KUR'AN'DAN KISSALAR | Hz. HÜD ve AD KAVMİ

Güney Arabistan'ın Hadramut civarında, bulundukları yere kumsal ve engebeli yüksek arazi manasında «Ahkaf» adı verilen Ad kavmi isminde bir millet yaşıyordu. Bu kavm maddi', bakımdan hayli ilerlemiş, zengin olmuş ve ihtişamlı binalar içerisinde hayat sürüyorlardı. Kuvvetleri de hayli çoğaldığından etraflarındaki kavimlere de galebe çıkmışlar ve zor kullanarak beldelerini genişletmişlerdi. Fakat bu maddi ilerleme ve genişlemenin yanında Allahü Teala'ya ve emirlerine olan bağlılıkları kopmuş ve iyice azgınlaşarak putlara tapar hale gelmişlerdi. Hz. Nuh tufanıyla sakinleşen halk yine yoldan çıkmış, yolunu şaşırmıştı.

Allahü Teala, bu şaşırmış kavmi, hak yola davet etmek üzere içlerinden biri ve soyca kardeşleri olan Hud aleyhisselamı, onlara peygamber olarak gönderdi. Hz. Hud'un nesebi hakkında iki rivayet vardır ki:

Birincisi; Hud ibni Abdillah ibni Rebah İbni'lhulud Ibnü'avs Ibni İrem Ibni Sam Ibni Nuh aleyhisselamdır.

ikincisi de, Hud Ibni Salih ibni Erfahd ibni Sam Ibni Nuh ibni Ammi Ebi Ad'dır. Yani Nuh aleyhisselam Ad'ın babasının amcasının oğlu imiş.

Hz. Hud kavmine, kendisinin Allah tarafından onlara gönderilen emin bir Peygamber olduğunu bildirerek Allah'ın emirlerini tebliğ etmeye başladı:

— «Ey kavmim! Gelin Allah'dan korkun ve O'na kulluk edin, sizin O'ndan başka bir ilahınız daha yok. Siz sade O'na iftira ediyorsunuz da ilah diye başkalarına tapıyorsunuz.

— «Ey benim kavmim, buna karşılık ben sizden bir ecir istemiyorum, halis muhis karşılıksız bir nasihattir bu. Benim ecrim ancak beni yaradana aiddir. Vereceğini O verecektir. Artık siz akıllanmayacak mısınız? Hala siz O'nun azabından sakınmayacak mısınız? Aklınızla düşünüp böyle halisane bir şekilde söylenen ve sizin menfaatinizle alakalı bu hak nasihati tutarak iftiradan, başkalarına tapmaktan vazgeçmez misiniz?

— «Ey benim kavmim, rabbınızdan mağfiret dileyiniz, O'na karşı günahkar olduğunuzu itiraf edip istiğfarda bulununuz, sonra O'na tevbe ile şirk ve isyandan pişmanlık duyarak iman ve doğrulukla müracat ve kulluk ediniz ki, üzerinize bol bol Semanın feyzini göndersin; kuraklık çektirmesin, hayatinizi kuru maddelerin tazyikinden kurtarıp yükseltsin ve kuvvetinize kuvvet katsın. Malum olan cismani kuvvetinize henüz tanımadığınız manevi-bir kuvvet katlayarak artırsın. Gelin mücrim mücrim, günahlarınıza İsrar ederek bu güzel nasihatleri dinlemezlik etmeyin, yüz çevirip gitmeyin.

— «Siz her tepeye bir alamet, köşk bina ederek eğleniyor, oynuyorsunuz. Dünyada ebedi kalacakmışsınız gibi, bir takım saraylar ve havuzlar da ediniyorsunuz. Hem ceza için yakaladığınız vakit, merhametsizce, zorbaca yakalıyorsunuz; dövüyor, öldürüyorsunuz. Artık Allah'dan korkun ve bana itaat edin. Size bildiğiniz şeyleri verenden sakinın; size davarlar ve oğullar verenden, bağlar ve pınarlar ihsan edenden...

