İNFİTÂR SÛRESİ
Mekke devrinde nazil olmuştur, 19 âyettir.
1
Gök varıldığı zaman, Göğün yarılması ya meleklerin inmesi için olur. Nitekim: ”O gün gökyüzü beyaz bulutlar halinde parçalanacak ve melekler bölük bölük indirileceklerdir ” (Furkan: 25) âyetinde bu husus belirtilmiştir. Ya da Rabbin heybeti sebebiyle olur.
Fethu'r-Rahman kitabında dendi ki: ”Göğün yarılması, düzensiz hale gelmesidir. Zaten maksat da düzenin bozulmasıdır."
2
Yıldızlar dağılıp döküldüğü zaman... İpi kopan inci taneleri gibi yıldızlar yerlerinden siyah bir şekilde dökülüp dağıldığı zaman ki, bu iki durum kıyamet alâmetlerindendir. Gökyüzü bu âlemin tavanı, yeryüzü ise tabanı mesabesindedir. Bir kimse evi yıkmak isterse önce tavam, sonra diğer kısımları yıkar.
3
Denizler birbirine katıldığı zaman, yeryüzünün sarsılıp dümdüz olmasıyla engellerin kalkıp denizler birbirine açılarak bir tek deniz haline geldiği zaman.
4
Kabirlerin içi dışına çıkarıldığı zaman, toprağı ters yüz edilip içindekiler dışa çıkarıldığı vakit. Kabirlerin alt üst edilmesi, içindeki ölülerin çıkarılması için yapılır. Bu olay, kıyametin kopuşunun yerdeki alâmetlerindendir. Cenab-ı Hak, göğü ve yıldızları tahrip ettikten sonra denizleri birbirlerine katarak yerde olan her şeyi de tahrip eder, bilahare altını üstüne getirerek bina gibi olan yeryüzünü de bizzat harap eder.
5
İnsanoğlu yani iyi veya kötü herkes
önceden yaptıklarını, hayatında yapmış olduğu iyi ve kötü amelleri
ve geriye bıraktıklarını farkeder. Kendinden, sonra takip edilen iyi veya kötü çığırı bilir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: ”Herhangi bir kimse, insanları hidayete çağırır da kendisine uyan olursa, uyan kimsenin sevabından bir şey eksilmemek üzere peşinden gidilen kimseye de onun sevabı kadar sevap verilir. Buna karşılık herhangi bir kimse de sapıklığa çağırır da kendisine uyan olursa, uyanın günahından bir şey eksilmemek üzere peşinden gidilen kimseye de günah yazılır."
Âyetten anlaşılıyor ki, bu olaylar meydana gelip dünya harap olunca herkes önceden yaptıklarım ve geriye bıraktıklarını bilir. Bu bilme işi, diriltilme esnasında değil, amel defterleri açıldığı zaman olur. Bu, önceki sûrede de belirtilmişti. İki sûrede belirtilen husus aynı zamanda olacaktır. Kıyamet olayının başlangıcı, birinci sûra üfürülmesi, sonu ise mahlûkatın hesaplaşmasıdır. Olayın iki surede de tekrar edilmesi, tehlikenin büyüklüğüne dikkat çekmek içindir.
6
Ey insan! Bu hitap bütün isyankârları kapsamaktadır.
İmam Süheylî şöyle dedi: ”Buradaki insandan maksat, Ümeyye b. Haleftir. Lâfız umumî olduğu için başkalarına da şamildir. Âyetin, Velîd b. Muğîre hakkında indiği de söylenmiştir."
Çok cömert olan Rabbine karşı seni aldatan nedir? Âyetteki ”mâ" soru edatıdır. Soru ise kınamak için gelmiştir. Yani ey insan! Seni Rabbine karşı isyan ettiren, azabından emin kılan nedir? Halbuki sen önünde cereyan eden olayları ve ileride ortaya serilecek amellerini biliyorsun. Buna rağmen nasıl aldanma gafletini gösteriyorsun?
Burada Rabbin çok cömert olduğunun söylenmesi, şunu ifade etmek içindir: Şeytanın seni aldatıp, nasıl olsa Rabbin çok cömerttir, öyle ise istediğini yap demesi, aldanma sebebi olmamalıdır. Bir bakıma şöyle denmiştir: Bu yüce sıfatlarla tanımlanan Rabbine karşı seni isyana sürükleyen nedir?
Selef-i sâlihinden bazıları bu âyeti okuyunca şöyle demiştir: ”Onu aldatan cehlidir."
