NASR SURESİ
Medine devrinde nazil olmuştur, 3 âyettir.
1
Allah'ın yardımı, seni düşmanlarına galip getirdiği
ve fetih, Mekke fethi
geldiği zaman... Allahü teâlâ 'nın, bu fethi vukuundan önce bildirmesi, Peygamberlik alâmetlerindendir. Çünkü rivayete göre bu sûre, Mekke'nin fethinden önce nazil olmuştur. Çoğunluğun görüşü bu istikamettedir. Mekke fethi; gözlerin beklediği bir fetihtir. Bundan dolayı ona ”fetihlerin fethi" adı verilmiştir. Mekke fethi, Fetih sûresinin başında vaadedilmiştir.
Bir diğer görüşe göre de maksat; Allah'ın tüm yardımları ve mutlak anlamda herhangi bir fetihtir. Çünkü fetihler, kapalı iken Allah tarafından kula açılan her şeydir. Bu, rızıklar, ibadetler, ilimler, anlayışlar, keşifler ve benzerî tüm açık ve gizli nimetlere şamildir. Yakın olan fetih de nefsânî merhaleleri geçiş esnasında Allah'ın sıfatlarının ve kemâlatmın görülmesi ve kalbin makamından kula açılan şeydir. ”Allah'tan bir yardım ve yakın bir fetih." (Saf: 13) âyetinde muradedilen de budur. ”Şüphesiz Biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik. Böylece Allah senin (nefsânî ve kalbî sıfatlardan) geçmiş ve gelecek günahlarım bağışlar..." (Fetih: 1-2) âyetlerindeki ”apaçık fetih" ten maksat, Allahü teâlâ 'nın kuluna açtığı velayet makamları ve ilâhî isimlerinin nurlarının tecellileridir.
Mutlak anlamda fetih, fetihlerin en üstünü ve en mükemmelidir. O da Allah'ın zatı ehadiyyetinin tecellisinden kula açılan şeydir. Bu, ”Allah'ın yardımı ve fetih geldiği zaman" âyetinde murad edilendir. Bu izahtan açığa çıktı ki, âyetteki yardım ve fetihten herbirinin mutlak olan fethe hamledilmesi gerekir. Ama ben tefsir âlimlerine uydum ve mukayyed olanı öne aldım.
2
Ve insanların yani Arapların
grup grup Mekkeliler, Tâifliler, Yemenliler, Hevâzinliler ve diğer Arap kabileler gibi büyük topluluklar halinde
Allah'ın dinine, kendisinden başka gerçek din olmayan İslâm dinine
girdiklerini gördüğün zaman... Rivayet edilmektedir ki, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'yi fethedince Araplar birbirlerine gidip: ”Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) Harem ehline karşı muzaffer olunca artık ona kimse karşı koyamaz" dediler. Savaşsız olarak gruplar halinde İslâm dinine girmeye başladılar.
3
Hemen Rabbine hamdederek O'nu tesbih et, yani sana ülkeler açtığı için, kulların boyunları eğildiği için Rabbine şükret, O'na hamdet. O'nu acizlikten tenzih etmek için de tesbih et. Çünkü Allahü teâlâ her şeye muktedirdir.
İmam Süheylî şöyle demiştir: ”Hemen Rabbine hamdederek onu tesbih et" ve ”...O'na hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur.." (İsrâ: 44) âyetlerinde olduğu gibi devamlı olarak hamdin tesbihe bitişmesinin sırrı şudur: Allah'ı tanımak iki kısma ayrılır: Zâtını tanımak, isimlerini ve sıfatlarını tanımak. Birisi olmadan ötekini ispat mümkün değildir. Zâtının varlığını ispat, aklın gereğidir. İsimlerini ve sıfatlarını ispat da şeriatın gereğidir. Akılla müsemma (ad konulan), şeriatie de isimler bilinir. Akılda zâtı ispat, ancak Ondan, sonradan yaratılma alâmetlerini atmakla mümkündür. İşte bu tesbihtir. Nakle dayanan şeriat, akılların ve düşüncenin oluşumundan sonra gelmiştir. Akıllar düşünceyi ikaz eder ve-tanır. Sonra ona bilmediği isimleri öğretir. Ona tesbih, hamd ve sena eklenir. Biz O'nu tesbihle, sırf kendisine hamd ile emrolunduk.