— «Doğrusu Ben, size gelecek büyük bir günün azabından korkuyorum.»

Hud aleyhisselamın bu daveti karşısında, Allahü Teala'nın dünya hayatında kendilerine refah verdiği halde, küfre dalıp ahiretteki hesapla karşılaşmayı yalanlayan bu Ad kavminin ileri gelen kodaman bir güruhu isyan ederek ona ve onu dinleyenlere şöyle dediler:

— «Eğer Rabbımız dileseydi, muhakkak bize Melaike gönderirdi. Siz —geçmiş Peygamberleri de kastederek— ise bizim gibi insanlarsınız. Onuıt için biz sizinle gönderilen şeylere inanmayız. Bu da başka değil, ancak sizin gibi bir insandır. Sizin yediğinizden yiyor, içtiğinizden içiyor. Bu bir peygamber olamaz. Şayet kendiniz gibi bir insana itaat edecek olursanız, muhakkak ki o halde siz aldanmış olursunuz.

— «O, siz cidden öldüğünüz ve bir toprak, bir yığın kemik olduğunuz zaman, muhakkak çıkartılacaksınız, dirileceksiniz diye mi va'dediyor? Heyhat heyhat, ne uzak vaad!.. Hayat, ancak bizim bu Dünya hayatımızdan başka bir şey değildir. Kimimiz bir taraftan ölür, kimimiz de yeni doğar hayata geliriz, bu böyle gider. Biz öldükten sonra diriltilmeyeceğiz. O halde bu alçak hayata sarılalım, keyfimize bakalım.

— «Ancak o, öyle bir adam ki, Allah'a karşı bir yalan uydurdu. Biz ona inanacak değiliz.»

Görülüyor ki, zamanımız kafirlerinin ve hususiyle münevverlik taslayan modern zındıkların, dine karşı söyledikleri sözler de en eski kafirlerin bu sözlerine irticadan başka bir şey değildir. Eski kafirlerin küfürleriyle beraber Ahiret hesabını yalanlayıp Dünya hayatında refah sürerek şımarıklık göstermeleri gibi vasıflar, bugünkü kafirlerin de vasıflarını teşkil ettiği gibi, söyledikleri sözler de tamamıyla şimdiki kafirlerin her zaman- tekrarladıkları sözlerdir. Bunlar da beşeri peygamberliği kabul etmemekle beraber Peygamberi alelade bir insan seviyesinde göstermek için insanlığı yiyip içtiği şeylerle mukayese ediyor ve insanlık cemiyetini kökünden yıkacak olan:

«Sizin gibi bir insana itaat ederseniz aldanırsınız» propagandasını ileri sürüyorlar.

Hatırlatmaya hacet yok ki, beşerin beşere itaatini kayıtsız şartsız, inkar eden bu söz, haricilik ve anarşistlik davasıdır. Bir reisin başkanlığı altında toplanmayan bir insan topluluğu yoktur. Cumhuriyetler bile bir reisin başkanlığı altında birleşmek ihtiyacındadır. Fakat kendi Dünya hayatlarından ilerisini hiç hesaba almak istemeyen ihtilalci kafirler, kendi garaz-ve menfaatlerini elde etmek için hürriyet davası altında itaat prensiplerini yıkarak milletlerin içtimai nizamlarını tahrip etmekten zevk alırlar. Bunun gibi Dünya hayatı refahıyla şımarmış ve Ahiret hesabının yalan olduğu safsatasını diline dolamış olan o kafirler de, Allahü Teala'nın emriyle Peygambere \itaat hissini kırmak için beşerin beşere meşru olan itaat esasını, bir esaret ve aldanış manasında göstererek kökünden baltalamaya çalışıyorlardı. Milletin devamına darbe olan bu büyük cinayetin uhrevi mes'uliyeti bahis mevzuu olduğu zaman da «öldükten sonra dirilmek yok, hayat dünya hayatıdır» diyorlar ve Allah'ın gönderdiği peygamberlerini ise yalancılıkla itham edip hakikatleri örtmeye çalışıyorlardı.

