RÛHU'L-BEYÂN TEFSİRİ | İNŞİRÂH SÛRESİ

 

İNŞİRAH SÛRESİ

Mekke devrinde nazil olmuştur, 8 âyettir.

1

Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi? Râğıb der ki: ”Göğsün açılması demek, göğsün ilâhî nûr ile Allah'ın katından gelen sekînet (iç huzuru) ve onun ruhu ile açılması demektir."

Anlaşılması zor olan herhangi bir sözün açıklanması ise, o sözün açılması ve manalarından kapalı olan kısımların ortaya çıkarılmasıdır. Bir hadis-i şerifte şöyle buyuru lur: ”Nûr, kalbe girdi mi o kalp açılır ve genişler."(1) Hadisin manası şudur: Nûr, kalbe girdi mi o kalp, belâlara ve ilâhî sırlan muhafazaya tahammül eder. Nitekim Mûsa(aleyhisselâm) şöyle dua ediyordu: ”Mûsa: Rabbim dedi. Yüreğime genişlik ver" (Tâhâ: 25) Yani yüreğime genişlik ver de inatçıların sefihliği ve inatçılıklarına karşı yüreğim daralmasın. Tam tersine onlardan gelecek eziyetlere ve daha da fazlasına katlanabilsin.

Yukarıdaki âyet-i kerimede ”leke" (sana) ifadesi Rasûlüllah'ın göğsünün açılıp genişletilmesini kendi menfaatine ve yararına olduğuna işaret etmektedir. Cümlenin sonundaki olumsuzluk ile bir de soru edatı, cümlenin manasını olumlu kılmaktadır. Buna göre âyetin manası; biz senin göğsünü açıp genişlettik. Öylesine ki hem görünen âlemi, hem de gayb âlemini kuşatabildi.

et-Te'vîlât en-Necmiyye'de deniyor ki: ”Burada Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kalp göğsünün peygamberlik nuruyla, kalbindeki sıkıntıların ins-cin'nin peygamberi olması vasıtasıyla kaldırılması, sır göğsünün açılıp genişletilmesinin peygamberliğin ziyası ile, kâfirlerin ve münafıkların verdikleri sıkıntıya tahammül ile, nur göğsünün açılıp genişlemesinin velayetin ışıklarıyla, ledünnî ilimleri ve ilâhî hikmetleri, rabbanî marifetleri, rahmanî hakikatleri elde etmek suretiyle gerçekleştiğine işaret olunmaktadır. Buna karşılık Rasûlüllah'ın vücudundaki cismânî göğsünün ise açılıp genişletilmesi bir kez değil, birkaç kez olmuştur. Bir defasında Rasûlüllah beş yaşında iken şeytanların tamah ettikleri noktanın çıkarılması için göğsü yarılmıştır. Çıkarılan kalbin masiyetlere meyletmesine, itaatlardan yüzçevirmesine sebep olan siyah bir kan idi. Rasûlüllah'ın göğsü bir kez de vahyin başlangıcı esnasında ve bir de miraç gecesi açılıp genişlemiştir."

2

Belini büken ağırlığı âdeta belini çatlatırcasına ses çıkaran ağır

yükünü senden alıp atmadık mı? Yani sırtına ağır gelen yükünü sırtından indirdik ve attık. Bu yük senin sırlına o kadar ağır geliyordu ki, tıpkı ağır yükün yüklendiği bir semerin bu yükün ağırlığından dolayı çıkardığı ses gibi senin sırtını çatırdatıyordu. Bir başka ifadeyle, sırtına çok ağır gelen yükünü sırtından kaldırıp attık. Çünkü ” inkâdu'l - hamli'z - zahra'' (yükün sırta ağır gelmesi) ancak sırta vurulan yükün ağırlığından dolayı çıkarmış olduğu ses anlamınadır. Bu da yükün ağırlığı ve vurulduğu semerin bu ağırlık nedeniyle bazı kısımlarını yerinden kaymaya temayül etmesi ve bu esnada çıkarmış olduğu çatırtı sesiyle olur.

Burada bu verilen temsilî örnekle Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın durumu ve hali anlatılmaktadır. Peygamberlik döneminden önceki bazı ufak hataları ya da ahkâmın ve şeriatlerin ayrıntılarını bilmeyişi kavminden inatçıların İslama girmeleri için kendini yiyip bitirmesi bu konuda aşırı çaba sarfetmesi böylesine temsilî bir biçimde ifade edilmiş olmaktadır.

3

Bak. Âyet 2.

