması bu lakabın ona verilmesinde büyük rol oynamıştır. Buna işaret olarak şu rivayet kayda değerdir. Hz. Ali (r.a) yemin ederek; “ sıdkı getirene ve onu tasdik edenlere gelince, işte onlar takvaya erenlerin ta kendileridir.” (Zümer suresi ,33) ayet-i kerimesinin Hz. Ebu Bekir(r.a) hakkında nazil olduğunu söylemiştir. Nebiler Serveri “Kimi İslam’a çağırdımsa onda bir duraklama, bir tereddüt olmuştu, ama Ebu Bekir’i İslam’a davet ettiğimde, ne durakladı ne de tereddüt etti.” buyurur.(El-Bidaye, 3:30, Sire 1:265)

    Atik: Çeşitli manaları vardır. Bunlardan birincisi; azad edilmiş manasına gelir. Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in “ Kim cehennemden azad edilmiş birine bakmak isterse Ebu Bekir’e baksın” hadisinden işaretle bu lakabın verilmesi en kuvvetli ihtimaldir.Atik’in ihtiva ettiği diğer manalar ise şunlardır : yüzü güzel, cömertlikte öncülük…

    Hz. Ebu Bekir(r.a)’in diğer lakapları şunlardır: Çok şefkatli ve merhametli olmasından dolayı “Evvah”, Kur’an-ı Kerim’i ilk toplayan kişi olması sebebiyle “Camiul Kur’an”, malını Allah yolunda infak edip eski elbise giymesinden dolayı “Zül hilal” Peygamber Efendimiz (s.a.v)den sonra halifelik makamına geçtiği için “ Halifetül Resulullah” .

    O dönemde Mekke'nin ileri gelenlerinden olup Arapların nesep ve ahbâr ilimlerinde meşhur olmuştur. Kumaş ve elbise ticaretiyle meşgul olurdu; sermayesi kırk bin dirhemdi ki, bunun büyük bir kısmını İslâm için harcamıştır. Ebû Bekir (r.a.) vasıtasıyla; Osman ibn-i Affân, Zübeyr ibn-i Avvâm, Abdurrahman ibn-i Avf, Sa'd ibn-i Ebî Vakkas ve Talha ibn-i Ubeydullah(r.anhüm) gibi İslâm’ın yücelmesinde büyük emekleri olan ilk müslümanların birçoğu İslâmla şereflenmişlerdir.

    Efendimiz (s.a.v) birçok hususlarda onun görüşünü tercih ederdi. Umûmî ve husûsî olan önemli işlerde ashâbıyla müşavere eden Peygamber (s.a.v) bazı hususlarda özellikle Ebû Bekir(r.a)'e danışırdı. Araplar ona "Peygamber'in veziri" derlerdi. (Ibn Haldun, Mukaddime, 206).

    Şemaili

    Uzuna yakın orta boylu , beyaz tenli, kıvırcık saçlı, zayıf bedenli, seyrek sakallı, çukur gözlü, çıkık alınlı idi.

    Bazı Özellikleri

    * Karakteri; yumuşak huyluluk, çok düşünüp az konuşması, ve tevazuyla belirgindi.

    * Cahiliye döneminde diyet ve borç işlerinde hakem olurdu.

    * Yine o dönemde de putlardan yüz çevirmiş bir hanifti.

    * Müslüman olmadan önce de bir damla içki içmemiştir.

    * Araplar arasında neseb ilmini ve Arap tarihini en iyi bilenlerdendi. 

    * Kendi kavmi içinde rüya tabirini en iyi bilenlerdendi.

    * Peygamber efendimiz (s.a.v)’in vereceği kararlarda ilk istişareye başvurduğu kişilerdendi. 

    * Hafızası çok kuvvetliydi. 

    * Çok iyi bir hatipti.

    * Kumaş ticaretiyle uğraşırdı. Halifeliği döneminde bile bu mesleğini bırakmamıştı.

    * Peygamberlikten önce de Efendimiz’e (s.a.v) çok yakındı. Bu konuda Ümmü Seleme validemiz şunu der:’Sanki ikiz kardeştiler’

    * Peygamber efendimiz (s.a.v) bir şeye üzülse, Hz. Ebubekir’i görse hemen üzüntüsü geçerdi.

    * Arap kabileleri tarihine vukufu son derece mükemmeldi. Hatta Suyuti’ye göre bu konuda onunla karşılaştırılacak kimse yoktur.

    İSLÂM'I BENİMSEMESİ 

    Hz. Ebû Bekir (r.a), Hira dağından dönen Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) ile karsılaştığında, Rasûlullah (s.a.v) ona, "Allah’ın elçisi" olduğunu söyleyip "Yaratan Rabbi'nin adıyla oku" (el-AlâkSuresi,1) diye başlayan âyetleri bildirdiği zaman hemen ona: "Allah’ın birliğine ve senin O'nun rasûlü olduğuna iman ettim" demiştir. Hz.Hatice(r.anha)'den sonra Rasûlullah (s.a.v)'a ilk iman eden odur. Hz. Peygamber (s.a.v) İslâm’ı tebliğinin ilk zamanlarında kiminle konuştuysa en azından bir tereddüt görmüş, ancak Ebû Bekir (r.a) şeksiz ve tereddütsüz bir şekilde kabul etmiştir. Hatta Peygamber (s.a.v) Efendimiz, "Bütün insanların imanı bir kefeye, Ebû Bekir'in ki bir kefeye konsa, onun imanı ağır basardı " diye lâtif bir benzetme de yapmıştır. 

