KUR'AN'DAN KISSALAR | Hz. ŞA'YA'NIN ŞEHADETİ


İsrail Oğullarında bir çok hadiseler vuku bulmuş, günahlar işlenmişti. Allahü Teala, bunlardan dolayı azap vermemiş kendilerine ihsan ve lütuf ile muamelede bulunmuştu. Nihayet İsrail Oğullarının Sıdıka namındaki hükümdarları zamanında hadiseleri büyümüştü. O zaman da Şa'ya aleyhisselam peygamber olarak gönderilmiş ve Babil hükümdarı Sencarib'in hücum ve istilası defedilmişti.

Şa'ya ibni Esmıya aleyhisselam, Isa ve Muhammed aleyhisselamı müjdeleyen bir peygamber idi. Hükümdar Sıdıka, onun vahy ve nasihatleri ile amel etmiş ve muvaffak olmuştu. Fakat bu hükümdar vefat edince israil Oğullarının işleri karışmış, hükümette nefis mücadelesine düşmüşler, birbirlerini öldürmeye başlamışlardı. Şa'ya aleyhisselamı dinlemiyorlar, nasihatlerini kabul etmiyorlardı. O zaman Allahü Teala, Şa'ya aleyhisselama, kavmi için onun lisanı üzere vahiyde bulunacağını beyan etmiş ve onun lisanını vahy ile konuşturup şöyle buyurmuştu:

— Ey Sema dinle, ey Arz sus! Zira Allahü Teala İsrail Oğullarının halini anlatacak. O İsrail oğulları ki, onları nimetiyle büyütmüş, kerameti ile mümtaz ve faziletli kılmıştı.

Halbuki onlar zayi olmuş çobansız davar gibiydiler. Öyle iken ürkenlerini yatıştırdı, kaybolanlarını topladı, kırıklarını sardı, hastalarını tedavi etti, zayıflarını semizlendirdi, semizlerini muhafaza etti. Vakta ki bunu yaptı, onlar azdılar, koçları tosuşmaya başladı, biribirlerini öldürüyorlar, hatta kırığı kendine sarılacak sağlam bir kemik kalmadı, vay bu hatalı ümmete! Vay şu hatalı kavme ki ölümün kendilerine nereden geldiğini idrak etmiyorlar. Deve bile vatanını hatırlar da ona döner gelir. Eşek bile üzerinde doyduğu bağı hatırlar da ona rücu eder. Öküz bile semklendiği şenliği hatırlar da ona avdet edip gelir. Bu kavim ise deve değil, eşek değil, öküz değil, akıl sahipleri oldukları halde ölümün kendilerine nereden geldiğini farketmiyorlar. Ben onlara bir temsil yapacağım dinlesinler, söyle onlara:

Bir zaman boş, harab, refahdan hali ölü bir arazi vardı ve bunun kuvvetli ve bilgili bir sahibi vardı da onu imara başlamıştı. Kendi kuvvetli iken arazisinin harab olmasını veya alim iken zayi etti denilmesini istemedi, etraf mı duvarla çevirdi, içinde yüksek ve sağlam bir köşk yaptı, ortasından ırmak geçirdi, zeytinden, nardan, hurmadan üzümden ve türlü türlü meyvelerin hepsinden çeşit çeşit ağaçlar dikti ve onu kuvvetli emin, himmet sahibi bir muhafızın muhafazasına da tevdi eyledi, büyümesini beklemeye başladı. Vakta ki ağaçlar tomurcuklandı ancak, meyveleri keçi boynuzu çıktı. O zaman,, ay bu ne fena yer! Bunun duvarını, köşkünü yıkalım, ırmağını kapayalım, bekçisini yakalayalım, ağaçlarını yakalım, olduğu gibi helak harab olsun, refahtan eser kalmasın, dediler. Allahü Teala buyurdu ki: O duvar, benim zimmetimt köşk şeriatım, nehir kitabım, muhafız peygamberim, dikilen ağaçlar da onlar, o ağaçların çıkardığı keçi boynuzu da onların kötü amelleri. Ben de onlara kendilerinin,aleyhlerine yerdikleri hükmü hükmettim. O, onlara Allah'ın darbettiği bir meseldir. Bana, sığır, koyun kesmekle yakınlaşmak istiyorlar. Halbuki et, bana erişmez ve ben, onu yemem. Bana takva ile ve haram kıldığım nefisleri boğazlamaktan sakınmakla yakınlaşmayı bırakıyorlar. Kanlarla elleri boyanmış, elbiseleri bulaşmış halde benim için evler ve mabedler bina ediyorlar ve onların içlerini temizliyorlar da kendi kalblerini ve cisimlerini pisliyorlar ve kirletiyorlar. Benim için evleri ve mabedleri yaldızlı nakışlarla süslüyorlar da akıllarını, fikirlerini tahrip ve ifsad ediyorlar. Benim evler, beyitler yapılmasına ne ihtiyacım var? Ben onlara sakin olmam. Benim nakışlı mabedlere ihtiyacım mı var? Ben onlara girmem, ben onların yükseltilmesini ancak içlerinde teşbihle zikrolunmaklığım için ve namaz kılmak isteyenlere bir alamet yeri olsun diye emrettim.