4

Senin sânını yüceltmedik mi? Peygamberlik ününü ve şerefini, kel ime-i şehadette, ezanda ve kamette ismini Allah'ın ismiyle birlikte anmak suretiyle yüceltmedik mi? Nitekim bu konuya Hassan b. Sabit şu beyitleri söylemiştir:

Seyyiddir, şereflidir, vurmuş Allah omzuna, Nübüvvet mührünü, meşhur mu meşhur zahir ve şahid

Adını birlikte anmış adıyla, dikkat buna! Beş vakit ezanda -gündelik- ”eşhedü" şahid!

Allahu teâlâ, Rasûlülah'a itaati, kendine itaat kabul etmiş, kendisi ona salavât getirmiş (rahmet etmiş, şanını yüceltmiş), melekleri salavât getirmişler (şanını yüceltmişler) ve mu ininlere de bunu emretmiştir. (Mü'minlerin salavâtı ise duâ anlamınadır) ve Allahu teâlâ kendisine: ”Rasûlüllah, Nebiyyullah" gibi lâkaplarla bunların dışında kendisine şeref katan başka lâkaplar vermiştir. Bütün bunlar Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın mertebesini yüceltmek içindir. Bir hadise göre CebrailRasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a der ki: ”Ya Muhammed! Rabbin senin zikrini nasıl yücelttiğini bilip bilmediğini soruyor. Bunun üzerine Rasûlüllah; Allahu teâlâ daha iyi bilir' deyince Cebrail, Yüce Allah'ın bu soruya şöyle cevap verdiğini bildiriyor: 'Benim anıldığım her yerde sen de benimle birlikte anılmaktasın.'" (2)

5

Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Bu ifade, daha önceki geçen âyetlerin hükmünü desteklemektedir ve yine bu cümle, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ve mü'minlerin karşılaşacakları her zorluğun kolaylaştırılacağına dair verilmiş çok değerli bir vaaddir.

el-Keşşâf ta denilir ki: ”Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır." âyet-i kerimesi, yukarıda geçen âyetlerle nasıl bağdaştırılabilir diye sorulacak olursa, bu soruya şöyle cevap vermek mümkündür: Müşrikler Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı ve onunla birlikte müminleri fakir oldukları ve geçim sıkıntısı içinde olduklarından dolayı ayıplıyorlardı. Hatta Rasûlüllah'ın kafasında bunların, İslama girenler fakir oldukları için İslama girmedikleri yolunda bir fikir canlanmıştı. İşte bunun üzerine Allahu teâlâ peygamberine vermiş olduğu büyük nimetleri hatırlatıyor ve sonra da şöyle buyuruyor: ”Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır..." Sanki Rasûlüllah'a şöyle denmiş oluyor: Biz sana muazzam büyük nimetler verdik. Şu halde sen Allah'ın ihsanı ve lütfü hakkında tam bir güven içinde ol. Çünkü bir zorlukla birlikte birçok kolaylık vardır.

Âyet metninde yer alan ”mea: yanında beraber" kelimesi, zorluğun hemen ardından kolaylığın ne kadar hızlı biçimde geleceğine işaret etmektedir. Kolaylık o kadar yakındır ki, neredeyse zorlukla ”beraber" diı. Ayete böyle mana vermezsek ve zahire bakacak olursak ”mea" kelimesi, ”birlikte" lik edatı değil, ”öncelik-sonralık" edatıdır. Çünkü iki zıt ”zorluk-kolaylık" bir arada bulunmazlar. (3)

3- O halde âyet metninde yer alan ”mea" kelimesi, ”öncelik-sonralık" anlamınadır. Fakat bu öncelik ve sonralık birbirine o kadar yakındır ki neredeyse birliktedir. (Çeviren)

Âyet metninde zorluk anlamına gelen ”el-üsr" kelimesinin ”elif-lam" lı, ve kolaylık anlamına gelen ”el-yüsr" kelimesinin ”elif-lam" sız getirilmesinin sebebi, dünyanın zorluk yurdu olduğuna lâtif bir biçimde işaret etmek içindir. Çünkü zorluk herkes için malum ve bilinen bir şeydir. Kolaylık ise meçhuldür ve kapalıdır.