    Hz.Ebû Bekir (r.a) Mekke döneminde güçlü kabilelere mensup kişileri İslâm’a kazandırmaya çalışmış, öte yandan müşriklerin işkencelerine maruz kalan güçsüzleri, köleleri korumuş; servetini eziyet edilen köleleri satın alıp azad etmekte kullanmıştır. Bilâl, Habbab, Lübeyne, Ebû Fukayhe, Amir, Zinnire, Nahdiye, Ümmü Ubeys (r.anhüm)bunlardandır. 

    Mescid-i Haram’da Peygemberimiz (s.a.v) ve diğer müslümanlarla birlikteydi. Orada bulunan müşriklere Allah’a ve Resulüne inanıp bağlanmalarının gereğini anlatıyordu, müşrikler ona ve diğer müslümanlara saldırdılar ortalığı alt üst ettiler Hz Ebu Bekir (r.a)’i kanlar içinde bırakıp tanınmayacak hale gelene kadar dövdüler ta ki Teyme oğulları gelip Onu yarı ölü vaziyetinde evine götürene dek. Akşama doğru ancak kendine gelen Hz Ebu Bekir (r.a) “Hz Muhammed (s.a.v) nasıl ?” Diye sormuş ve illa görmek istemiştir. Hava kararıp ortalık tenhalaşınca Ümmül Cemil ve Annesine dayanarak Resulallah (s.a.v)’ı görmeye gitmiştir. Burada Allah’ın Resulü (s.a.v)’nü görünce kendisine sarılmış, öpmüştür, orada bulunan müslümanları da kucaklayan Hz.Ebu Bekir (r.a), burada annesinin müslüman olması için Allah Resulü (s.a.v)’nden dua etmesini istemiş, annesi de orada müslüman olmuştur. 

    Hz.Ebû Bekir (r.a), iman ettikten sonra İslâm’ı tebliğe gizli gizli devam ediyordu. Annesi, karısı Ümmü Ruman ve kızı Esma da iman etmiş, fakat oğulları Abdullah, Abdurrahman ve babası Ebû Kuhafe henüz iman etmemişlerdi. Onlarda daha sonra islamla şerefleniyorlardı.

    Müşriklerin eziyetleri çoğalıp müslümanlara yapılan baskılar arttıktan sonra Hz.Peygamber (s.a.v), Hz.Ebû Bekir (r.a)'e de Habeşistan’a göç etmesini söylemiş ve Ebû Bekir (r.a) yola çıkmış; ancak Berkü'l-Gimâd'da Mekke'nin ileri gelen kabilelerinden İbn-i Dugunne ile karşılaştığında Ibn Dugunne onu himayesine aldığını ve Mekke'ye dönmesi gerektiğini belirterek, ikisi birlikte Mekke'ye dönmüşlerdir. 

    Ancak şartlı olarak Ebû Bekir (r.a)'i himayesine alan İbn Dugunne, Ona açıktan açığa ibadet etmesi ve inancını yaymaya devam etmesi sebebiyle şartları yerine getirmediğini iddia  ederek, ibadetini gizli yapmasını söylediğinde Ebû Bekir (r.a), onun himayesine ihtiyacı olmadığını, zaten kendisine söz de vermediğini ifade etmişti: "Senin himayeni sana iâde ediyorum. Bana Allah’ın himayesi yeter." Böylece on üç yıl Mekke'de Rasûlullah (s.a.v) 'ın yanında kalan  Hz.Ebû Bekir (r.a), Hz. Aişe (r.anha)' nin rivâyetine göre, Rasûlullah (s.a.v) hicret emrini alıp Hz.Ebû Bekir (r.a)' e gelerek ona beraberce hicret edeceklerini söyleyince  Hz.Ebû Bekir Sıddık (r.a) sevinçten ağlamaya başlamıştı (İbn Hisâm, es-Sire, II, 485).

    Hz. Peygamber (s.a.v)'in bir gecede Mekke'den Kudüs'e oradan Sidretü'l Münteha'ya gittiği isrâ ve Mirâc hâdisesini duyan müşrikler bunu Hz. Ebû Bekir (r.a)'e yetiştirdikleri zaman; "O dediyse doğrudur." demiştir. Bu sözünden sonra Ebu Bekir'e; ihlâslı, asla yalan söylemeyen, özü doğru, itikadında şüphe olmayan anlamında, "Sıddîk" lâkabı verildi. Kur'an tâbiriyle, "O, ne iyi arkadaştı " (Nisâ Suresi,69)

    Hz Ebu Bekir (r.a)  Kur’an-ı Kerim okurken ağlardı.  (bizlerde ağlayamıyorsak ağlayamadığımıza ağlamalıyız). Hicrette Peygamberimiz (s.a.v)’e arkadaşlık edeceğini duyduğundada sevincinden ağlamıştır.

    Peygamber (s.a.v) insanların iyi huyları üç yüz altmış tanedir, hepsi Hz.Ebu Bekir (r.a)’da vardır buyurmuştur.

    İşte o "Sıddîk" ile o "Emîn", o iki arkadaş beraberce Sevr dağındaki mağaraya hareket ederek hicret etmişlerdir. 