Diyorlar ki: Eğer Allah, bizim ünsiyetimizi toplamaya kadir olsa idi elbette toplardı, ve eğer Allah bizim kalplerimizle anlatmaya kadir olsa idi her halde anlatırdı, iki kuru ağaç al, en çok toplandıkları bir yerde cemaatlerine var. O iki ağaca hitaben «Allah size ikinizin bir ağaç olmanızı emrediyor» de. Bunu söyleyince iki ağaç birbirine karışıp birleşiverdi. Bunun üzerine Alahü Teala, buyurdu ki: Söyle onlara, gördünüz ya ben iki kuru ağacı birleştirmeye kadirim. Eğer dileseydim aşırı ülfetinizi cem'etmez miydim? Veya kalblerinize söz geçiremez miydim? Halbuki ona ben şekil verdim.

Diyorlar ki: Oruç tuttuk orucumuz yükselmedi, namaz kıldık namazımız nurlanmadı, tasadduk ettik sadakalarımız çoğalmadı, güvercin gibi inleyerek dualar ettik, kurtlar gibi uluyarak ağladık hiç biri işitilmedi, duamız kabul olmuyor.

Allahü Teala buyurdu ki: Sor onlara benim icabetime mani olan ne? Ben işiticilerin en işiticisi, nazar edenlerin en basiretlisi, icabet edenlerin en yakını, rahmet edenlerin en merhametlisi değil miyim? Elimde hangisi az? Nasıl olur ki benim ellerim hayra açık, dilediğim gibi sarfederim ve bütün hazinelerin anahtarları benim indimde, onları benden başkası ne açar ne de kapatır. Hakikatte benim rahmetim her şeyi kaplayıcıdır. Yekdiğerine merhamet edenler ancak o sayede ederler. Yoksa bana, bahillik mi anz oldu? Ben ikram edicilerin ekremi, bütün hayırların fettahı, verenlerin en cömerdi, kendisinden dilek istenenlerin en keremlisi değil miyim? Eğer şu kavim benim kalblerinde parlattığım sonra da kendilerinin onu atıp da Dünyayı satın aldıkları hikmet ile nefislerine bir nazar etselerdi, nereden vurulduklarını görürler ve en büyük düşmanları kendi nefisleri olduğunu yakinen bilirlerdi.

Ben. onların yalan sözle örttükleri, haram yemekle kuvvet almak istedikleri oruçlarını nasıl' kabul ederim? Onların kalbleri benimle harbetmeye, yarışmaya kalkışan, haram kıldıklarımı yırtanlara kulak verip dinleyip dururken namazlarını nasıl nurlandırayım? Veya sadakaları benim indimde nasıl zekatını bulur ki, onlar başkalarının mallarını tasadduk ediyorlar. Ben o sadakalarla ancak gasbedilmiş sahiplerini ecirlendiririm. Hem dualarına nasıl icabet ederim ki, o ancak dilleriyle bir söz, fiil ise ondan çok uzak. Ben ancak yumuşak ve mütevazi olanları kabul ederim, ancak miskinleri kalkındıranın sözünü dinlerim ve miskinlerin, fakirlerin rızası benim rızamın alametindedir. Fakirlere merhamet, zayıflara yakınlık, mazluma insaf, gasbolunana yardım, gaibe adalet, dullara ve yetimlere, miskinlere ve her hak sahibine hakkını eda etseler ya. Bana beşerle konuşmak yarassa idi onlarla konuşurdum. Ve o vakit gözlerinin nuru, kulaklarının işitmesi, kalblerinin kabulü, makulü olurdum, ve o vakit bellerini doğrultur, ellerinin ve ayaklarının kuvveti olurdum ve o vakit dillerini ve akıllarım tesbit ederdim. Sen benim risaletlerimi tebliğ ederek kelamımı işittikleri zaman: Bunlar uydurma laflar, naklolunagelen lakırdılar, sihirbaz ve kahinlerin düzenlemelerinden bir düzenleme diyorlar. Ve kendileri de böyle bir söz söylemek isteseler yapabilirler ve Şeytanların onlara yapacağı vahy ile gaybe muttali olabilirler diye zannediyorlar. Ve hepsi bu söylediklerini gizliyor, sır tutuyor. Halbuyse bilirler ki ben Semaların ve Arzın gaybını bilirim ve onların gizledikleri ve açıkladıkları şeyleri de bilirim. Ben Semaları ve Arzı yarattığım gün kendime isbat eylediğim bir hüküm hükmettim ve ona önünde müeccel bir ecel tayin ettim ki elbette o, vaki olacaktır.