Hasan-ı Basrî ise: ”Yemin olsun ki onu aldatan şeytanıdır. Anlaşıldı kicömerdin cömertliği, ona karşı aldanmayı değil, ona isyan edip ters düşmekten sakınıp korkmayı gerektirir."
Kâşânî de şöyle dedi: ”O'nun çok cömert oluşu, sanki aldanmaya ve gevşek davranmaya sebep olmaktadır. Fakat Rabbine ait büyük nimet ve lütuflar, sahip olduğu yüce kudret buna engeldir."
Fuzayl b. Iyaz'a: ”Kıyamet günü Rabbin seni kaldırıp, cömert Rabbine karşı seni aldatan nedir, diye sorarsa ne cevap verirsin" dendi. O da: ”İndirilmiş perdelerin beni aldattı derim", diye cevap verdi. İbn Semmâk bunu şöyle şiirleştirdi:
Ey günahkâr! Hiç utanmaz, sıkılmaz mısın? Tenhada Rabbin yanındadır ayılmaz mısın?
Aldattı seni, Rabbinin fırsat vermesi Aldattı seni, günahları örtmesi.
Zemahşerî dedi ki: ”Fuzaylin sözü, meydana çıkmadığı için işlediği hatayı itiraf kabilindendir, yoksa mazur olduğunu beyan için değildir. Bazı günah düşkünlerinin önderlerinden görüp zannettikleri gibi değildir. Onlar şöyle diyorlar: Cenab-ı Hak; kahhâr, cebbar ve müntakim gibi şiddet sıfatlarını söylemeyip’ çok cömert olan Rabbin' demesi, kuluna: ’Beni Rabbimin keremi aldattı,' cevabını versin diyedir." (2)
2- Bu âyet, kınama ve cezalandırma ifade etmek için varid olmuş, günahkârlara gerekçe olsun diye gelmemiştir. Asıl maksat şudur: Rabbin sana iyilik ve ikramda bulunduğu halde ne yüzle O'nun emrine karşı gelme cesaretini gösterdin? Yumuşak ve cömert olan Rabbine karşı isyan etme işinde seni kim aldattı?
Yahya b. Muaz: ”Bu âyet beni her zaman aldattı" dedi ve şu beyti söyledi:
Mevlâm bana dedi ki; sen hiç utanmaz mısın? Günahlarına bakmamdan hiç sıkılmaz mısın?
Dedim ki; merhamet buyur ey Mevlâm! Senin bol ikramındır beni aldatan.
Hazret-i Ali'den şöyle rivayet edilmiştir: Hazret-i Ali, kapıdaki hizmetçisine defalarca seslendi. Fakat hizmetçi cevap vermedi. Hazret-i Ali: ”Niçin cevap vermedin?" deyince hizmetçi: ”Yumuşaklığına güvenmem ve cezalandırmayacağına inanmamdan ötürü" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Ali, bu sözünden hoşlandığı için onu azad etti.
Kişinin, asla Allah'ın rahmetinden ümit kesmemesi gerekir.
Birisi şöyle anlattı: Basra çarşısında bir cenaze gördüm, dört kişi taşıyordu. Yanlarında başka refakatçi yoktu. Kendi kendime: ”Allah Allah! Basra çarşısında cenaze olsun da yanında refakatçi olmasın, olacak şey değil. Öyleyse ben refakat edeyim" dedim ve cenazenin peşine düştüm. Ölüyü gömdüklerinde; cenazenin kim olduğunu sordum. Dediler ki: ”Biz onun kim olduğunu bilmiyoruz, ancak şu kadın bizi bu iş için kiraladı." Kabrin yakınında duran kadını gösterdiler. Kadın ellerini göğe açıp dua etti ve oradan ayrıldı. Ben de peşine düştüm ve: ”Mutlaka bu hali bana açıklamalısın" dedim. Kadıncağız dedi ki: ”Ölen kişi benim oğlumdur. Ardında yapmadık günah bırakmadı. Üç gün hasta oldu ve bana: ’Anacığım! Öldüğüm zaman komşulara haber verme. Çünkü ölümümden sevinirler. Cenazemde hazır bulunmazlar. Fakat yüzüğüme: ”Lâ ilahe illallah Muhammedün Rasûlüllah" yaz ve mezarıma bırak. Öldüğümde ayağını yüzüme koy ve: İşte Allah'a isyan eden kimsenin cezası budur, de. Beni defnettiğinde ise ellerini Allah'a kaldır ve: Ya Rabbi! Ben ondan razıyım. Sen de razı ol, de.' dedi. Oğlum ölünce, vasiyet ettiği her şeyi yerine getirdim. Ellerimi göğe kaldırıp dua edince net bir şekilde şöyle söyleyen bir ses işittim: ’Haydi artık git! Ben çok cömert, çok merhametli bir Rabbin huzuruna vardım."' Bu hadiseyi İmam Kuşeyrî, Şerhü'l-Esmâ isimli eserinde zikretmiştir.