    HİCRETİ 

    Sevr mağarasına ilk giren Hz.Ebû Bekir, (r.a.) mağarada keşif yaptıktan sonra Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) içeri girmiştir. Ebû Bekir (r.a)'in kızı Esma yolda yemeleri için azıklarını hazırlamıştı. Onlar Mekke'den ayrılınca müşrikler her tarafa adamlarını yollayarak aramaya başladılar. Kureyş kabilesinin müşrikleri Ebû Cehil başkanlığında Esma'nın evini aradılar, hakaret edip dayak attılar. Hz.Ebû Bekir (r.a.) hicret yolculuğuna çıkarken yanına bütün parasını almıştı. Buna rağmen kızı Esma onun nerede olduğunu, nereye gittiğini kâfirlere söylememiştir. İz süren Mekkeli müşrikler Sevr mağarasına kadar gelmişler, Rasûlullah (s.a.v) bu sırada Kur'ân'da anlatıldığı biçimde şöyle diyordu: "Üzülme, Allah bizimledir"(Tevbe Suresi,40). Nitekim Allah ona güven vermiş, göremedikleri askerleriyle onu desteklemiştir; Allah güçlüdür, hâkimdir. 

    Kâfirler tüm aramalara rağmen onları bulamadılar. 

    Ebû Bekir (r.a) mağarada kaldıkları günü şöyle anlatır: "Rasûlullah (s.a.v) ile beraber bir mağarada bulundum. Bir ara başımı kaldırıp baktım. O anda Kureyş casuslarının ayaklarını gördüm. Bunun üzerine, 'Ya Rasûlullah, bunlardan birkaçı gözünü aşağı eğse de baksa muhakkak bizi görür' dedim. O, 'Sus ya Ebû Bekir. İki yoldaş ki, Allah onların üçüncüsü ola, endişe edilir mi?' buyurdu. 

    Mağarada üç gün kalan Rasûlullah (s.a.v) ile Hz. Ebû Bekir (r.a) nihayet Medine'ye vardılar. Medine'de Hz.Ebû Bekir (r.a) humma hastalığına tutuldu. Hastalık ilerleyip yatağa düştüğünde Rasûlullah (s.a.v), “Allah’ım Mekke'yi bize sevgili kıldığın gibi Medine'yi de bize sevgili kil, hummayı bizden uzaklaştır” diye dua ettiği zaman Hz. Ebû Bekir (r.a) ve hasta olan diğer sahabeler iyileştiler. Bu aradâ Hz.Âişe (r.anha) ile Resulullah (s.a.v) 'in düğünleri yapıldı. Mescidi Nebî inşâ edildi. Masrafların bir kısmını Hz.Ebû Bekir (r.a) karşıladı. Medine'de kardeşlik tesis edildiğinde Hz.Ebû Bekir (r.a)'in kardeşliği Harise ibn-i Zeyd (r.a) oldu. 

    Hz. Ebû Bekir (r.a) Kuba mescidi ve Medine'de Mescidi Nebî'nin inşasına katıldı. 

    Rasûlullah (s.a.v) İslâm’ı yaymak ve düşmanlar hakkında bilgi toplamak için seriyye denilen keşif kollarını Medine dışına gönderiyor, bunlara bazen Hz.Ebû Bekir (r.a) de katılıyordu. Rasûlullah (s.a.v) ile birlikte bizzat çarpıştığı savaşlarda (Bedir’de, Uhud'da, Hendek'te) Ebû Bekir (r.a) de yer aldı. O, Müreysi, Kurayza, Hayber, Mekke, Huneyn, Taif gazvelerinde de bulundu. 

    Rasûlullah (s.a.v)'ın bizzat idare ettiği harplere gazve denir. Hz.Ebû Bekir (r.a), bu sözü geçen büyük savaşlardan başka, otuzdan fazla gazveye katılmıştır.

    Bedir'de, oğlu Abdurrahman müşrikler safında yer aldığında Hz.Ebû Bekir (r.a) oğluyla çarpışmıştır. Sadece o değil, Bedir'de birçok sahâbî, oğlu, kardeşi, babası, dayısı ile çarpışmıştı. 

    Bedir savaşı, müslümanların İslâm’ı herşeyden üstün tuttuklarını, Allah için en yakınları olan müşrikleri kan bağı veya kabile taassubu içinde kalmadan, başka insanlardan ayırdetmeden öldürdüklerini göstermektedir. Rasûlullah (s.a.v)'ın bir amcası Hamza (r.a), İslâm ordusu safındayken öteki amcası Abbas, düşman safındaydı. Yeğeni Ubeyde (r.a) kendi yanındayken, öteki yeğenleri Ebû Süfyan ve Nevfel müşriklerle beraberdi. Hattâ kızı Zeyneb(r.anha)’in eşi Ebû'l-As da Rasûlullah (s.a.v)'a karşı müşriklerle birlikte savaşıyordu. 

    Hicretin 9. yılında Medine'de büyük bir kıtlık oldu. Bu arada Bizans imparatoru, Şam’da Hicaz bölgesini istilâ etmek üzere büyük bir ordu hazırladı. Rasûlullah (s.a.v), bu orduya karşı İslâm ordusunu hazırlarken, kıtlık sebebiyle zorluklarla karşılaştı. Hz.Ebû Bekir (r.a) malının hepsini bu ordunun hazırlanmasında kullandı. 