Ad kavminin ileri gelen kodaman güruhu Allah'ın resulü Hud Aleyhisselam'ın kendilerini hakk'a davetine karşılık isyanlarına devam ederek şöyle söylediler:

— «Ey Hud!.. Sen bize ha vaaz etmişsin, öğüd vermişsin ha öğüd verenlerden olmamışsın, bizce farkı yoktur. Bu bize getirdiğin, eskilerin yalanından başkası değildir. Biz azaba uğratılmayız. Senin sözünden dolayı ilahlarımızı terk etmeyiz. Yalnız deriz ki, her halde ilahlarımızın bazısı seni fenalıkla çarpmış, onlara dil uzattığından dolayı aklına fenalık getirtmiş, seni delirtmiş, her halde biz seni bir çılgınlık içinde görüyoruz ve her halde biz, seni yalancılardan biri sanıyoruz. Sen bize bir delil de getirmedin, imana mecbur kılacak bir mucize ile gelmedin.» .

Hud aleyhisselam onların bu inkar, inat ve saçmalıklarına karşılık bizzat kendisinin ilahi bir delil ve mucize olduğunu anlatan şu hakikatlerle cevap verdi:

— «Ey benim kavmim! Bende hiç bir çılgınlık yok. Lakin ben alemlerin Rabbı olan Allahü Teala tarafından size gönderilen bir elçiyim. Size Rabbımin emirlerini tebliğ ediyorum. Ben sizin için güvenilir bir nasihat ediciyim. Sizi Allah'ın azabıyla korkutmak için, içinizden bir adam vasıtasıyla, size Rabbınızdan bir ihtar geldiğine inanmıyor da hayret mi ediyorsunuz? Düşünün ki o sizi Nuh kavminden sonra halifeler yaptı ve yaratılış bakımından size, onlardan ziyade boy ve güç verdi. O halde Allah'ın nimetlerini unutmayın ki kurtulabilesiniz.»

Hud aleyhisselam'ın kavminin kafirleri, bu sözler üzerine şöyle dediler:

— «Ya, sen bize yalnız Allah'a ibadet ve itaat etmemiz, bir de babalarımız, atalarımızın tapageldikleri putları terk etmemiz için mi geldin? Haydi getir! O bize vadedip durduğun azabı başımıza, getir bakalım, eğer sen doğru söyleyicilerden isen...»

Böylece yer yüzünde haksız yere kibirlenmek istediler ve «bizden daha kuvvetli kim var» dediler. Fakat kendilerini yaratmış olan Allahü Teala'nın onlardan daha kuvvetli olduğunu düşünmediler de...

Onların bu inkar ve inatlarına devam etmeleri karşısında Hz. Hud, Allahü Teala'ya niyaz ederek «Rabbim! beni yalanlamalarına mukabil bana mısret ver» dedi. Allahü Teala da cevaben «Birazdan azabı gördükleri zaman pişman olacaklar.» buyurdu.

Hud aleyhisselam hakikatleri kabule yanaşmayan kavmine son olarak şöyle dedi:

