FIKIH | TEKFIR MES'ELESI

Aradığınız konunun baş harfini aşağıdan seçiniz:

A
B
C
Ç
D
E
F
G
H
I
İ
K
L
M
N
O
Ö
P
R
S
Ş
T
U
Ü
V
Y
Z

Kaynak: https://sorularlaislamiyet.com

TEKFIR MES'ELESI 

Fıkıh kitaplarımızın "Elfâz-i Küfür" başlığı altında verdikleri ve çok basit fiilleri dahi küfür sayan ifadelerle; "bir kimsenin doksan dokuz işi kâfirce, biri müslümanca olsa onu yine müslüman saymalıyız" kanaatini nasıl bağdaştıracağız? Bir kimseyi kâfir sayabilmemiz için ne yapmış olması gerekir?

Bir çok yönü olan ve pek çok izahlar gerektiren bu meselenin bazı yönlerini belirtip, bir-iki ölçü vermeye çalışacağız: Öncelikle insan için en büyük olayın ve varlığın "iman" en korkunç şeyin de "imansızlık" olduğunu bilmek gerekir. "Bir kişinin imanına vesile olabilmek, insan,için üzerine Güneşin doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır" buyurulmuştur. Müslümanlar, olabildiğince çok kişinin iman nimetine kavuşmasını ve küfür karanlıklarından kurtulmasını arzu ederler. Esasen o bunun için yaşar, bunun için yaşamalıdır.

"Her günahta küfre açılan bir kapı vardır" denmiştir. Küfür ise insanın bütün iyi amellerini götürür. Bu kadar korkunç bir uçuruma düsülmemesi için âlimlerimiz âdeta titremişler ve küfre açılan her kapıyi küfür diyerek kapamak istemişlerdir. "Elfâz-i küfür" denilen sözlerin çoğu bununla beraber aynı zamanda "uluhiyyet" dairesine tecavüz sayılabilecek anlamlar taşırlar. Meselâ: Ben onunla Cennet'e dahi girmem" ifadesinde dolaylı olarak Allah'ı reddetme anlamı vardır. Eğer o Cennet'e girerse, onu oraya koyacak olan Allah'tır ve yaptığını bilerek yapmıştır (Alîm'dir), yaptığı yerli yerindedir (Hakîm'dir). Bu sözü söyleyen adam sanki: "Bu, Cennet'e girmeye layık değildir, oraya konulursa isabetsizlik yapılmış olur" demiş gibidir. Bu da Allah'â hata nisbet etmektir ki küfürdür. Bu söz de dolayısı ile küfür olmuş olur. Ancak -Allah'u a'lem- bunu şöyle anlamak gerekir: Bu söz, dolaylı olarak ifade ettiği mânâ ile küfür anlamı taşır. O dolaylı mânâyı ancak kâfirler öyle düşünebilirler. Müslüman öyle düşünemez, düşünmemelidir. Yoksa; "Bu sözü söyleyen hüküm bakımından kâfir olmuştur. Yani, bütün amelleri boşa gitmiştir, karısı boş olmuştur, katli gerekmiştir, mirastan mahrum olmuştur... vb." demek doğru değildir. Belki; "Böyle tehlikeli bir zemine götürecek bir adım atmıştır, Islâm bağına küfür ormanının dikenini dikmiştir. Derhal tevbe etmeli ve papatyaları kurutacak bu dikeni oradan söküp atmalıdır biçiminde anlamalıdır. Bu ifadenin sahibi bununla bizzat küfrü (Allah'ı kabullenmemeyi) kastetmiş olmadıkça kâfir sayılmaz (Karafi, el-Furuk, IV/295). "Elfaz-i küfür" denilen bu sözlerin pek çoğu ile de "küfür" fetvası verilemez denilmiştir.( Tekmiletül-Furuk, 22)