    HİLÂFETİ 

    Hicrî 11.ci yılda hastalanan Peygamber(s.a.v) Efendimiz,12 Rebiyülevvel Pazartesi günü (8 Haziran 632) vefât etti. Onun vefâtını duyan müslümanlar büyük bir üzüntüye kapıldılar ve ilk anda ne yapmaları gerektiğine karar veremediler. Ama o da bir ölümlüydü. Hz. Ömer (r.a), onun Hz. Musa (a.s) gibi Rabbi ile buluşmaya gittiğini, O'nun için "öldü" diyen olursa ellerini keseceğini söylüyordu. Ebû Bekir (r.a), Rasûlullah (s.a.v)'ın iyi olduğu bir sırada ondan izin alarak kızının yanına gitmişti. Vefât haberini duyar duymaz hemen geldi, Rasûlullah (s.a.v)'ı alnından öptü ve "Babam ve anam sana fedâ olsun ya Rasûlullah. Ölümünde de yaşamındaki kadar güzelsin. Senin ölümünle peygamberlik son bulmuştur. şânın ve şerefin o kadar büyük ki, üzerinde ağlamaktan münezzehsin. Yâ Muhammed, Rabbinin katında bizi unutma; hatırında olalım ..." dedi. 

    Sonra dışarı çıkıp Hz.Ömer (r.a)'i susturdu ve;"Ey insanlar, Allah birdir, O'ndan başka ilâh yoktur, Muhammed O'nun kulu ve elçisidir. Allah apaçık hakikattir. Muhammed'e kulluk eden varsa, bilsin ki o ölmüştür. Allah'a kulluk edenlere gelince, şüphesiz Allah diri, bâkî ve ebedîdir. Size Allah’ın şu buyruğunu hatırlatırım: "Muhammed sadece bir elçidir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Simdi o ölür veya öldürülürse siz ökçelerinizin üzerinde geriye mi döneceksiniz? Kim ökçesi üzerinde geriye dönerse Allah'a hiçbir ziyan veremez. Allah şükredenleri mükâfatlandıracaktır" (Âl-i imrân Suresi,144).

    Allah’ın kitabı ve Rasûlullah'ın sünnetine sarılan doğruyu bulur, o ikisinin arasını ayıran sapıtır. Şeytan, peygamberimizin ölümü ile sizi aldatmasın, dininizden saptırmasın. Şeytanın size ulaşmasına fırsat vermeyiniz" (İbn Hisâm, es-Sire, IV, 335; Taberî, Târih, III, 197,198). 

    Hz. Ebû Bekir (r.a) bu konuşmasıyla orada bulunanları teskin ettikten sonra Rasûlullah (s.a.v)'ın teçhiziyle uğraşırken, Ensâr, Benû Sâide sakifesinde toplanarak Hazrec'in reisi olan Sa'd b Uhâde'yi Rasûlullah (s.a.v)'tan sonra halife tayini için bir araya gelmişlerdir. Hz.Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz.Ebû Ubeyde (r.anhüm) ve Muhacirlerden bir grup hemen Benû Saîde'ye gittiler. Orada Ensâr ile konuşulduktan ve hilâfet hakkında çeşitli müzakereler yapıldıktan sonra Hz. Ebû Bekir(r.a), Hz.Ömer ile Hz.Ebû Ubeyde (r.anhüm)'nin ortasında durdu ve her ikisinin ellerinden tutarak ikisinden birine bey'at edilmesini istedi. O, kendisini halife olarak öne sürmedi. 

    Hz. Ebû Bekir (r.a)'in konuşmasından sonra Hz.Ömer (r.a) atılarak hemen Hz.Ebû Bekir (r.a)'e bey'at etti ve,"Ey Ebû Bekir, müslümanlara sen Rasûlullah'ın emriyle namaz kıldırdın. Sen onun halifesisin ve biz sana bey'at ediyoruz. Rasûlullah'a hepimizden daha sevgili olan sana bey'at ediyoruz" dedi. 

    Hz. Ömer (r.a)'in bu âni davranışı ile orada bulunanların hepsi Hz.Ebû Bekir (r.a)'e bey'at ettiler. Bu özel bey'attan sonra ertesi gün Mescid-i Nebî'de Hz. Ebû Bekir (r.a) bütün halka hutbe okudu ve resmen ona bey'at edildi. 

Rasûlullah (s.a.v)'ın defni salı günü gerçekleşirken, onun nereye defnedileceği hakkında da bir ihtilâf meydana geldiğinde Hz. Ebû Bekir (r.a) yine firasetini ortaya koydu ve "Her peygamber öldüğü yere defnedilir" hadisini ashaba hatırlatarak bu ihtilâfı giderdi. 

    Rasûlullah (s.a.v)’ın cenaze namazı imamsız olarak gruplar halinde kılındı. Bütün bunlar olurken, Hz.Ali (r.a)'nin Hz. Fatima (r.anha)'nın evinde Haşimoğulları ve yandaşları ile toplandığı ve bey'ata ilk zamanlar katılmadığı nakledilir. Hz.Ali (r.a) rivâyetlere göre, el-Bey'atü'l-Kübrâ'ya bey'at edildiği haberini alır almaz, elbisesini yarım yamalak giydiği halde evden fırlamış ve gidip Hz.Ebû Bekir (r.a)'e bey'at etmiştir. (Taberî, Târih, III, 207). 

    Hz.Ebû Bekir (r.a)'in halifeliğine karşı kimseden bir çıkış olmamıştır. Zaten tabii, fıtrî, akli ve maslahata uygun olan da onun halifeliğidir. 