— Azabın inmesine dair ilim ancak Allah katındadır. Ben size gönderildiğim şeyi tebliğ ediyorum. Ancak sizi öyle bir kavim görüyorum ki cahillik ediyorsunuz, peygamberlerin vazifesini onların gönderilmesindeki hikmeti, o elcilere uyanların her iki dünyada saadet bulacağı, asilerin ise felakete uğrayacağı hakikatini bilmiyorsunuz. Ben Allah'ı şahid tutarım, siz de şahid olunuz ki, O'ndan başka sizin uydurduğunuz ortakların hiç birini ben tanımıyorum. Binaenaleyh hepiniz toplanarak bana istediğiniz tuzağı kurun. Bundan daha açık ne mucize arıyorsunuz? Yalnız bana fenalık getirdiğini iddia ettiğiniz bazısı değil, bütün ortaklarınız, putlarınız, ve siz hepiniz toplanarak bana fenalık yapmak için dilediğiniz planı kurun, istediğiniz hileyi tertipleyin. Sonra bana mühlet de vermeyin, elinizden geleni erteye koymayın, hemen yapın, hiç bir korkum yok. Ben her halde Allah'a tevekkül ettim, O'nun emir ve muhafazasına dayandım ki, O benim Rabbun ve sizin de Rab-binizdir. Benim de sahibim, efendim O'dur, sizin de, O'nun irade ve dilemesi olmadan ne sizden, bir şey sadır olabilir, ne de musibet erişebilir. Yer yüzünde hiç bir debelenen yoktur ki, O'nun kudreti ve tasarrufu altında olmasın. Hepsini dilediği gibi tasarruf eder, hiç birini kaçırmaz, isterse hiç kımıldatmaz. Şüphesiz ki Rabbım doğru yol üzerindedir. Doğruluğun koruyucusu, doğruların yardımcısıdır. Rızası hak, adalet ve doğruluktadır.

«Artık siz yine yüz çevirir, bu açık kat'i hakikatleri dinlemez ve doğru tevhid yolunu tutmazsanız, ben size gönderildiğim tebliğ vazifemi işte yaptım. Rabbım beni mes'ul tutmaz da sizi helak edip sizin yerinize sizden başka bir kavim getirir, halifeliği onlara verir. Ve siz O'na zerrece bir zarar edemezsiniz. O'nun emrinden yüz çevirmenizin bütün zararı kendinize aid olur. Çünkü Rabbım her şeyin üzerinde koruyucu ve gözetleyicidir. Hiç bir şeyi kaçırmaz ve yaptıklarınız ondan gizli kalmaz. Binaenaleyh ona hiç bir zarar ihtimali olmaksızın cezanızı bulursunuz.

Bütün bu nasihatlere rağmen Ad kavmi isyan ve küfürde ısrar etti. Allahü Teala'nın elçisinin sözlerini dinlememekle de azaba müstahak oldular. Vakta ki korkutuldukları azabı gökte, vadilerine doğru gelen bir siyah bulut halinde gördüler, dediler ki:

— «Bu ufukta behren bir bulut; bize yağmur yağdıracak.» Hud aleyhisselam onlara şöyle söyledi:

— «Hayır, o, sizin acele istediğiniz şey: Bir rüzgar ki, onda çok acıklı bir azap vardır, Rabbının emriyle her şeyi helak edecektir, işte üzerinize Rabbınızdan bir azap ve gazap fırtınası indi.. Sizin ve atalarınızın uydurduğu, taktığı kuru isimler hakkında, siz benimle mücadele mi ediyorsunuz? Allah, onlara hiç bir zaman öyle bir saltanat hakkı indirmedi, artık azabın gelişini bekleyin, ben de sizinle beraber ona gözetenlerdenim.»

Bir müddet sonra inkarın derinliklerine dalan Ad kavmi, bu bulutun bir yağmur değil, azap fırtınası olduğunu görmüş ancak iş işten geçmişti. Bu, bir «sarsar» rüzgarı, soğuk ve gürültülü bir fırtına idi ki, onlara uğursuz gelen bir günde başladı ve yedi gece sekiz gün devam etti. Azap fırtınası, olduğunu ise tanımaları ilk olarak şöyle olmuştu : Dışarı çıkmış olan yüklerinin ve hayvanlarının birer kuş tüyü gibi Gök ile Yer arasında uçuşmaya başladığını görmüşler, derhal evlerine girmişler ve kapılarını kapamışlar, derken fırtına gelip kapılarını" açmış yedi gece sekiz gün üzerlerine kum seli akıtmış, sonra da-"Allahü Teala'nın emriyle kümü üzerlerinden açmış ve hepsini denize dökmüştü.