Eğer onlar gaybm ilmini intikallerinde sadık iseler, haydi sana haber versinler. Ben o hükmü ne Vakit infaz edeceğim, o hangi zamanda olacak? Eğer onlar dilediklerini yapmaya kadir iseler benim onu icra edeceğim kudret gibi bir kudret izhar etsinler. Ben onu müşriklerin: istememesine rağmen her dinin üstüne çıkaracağım. Eğer onlar dilediklerini söylemeye kadir iseler o hükmün emrini tedbir edeceğim, hitemetin benzerini düzenlesinler. Zira ben Semaları ve Arzı yarattığım gün hükmettim ki nübüvveti ecirler içinde kılayım, mülkü çobanlara, izzeti zelillere, kuvveti zayıflara, zenginliği fakirlere, serveti azalara, şehirleri kırlara, kaleleri çöllere, yükseklikleri enginlere, ilmi cahillere, hükmü ümmilere tahvil edeyim.

Şimdi sor onlara bu ne zaman? Ve bunun başına geçecek kim? Kimin eliyle ben bu işi açacağım? Bu işin yardımcıları kimler? Biliyorlarsa söylesinler, ben bunun için ümmi bir peygamber göndereceğim. Sert değil, kaba değil, sokaklarda bağırmaz, fuhş ile süslenmez, edebe aykırı söz söylemez, ben ona her güzellik için istikamet vereceğim, her kerim ahlakı bahşedeceğim, huzuru elbisesi, iyiliği şian, takvayı kalbi, hikmeti makulü, sıdk ve vefayı tabiat, iyilik ve afvı ahlakı, adaleti gönlü, hakkı şeriatı, hüdayı imamı, islamı, milleti Ahmed'i ismi kılacağım. Dalaletten sonra onunla hidayet edeceğim, cehaletten sonra onunla talim edeceğim, düşkünlükten sonra onunla yükselteceğim, tanınmazken onunla şan vereceğim, aslıktan sonra onunla çoğaltacağım, darlıktan sonra onunla zenginleştireceğim, tefrikadan sonra onunla toplayacağım, muhtelif kalbleri, dağınık arzuları, müteferrik ümmetleri onunla birleştireceğim, ümmetini insanlar için çıkarılmış hayırlı ümmet yapacağım.

O ümmet, beni tevhid için baım iman ve ihlas ile iyiliği emir, kötülüğü nehyedecekler, kıyam, kuud, rüku ve sücud halinde bana namaz kılacaklar, benim yolumda saf olarak ve düşman üzerine yürüyerek mukatele edecekler, benim rızama ermek için mallarından, diyarlarından çıkacaklar, ben onlara mescidlerinde, meclislerinde, yattıkları, gezdikleri yerlerde tekbir, tevhid, teşbih, hamd ve medh ilham edeceğim, sokak başlarında tekbir, tehlil ve takdis edecekler, benim için yüzlerini ve taraflarını temizleyecekler, bellerine esvab bağlıyacaklar, kurbanları kanları, kitabları sineleri, gece ruhban, gündüz arslan, O benim bir fazlım ki dilediğime veririm ve ben çok büyük fazl sahibiyim.

Şa'ya aleyhisselam sözlerini bitirince, İsrail oğulları onu öldürmek için üzerine saldırmışlar, o da kaçıp bir ağaca gizlenmiş, eteğinin dışarda olan ucunu görmüşler, testereyi dayayıp, ağaç ile beraber Allah'ın elçisini biçmişlerdir. Daha sonra Ermiya aleyhisselamı da hapsetmişlerdir. Allahü Teala da Buhtu Nassar'ı onlara musallat kılıp be'lalarını vermiştir.