    Hz.Peygamber (s.a.v) Efendimiz vefat etmeden önce yazılı bir ahitname bırakmamış, ancak Hz. Ebû Bekir (r.a) in faziletine dair Mescid'de konuşmuş, hasta yatağındayken onu ısrarla çağırtmış ve yerine imam tâyin etmiştir. 

    Hz. Ebû Bekir (r.a) "Rasûlullah (s.a.v)’ ın  Halifesi" seçildikten sonra Mescid'de yaptığı konuşmada, "Sizin en hayırlınız değilim, ama başınıza geçtim; görevimi hakkiyle yaparsam bana yardım ediniz, yanılırsam doğru yolu gösteriniz; ben Allah ve Rasûlü'ne itaat ettiğim müddetçe siz de bana itaat ediniz, ben isyan edersem itaatiniz gerekmez..." demiştir   (İbn Hisâm, es-Sire, IV, 340-341; Taberî, Târih, III, 203). 

    MÜRTEDLERLE MÜCADELE, IRAK VE SURİYE FÜTÜHATI 

    Hz.Ebû Bekir (r.a) halife olduktan ,Arabistan'da Mekke ve Medine dışındaki bölgelerde görülen dinden dönme hareketlerine, yalancı peygamberlere, "namaz kılarız, ama zekât vermeyiz" diyenlere karşı savaş açtı. Esvedu'l-Ansi, Müseylemetü'l-Kezzâb, Secah, Tuleyha gibi yalancı peygamberlerle yapılan savaşlarla bu zararlı unsurlar yok edilmiş, isyan bastırılmış, zekât yeniden toplanmaya ve Beytü'l-Mal'e konulup dağıtılmaya başlanmıştır. 

    Rasûlullah (s.a.v)’ın hazırladığı, ancak vefâtı sebebiyle bekleyen Üsâme ordusunu Ürdün'e yollayan Hz.Ebû Bekir (r.a), Bahreyn, Umman, Yemen, Mühre isyanlarını bastırmıştır. 

    İçte isyancılarla mücâdele edilirken, dışta da iki büyük imparatorluğun, İran ve Bizans’ın ordularıyla karşılaşılmıştır. Hîre, Ecnâdin ve Enbâr, savaşlarla İslâm diyarına katılmış, Irak fethedilmiş, Suriye'nin de önemli kentleri ele geçirilmiştir. Yermek savaşı devam ederken Hz. Ebû Bekir (r.a) vefât etmiştir. Onun ordusuna verdiği öğütlerde şu ibareler vardır: "Kadın, çocuk ve yaşlılara dokunmayın, yemiş veren ağaçları kesmeyin, ma'mur bir yeri tahrip etmeyin, haddi aşmayın, korkmayın." Gerçekten İslâm ordusu fethettiği yerlerde kimseye zulmetmemiş, adaletiyle düşmanların takdirini kazanmış, müslüman olmayıp da cizye vererek İslâm’ın himayesine giren milletler huzur ve emniyet içinde yaşamışlardır. Günümüze kadar inanç ve kimliklerini muhafaza etmişlerdir.

    KİŞİLİĞİ VE YÖNETİMİ 

    Tâcir olarak geniş bir kültüre sahip olan Hz.Ebû Bekir (r.a), dürüstlüğü ve takvâsı ile ashâb içinde ilk sırada yer alır. Karakteri; yumuşak huyluluk, çok düşünüp çok az konuşmak, tevâzu ile belirgindi. Hz.Âişe (r.anha)'nin rivâyetine göre, "gözü yaşlı, gönlü hüzünlü, sesi zayıf" biri idi. Câhiliye döneminde müşrikler ona güvenir, diyet ve borç-alacak işlerinde onu hakem tanırlardı. Rasûlullah (s.a.v)’ın en sadık dostu olan Ebû Bekir'in Mirâc olayında sergilediği sonsuz bağlılık örneği ona "es-Sıddik" lâkabını kazandırmıştır. O bu olayda "O ne söylüyorsa doğrudur" demiştir. Cömertlikte ondan üstünü de yoktur. Bütün malını mülkünü İslâm için harcamış, vefât ederken vasiyetinde, halifeliği müddetince aldığı maaşların, topraklarının satılarak iâde edilmesini istemiş ve geride bir deve, bir köleden başka birşey bırakmamıştır. Dört eşinden altı çocuğu olan Ebû Bekir, kızı Hz.Âişe (r.anha)'yi Rasûlullah (s.a.v) ile hicretten sonra evlendirmiştir (Tabakat-i Ibn Sa'd, VI, 130 vd.; Ibnu'l-Esir, II, 115 vd). 

    Hicret sırasında mağarada iken ayağını bir yılan soktuğunda ve ayağı acıdığında o sırada dizine yatıp uyumuş olan Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)'ı uyandırmamak için sesini çıkarmaması, ağlarken Peygamber (s.a.v) uyanıp ne olduğunu sorduğunda, "Anam-babam sana fedâ olsun ya Rasûlullah" demesi olayı Hz.Ebû Bekir (r.a)'in Rasûlullah (s.a.v)'a olan bağlılığının örneklerinden sadece biridir. Hz.Ebû Bekir (r.a)'in beyaz yüzlü, zayıf, doğan burunlu, sakallarını kına ve çivit otuyla boyayan sakin bir adam olduğu rivâyet edilir .(İbnü'l Esir, el-Kâmil fi't-Târih, II, 419-420).