Diğer söze gelince: Halk arasında böyle söyleniyorsa bu yanlıştır. Çünkü "yüz amelinden birisi müslümanca olmayan" hiç kimse düşünülemez. En katmerli kâfirlerde bile, merhamet, cömertlik, iyilik severlik, büyüge saygı... vb. müslümanca bir davranış mutlaka bulunur. Bu takdirde kimseye kâfir denilememesi gerekir. Oysa bu söylentinin aslı şudur: "Bir kimsenin küfür mü, değil mi, diye tereddüt edilen bir işi, ya da sözü, doksan dokuz ihtimalle küfre yorulsa (hamledilse), bir ihtimalle de imana hamletme imkânı bulunsa biz onu imana hamleder ve o iş ya da sözüyle ona kâfir denilemeyeceğini söyleriz." Bu gerçeği Ö.N. Bilmen merhum şöyle anlatır: "Herhangi bir müslümanın sözünü güzel bir vecihle tefsir ve tevil kâbil oldukça fena bir cihete hamletmek, ona göre fetva vermek câiz değildir. Hatta bir hususta küfrü müstelzim (gerektiren) bir çok vecihler bulunduğu halde küfre münafi (zıt) yalnız bir vecih bulunsa, bu bir veche göre fetva verilmesi muvafık olur. Hakikat-i halin (işin gerçeğinin) neden ibaret olduğu ise ilm-i ilahîye havale olunur.(Bilmen, IV/8 (ed-Durru'1-Muhtâr, Hindiye ve Kâdihândan))

Yoksa Islâm'dan olduğu açıkça (bedihî olarak) bilinen bir esası inkâr eden birisi, yüz işinin doksandokuzu müslümanca olsa dahi maalesef, kâfirdir.

"Müslümanın her fiili müslümanca olmayabilir. Müslüman kâfire ait fiiller de işleyebilir. Kâfirin de her fiili kâfirce olmayabilir. Onda da müslümana ait meziyetler bulunabilir" mealinde bir söz vardır. Fıkıh, ya da akâid kitaplarında zikredilen "Elfaz-i küfür" (küfür sözler)'in anlaşılmasına bu söz de yardımcı olur. Yani bu sözler kâfire ait fiillerdendir. Bunu müslüman yaparsa, kâfire ait bir vasfı üzerinde taşımış olur. Ama sırf bununla zahiren onun kâfir olduğuna hükmedilemez. Içini ise ancak Allah bilir. Tıpkı: "Münafıkın alameti üçtür: Konuştugunda yalan söyler, vadettiğinde cayar, emanet edildiğinde hiyanet eder" hadis-i şerifinde olduğu gibi. Yalan, hulf ve hiyanet münafık işidir. Ama bir müslüman bunları sırf yapmakla münafik olmuş olmaz, bir münafik işi yapmış olur. Bu konuda Ibn Nüceym der ki: Küfür sözlerin çoğu ihtilâflıdır. Böyle ihtilafli sözlerle insanlar tekfir edilemez. Ben böyle bir fetva vermemeye kesin kararlıyım".(Ibn Abidîn, NI/285 (Amira)) Bizim ilk imamlarımızın koyduğu ölçü şudur: "Kişiyi imandan çıkaran şeyler ancak onu imana sokan şeyleri inkâr etmektir." Ibn Âbidîn "Câmiul-Fusûleyn"de bunun bir ölçü olarak kaydedildiğini söyler.(agk) Ayrıca: "Müslümandan küfür ithamini kaldıran her söz, zayıf olsa bile tercihe daha layıktır".(Ibn Abidîn, Resmü'l-Müfti, 34)