Yine rivayet edilir ki; içlerinde azabı ilk gören bir kadın olmuştu ve ateş alevi gibi bir rüzgar görmüştü. Rüzgar insanları yoluyor, çekip koparıp alıyordu, bundan kurtuluş yoktu. Ad kavmi, iri bedenli oldukları için başları kopup kopup devrildikçe sanki dibinden kopmuş içi kof hurma kütükleri gibi devriliyor, bu fırtına onları sel köpüğü ve süprüntüsü gibi denize döküyordu. Kafirlerin burunlarından girip arkalarından çıkan, evlerini mallarını yıkıp süpürüp götüren ve her birini bir tarafa atıp parça parça eden bu azap fırtınasının Şubat ayının sonunda «berdül acuz = kocakarı soğukları» denilen günlerde vaki olduğu bildirilmiştir ki, adi geçen tabir günümüzde de kullanılmaktadır.

Allahü Teala'nın gönderdiği peygamberin bildirdiklerine' iman etmeyen ve uğradığı şeyi bırakmayıp mutlak çürütüp kül ediveren «sarsar» rüzgarının savurduğu taşlarla beyinleri parçalanarak helak olan Ad kavminin kafirleri kökleri kuruyup cezalarını bulurken; Allah'ın elçisine iman eden mutlu zümre ise dünya ve ahiret felahına eriyorlardı.

Hud aleyhisselam rüzgarı hissettiği zaman kendisinin ve inananların üzerine bir hat çizmiş, bir menba civarına, bir mahalle doğru çekilmişti. Kafirleri kasıp kavuran azap rüzgarı, onlara bir seher tesiri yapıyor ve ancak derileri yumuşatacak, insanlara ferahlık verecek şekilde dokunuyordu. Hz. Hud ile birlikte gerçek kurtuluşa eren bu mü'minler topluluğunun dört bin kadar olduğu bildirilmiştir.

Eğer Ad kavminin kafirleri de bu mü'minler gibi, Allahü Teala'nın Ayet ve delillerini inkar etmeyip, Hud aleyhisselam'ın tebliğ ettiği şekilde iman ve itaat etselerdi helak olmayacaklardı. Lakin onu dinlemeyip eğlendikleri için, o istihza ettikleri «Haydi getir bize» dedikleri azap da kendilerini kuşatıverdi. Çünkü bunların isyan ettikleri peygamber Hud aleyhisselam ise de, bunun bildirdikleri esas itibariyle evvelki peygamberlerin de bildirdiklerine uygun olduğundan ona isyan etmekle hepsine isyan ettiler ve bütün inatçı zorbaların arkasına düştüler. Böylece kendileri de hem, bu dünyada lanetle takip olundular, hem de Kıyamet gününde. İşte öyle isyankar bir kavme, Allahü Teala böyle ceza verir. Halbuki Allahü Teala, onlara mal ve kuvvetten ibaret öyle şeyler ihsan etmişti ki, başkalarına o kuvvet ve iktidarı vermemiştir. Hem bu nimeti anlasınlar diye, kendilerine, kulak, gözler ve kalbler vermişti. Fakat onların ne kulağı, ne gözleri ve ne de kalbleri kendilerine bir fayda vermedi. Çünkü Allah'ın Ayetlerini inkar ediverdi, inkarlarının cezasını görüp Dünya hayatında zillet azabını tattılar. Elbette Ahiret azabı daha zilletlidir. Hem onlar, kurtulamayacaklardır.

Bu hadiseye muhatap olanlar, bugün, gidip dolaşırlarsa; gözlerine çarpacak o harap eserler, kabirler, o azaba uğrayan Ad kavmine aiddir.


(A'raf, Hud, Mü'minün, Şuara, Fussilet, Ahkaf, Zariyat, Kamer ve Haakka Sureleri)