    Rasûlullah (s.a.v)’dan sonra bu ümmetin en hayırlısı Hz.Ebû Bekir (r.a)'dir. O, Hz.Peygamber (s.a.v) 'in veziri, fetvâlarda en yakını idi. Rasûlullah (s.a.v)'ın, "insanlardan dost edinseydim, Ebû Bekir (r.a)'i edinirdim" Nitekim Efendimiz (s.a.v) Hz. Ebu Bekir (r.a)’e olan sevgisini şöyle ifade eder: “Benim tek dostum, halilim Allah’tır. Allah’u Teala İbrahim’i (a.s) dost edindiği gibi beni de dost edinmiştir. Eğer ben ümmetimden birini dost edinecek olsaydım o Ebu Bekir olurdu. Fakat o benim din kardeşim ve arkadaşımdır.”(Buhâri, Salât, 80: Müslim, Mesâcid, 38: Ibn Mâce, Mukaddime, II) ve "Herkeste iyiliklerimin karşılığı vardır, Ebû Bekir hariç" demesi ve son hutbesinde, "Allah, kullarından birini dünya ile kendi katında olan şeyleri tercih hususunda serbest bıraktı; kul, Allah katında olanı tercih etti'' diye Ebû Bekir (r.a)'i övmesi ve mescide açılan tüm kapıları kapattırıp yalnız Hz. Ebû Bekir (r.a)'in kapısını açık bırakması ona verdiği değeri göstermektedir. 

    Kaynaklarda onun, "Ben ancak Rasûlullah'a tâbiyim, birtakım esaslar koyucu değilim" diye kararlarında çok titiz davrandığı zikredilir (Taberî, IV, 1845; İbn Sa'd, III, 183).

    Bir meseleyi hallederken önce Kur'ân'a bakar, bulamazsa Sünnette araştırır, orda da bulamazsa ashâbla istişâre eder ve ictihad ederdi. Ganimetin bölüşümü meselesinde Muhâcir-Ensâr eşitliği'nin ihtilâfa yol açmasında Hz.Ömer (r.a)'in Muhâcirlere daha çok pay verilmesini savunmasına rağmen ganimeti eşit olarak bölüştürmüştür. O sebeple hilâfetinde huzursuzluk çıkmadı. 

    Müslümanlar henüz otuz sekiz kişiyken Mekke'de Mescid-i Haram'da İslâm’ı tebliğ eden ve müşriklerce dövülen Hz.Ebû Bekir (r.a)'e hilâfetinde "Halifet-u Rasûlullah" denilmiş, sonraki halifelere ise "Emîrü'l-Mü'minîn" denilmiştir. Mâlî işlerini Hz.Ebû Ubeyde (r.a), kadılık ve kazâ işlerini Hz.Ömer (r.a), kâtipliğini Hz.Zeyd ibn-i Sâbit ve Hz.Ali (r.anhüm), başkumandanlığını Hz.Üsâme ve Hz.Halid ibn-i Velid (r.anhüm)yapmıştır. Medine Dârü'l-İslâm'ın başkenti olmuş, Mekke, Taif, San’sa, Hadramevt, Havlan, Zebid, Rima, Cened, Necran, Cures, Bahreyn vilâyetlere ayrılmıştır. Yönetimi merkezî olup, ganimetlerin beşte biri Beytü'l-Mal'de toplanmıştır.

    HAKKINDAKİ AYETLER

   Kuran-ı Kerim’de birçok sahabeye işaret edildiği gibi, Hz. Ebubekir(r.a)’e de işaret eden ayetler vardır. Bunlar içerisinde en meşhuru Tevbe suresinin 40. Ayetinde geçen “iki kişiden ikincisi” ifadesidir.

    HAKKINDAKİ HADİSLER 

    * “İnsanlardan dost tutmuş olsaydım, muhakkak ki Ebu Bekir’i dost tutardım.” (Tirmizi 14; İbn-i Mace, Mukaddime 11; Müsned 1, 377, 389,395)

    * “Peygamberler müstesna insanların en faziletlisi Ebu Bekir’dir.” (Feyzü’l Kadir 1/90)

    * Amr bin As (r.a) diyor ki: “Hz.Peygamber (s.a.v) beni Zat-ı Selasil gazasına giden orduya memur etmişti. Geldiğimiz zaman Resul-i Ekrem (s.a.v)’i gördüm, ona ‘en çok sevdiğin kimdir?’ dedim. Resulullah (s.a.v), Aişe (r.anha), dedi. Erkeklerden en çok sevdiğin kimdir diye sordum. Resul-i Ekrem (s.a.v), Aişe (r.anha)’nin babası dedi. Sonra kimdir, dedim. Ömer (r.a) dedi.sonra başkalarını saydı.”(Buhari, 4. cilt, s. 192, İstanbul matbaası)

    * “Dünyada hiçbir kimsenin malı benim için Ebu Bekir(r.a)’in malı kadar yararlı olmamıştır.” (Buhari, Menakib-i Ebi Bekir)

    * “Herkeste iyiliklerimin karşılığı vardır, Ebû Bekir hariç.”(Müslim Fezailü’s Sahabe; 2, Tirmizi: Menakıb: 15)