Ve nefsini kırmak için amelini küçük görerek ve kaçırdığın şeyleri tedarik için
O'ndan bağışlanmanı dile. Tesbihin istiğfardan öne alınması duâ edebini öğretmek içindir. Bu edep, kendisinden istenilen zâta, önce bir övgü ve senada bulunmadan doğrudan istememektir.
Hazret-i Âişe (radıyallahü anh) şöyle demiştir: ”Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ölmeden önce çok: ”Sühhânekallâhümme ve bi hamdik. Estağfiruke ve etûbü ileyk - Allahıml Seni tesbih eder ve Sana hamdederim. Senden bağış diler ve Sana tevbe ederim," derdi." (1)
1- Hadisi benzeri sözlerle Müslim tahrîc etti. Bkz. ed-Dürrü'l-Mensûr, 6/408.
Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadisinde: ”Ben gündüz ve gece yüz defa Allah'a istiğfar ederim" buyurmuştur. (2) Bu hadis gösteriyor ki istiğfar virdi, ebediyyen düşmez. Çünkü insan gafletten ve hatadan uzak kalamaz.
2- Hadisi Müslim: ”Ey insanlar! Allah'a tevhe ediniz, O'ndan bağış dileyiniz. Şüphesiz ben günde yüz kere tevbe ederim." lafzıyla tahrîc etmiştir.
Rivayete göre, Hazret-i Peygamber bu sûreyi okuyunca sahabîler sevindiler, amcası Abbas ağladı. Rasûlüllah: ”Amca niçin ağlıyorsun?" dedi. Hazret-i Abbas: ”Senin vefaat haberini aldım" dedi. Bundan sonra Hazret-i Peygamberin güldüğü ve sevindiği görülmedi.
Rasûlüllah'la konuşanın Hazret-i Abbas değil de oğlu Abdullah olduğu da söylenmiştir. Bundan dolayı Hazret-i Ömer, İbn Abbas'ı kendisine yakın tutar, Bedir'e iştirak eden yaşlılarla birlikte yanına girmesine izin verirdi. Buhârî, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etti: ”Hazret-i Ömer, beni Bedir yaşlıları ile birlikte yanına alırdı. Bunun üzerine bazıları sanki içinde bir şey hissetti ve: 'Bunu niçin bizimle birlikte alıyorsun. Bizim onun gibi oğullarımız var,' dediler. Hazret-i Ömer onlara: 'Onun kim olduğunu biliyorsunuz!' dedi. Birgün beni çağırıp onlarla birlikte yanına aldı. Anladım ki, beni onlara göstermek için çağırdı. Sonra: 'Allah'ın yardımı ve fetih geldiği zaman... âyeti hakkında ne dersiniz' dedi. Bazıları: 'Biz, Allah bize yardım ettiği ve fethi müyesser kıldığında O'na hamdetmekle emrolunduk,' dediler. Bazıları sustular bir şey demediler. Bana döndü: 'Sen de böyle mi diyorsun Ey İbn Abbas?' dedi. 'Hayır' dedim. 'Peki ne diyorsun?' dedi. 'O Rasûlüllah'ın ecelidir, onu kendisine bildirdi. Allahü teâlâ : 'Allah'ın yardımı ve fetih geldiği zaman...' Bu âyet senin ecelinin işaretidir. O zaman 'Hemen Rabbine hanıdederek O'nu tesbih et ve O'ndan bağışlanmanı dile. Şüphesiz O, tevbeleri çok kabul edicidir' buyurdu', dedim. Hazret-i Ömer: 'Vallahi ben onun dediğinden başka bir şey bilmiyorum' dedi." Hadisi Buharî tahrîc etti.