Sahih bir hadiste şöyle buyurıılmuştur: ”Allah mümin kulu yaklaştırır, üzerine rahmet perdesini kor ve: Şu günahı biliyor musun, der. Kul da: Evet ya Rabbi, der. Rabbi ona bütün günahlarını ikrar ettirir. Kul da artık helak olduğunu zanneder. Cenab-ı Hak buyurur ki: Dünyada bu günahlarını örttüm. Bu gün de onları senin hatırın için affediyorum."
7
Ki O, seni yoktan
yaratıp şekil vermiş, yani organlarını, hangi organ neye yarayacaksa ona uygun biçimde düzgün yapmış, meselâ eli tutmak, ayağı yürümek, dili konuşmak, gözü görmek, kulağı işitmek için, bu faydaları sağlayacak şekilde düzenlemiş,
uyumlu yapmış. Bu organları meselâ kulağın birisini diğerinden, ayağın birisini ötekinden, elin birisini berikinden uzun olacak şekilde farklı değil, ahenkli yapmıştır. Yine meselâ gözlerin birisini daha geniş, organların birini beyaz, ötekini siyah, saçların bir kısmını kömür gibi bir kısmını kumral yapmayıp uyumlu yapmıştır.
Anatomi âlimleri dediler ki: ”Cenab-ı Hak vücûdun iki yanını da eşit yaptı. Ne kemiklerde, ne kemiklerin şekillerinde, ne ana ve ne kılcal damarlarda ne de aralarındaki sinirlerde en ufak bir dengesizlik mevcuttur. Vücudun bir yanında olan organlar, diğer yanında da eşit şekilde vardır."
8
İstediği şekilde seni terkip etmiştir. Hikmetinin gereği seni en güzel biçimlerden bir şekil veya dişilik-erkeklik, uzunluk-kısalık, güzellik-çirkinlik gibi çeşitli şekillerden bir şekil üzere terkip etmiştir.
9
Hayır hayır! Doğrusu siz din (günü)nü yalanlıyorsunuz.
"Kella kelimesi, yasaklamak ve azarlamak için gelmiştir. Allah'ın keremi, itaat ve şükrü gerektirdiği halde bunun küfür ve isyan sebebi yapılıp aranılmasından ötürü onlar kınanmaktadır. Bu cümle, kendisine uygun olan bir cümleye atfedilmektedir. Sanki şöyle deniyor: Siz sadece Allah'ın keremine güvenip aldanmakla kalmıyor, bundan daha da öte öldükten sonra dirilmeyi ve hesabı da inkâra cüret ediyorsunuz. Din gününden maksat, ceza günüdür. Allah'ın sıfatlarından birisi de çok ceza verici anlamında ”Deyyân" dır.
10
Oysa yaptıklarınızı bilen, değerli yazıcılar sizi gözetlemektedirler. Bizim tarafımızdan görevlendirilen, sizin yaptıklarınızı gözetleyen değerli melekler olduğu halde ceza gününü yalanlıyorsunuz. ”Kiram", ”kerîm" in çoğuludur. Bu melekler emaneti yerine getirdikleri veya Allah'a itaat ettikleri için değerlidirler. Allah onları değersizliğin zıddı olan yücelikle tanımladı. Amelleri yazan bu melekler, az olsun çok olsun yaptıklarınızı sizden ayrı iken de, sizinle oldukları anda da bilirler. Zar kadar ince, iğne ucu kadar küçük bile olsa her şeyi yazarlar. Şöyle nakledilmiştir: ”Abdest bozma ve cünüplük hali hariç sizden asla ayrılmayan kirâmen kâtibin meleklerine ikramda bulunun."
Aynu'l-Meânî'de şöyle dendi: ”Bilirler" sözü delâlet etmektedir ki; hata, yanılma, sorumluluk gerektirmeyen ve affolunan şeyler yazılmaz. Çünkü yazarlar denmedi de bilirler dendi."