    * Enes bin Malik(r.a) rivayet ediyor: ‘Resulullah (s.a.v) Hira Dağı üzerindeydi.bir ara dağ şiddetle sarsıldı. Peygamber efendimiz (s.a.v) ‘Sakin ol! Senin üzerinde bir peygamber, bir sıddık ve bir de şehit vardır.’ buyurdu. O sırada dağda, Peygamber efendimiz (s.a.v), Ebu Bekir(r.a), Ömer(r.a), Osman(r.a) bulunuyordu.” (Buhari, Fedailü’l- Ashab,101; Tirmizi Menakıb, 27)

    Hz.Ebû Bekir (r.a), Mukillîn denilen çok az hadis rivâyet eden ashâbdan sayılır. O, yanılıp da yanlış bir şey söylerim korkusuyla yalnızca 142 hadis rivâyet etmiş veya ondan bize bu kadar hadis rivâyeti nakledilmiştir. Hutbe ve öğütlerinden bazıları şöyledir:

    "Rasûlullah vahiy ile korunuyordu. Benim ise beni yalnız bırakmayan bir şeytanım vardır... Hayır, işlerinde acele edin, çünkü arkanızdan acele gelen eceliniz var... Allah için söylenmeyen bir sözde hayır yoktur... Herhangi bir yericinin yermesinden korktuğu için hakkı söylemekten çekinen kimsede hayır yoktur... Amelin sırrı sabırdır... Hiç kimseye imandan sonra sağlıktan daha üstün bir nimet verilmemiştir... Hesaba çekilmeden kendinizi hesaba çekiniz (Ayr. bk. Ebû Nuaym, Hilye, l ) (•Şamil İslâm Ansiklopedisi Cilt 2 sf 151 )

    Bir gün içerisinde oruç tutup, cenaze uğurlayıp, fakir doyurup, hasta ziyaret ettiğinde, Allah Resulü (s.a.v) “Bunlar bir kimsede toplandımı o muhakkak cennete girmiştir.”Buyurdular.

    Bedir harbinde oğlu Abdurrahman’la çarpışmak isteyince Allah Resulü (s.a.v) “Sen benim işiten kulağım, gören gözümsün” diyerek çarpışmalarına musaade etmemiştir.

    Peygamberimiz (s.a.v)’in ebediyete göçeceğini ilk fark eden, herkesten önce sezen ve gözyaşı döken Sıddık-ı Ekber’dir.

    Kırk bin dirheminin on binini gece, on binini gündüz, on binini gizli, on binini aşıkare tasadduk etmiş. Allah’ın “Mallarını gece ve gündüz ve aşikare sarfedenler işte onlar Rab’lerinin yanında ecirleri sırf kendilerinindir ve onlara korku yoktur ve mahzun değildir onlar” buyurduğu Ayet-i Kerime’nin müjdesine mazhar olmuştur .

    Hz. Ali (r.a)’de bu ayet indikten sonra sahip olduğu dört dirhemin birini gece, birini gündüz, birini gizli, birini aleni tasadduk etmiş, niçin böyle yaptığını soranlara “Ayet-i Kerime’nin müjdesine bende mazhar olmak istedim” diye cevap vermiştir.

    Birgün Selman-ı Farisiye (r.a):”Ya Selman, Allah’ın emirlerini tut. İleride büyük fetihler olacak, senin payına ne düşecek bilemem, ama yiyip içecek ve sırtına giyecekten fazla olmasın.”diye nasihat ettiği gibi, Abdurahman b.Avf (r.a) a da:”Gelecekte dünyanın genişleyeceğini, bolluğa kavuşacağını görüyorum. Bolluk zamanında ipek perdeler, atlas yastıklar kullananlar çıkacak. Sizden birinizin boynunun vurulması, dünyaya dalmasından daha iyidir.”diye öğüt verirdi.

    Duasında da;”Allahım kıyamet gününde benim cesedimi o kadar büyüt ki, cehennemi ben doldurayım, oraya başka kulların düşmesin.”der gözyaşı dökerdi.

    Hz. Ebu Bekir (r.a), iki yıl, üç ay ve bir kaç gün halifelik yapmış ve islamı sonsuz düzlüğe çıkarma başarısını göstermiştir. Ayrıca, Kur’ân âyetlerinin toplanmasını sağlamıştır. Hz. Muhammed (s.a.v) zamanında peyderpey inen vahiy, kâtiplerce ceylan derilerine, beyaz taşlara, enli hurma dallarına yazıldığı gibi, ashâbın çoğu da Kur’ân hâfızı idi. Hz.Ebû Bekir (r.a), Zeyd ibn-i Sâbit (r.a)’in başkanlığında bir heyet teşkil ederek, herkesin elindeki âyetleri getirmesini emretti. Böylece bütün âyetler toplandı ve “Mushaf” meydana getirildi. Bu Mushaf Ebû Bekir (r.a)’den Hz.Ömer (r.a)’e, ondan da kızı Hz.Hafsa (r.anha)’ya geçti ve Hz. Osman (r.a) zamanında çoğaltılarak Dârü’l-İslam’ın bütün vilâyetlerine dağıtıldı.

    Yine; İki yıllık halifelik döneminde iki büyük zafer kazanmış İran ve Filistin O’nun zamanında feth olunmuştur.