Mes'elenin fıkıh usulü kitaplarımızı ilgilendiren yönü de vardır. Meselâ farzları inkâr etmenin küfr olduğu söylenir ama hemen şu ölçüye dikkat çekilir: "Farzların bedihi (apaçık) olanları vardır ki, bunları her kim inkâr ederse kâfir olur. Iman, namaz, hac, zekât... gibi. Buna göre meselâ, namaz, dua demektir, böyle yatıp kalkmak diye bir şey yoktur diye te'vil eden dahi kâfir olur. Ya da meselâ, erkek kardeşim babamın mirasından iki alırken ben bir almayı kabul etmem; böyle şey olmaz diyen kadın kâfir olur. Çünkü bu bedihidir. Ama arkada kızını ve oğlunun kızını bırakan varisin kızı mirasın yarısını değil de tamamını istese ve diğerinin hakkını reddetse kâfir olmaz. Çünkü bu bedihi değildir. Bunu çoğu hocalar bile bilemezler. Böyle bedihi olmayan farzları inkâr eden te'vil ederek inkâr ediyorsa kâfir olmaz. Kesin delillerle sabit olmuş böyle bir farzı tutarsız te'villerle dahi te'vil eden ve farzıyetini kabul etmeyen kâfir olmaz, fasık olur (Mevlana Muhammed Emin el-Lüknevî, Kamerul-Ekmâr, I/293). Ayrıca bir de ictihâdi farzlar vardır. Meselâ Hanefilere göre erkeğin diz kapağı ile göbeği arasını kapatması, gusülde ağzına-burnuna su vermesi farzdır. Birincisi Malıkî, diğeri Şafiî mezhebinde farz değildir. Bunlardan birisini benimseyenin, diğerinin farz dediğini inkâr etmesi küfür de değildir, fisk da değildir. Bunun gibi, zannî delillerle sabit olan vacipleri (amelî farzları) zannî oldukları için inkâr edenler de kâfir olmazlar. Meselâ, kurban kesme hakkında dalaleti kesin bir delil yoktur, onun için ben kurban diye bir şey kabul etmiyorum ve kesmiyorum, diyen birisi kâfir olmaz, ama fasık olur. Ancak bunu böyle değil de, "kurban kesme, caniyâne bir şey. Ben öyle bir ibadet kabul etmiyorum" diye delilinin zanîliğine bakmaksızın küçümsemek küfürdür.

Bir de İslam'ın duyurulmadığı bir ülkede herhangi bir farzı bilmediği için reddeden, ama Islâm'dan olduğu söylendiğinde kabul eden birisi de (Allah'u-a'lem) kâfir olmaz. Hatta İslam'ın duyurulmuş olduğu yerlerde bile bedihî (apaçık) olmayan farzlar için de aynı şey söylenebilir.

Görüldüğü gibi, küçük bir söz ya da fiilden dolayı müslümanları tekfir etmek, müslümanca bir davranış değildir. Rasulüllah (sav) hiç böyle yapmamıştır. Ashabı arasına giren ve kimliklerini tanıdığı münafıkları dahi ifşa etmemiştir. Onun ashabı, tabiîn ve tebe-i tabiîn de tekfirden siddetle kaçınmışlardır. Bu işi daha çok H. 8. asırdan sonra, yaygın bir hastalık haline gelmiştir.(Cemaleddin Kâsimî, el-Cerh vet-Tâdil, 39 vd.) Imam Ebu Hanife oğlu Hammâd'ı itikadî konuları tartışmaktan yasaklarken, oğlunun, kendisinin de konuştuğunu hatırlatması üzerine: "Biz tartışırken, aman karşı tarafı küfre nispet ederiz endişesiyle, kafamızda kuş varmış da uçacakmış gibi konuşuyoruz, oysa siz, pervasız davranıyorsunuz" cevabını vermiştir.

Aliyyu'1-Kâri der ki: "Bid'at ehlinin kötü taraflarından biri, birbirlerini tekfir etmeleridir. Ehli sünnetin güzel yönlerinden biri ise tekfir etmeyip, hatalı saymalarıdır".(Serhii 1-Fıkhı 1-Ekber, 243) Onun için ehli sünnet olarak bizler itikaden bozuk mezhepleri bile kâfir değil, batıl mezhepler olarak vasıflandırırız. Bu yüzden: "Bir kâfiri müslüman sanmakla yapılacak hata, bir müslümanı kâfir saymakla yapılacak hatadan çok daha hafiftir" denmiştir.

Böyle hassas ve tehlikeli bir konuda Rasûlullah'ın şu öğütlerini göz önünde bulundurmak gerekir: "Bir mü'mini küfr ile itham eden onu öldürmüş gibi olur" (Buharî, Iman 7; Tirmizî, Iman 16)

"Bir kimse müslüman kardeşini tekfir ederse, küfür ikisinden biri üzerine döner."(Müslim, Iman 26; Müsned, N/142)

"Her hangi bir müslüman diğer bir müslümanı tekfir ettiğinde o kâfirse kâfirdir, değilse kendisi kâfir olur."(Ebu Davûd, Sünnet 15)