"Yaptıklarınız" sözü; kalbî ve bedenî amelleri kapsasa da burada bedenî amellere mahsustur. Çünkü gizli olan amelleri ancak Allah bilir.
Keşfu'l-Esrar isimli eserde dendi ki: ”Meleklerin bilmesi iki cihettendir. Söz ve hareket halindeki fiilleri görüldüğü şekliyle bilirler ve o şekilde yazarlar. Kalbî olan amelleri bilmeleri konusunda ise şöyle dendi: Onlar iyi amellerin iyi kokusunu duyarlar ve genel manada iyi amel ve kötü amel diye yazarlar."
Fuzayl bu âyeti okuduğu zaman şöyle dedi: ”Gafiller için bu ne dehşetli bir âyettir! Burada sakındırma ve tehdit vardır. Âsîlere şiddet, itaatkârlara lütuf ve müjde vardır. Yazılı meleklerin övülerek yüceltilmesinde hesap işinin önemine işaret vardır. Gerçekten hesap işi, Allah katında çok önemli işlerdendir. Onun için bu işte bu değerli melekler kullanılmaktadır. Bu işin yüce ve önemli oluşu, amel defterleri ve tespit açısından değil, kâtip meleklerin yüce olarak tanımlanması cihetindendir."
Bazı inkarcılar, yazıcı meleklerin insanla birlikte bulunmaları konusunu tenkid ederek şöyle söylemişler: ”Şayet melekler, onların defter ve kalemleri bizimle birlikte oldukları halde biz onları göremiyorsak, bizimle beraber aynı şekilde görmediğimiz dağlar ve ve şahıslar da bulunabilir. Bunlar meçhul işlere dalmaktır." Bu iddianın cevabı şudur: ”Melekler lâtif cisimler kabilindendir. Onların bizimle birlikte bulunmaları, görülmelerini gerektirmez. Nasıl ki Cenab-ı Hak, görmedikleri halde Bedir günü meleklerle mü'minleri desteklemiştir, işte cinler de bu kabildendir. Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: ’...Çünkü o ve yoldaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden onlar sizi görürler...' (A'raf: 27) Hava ve benzeri şeyler, letafetinden ötürü gözükmezler. ”
Amellerin yazılıp tesbit edilmesi, unutulma endişesinden dolayı değil, insanlara karşı delil ve onların itirazlarına kesin belge olsun diyedir. Allahu teâlâ insanlara, dünyada kendi aralarında yapageldikleri tarzda muamele etmektedir. Hakim karışısmda delil sağlam olsun diye yazılı belge ortaya atmak ve şahit getirmek gibi. Bunlar meselenin insanlar tarafından daha iyi anlaşılmasına yardımcı olur. İnsan bilir ki, Allah kendisini gözetmekte, melekler amellerini gözetleyip defterlere geçirmektedir. Bu ameller kıyamet günü insanlar arasında teşhir edilecektir. Bu durum insanı günah işlemekten daha ziyade alıkor, kötülükten daha çok men eder.
Meleklerin bilmesi konusuna gelince; İmam Gazâlî şöyle demektedir: ”Kalbinin hissettiği her zikri melekler de işitir. Onların bilmeleri senin bilmene bağlıdır. Yaptığın zikirden sen haberdar olmazsan melekler de haberdar olmazlar. Bu, kalbin Allah'tan gafil olarak yaptığı zikirdir."
Bundan çıkan netice şudur ki; meleklerin hadiselerden haberdar olmasıyla insanların haberdar olması birbiriyle kıyaslanmaz. Çünkü meleklerin ilmi ve fiili durumları insanların durumlarından farklıdır. İnsanlardan iç âlemi düzgün olanların Allah basiretlerini açar. Allah'ın bildirmesiyle gizli hallere muttali olurlar. Cisim olarak daha lâtif ve ruh olarak daha hafif olan meleklerin gayb âlemine vakıf olmaları elbette daha mümkündür.
11
Bak. Âyet 10.
12
Bak. Âyet 10.
13
İyiler şüphesiz nimet içindedirler. Onlar kötülüklerden sakınıp, farzları yerine getirerek imanlarında sadakat gösteren kimselerdir. ”Ebrâr". Berrin çoğuludur. Doğru, itaatli ve ihsan sahibi demektir. Güzelliklerin en güzeli, kelime-i tevhid'dir. Sonra ana babaya itaat, sonra da talebelerin hocalara itaat ve saygısıdır.