Herhalde bu, davet işinin tamamlandığına, dinin kemâle erdiğine delâlet içindir. Nitekim bir âyette: ”...Bugün dininizi ikmal ettim..." (Mâide: 3) buyurulmuştur. Bir şeyin kemali, zevaline delildir. Bunun için ”tamam denildiğinde zevali bekle" denilmiştir. Ya da istiğfarı emir, ecelin yakınlığına dikkat etmek olduğu içindir. Sanki şöyle buyurmuştur: ”Vakit yaklaştı, göçe az kaldı. O hâlde emre hazırlan."
Allahü teâlâ bununla akıllı kişinin, eceli yaklaştığı zaman tevbeyi çoğaltması gerektiğine dikkat çekmiştir.
Rivayet edildi ki, bu sûre nazil olduğu zaman Rasûlüllah halka hitaben şöyle dedi: ”Şüphesiz bir kul var, Allah onu dünya ile kendisine kavuşma arasında muhayyer kıldı. O kul, Allah'a kavuşmayı seçti." Bunun üzerine Hazret-i Ebû Bekir ağladı ve: ”Canlarımız, mallarımız, babalarımız ve oğullarımız sana feda olsun," dedi. (3)
Yine Rasûlüllah'tan rivayet edildi ki: O, Hazret-i Fatıma'yı çağırdı ve ”Kızcağızım! Bana vefat haberim verildi" dedi. Hazret-i Fatıma ağladı. Efendimiz: ”Ağlama, şüphesiz sen ailemden bana ilk katılacak olansın" buyurdu. Bunun üzerine Fatıma (radıyallahü anh) güldü. (4)
İbn Mes'ud'dan bu sûrenin ”Sûretü't-Tevdî" (Veda sûresi) diye isimlendirildiği rivayet edilmiştir. (5) Çünkü bu sûrede dünyaya vedaya işaret vardır.
Ali (radıyallahü anh) da şöyle demiştir: ”Bu sûre inince Hazret-i Peygamber hastalandı. İnsanların yanına çıkıp, onlara veda etti. Sonra eve girdi, birkaç gün sonra vefat etti."
Hasan-ı Basrî şöyle dedi: Rasûlüllah'a ecelinin yaklaştığı bildirildi. Ömrünün sâlih amelle son bulması için tesbih ve tevbe ile emrolundu. Bunda her akıl sahibi için bir uyarı vardır."
Şüphesiz O, mükellefleri yarattığından beri
tevbeleri çok kabul edicidir. O halde tevbe eden, istiğfar eden herkes kabulü beklesin. Âyette: ”O'ndan bağışlanmanı dile" emri, ”O, çok bağışlayıcıdır" demeyi çağrıştırdığı halde bu kelimenin değil de ”tevbeleri çok kabul edicidir" sözünün seçilmesine sebep şudur: Bağış dilemek, ancak tevbe, pişmanlık ve bir daha günaha dönmemeye kesin azim olduğu taktirde fayda verir.
Âyetteki ”Vestağfirhu" emrinden sonra gizli bir ”tüb/tevbe et" emrinin olduğunu söyleyen müfessirler âyette bir edebî sanat türü olan ihtibâk sanatının olduğunu söylerler. Çünkü ”bağış dileme" emri, Allah'ın bağışlayıcı olduğu sonucunu çıkarmaya; ”tevbeleri çok kabul edici" oluşu da tevbe emrinin varlığı sonucuna götürür. Yani mana şudur: ”O'ndan bağış dile ve O'na tevbe et. Ta ki O, tevbeleri kabul etsin."
Allah'ın yardımı ve tevfîkı ile Nasr Sûresinin tefsiri sona erdi.