    VEFÂTI 

    Hilâfeti iki sene üç ay gibi çok kısa bir müddet sürmesine rağmen Hz. Ebû Bekir (r.a) zamanında İslâm devleti büyük bir gelişme göstermiştir. Hz. Ebû Bekir (r.a) Hicrî 13. yılda Cemâziyelâhir ayının başında hicretten sonra Medine'de yakalandığı hastalığının ortaya çıkması üzerine yatağa düşünce yerine Hz.Ömer (r.a)'in namaz kıldırmasını istedi. Ashâbla istişâre ederek Hz. Ömer (r.a)'i halifeliğe uygun gördüğünü söyledi. Hz.Ömer (r.a)'in, çok celalli, sert oluşu gibi bazı itirazlara cevap verdi ve hilâfet ahitnamesini Hz.Osman (r.a)'a yazdırdı. Yediği bir zehirli yemeğin tesirinden 63 yaşında 23 ağustos 634 yılında Medine’de ahiret âlemine göç etmiştir.

    Vasiyeti gereği Mubarek naaşı Allah Resulü (s.a.v)’in irtihalinde kullanılan sedye üzerine konulup, cenaze namazını Hz Ömer (r.a) kıldırmıştır. Kâinatın Efendisi Hz Muhammed ( s.a.v )’in göğüsleri hizasına defnedilmiştir.Böylece bu iki büyük insanın, iki büyük dostun, kabirlerinde de birliktelikleri devam etti. 

    Kabre oğlu Abdurrahman (r.a),Hz. Ömer (r.a),Hz.Osman (r.a) ve Hz.Talha (r.a) indirmiştir.

    Allah Rahmet etsin bizleri Şefaatine mazhar etsin amin..Peygamber Efendimiz(s.a.v) hicret esnasında Sevr mağarasında ona hafi (sessiz)zikri telkin etmiştir. Tarikatların hafi zikri esas alanları, silsileleri Hz.Ebubekir (r.a) kanalıyla Resulullaha (s.a.v) ulaşır.Kızı Hz Aişe (r.anha)’nin ifadesi “Vefat ettiğinde tek kuruş bırakmamıştır.”

    Hz.Muhammed Mustafa(s.a.v) ümmetinin cennete ilk girenlerindendir.

    Hakkında Söylenenler 

    * Hz. Ebu Bekir(r.a)‘in vefat haberini duyar duymaz hıçkırıklara boğulan Hz. Ali(r.a), koşarak evine kadar gelir ve edepten iki büklüm şunları söylemeye başlar:”Allah sana merhamet etsin ya Ebu Bekir! Sen insanların İslam yönüyle en önde olanı, iman yönüyle en mükemmeli, Allah tan en çok korkanı, yük itibariyle de en ağırının altına gireniydin.

    Resulullah(s.a.v)’ın izinde yürüme konusunda senden daha hassas, arkadaşları konusunda da senden daha duyarlı kimse olamaz.”(Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, 9/48)

    * İbn-i Abbas(r.a), onun için şöyle der: “Allah, Ebu Bekir’e rahmet etsin. Vallahi o Kur’an okur, taraf tutmaz, gayr-i meşru yola sapmaz, şeriatın hoş karşılamadıklarından men eder, dinini bilir, Allah’tan korkar, gecelerini namazla gündüzlerini oruçla geçirirdi. Dünyaya bel bağlamazdı. Halk arasında adaletle hükmetmeye önem gösterirdi. Marufu buyurur iyiliğe koşardı. Her haline şükür eder, sabah akşam iyilik, ihtiyat, az ile yetinmekte arkadaşlarından üstündü. Onu ayıplayana , onda eksiklik görene de Allah kıyamet gününe kadar lanetçileri musallat kılsın.’

    * Abdullah İbni Ömer (r.a) şöyle der: “Kureyş’ten 3 kişi, insanlar içinde en güzel yüzlü, en iyi ahlaklı ve en iyi hayalıdır. Seninle konuştuklarında yalan söylemezler, sen onlarla konuştuklarında seni yalanmazlardı. Bu üç kişiEbu Bekir, Osman ve Ebu Ubeyde’dir.” (El-Hilyetü’l-Evliya, 1,56; El-İsabe,2, 253)

    * Hz. Ömer (r.a) diyor ki: “O halifeliği döneminde insanları İslam prensiplerine o derece alıştırmıştır ki, ben yönetimi ele aldığım zaman hiçbir güçlükle karşılaşmadım.” (Kenz’ul Ummal 3, 300)

    * Yine Hz. Ömer(r.a) bir yerde şöyle der: “Ebu Bekir’in bir gecelik veya bir saatlik ameline karşılık bütün ömrüm boyunca yaptığım ibadetime değişirim.” (Efendimizle hicreti ve mağarada geçirdikleri geceyi kastetmiştir.) 

    * Hz.Aişe(r.anha) validemiz babası hakkında şöyle der: “Resulullah(s.a.v) vefat ettiğinde, babamın karşılaştığı zorluklar, sağlam dağlara yüklenseydi onları paramparça ederdi. Allah’a yemin ederim ki, babam insanların ihtilafa düştükleri her konuyu İslam’daki değer ve ilgisine göre en süratli bir biçimde çözdü.”

    * Yine Hz.Aişe (r.anha) validemiz babası hakkında şu enfes tabiri kullanır: “Babam gözü yaşlı, gönlü hüzünlü, sesi zayıf biri idi.”

    * Hz. Ebubekir (r.a) hakkında müstakil bir eser keleme alanSeyyid Süleyman Nedvi diyor ki; “Hiçbir İslam reisi Hz. Ebubekir (r.a)’in reisliği sırasında kazandığı başarılara denk işler başaramamıştır.” (Hz. Ebubekir-s: 169)