"Nimef'ten maksat, cennet nimeti ve sevaplarıdır. ”Nimet" anlamındaki ”naîm" kelimesinin nekre olması, ikramın büyüklüğüne işaret etmektedir."
14
Allah'ın emrinden çıkanlar cehennemdedirler. ”Füccâr", fâcirin çoğuludur. Fucûr ise, din perdesini yırtmaktır. ”Cahîm", cehennem ateşi ve azabıdır. Cahîm'in nekre olması, azabın korkunçluğunu ifade etmektedir.
Yukarıdaki iki âyet amellerin yazılma sebebini açıklamaktadır. Bundan maksat da; amellerin neticesine göre ya cennetlik veya cehennemlik olmaktır.
15
Ceza günü oraya girerler. Beden ve ruhlarıyla o ateşin hararetini yaşarlar. Fâcirler için söylenen ateşe girme ifadesi, müminler için cennete girme tarzında söylenmedi. Yani cahîmden sonra söylenen, naîmden sonra söylenmedi. Çünkü makam, korkutma makamıdır. İyilerin müjdelenmesiyle kötülerin halleri de ortaya konmuş olur. Çünkü eşya zıtlarıyla bilinir. Ceza günü; yalanladıkları hesap günüdür.
16
Oradan bir daha ayrılamazlar. Göz açıp kapayıncaya kadar bile ayrılamazlar. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: ”Cehennem ateşinden çıkmak isterler, fakat onlar oradan çıkacak değillerdir..." (Mâide: 37)
Denilmiştir ki: ”Onlar cehenneme girmeden önce bile cehennemden uzak değillerdi. Kabirlerinde cehennemin hararetini duyuyorlardu. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlardır: ’Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur:
17
Ceza gününü sana bildiren nedir? Hitap, idrak sahibi herkese yöneliktir. Mânâ şöyledir: Ceza gününün ne olduğu konusunda seni bilgilendiren hangi şeydir? Çünkü o gün çok acayip ve korkunç bir gündür.
18
Evet ceza gününün ne olduğunu nereden bileceksin? Âyetin tekrarı; mânâyı kuvvetlendirmek, korkuyu artırmak, ceza gününün önemini belirtmek, korkunçluğunu ve azametini ortaya koymak içindir.
19
O gün hiçbir kimse başkası için bir şey yapamaz.
İbn Abbas (radıyallahü anh) dedi ki; ”Kur'an'da geçen her’ve mâ edrâke: Sana bildiren nedir?' sözünden sonra, sorulan şeyin ne olduğu açıklanmış, fakat’ve mâ yüdrike' den sonra ise durum kapalı bırakılmıştır. Mânâ şöyledir: İnsanlardan hiçbir kimse, insanlardan hiçbir kimseye, şeylerden hiçbir şey sağlayamaz."
O gün buyruk, yalnız Allah'ındır. Kıyamet gününde her şey sadece Allah'a aittir. Çünkü emir, hüküm ve takdir; boyun eğilen hükümdarın şanmdandır. Bütün mahrukat, Rabliğin hüküm ve otoritesine boyun eğmiş durumdadır. Âyette geçen ”el-emru" kelimesi, buyruk değil de umurun tekili olan iş mânâsına da anlaşılabilir. Çünkü mahşer halkının bütün işleri Allah'ın olup o konuda başkasının tasarruf yetkisi yoktur.
Cenab-ı Hak insanların o günkü zayıflığını haber verdi. O gün onlara dünyada olduğu gibi mallar, çocuklar, dostları ve şefaatçiler fayda vermeyecek, ancak iman ve taat fayda verecektir. Hiç kimse Allah'ın izni olmadan konuşamayacaktır. Dünyada ve ahirette otorite ve hakimiyet sadece Allah'a ait olmakla beraber dünyada gözü perdeli olan kimse, Allah'ın mutlak hakimiyetini sadece ahirette görür. Çünkü gözü perdeli olan kimse dünyada Allah'ın, kendisine de hakimiyet ve bir kısım işler verdiğini görür. Fakat kıyamet günü anlar ki; bütün işler ve güçler Allah'a aittir. Dünyada olduğu gibi şeklen bile olsa hiç kimse Allah'a ortak olamaz.
Bu âyette; aykırı gidenlere ve hakimiyet iddiasında bulunanlara tehdit vardır. Ayrıca Allah'ın gücüne ve azabının şiddetine de dikkat çekilmektedir.
Allah'ın yardımıyla İnfitâr Sûresi'nin tefsiri tamamlandı.