6

Gerçekten zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır. Bu cümle pekiştirme manası ifade etmek için tekrarlanmıştır. Ya da başlı başına öncekinden bağımsız yeni bir vaad olması da mümkündür. Bu takdirde: bir zorluğa karşı âhiret sevabı gibi başka bir kolaylık daha getirilmek suretiyle iki kolaylık sağlanmaktadır. Bu tıpkı: ”Oruçlu için iki sevinç anı vardır. Birisi iftar sevinci, diğeri de Allahu teâlâ'ya kavuşma anındaki duyulacak sevinçtir," cümlesinde olduğu gibidir.

Şerhu'l-Menârda denir ki: ”Marife (elif-lamlı kelime) bir cümlede yine marife olarak tekrarlandı mı ikinci kelime birincinin aynıdır. Tıpkı bu sûredeki iki kez tekraralanan ”el-üsr" (zorluk) kelimesinde olduğu gibi."

Şerhu'l-Menâr müellifi, bu ifadesiyle, İbn Abbas'ın şu cümlesini kastetmektedir: ”Hiçbir zorluk iki kolaylığa üstün gelemez."

Fahru'l-İslâm ise, bu âyetin tefsirinde şöyle diyor: ”Bu sûredeki âyetleri böyle yorumlamak tartışmalıdır. Çünkü âyet, bu manaya muhtemel olmadığı gibi ”Süvariyle mızrak vardır, süvariyle mızrak vardır," cümlesine göre süvarinin iki mızrağı olduğu manasına da muhtemel değildir. Tam tersine ikinci cümle birincinin te'kidi yani pekiştirmesi mesabesindedir."

Buradaki âyet, te'kîde hamledilirse İbn Abbas'ın sözünü nasıl açıklayacağız diye sorulacak olursa deriz ki; herhalde İbn Abbas ”iki kolaylık" sözüyle, âyette yer alan ”yüsran" (kolaylık) kelimesinin içindeki tazimi kastetmiş olsa gerektir. Böylece ”kolaylık" dünya ve âhiret kolaylığına şamil olmuş olur. Bu da aslında iki kolaylık sayılır.

7

Tebliğden veya dünyevî mühim ve yararlı işlerden

boş kaldın mı hemen başka işe koyul. Sana verdiğimiz geçmiş nimetlere ve vaadettiğimiz gelecek olan nimetlere, şükretmek için ibadete koyul ve bu hususta kendini yor. Yahut da vahyi alıp boş kalınca onu tebliğe koyul.

Hasan-ı Basrî ise şöyle demiştir: ”Sıhhatli anında, boş vaktinde ibadet etmeye koyul."

Rivayet edildiğine göre Sureyh bir defa iki adamın güreşmekte olduklarını, üçüncü bir kimsenin ise boş durduğunu görünce: ”Bu, niye boş duruyor? Allahü teâlâ  'Boş kaldın mı hemen başka işe koyul', buyurmuştur" demiştir.

Bir insanın hiçbir iş yapmaksızın boşu boşuna oturması veya dinini ya da dünyasını ilgilendirmeyen işlerle meşgul olması düşünce sakatlığına, akıl zayıflığına ve gafletin insanı esir almasına işarettir.

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) der ki: ”Ben sizleri ne dünya işiyle, ne de âhiret ameliyle meşgul olmaksızın bomboş görmekten hoşlanmıyorum."

Şu halde insanın daima meşru olan bir işle meşgul olması gerekir. Bir işi bitirdiği zaman peşinden başka bir işe sarılmalıdır.

Katâde ve ed-Dahhâk bu âyet-i kerimeyi şöyle açıklamışlardır: ”Namazı bitirdiğinde hemen duaya koyul."(4)

8

Ve yalnız Rabbine yönel. ”Ferğab" kelimesinin aslı olan rağbet, sözlükte herhangi bir şey hususunda genişlik anlamınadır. Arapçada ”rağibe fîhi ve ileyhi" dendiği zaman, buradan kişinin herhangi bir şeye hırsla sarılması anlamı çıkar. Yine ”rağibe anhü" dendiğinde ise, insanın o şeye rağbet etmemesi, ondan uzak durması anlamı anlaşılır.

el-Kâmus'ta şu açıklamalar yer alıyor: ”Rağibe fîhi" demek, bir şeyi istedi, ”rağibe anhü" ise istemedi anlamına gelir. ”Rağibe ileyhi" ise duâ etti, yakardı demektir. Ya da yakarıp dilemek anlamınadır.

Buna göre âyetin manası: Sen Rabbinden dile, başkasından dileme. Çünkü sana yardım etmeye kadir olan Rabbindir, başkası değildir, demektir.

Allah'ın yardımı ve tevfiki ile İnşirah Sûresinin tefsiri bitti.